Daha doğduğumuz andan itibaren anne ve babamızın bize öğrettiği doğrular var; sonra yakın çevremiz, arkadaşlar, okul, okuyup gördüklerimiz… İnsan beyni o kadar çok bilgiye maruz kalıyor ki, bunları ancak tasnif ederek, yani bölümleyerek, sınıflandırarak hafızasında tutabiliyor.
Ateş sıcaktır, elini sokarsan yanarsın; kalabalık otobüste otururken başkalarıyla göz göze gelirsen yer vermek zorunda kalırsın! gibi…
Toplum içinde yaşarken edindiğimiz deneyimler bize, ileriki zamanlarda işe yarar bilgiler olarak dönebildiği gibi, tersi de olabiliyor ve işte bunun adı da “önyargı.”
Diğer bir söylemle öğrendiklerimizin otomatiğe bağlanması.
Artık düşünmeye ihtiyaç duymayıp, eski bildiklerimizin bizi doğruya götüreceğimizden emin olduğumuz durumlar. Yani önceki yargılarımızla [tekrar araştırma ve kıyas yapma zahmetine girmeden; hazırcılık yaparak] peşin ve haksız hükümlere varmamız…
Mankenler ve sarışınlar aptaldır, sınıfta en önde oturan gözlüklüler de inek!
Bir babayla oğlu arabada giderlerken kaza yaparlar, baba kaza yerinde ölür. Çocuk gözlerini hastanede açtığında, doktor odaya girer ve “merhaba oğlum” der…
Bu nasıl mümkün olabilir?
“Çocuğun babası hortlamış olmalı” ilk akla gelen yanıtlardan biri olsa da, doktorun esasında “annesi” olabileceği şaşırtır çoğu kez bizleri. [doktorlar hep erkek olur ya!]
Bana “düşünmeme” alternatifi verirseniz neden düşüneyim ki? Çünkü düşünmek zor iş.
Önyargı da işte beynin bu tembelliğine sanki çare için üretilmiş bir “bug” gibi.
Bize benzeyenleri [veya kendimizi benzetmek istediğimiz idollerimizi] çekici bulup onlardan hoşlanıyor; benzemeyenlere karşı da olumsuz ve tembel bir tutum içine girip, önyargılı mı oluyoruz?
İki dakikalık şu filmi bir izleyin, ne demek istediğimi sanırım daha iyi ifade etmiş olacağım:
Alman aksanıyla İngilizce konuşan kocaman abimizin dediklerinden anladığım kadarıyla:
Sanırım ben her zaman yanlış anlaşıldım.
İnsanlar benden hoşlanıyor gibi görünmüyorlar.
Sanırım canlarını sıkıyorum.
Sinirlerini bozuyorum.
Neden olduğunu bilmiyorum.
Ben böyle biriydim.
Evet…
Belki onlara bir şeyler yapıyordum.
Belki çok güçlü göründüğümden…
Bilemiyorum.
Gerçekten bir şey söyleyemem.
Evet…
Çok yalnızdım.
Ama, bir süre sonra alışıyorsun.
Sonra bir gün…
Her şey değişti.
Sonunda birileri beni olduğum şekilde kabul etti.
Bu işi bulduğumdan beri hayat benim için bambaşka.
Sonunda kendimi işe yarar hissediyorum.
Bu ‘şey’ gibi;
…rüzgâr…
“Onun potansiyeli bizim?”
Epuron’un rüzgar enerjisi farkındalığını arttırmaya yönelik yaptığı bir reklam filmiydi bu.
Aşağıda ise Ameriquest firmasının beş tane eğlenceli reklam filmlerinin olduğu bir video var. Hepsinin mesajı ortak: “Hemen yargılamayın.”
14 Ekim 1998’de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleştiği söylenen başka bir olay var. Hangi havayolu şirketi bilmiyoruz.
Bir hanım zenci bir adamın yanında oturuyor, hanım sinirliliğini belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istiyor, zira hanımefendimiz böylesine antipatik birinin yanında oturmak istemiyor!
Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu, fakat birinci sınıfta yer olup olmadığına bakacağını söylüyor. Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlar; bu kadının sadece terbiyesiz değil aynı zamanda birinci sınıfta yolculuğa devam edecek olmasına şahit oluyorlar. Bizim adam ise kötü durumda olmasına rağmen cevap vermiyor.
Bu yüksek tansiyondaki durumda, kadın birinci sınıfta ve siyahi adamdan uzak uçabileceğinden tatmin görünüyor.
Birkaç dakika sonra hostes kadına;
“Çok özür dilerim, gerçekten de uçakta başka yer olmamasına rağmen birinci sınıfta bir yer bulduğum için çok mutlu oldum. Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, zira bu değişiklik için pilottan izin almam gerekiyordu. Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz dedi ve bu izni verdi.”
Diğer yolcular doğal olarak kulaklarına inanamıyorlar. Kadın bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandığı esnada hostes, zenci yolcuya dönerek:
“Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bıraktığımız için özür diliyor.”
Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ediyorlar. Uçak firması o yıl kaptan pilot ve hostesi bu davranışlarından dolayı ödüllendirmekle kalmayıp, aşağıdaki mesajı tüm ofislerde personelin görebileceği bir biçimde asıyor:
“İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.”
Hakkımızda bir kez karar verip, sonra da ölünceye kadar bizi hep aynı gözle görenlerden siz de rahatsız olmuyor musunuz?
Yorumlar 30
Pingback: Pazarlama Karnavali 3. Hafta | Özgür Alaz @ozguralaz
Bu yazı dikkatinizi çektiyse şu filmi izlemenizi öneririm.
Interstate 60
Tunç bey gözünüzden kaçtıysa lütfen siz de izleyin. İzledikten sonra bize bir yazı armağan edeceğinizi düşünüyorum.
gercekten de müthiş biir yazıı eline saglık
Pingback: Fikir Atolyesi Kocaman bir göbeği erkeklik sayıp, sonra o göbeğin altına slip mayo giymeyeceksin işte!
Pingback: Fikir Atolyesi Emo…
Ben de rahatsız olurum, önyargılı olmamak gerekir bence. Kesinlikle yanlış bişey benim başıma da geldi, bazı kişiler hakkında kafamda görüntü oluşturupta sonra fikrimi değiştirdiğim anlar oldu =)
saçlarımı sarıya boyatıyorum kı benı de aptal sansınlar:)
Önce önyargının tanımını doğru yapmak gerek. Önyargı değişmez midir?
Adı üzerinde ön yargı yani başlangıç yargısı tahmin, kesin yargı değil. Başlangıç aşamasında da tahminde bulunmanın kimseye zararı yok.
Gelişmelere göre ön yargı değişebilir. Eğer değişmiyorsa ki bu sabit fikir olur, asıl tehlikeli olan budur.
Biz bilmediğimiz konular hakkında konuşmayız… Çünkü bilmediğin konularda konuşmak kabalıktır…
Mesela ekmek…
Kaç çeşit ekmek var… Ekmeği nasıl pişirirsin.. Hamuru ne kadar bekletirsin eğer köylü bir kadın ya da ekmekçi değilseniz bilmezsiniz ama o ekmekçinin hakkında konuşmayı çok iyi bilirsiniz… Nasıl yaşadığını, neler bildiğini kendinizce bilirsiniz ekmeği güzel ama… dersiniz ama o ekmekçiyi tanıyamazsınız.. Ekmeği güzelse işine saygı duyduğunu, güzel değilse işini önemsemeyen biri olduğunu düşünürsünüz..
Ekmekçinin kitap rafında Dostoyevski’nin bir kitabını göseniz bile ihtimal vermezsiniz onu tanıdığınıza… Ama tanımak zamanla olur, kötü şeyleri göre göre bir insandaki iyi şeyleri hatırlayarak olur… Önyargı, biz en çok kendimize önyargılı davranırız…
O ekmekçiyle uğraşmayı bırakın bence.
siteniz ve yazılar dikkatimi çok çekti, normalde ben okumayı sevmem ama bende okuma hissi uyandırdı, baştan sona okudum. demek ki türk milleti okumaz diye bir ön yargıda varmış, onu da siz kırdınız. ilginç oldugu ve dikkatimi çektigi içindir hepsini baştan sona okudum ve sitenizi sık kullanılanlara ekledim.
yazıya ilişkin ne diyeceğimi bilemiyorum.. öylece kalakaldım.
ama genel olarak yazılarınız için konuşmak isterim. bunu bir süredir yapmak istiyordum zaten.
yazınızdaki alıntıdan hareketle: yazılarınızın içeriğini unutabilirim. yazılarınıza yapılan yorumları unutabilirim. ama yazılarınızın hissettirdikleri çok net ve kalıcı oluyor benim için. o sarsıntıyı ya da içimde oluşan sıcaklığı bir şekilde saklıyor beynim. bu benim kişisel becerimden değil, bu yazılar çok doğru notalarla yapılmış müzik eserleri gibi. ve gerçekten çok kuvvetli kreşendolara sahip.
ben sizin gibilerin Türkiye’de doğmasının kesin olarak Tanrı’nın bize bir lütfu olduğuna inanıyorum. anlayamadığım, sizi neden bu şekilde cezalandırdığı:)
son yazınızda nefesinizi kesecek anlardan söz ediyorsunuz. bir üniversitede ders vermek gibi bir şey de vardı içinde. onu da yapın tabii.. ama yaş yelpazesi daha geniş gruplara hitap edebileceğiniz bir şey daha olmalı bence.. bir tür workshop: akıl-fikir atölyesi..
Artık kimsenin başkalarına ayıracak vakti yok bu yüzden de kestirme yollardan gidiliyor.
Önyargılar hemen beynin kapılarından daha önceki tecrübe ve deneyimlerle birleştirilerek çaba sarfetmeden paketlenmiş hazır insanlar çıkartıyor.
Pingback: Emo… | Fikir Atölyesi
İlk reklam filmi şahaneydi.. çok etkileyici, çok tuhaf bir etkisi var.. ikincisi de hakikaten eğlenceli…
Yargılama çok korkunç bir şey, gerçekten kaçınmaya çalışsam da zaman zaman yapıyorum… kibir ve önyargı… Jane Austen yazmış işte… ikisi daima birarada yürür ve insanlık adına çok tehlikelidir… Kültür Bozumu… Kalle Lasn… Adbusters yani reklambozanlar hareketinin öncüsü…
Medya ve yargılama üzerine şahane şeyler yazmış, şiddetle öneririm…
Tanıdığım bütün sarışınlar da çok zekiydi ayrıca:)))
Ön yargılar sadece insanın zekasını basite indirgeyen şeylerdir bence.. İnsanların maruz kaldığı değil, kendi ürettiği şeyler, kimine göre uzaktan bir korunma güdüsü, kimine göre kendi farkllığını ortaya koyma egosu, merak uyandıran ve hiçbir şey bilmediğimiz şeyler üzerine ön yargıda bulunuyoruz.
Ve bazende ulaşamayacağımız şeyler için ‘yok ya ben zaten istemem yaramaz o bana’ gibilerinden her şeyi kategorize etmek hoşumuza gidiyor… Evlenilecek kızlar, eğleniecek kızlar gibi, ya eğlenmediğim kızla neden evleneyim ki böyle bir mantık var mı?
İnsan isterse bunlardan kurtulabilir ama herşey de ön yargı değildir. Ve illaki her şeyi deneyerek öğreneceğiz diye bir şey yok bence insanoğlu bir çift göz bir de beyin verilmiş, ikisi arasındaki koordinasyonu iyi sağladığı ve kendi aynasına bakabildiği sürece ne ön yargı olur, ne de başaklarının doğrularını sahiplenmek.
Bu duyguyu iyi bilirim. Bazen, “ben senin o beyninde tasarladığın insan değilim” diye bir bakış attığım oluyor insanlara. Ama nafile… Herkesin olaylara ve size bakış açısı kendi dünyası ile sınırlı… olabiliyor.
Rüzgar’ın potansiyelini keşfettiği reklama aşık oldum!
Onyargilarimizi sekillendiren komplekslerimizden kendimizi arindirmak icin ne kadar gayret icindeyiz? Ya da bir takim guruplara ya da olusumlara, kendimizi kabul ettirmek icin nelere onyargi ile bakmamiz gerekliligi, zaten onceden saptanmamis mi?
Yasam; hayatin kiyisindan eskisi kadar kartpostal atmiyor bugunlerde ve yalniz bedenler, insanlari onyargilarina kurban edip baska iletisimlere de kucak acmiyor. Maskeli balo tum hizi ile suruyor gizlenmis dusuncelerde.
Anlayamadiklarimizi, karsimiza dostane bir ortam yaratarak ve soz hakkini onlara baslangicta vererek, dinlemek uzere, perspektiflerini yakalamak adina ve kazan kazandir amacli en son ne zaman aldik?
“on yargiyi parcalamak atomu parcalamaktan zordur.”
albert einstein
Aslında dehşete kapıldım.. Hem önyargılarımın farkındasızlığımın, hem insanlara nasıl hissettirildiğinin ne kadar önemsenmesi gerektiginin, hem de sitenizden habersizliğimin… Çok teşekkürler.
Araştırmalar ilk 7 saniyede yeni tanıştığımız biri hakkında belli bir algımızın oluştuğunu gösteriyor. Önyargılar da bu andan itibaren başlıyor sanırım.
Insanın doğasında var ama Epuron örneğinde olduğu gibi bu önyargıları bir kenara itebilmek özellikle günümüzün materyalistik toplumunda malesef daha da zorlaşıyor.
Her zamanki gibi içten bir konuyu kaleme almışsın Tunç abi teşekkürler.. Öncelikle “ön yargı” bir isimdir ve ayrı yazılır.
“İnsanların ön yargılarını kırmak; atomu parçalamaktan daha zor!” demiş Einstein. Bence her insan da “ön yargı” vardır. 2*2=4 eder, su 100 santigrat derecede kaynar… 2*2=4 etmez diyen ya da olamaz diyen bir profesör görsek eminim hepimiz ön yargıda bulunuruz. Biri: “Bu adam kafayı yemiş der, biri: “abiii adam aşmış bunları” der.
Siyah takım elbiseli, beyaz çoraplı, kirli sakallı kurt bıyıklı birini gördüğümüzde hemen ülkücü sıfatını lanse etmiyor muyuz? “+” şeklinde kolye takan Gülben Ergen’i, eliyle “+” ya benzer işaret yapan kaleci Orkun’a hristiyan kılıfını giydirmedik mi?
Acaba hangimiz zenci adamın yerinde olmak isteriz?
“Faraziyenizi çok yanlış ön yargılara oturtuyorsunuz.” Haldun Taner…
Teşekkürler…
Olurum. Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş, paylaştığın için tşk.
Gelenekler, kültür geçmiş korkular vs.. Geçmişimizin hayaletiyle ilintili bir sürü önyargıyla boğuşuyoruz. Okuduğumuz okullara, geldiğimi sosyal çevreye bakmadan neredeyse hepimizin önyargıları var. Sadece sosyal değil, iş hayatımızla ilgili de bir sürü önyargı var. Anlayış ve empatiyle bir kısım önyargı kırılabilir diye düşünüyorum.
Yine çok güzel bir yazı :)
Ben de rahatsız olmasına oluyorum da şöyle bir durum var… İster istemez bunu nasıl “rahatsız olduğum halde” yapabiliyorum?? Bunu değiştirmek benim elimde değil mi? Ön yargılarım yüzünden şu anda kocaman bir derdin içindeyim ve bu yazı beni kendime getirdi!!
Şu saatten sonra hayatımda ön yargı namına hiçbir şey olmayacak. Kendimi değiştireceğim, dizginleyeceğim bu illeti! İlerde bir gün bir çocuğum olursa da onun ruhuna önyargılar serpiştirmeyeceğim… Kimsenin bunu yapmasına da izin vermeyeceğim…
Pingback: Marketallica: Pazarlama trendleri ve yeni iş fikirleri
Birileri hakkında ön yargılı olmak kötü olsa da zaman zaman ben de bu sevimsiz duruma düşüyorum.
Epuron’un rüzgar enerjisi için yapmış olduğu reklam filmini ilk izlediğimde de etkilenmiştim yine etkilendim. Ancak bu yazıda beni asıl , “….. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.” cümlesi etkiledi. Beni hep düşündüren başka bir yöne çekti.
Engelli vatandaşlarımıza sanki onlar yokmuş gibi davranılması, hayatın onlar için daha zor hale getirilmesi (yollar, otobüs, restoran vs.) aklıma geldi. Onlara acaba kendilerini nasıl hissettiriyoruz… Ne malum günün birinde onların yerinde olmayacağımız…
Sorun da burada yatıyor olsa gerek ön yargılı olmadan empati kurmalıyız ki, onlara kendilerini iyi hissettirelim. Böylece bizi iyi hatırlarlar…
Her şey için genelleme yapılabilir ancak duygular için yapılamaz.
“Yağmur ıslatır” bu bir gerçektir. Kimimiz hoşlanmayız ıslanmaktan; açarız şemsiyeyi, kimimiz haz alır bundan küçük küçük atar adımlarını yağmurdan kaçmadan.
Evet önyargılarla besleniyor düşünceler, yargılar, olgular.. Önyargı sözünü bir tek duygulara geçiremiyor, duygu asi, duygu dik başlı. Sarı saçlı kadına dönüp bakan erkek “normal”, sarı saçıyla kendine baktıran kadın “aptal”? zeka tartışılır, sarışınlık göreceli.
Fark ettiklerinle yaşamak ya da yaşadıklarında farkedilmek… Önyargının anlamı yok yaşadıktan sonra.
Oluyorum. Hem de çok… Ama, önyargılı insanlara daha az güvenmek ve onlardan daha çok uzak durmak da benim önyargılarım arasında sanırım.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çalışan, seni dinlemeden senin yerine düşünen insanlar… ‘Giriş’ten fazlasını okumayan/dinlemeyen/görmeyen, ‘gelişme’yi sevmeyen, ‘sonuç’u kendi yazan insanlar. Bir de üstüne üstlük hiç okumadıkları o kompozisyonu yorumlayan insanlar.
Ben neresindeyim o insanların? Bilmiyorum. Umarım dışına çıkabilirim…
Rahatsız oluyoruz da Tunç Bey, biz de aynısını yapıyoruz arada bir, n’apalım şimdi.
Napalm. Bomba.
Cevap olarak bulabildiğim şey de şu: Her sabah, dünyaya ilk defa gelmiş bir varlık gibi günümüzü geçirelim. Daha negatifliği keşfetmeden akşam olur zaten. Yorulur uyuruz.