24

Mehmet Doğan – Altı Üstü Tasarım

Blogunda bugüne kadar yazdığı 350’ye yakın bilgilendirici yazısıyla tanıdık, hoş ve akıcı üslubuyla sevdik.

Türkiye’de bir ilke imza atan kitabını tavsiye ettik, uyguladığı tanıtım stratejisini pazarlamacılara örnek gösterdik.

Belki de en önemlisi; yenilikçi ve öncü fikirlerini hayata geçirmesini alkışladık.

Altı Üstü Tasarım blogunun yazarı Mehmet Doğan 20 Soruluk Söyleşiler‘de yedinci konuğumuz.

13 Haziran 1973 tarihinde, bir devlet dairesinde (şimdi emekli) çalışan anne ile muhasebeci bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş Mehmet. 2 yaşındayken ailesi Ordu’ya yerleşmiş, 18 yaşına kadar da Ordu’da yaşamış, okumuş, büyümüş. Sonra üniversite; Hacettepe İktisat.

İktisat konusunda çok bilgili olmadığından beklentisi de yokmuş önceleri. Ancak ondaki yaratacılığın dışarı çıkmasına izin vermeyince nefret etmiş iktisat’dan, bir beden küçük gelmiş ona.

İktisatın insan bilimi olmadığını düşünüyor: “Birçok teori, insan davranışlarının sabit olduğunu varsayıyor. Ya da her tüketicinin aynı motifler ile hareket ettiği kavramıyla yola çıkıyor. En azından bana öğretilen iktisat buydu.” Ekonometri’de zorlanınca hocası Celal Küçüker’e mezun olduğunda iktisatcı olmayacağı sözü verince hocası da dersi geçmesine izin veriyor. Şimdi “Celal hocama verdiğim sözü tutuyorum” diyor!.

Radyo programcılığı, TV komedi program sunuculuğu, satış elemanlığı gibi denemelerden sonra Web dünyasına girişi bir tesadüf sonucu olmuş.

Eşi Jennifer yaz aylarında Kanada’ya gittiğinde onunla en ucuz konuşmanın yolunun email olduğunu keşif edince ilk internet bağlantısını almış ve aşık olmuş internet ve web sayfalarına. Yıl 1996. “O dönemde zaten kendilerine web tasarımcı diyenlerin sayısı bir elin parmağını geçmiyordu. Ben de başkalarının koduna bakarak öğrendim bu işi.”

Türkiye’de yaşarken, Ankara’da tanışmış eşiyle. Jennifer o sıralarda TED Koleji’nde öğretmen. Birkaç sene sonra da evlenmişler. Türkiye’de bir müddet yaşadıktan sonra çocuk sahibi olmaya karar verdiklerinde, eşinin hamilelik deneyimini Kanada’da yaşamak istemesiyle yeni bir sayfa açmışlar hayatlarında. 8 yıldır da Kanada’da. Jayda ve Aliya isminde iki muhteşem kız çocuğuna babalık yapıyor.

Kanada Halifax’da orta ve büyük ölçekli 3 ayrı şirkette calıştıktan sonra Fredericton’a yerleşmiş. Şimdi New Brunswick Üniversitesi’nin Bilgi İşlem Bölümünde Kullanılabilirlik Uzmanı olarak görev yapıyor. Aynı zamanda da ders veriyor.

Bir nevi antropolog’a benzetiyor kullanabilirlik uzmanlığı işini. Çünkü işinin büyük kısmı kullanıcılar ile konuşmak ve onları izlemek ile geçiyor.

“Örneğin Üniversite’de bir araştırma için birkaç gün boyunca bir benzinci de insanların arabalarına benzini nasıl koyduğunu izledim. Sıkıcı gibi görünse de optimal çözümü bulmak yaratıcı olmayı gerektiriyor.”

Bir ürünün kullanıcılar tarafından nasıl anlaşıldığını, kullanıldığını ve en optimal çözümün nasıl olacağını bulmak ve tasarımcı ekibe vermek Mehmet’in işi.

“Test. Testing 1 2 3 4. Merhaba… Blog okyanusuna ben de bir damla olarak katılıyorum. Çoğu kişinin blog sahibi olması için nedenleri vardır. Benimkisi ise çok basit: Kızlarım… kendimle ilgili hikayeleri dinlemeye bayılıyor, bu sayede büyüdüklerinde okuyabilirler.” işte bunlar 2 Eylül 2003’de ingilizce olarak yazılmış Mehmet’in ilk blog satırları.

2004 Aralık’tan beri yazdığı Altı Üstü Tasarım‘da bugün geldiği nokta ise bambaşka.

2006’nın ilk beş ayında toplam 100 bin tekil ziyaretçi, 200 bin sayfa gösterimi. Sadece Mayıs rakamları 30 bin tekil ziyaretçi, 60 bin sayfa gösterimi. Ve süratle artan bir eğilimde. Bu ilgi, bırakın bir blogu, orta ölçekli bir çok şirketin web sitesi için bile sadece hoş bir hayal.

Neden yazdığını ve amacını ise şöyle dile getiriyor sitesinde:

“Çünkü… Türkiye’de bilişim teknolojilerinde bir standart yok. Birçok konu, tartışılmadan, sorunlar çözülmeden, diğer sorunlarını çözmüş, sorularını sormuş devletlerin kullandığı teknolojileri kullanıyoruz. Neyi nasıl kullanmamız gerektiğini öğrenip, bilişim teknolojileri sektörüne yönelik bir standart oluşturmamız gerekiyor. İşte, bu konuların tartışılabileceği bir alan yaratmak için yazıyorum.”

Yalın bir dil ve hayattan örneklerle hikayeleştirdiği hemen her yazısında, yenilikçiliğin ve yaratıcılığın izlerini görmeniz mümkün. Sıcak bir sohbet ortamı sunuyor blogunda. Üstelik çalıştığı iş alanı teknoloji ile doğrudan ilgili olmasına rağmen!

Mehmet’in, Bloglar Alemi‘nde Derin Sular ile yaptığı röportajdan: “Herkes, herkesin teknolojiyi anladığını sanıyor. TCP/IP, https, URL, link, RSS, blog gibi birçok terimi, herkesin ezbere bildiği gibi bir inanç var ki bu çok yanlış. Benim sitemde yapmaya çalıştığım şey, ‘şu anki bilgi’ ile ‘hedef bilgi’ arasındaki boşluğu kapatmak.

Ayrıca web herkesin kullandığı bir araç. Yani yazdıklarım yalnızca web tasarımcılarının ‘aa evet’ diyebileceği şeyler değil. Hepimiz internet kullanıcılarıyız ve benim yazdıklarımın hepsi ‘kullanıcı’ ile ilgili. Teknoloji umrumda değil.”

Jennifer’ın yıllar önce gittiği bir medyum, Mehmet’in ünlü bir polisiye roman yazarı olacağını söylemiş. Oysa o polisiye romanlardan nefret ediyor. Fakat medyumu kırmamak için kitap yazıyor! Kitap yayınlandı ve ismi “Teknoloji Kimin Umurunda.” Mehmet Doğan, Web tasarımı ve kullanıcı deneyimini teknik olmayan, roman tarzı yazılmış bir üslupla sunuyor okurlarına.

Kitap; Mehmet’in yüzden fazla özenle seçtiği kendi blog yazılarının (ve gelen yorumların) birbirine özen ve bir düzen ile iğnelenmiş, dikilmiş ve bir akış ve format içine sokulmuş hali. “Teknoloji Kimin Umurunda” Türkiye’de bir blogun kitap haline dönüştüğü ilk kitap. Teknolojiyi değil, kullanıcıyı yüceltiyor Mehmet.

1.100 adet olan ilk baskı nerdeyse tükenmiş bile. Alfa Yayıncılık kendi payına düşeni aldıktan sonra yazara kalan tüm telif geliri (deprem felaketinden dolayı) Kızılay‘a bağışlandı. 2. baskının gelirleri iPod yarışması ile okurlara, 3. baskının gelirleri de Türkiye’de gerçekten güzel işler çıkartan sosyal bir oluşum olan Bildirgeç‘e gidecek.

Her nekadar ekonomi okumuş olsa da ve her nekadar bugün teknoloji ile haşır neşir olsa da, bence Mehmet bir çok pazarlamacıyı imrendirecek işlere imza atıyor. Birçok kişinin kendi insiyatifi ile sitelerinde kitap hakkında pozitif yazılar yazması ve okurların gelişmelere karşı sürekli ilgili kalmasının sağlanması ilk baskının nasıl bu kadar kısa sürede bittiğine de açıklıyor. İnsanların kendi aralarında olumlu konuşmaları ve gönülden destek vermeleri ilkesine dayalı ağızdan ağıza iletişimin yönetimi konusunda kendini uzman gören pazarlamacıların mutlaka incelemesi gereken bir başarı hikayesi var ortada.

Mehmet Doğan burda durmuyor, o aldı bir kere hızını. 2 Haziran’da yeni bir projeye başladığını duyurdu sitesinde. Şimdilik (yine çok zeki bir strateji ile) sadece merak uyandırıyor. Tepkileri değerlendiriyor, ilginin boyutunu ölçüyor.

Bizim bu gerçekleştirdiğimiz 20 Soruluk Söyleşiler’imizde Mehmet bana sitesinde yazdığından daha fazlasını söyledi ve sizlerle paylaşmama da izin verdi. Dolayısıyla bakın, ben de artık bu zeki stratejinin bir parçası oldum (tabii ki diğer herkes gibi isteyerek ve daha önemlisi keyif alarak… İşte bu yüzden alkışlıyorum Mehmet’i.)

Gelelim “herkesin merak ediyorum” dediği bu 2. projeye.

Evet, bu da bir kitap projesi. İlk kitapta olduğu gibi; bu kitap da bir ilke adını yazacak. Mehmet Doğan ile birlikte kalemi ve bilgisi güçlü birbirinin yüzünü bile görmemiş toplam 5 blog yazarının bir araya gelip ortaklaşa yazdıkları bir kitap. Sanal ortam ve araçları kullanarak, sanal ortam ve araçları hakında yazılacak ortak bir eser olacak.

Geri kalanını Mehmet’ten dinleyelim:

“Bu kitap web, web tasarımı, kullanılabilirlik ve daha birçok önemli konuyu ayrıntılı bir şekilde, fakat Türkiye’de şimdiye kadar görmediğim çok ilginç bir formatta açıklayacak. Yazılar bloglarımızda daha önce yazılmış yazılar degil. Gerçekten çok ilginç bir proje olacak. Çalışmalar başladı bile ve herkes çok heyecanlı.”

Altı Üstü Tasarım‘ın dışında projede yer alacak diğer blog yazarları:

Şimdilik bildiklerim bu kadar.

Ancak, Off-line ve on-line’ın, okur katılımını (dolayısıyla satışları) teşvik edici, yaratıcı bir yöntemle birleştiğini görürsek de şaşırmayalım derim. Bu benim şahsi tahminim. (Esasında proje içindeki yazarların profillerine ve Mehmet’in ilk kitapta yaptıklarına bakarak bunu tahmin etmek çok da zor değil, ancak yine de açık kapı bırakmakta fayda var!).

Ses getireceğine canı gönülden inandığım bu yenilikçi projenin detaylarını ve gelişmeleri bundan sonra hep beraber yazarlarının kendi bloglarından takip edececeğiz.

Mehmet Nisan 2007’de 1 ay bedelli askerlik yapmak için gelecek Türkiye’ye. Eylül 2007’de de temelli dönüş planı var. İstanbul’da, bilgi yönetimi ve paylaşımı alanında çalışabileceği bir şirketle iş görüşmelerine şimdiden başlamış bile.

“Kendi işini kurmayı düşünmüyor musun?” soruma; “Ben memur çocuğuyum. Risk almayı kimse öğretmediği için sevmiyorum, başkasına çalışmak daha zevkli” diyor.

  • Tunç: daha az riskli anlamında mı zevkli?
  • Mehmet: evet :)
  • Tunç: oysa daha girişimci bir algı uyandırıyorsun sitende?
  • Mehmet: girişimci :) ben girişimciler için çalışıyorum, kendi kendime freelance iş aldığım çok oluyor ama kendi ofisimde sıkılırım ben.

Mehmet’in sahip olduğu bilgi ve deneyim ile ve daha önemlisi kendi değerleri ile yöneteceği bir şirketin önündeki fırsatları ve üreteceği sonuçları – Türkiye’ye yerleştiğinde – çok daha net göreceğinden eminim.

Konu değiştirip, kadınlara geliyoruz. Kadınların, erkeklerden çok daha karmaşık, akıllı ve üstün olduğunu anlayıp, çoktan kabul etmiş Mehmet.

“Kadınlar aynı anda birçok task’ı yerine getirebilir. Acılara dayanınıklığı erkeklere oranla daha yüksek. Daha olgun ve akılcı kararlar veriyor. Esasında gizli şekilde dünyayı yönetiyorlar. Zaten bu güç biz erkekleri korkutmuş ve bu nedenle birçok ülkede kaba kuvvet ile kadınların hakları elinden alınmış. Bizler biraz daha basitiz. Düşünce yapımız, davranışlarımız…”

Şu an kedisi var, daha önce de uzun yıllar köpek beslemiş (yani tam bir hayvan aşığı). Anlatmaya devam ediyor:

“Eğer karşılaştırmak gerekirse erkekler köpek, kadınlar kedi. (Ama şu gereksiz yere söylenen kediler nankördür hikayesi işin içine katılmadan). Köpeklerin duyguları heyecan, hareket, bazen kaba kuvvet, gereksiz sev beni motifi, kendine bakmaktan acizliği, kirli oluşu…

Kediler daha sofistike, eğer onlar birşeyi istemiyorlarsa kesinlikle yaptıramazsın, temizlerdir, sevilmeyi severler ama kendileri buna karar verir, kurnazdırlar. Ayrıca kediler kendilerine bakabilirler ve esasında kimseye ihtiyaçları yoktur.”

Bunları söylerken köpek düşmanı gibi algılanmaktan da çekiniyor: “Ben güçlü ve zayıf noktaları çıkarıyorum. Gerçek hayvanların özelliklerini haritalamıyorum. Esasında anlamak için kedi ve köpek sahibi olmak lazim.”

İki tane şirketten ağzını tutamadığı (alternatif bir iş bile bulmadan) ayrılmış. İş yerinde takım oyunculuğu, ahlak, dürüstlük ve açık sözlülük en değer verdiği kavramlar.

“Başarısız olsa bile herşeyi paylaşan patronlar için çalışmak hoşuma gider. ‘Evet Efendimci’ iş arkadaşlarından uzak dururum ve uzak durduğumu onlara belirtirim. Haksızlığa, kaydırmacılığa tahammülüm yok. Haksız yere verilen pozisyon ve promosyonlara dayanamıyorum. Bu kendim için değil. Ya da kendim hakkettiğim için degil. Eğer başkası bile hakkediyorsa onlar adına konuşur, kavga ederim (ederdim).”

Paranteze takılıp provoke ediyorum “artık etmiyor musun?”: “Biraz daha temkinli davranıyorum. Malum babayım ve bir takım sorumluluklarım var.” “Ağırlaşan sorumluluklar duruşundan az da olsa ödün vermeye mi zorluyor?” devam soruma ise Mehmet’in cevabı her zamanki gibi içten ve samimi: “kesinlikle.”

Giyecek veya tatil yerine, parasını sihirbazların kullandığı çeşitli kağıt oyunları ve aksiyon (Özellikle MacFarlane) oyuncakları koleksiyonuna yatırıyor.

En sevdiği müzik türü ise Hip-hop ve rap. Özellikle Türkçe olanlara bayılmasını “biraz arabesk olacak ama eğer gurbette yaşıyorsan, hip hopdaki sözler yaşadığım birçok seyi tanımlıyor” diye açıklıyor. Yener’in “Çöktü Gece” şarkısı en sevdiği parçalardan. Swollen Members ise en begendiği grup.

“İş yerinde benim ciddi, fazla duygusal olmayan ve organize olmayı çok seven birisi olarak bilirliler. Evde ise tam tersi: şakacı, çok duygusal (ağlamaktan utanmam) ve dağınık.” diyen Mehmet’in 20 Soruluk Söyleşiler’imizde verdiği cevaplar da birbirinden ilginç.

Edison’a hangi konuda yardımcı olmak isterdi, Nike markasına neden sinir oluyor, Ecstasy kullanmayan tasarımcıları işe almayan hangi ünlü girişimci ile tanışıp sohbet etmek isterdi, yakın bir arkadaşı kanunsuz bir iş yapsa polisi arar mı?…

İşte, 20 Soruluk Söyleşiler’de Mehmet Doğan’ın bunlar ve daha birçok konuda verdiği birbirinden renkli ve samimi cevaplar;

1. Herhangi bir kişinin en favori insanı mısın? Neden?

Favori insan değil de, iki tane çok güzel kızın favori “erkeğiyim.” Bu her iki kızda, benim dünyanın en komik, en yakışıklı ve en güzel sese sahip insanı olduğumu düşünüyor. Hatta bu kızlardan bir tanesi daha dün gece bana “ben prensesim ve sen de benim Prince Charming’imsin” dedi. Yani “yakışıklı prens.” Benimle evlenip, hayatı boyunca bir sarayda mutlu yaşamak istediğini söyledi. Maalesef ben o kıza, çok teşekkür ettim, ona, annesiyle evli olduğumu ve bu nedenle kendisiyle evlenemeyeceğimi söyledim. Biraz üzüldü ama annesi de onun en favori insanlarından biri olduğu için bu gerçeği kabullendi.

Yani kısacası, ben dünya güzeli kızlarım Jayda (5) ve Aliya’nın (3) en favori insanıyım. Umarım bu durum onlar 18 ve 16 yaşındayken ben onların erkek arkadaşlarını kapıdan kovalarken de devam eder. :-)

2. Şu anda yaptığın işin dışında (hayattaki tüm işler kanuni olsaydı) ne iş yapmak isterdin?

Annesini seven ama kendisini sevmeyen insan doktorluk mesleğini seçer. Keşke ben de annemin istediği gibi onu sevindirecek bir meslek olan doktor olsaydım diye düşünürüm ara sıra ama ben kendimi de çok sevdiğimden öyle bir meslek dalını seçmedim.

Şaka bir yana küçüklüğümden beri her türlü performans sanatına düşkünümdür. Hatta lise ve ortaokul yıllarında tiyatro ile aktif olarak ilgiliydim. Eğer zamanında cesaretim ve arkamda aile desteği olsaydı (ki fırsat elime de geçmişti), okuduğum üniversiteyi bırakıp konservatuara girerdim. Şu an yaptığım işten çok memnunum, fakat hani yeniden başlasaydım tiyatro sanatçısı olurdum. Hem de gözümü bile kırpmadan.

3. Yalan söylemenin sence uygun olduğu durumlar nelerdir? Beyaz yalan söyler misin, ne söylersin?

Hayatta yalanı sevmem ve şimdiye kadar beyaz yalan bile olsa, tek bir yalan söylemedim, söylemem de.

İşte biraz önce benden duyduğun bu kelimeler en son söylediğim yalan. :-) Tabii ki bende herkes gibi beyaz yalan söylerim. Zaten insanların yalan söylemesinin en büyük nedeni, insanların kendilerini başkalarına sevdirmek istemeleridir. Zaten bizler bu nedenle “Aa çok güzel olmuş saçların” ya da “Yok canım! O elbise seni şişman göstermiyor” deriz. Özellikle evli insanların bu tip beyaz yalanlarda uzmanlaşması gerekiyor çünkü “bende bir değişiklik var bugün. Bakalım farkına varabilecek misin?” gibi bir tehlikeli durumun sizi ne zaman beklediğini hiçbir zaman tahmin edemezsiniz. Bu nedenle hazırlıklı olmak lazım.

Eğer beyaz yalanlar olmasaydı, dünya gerçekten çok gaddar bir yer olurdu ve birçok insan birbirine küskün yaşardı.

4. En son “… özelliğinden dolayı senle gurur duyuyorum” lafını kime söyledin? Hangi özellikti o?

En son seninle gurur duyuyorum lafını daha bugün kızım Jayda’ya söyledim. Kızım Jayda bir süredir bale kurslarına gidiyor ve dün gece yüzlerce kişinin önünde, tiyatro sahnesinde, bir bale gösterisinde rol aldı ve ben seyirci koltuğunda onu seyrederken kendimi göz yaşları içinde buldum. Hani annelerimizden, babalarımızdan “koltuklarım kabardı” lafına duyardık ya küçükken (gerçi ben pek fazla duymadım :-)) iste öyle bir duygu. İşte bu nedenle onun yeteneğinden ve cesaretinden ötürü gurur duyduğumu söyledim. Aferin benim güzel kızıma. Benim hayallerimde olan mesleği belki de o yapacak.

5. Aynı lafı en son sen ne zaman duydun? Hangi özelliğindi göklere çıkartılan?

Sanırım en son o lafı annemden duydum. Telefonda benim yeni çıkan kitabımdan bahsediyorduk ve benim kitabın ilk basımından kazanacağım telif gelirini Kızılay’a bağışlayacağımı duymuş babamdan ve bana “seninle bu davranışından dolayı gurur duyuyorum” türünden bir şeyler söyledi.

Şimdiye kadar hiç fırsatım olmadı neden böyle bir şey yaptığımı anlatmanın. Bu nedenle ilk kez sana anlatmak istiyorum.

Ben Kanada’ya 1999 yılının Temmuz ayında yerleştim. Buraya geldikten tamı tamına 4 ay sonra İstanbul’da benim içimi parçalayan bir deprem felaketi gerçekleşti. Bu felaketin haberini aldığımda çok üzüldüm. İçim içimi yemeye başladı. Neredeyse suçlu hissettim uzaklarda olmak ile. Kendimi öylesine çaresiz, öylesine elleri, kolları bağlanmış hissettim ki anlatamam. Bu nedenle yıllar sonra, bu çaresizliğimi ve suçluluk duygumu bir nevi bastıracak ve her Türk vatandaşının yapması gereken yardımı geçte olsa yapmak istedim Kızılay’a. Hepsi bu!

6. Yaşayamadığın için pişmanlık duyduğun ne var?

Yaşayamadığım için pişmanlık duyduğum en büyük olaylardan biri daha fazla gezmemektir. Dünyadaki birçok ülkeyi, eşimle birlikte görmediğime üzülürüm. Örneğin Hindistan, Çin, Rusya… fakat küçük yaşta olan çocuklarla birlikte bunları gerçekleştirmek biraz zor. Ayrıca Kanada’da yaşayan bir insan için her ülke dünyanın bir ucu. Belki gelecekte, çocuklar biraz büyüdükten sonra.

Bir başka ukde ise, Türkiye’de yaşadığım yıllarda en yakın arkadaşım Erdem Tekin ile daha fazla zaman geçirmemem. Şu an aramızda okyanus var ve bu beni çok üzüyor.

7. Lisedeki takma adın neydi? Adını sevmiş miydin?

Lise yıllarında bir takma ismim vardı ama bu sana RTÜK sansürü ve bana da utanç duygusu getireceğinden paylaşmamayı tercih ederim.

Fakat üniversite yıllarındaki takma adım “İnce Mehmet” idi. Arkadaş grubumda iki tane Mehmet olması ve benim o dönemde kilomun 2 kürdan kilogram olması nedeniyle benim takma adım “ince” idi. Diğer Mehmet ise “kalın” olarak isim aldı. O dönemde o kadar zayıftım ki arkadaşlarım yaz tatilinden döndüğümde beni gördüklerinde -güneşleyen ten ve kilom nedeniyle, bana “We are the world, we are the children” Afrika açlık şarkısını söylerlerdi. O zamanlarda pantolonları üzerime oturmuyor diye pantolonun altına eşofman giyerdim. Hey gidi günler hey. 1998 yılından bu yana 46 kilo almışım. Kalın Mehmet bile ince kaldı yanımda fakat halen bugün bile “ince” lakabını taşıyorum üniversite arkadaşlarım için.

8. Bir okul yaptırsan adını ne koyarsın? Neden?

Hiç düşünmedim ama sanırım kızlarımın adını koyardım okula: Jayda-Aliya Doğan İlköğretim Okulu. Eşimin mesleği öğretmenlik olduğundan, torpil yaptırıp, onu da okul müdiresi yapardım.

9. Ulaşamadığın biri ile tanışıp sohbet etme olanağın olsaydı bu kim olurdu? Ondan neler öğrenmek isterdin?

Sosyal banker Muhammed Yunus ile oturup, sosyal işadamlığının detaylarını konuşmak isterdim.

Edison ile oturup, ona başarılı bir mucit olduğunu fakat pazarlama konusunda çok hatalar yaptığını ve ona bu konuda yardımcı olabileceğimi anlatmak isterdim.

Steve Jobs ile oturup yaratıcılık, tasarım, sunum konusunda konuşmak isterdim. Ne de olsa bu adam bir zamanlar Ecstasy kullanmayan tasarımcıları işe almayan uçuk ve deli bir adamın sohbeti zevkli olmalı. Çünkü onun mantığına göre Ecstasy yaratıcılığı artırıyormuş. Zaman nasıl değişiyor. Acaba ayni şeyleri bugün söylese ne olurdu?

Dr. Jim Goodnight ile oturup beni işe alması için yalvarırdım. Dünyada çalışmayı çok istediğim birkaç kişiden birisi.

Kanadalı sihirbaz Jay Sankey ile tanışıp, onun, elini bu kadar iyi kullanmasındaki sırları öğrenmek isterdim.

Son olarak bence dünyadaki en başarılı, komik, yaratıcı ve zeki komedyen Jeremy Hotz ile oturup sohbet etmek isterdim.

10. Yaptığı işte mutlu ve aynı zamanda başarılı olan birisini tanıyor musun? Onu örnek olarak alıyor musun?

Ya sen? Şimdiye kadar gerçek anlamıyla işinden tam anlamıyla memnun olan hiç kimseyi tanımadım. Bu esasında çok normal. Biz insanoğlunun içinde öyle bir duygu var ki bizler çoğu zaman elimizdeki ile mutlu olmayı bilmiyoruz. Hep daha fazlasını, daha iyisini istiyoruz. Zaten böyle bir duyguya sahip olmasaydık, medeniyet bugün ki duruma gelmez, bizler halen mağaralarda yaşayıp, hayvan avlardık.

Fakat biraz olsun “mutlu” tanımına yakın olan bir kişi var o da tanıdığım, çok takdir ettiğim bir tasarımcı olan Jeffrey Veen. Jeff, Adaptive Path zamanında gerçekten çok mutlu idi fakat Google’da yani yeni işinde aynı mutluluğa sahip mi bilemiyorum.

11. Hiçkimsenin göremediği bir özelliğin var mı? Varsa neden bugüne kadar gizli kaldı?

Gerçi hem blogumda hem de kitabımda biraz bahsettim bu konudan. Benim çocukça bir tutkum var. Biliyorum saçma ama bu tutku sihirbazlık. Bir çok kişi bunu çocukça bulduğu için pek fazla kişi bilmez. Ama bu konuda çok iyi olduğumu söyleyen seyirciler de yok değil. Hatta küçük bir fan klüp bile açtım. Şu an iki üyesi var: Jayda ve Aliya. Bir de balondan küçük hayvan figürleri yapmayı öğrenirsem tasarım işini bırakıp, çocukların doğum günlerinde gösteri yaparak hayatımı kazanacağım.

12. Seni en çok ne kızdırıyor? Bu kızgınlıkla baş edebiliyor musun? Edemiyorsan, neden?

“Evet Efendim”ci kişiler ve bir şeyi sorgulamadan okuduğu ya da duyduğu bilgilere inanan kişiler beni çok kızdırır. “Çok gezen, çok okuyandan daha bilgedir” mantığı ile işi gücü kaldırım gezip, ahkam kesmek olanlar beni kızdırır. Okuduğu her şeyi “Nasıl” sorusuyla algılayıp, “Neden” sorusunu sormayanlar da beni çok kızdırır.

“Evet Efendim. Olur, emredersiniz Efendim” diyenler beni çok kızdırır dedim mi daha önce? Bu kızgınlığımla hiç baş etmeye çalışmıyorum. Aksine, dilim, ağzımın boyutlarına göre biraz büyük olduğundan; beynim ile ağzım arasında bir filtre olmadığından genelde aklımdan geçeni söylerim o tip kişilere. Bu nedenle çok derde girdi başım. Özellikle çalışma yaşantım içinde. Fakat çocukları olunca insanın bir anda beyin ile ağız arasında filtre gelişmeye başlıyor bir anda. Biraz daha temkinli davranmaya başlıyor insan. Durulma değil de “babalık” ve “çocukların geleceği” filtresi devreye giriyor akıl ile ağız arasında.

13. Bugüne kadar yaşadığın en büyük hayal kırıklığın ne? Tekrar yaşama ihtimalin var mı?

En büyük hayal kırıklığı ya da burukluk, Türkiye’den uzak olmam. Şu anda Türkiye’de yaşamak için dünyaları verirdim. Fakat bu en az bir sene daha gerçekleşmeyecek. Kızlarımın, babaanne ve dedesine yabancı kalması bir baba için sanırım en büyük hayal kırıklığı. Bu hayal kırıklığını tekrar yaşama ihtimalim olmayacak bir kere Türkiye’ye döndüğümde. Hani derler ya “nerede doğduğun değil, nerede doyduğun önemli” diye. Bu yalanı kim uydurmuş bilmiyorum ama beni kandırmayı başardı 1999 yılında Kanada’ya yerleşmem ile.

Türkiye’ye dönmek, aileme ve dostlarıma yakın olmak en büyük hayalim ve bu hayal şu an kırık durumda. En azından Eylül 2007 tarihine kadar.

14. Hangi markalar sinirlerini bozuyor? Neden?

İnsan haklarını hiçe sayan ve kullanıcı deneyimi yerine kendilerini ürüne odaklayan şirketlerin markaları benim sinirimi bozuyor.

Örneğin Kuzey Amerika devi Wal-Mart’ın, Bangladeş’te küçük yaşta kızları “sweatshop” adı verilen fabrikalarda günde 18 saat çalıştırması; hamile bayanlara doğum için yalnızca 3 gün izin vermesi; her türlü haklarını elinden alması;

Kanada giyim şirketi Roots’un Vietnam’da ki “sweatshop” adı verilen fabrikalarda yaşları 6 kadar inen çocukları çalıştırması;

Nike şirketinin patronunun bir günlük maaşını kazanmak için Bangladeşli bir çalışanın 7/24, 6 yaşından 70 yaşına kadar sweatshoplarda çalışmak zorunda kalması; 275 dolarlık bir pantolonu üreten kişinin günlük olarak 5 cent alması beni sinir ediyor.

Bunları bile bile bu tip ürünleri kullanan tüketiciler de beni sinir ediyor açıkçası. Şirketler bunların farkında değil de değil.

Belki duydun, Nike şirketinin yeni bir ürünü var. Bu ürünün websitesine giderek istediğin spor ayakkabısını kendin tasarlayabiliyor ve bu ayakkabı üzerine kendin seçtiğin özel bir mesaj yazdırabiliyorsun. Jonah Peretti adındaki MIT üniversitesi öğrencisi, bu sitede kendi ayakkabısını tasarlayıp, mesaj olarak ta “sweatshop” yazıyor ve fiyatını ödeyip, ayakkabıyı sipariş ediyor. Nike, Jonah’a email atarak başka bir isim seçmesini istiyor. Jonah, Nike ile birkaç defa emailleşmesine rağmen bir çözüm bulunamıyor ve Jonah, Nike’a yazdığı son emailde eğer “sweatshop” yazmayı kabul etmiyorlarsa başka bir isim yazmalarını fakat sipariş ile birlikte ona, bu ayakkabıyı yapan 10 yaşındaki Vietnamlı kızın bir resmini göndermelerini istiyor. Jonah, Nike şirketine gönderdiği son emaile herhangi bir cevap almamış henüz ve ayakkabı siparişi Nike tarafından iptal edilmiş.

Marka en basit tabiri ile bir ürünün bir tüketici üzerinde oluşturduğu duygusal ilişkidir. Marka yalnızca bir logo değildir. Bizler değişik markaları kullanırken, değişik hisler, duygular hissediyoruz ve ben biraz önce sözünü ettiğim insan haklarını çiğneyen markaları kullanırken kendimi çok iyi hissedeceğimi sanmıyorum.

15. Hangi markalara tutkunsun?

Birçok markaya aşık seviyesinde tutkunum. Örneğin;

Apple iPod: Müzik dinleme şeklimi değiştirdiği için

MacFarlane Toys: Bu şirket detaylara o kadar önem veriyor ki her ürün bir sanat eseri. Bu ürünü hobi şeklinde topluyorum. Şu an 50’nın üzerinde oyuncağım var ama eşim bu oyuncakları huzur bozucu bulduğundan (çoğu korkunç), kızlarımla paylaşamıyorum :-)

Gymboree: Kızlarım bu şirketin elbiseleri içinde prenses gibi duruyorlar. Ayrıca bu şirketin pazarlama metotları ve websitesi, her e-Ticaret şirketinin çok yakından takip etmesi gereken derslerle dolu

Toyota: Dünyanın en sağlam, rahat ve güvenilir arabalarını ürettiği için. Büyük bir zevkle kullanıyorum arabalarını.

NetFlix: iPod gibi film seyretme alışkanlığımı farklı bir boyuta taşıdığı için. Ayrıca websitelerinde inanılmaz bir kullanıcı deneyimi yarattığı için.

Grameen Bank: Müşterisi olmasam da bankacılık ve sosyal işletme kanunlarını yeniden yazdıkları için.

16. On sene sonraki hayatında bugünden farklı neler olacak?

Keşke bu sorunun cevabını bilebilseydim. Hani zaman zaman geçmişi düşünüp “ahh şu anki aklım olsaydı” deriz ya, işte eğer bu sorunun cevabını şimdiden bilseydim, gelecekte “ah şu anki aklım olsaydı” demeyeceğim bir takım gelişmelere şimdiden yol açardım.

17. Seni benzer yaştaki, benzer işi yapan, benzer konumdaki kişilerden farklı kılan ne var?

Beni benzer meslektaş ve yaşıtlarımdan ayıran bir özelliğimin olup olmadığını bilmiyorum fakat eğer bir cevap vermek gerekirse sanırım tuttuğumu koparmam olabilirdi. Tuttuğumu koparmaktan kastım sakarlık değil fakat o anlamıyla da doğru çünkü biraz sakarımdır. Fakat iş yaşantımda şimdiye kadar aklıma koyup ta yapmadığım, yapamadığım çok az şey oldu.

Bu arada tuttuğumu koparırımın ikiz kardeşleri inatçılık ve dik başlılıktır. Sanırım her ikisinden de bir tutum var kişiliğimde.

18. Yakın bir arkadaşın kanunsuz bir iş yapsa polisi arar mısın?

Ağzımı bile açmam. Sen hiç “Midnight Express” filmini seyrettin mi? :-) şaka bir yana kanunsuz işin şekline bağlı bu sorunun cevabı.

Eğer bu kişi çok yakın arkadaşım ise sanırım onunla önce bu konuda oturup, konuşurdum. Bu konuda neler hissettiğini öğrenmeye çalışırdım. Pişmanlık var mı? Yoksa yeniden böyle bir şey yapar mıydı? Ne için, kim için işledi bu suçu? Bütün bu bilgileri almaya çalışırdım önce. Sanırım bu bilgiler benim duruma bakış açımı belirlerdi.

Ayrıca, Türkiye’de birçok şeye “kanunsuz” damgası vurulmuş olabiliyor bazen. Hatta bu “kanunsuz” denilen şeyler benim hayat düşüncem ile uyuşmasa bile.

19. Hangi filmdeki hangi karakterin hayatının senin hayatın olmasını isterdin?

Sana şöyle söyleyeyim. Evde eşim ve iki kızım var. İkinci kızım doğduktan sonra, hormon dengesini sağlamak için testosteron sahibi bir erkek kedi isterim dedim. Eşim eve dengeleri tamamen yıkan dişi bir kedi getirdi. Böylece evdeki durum 4-1, erkekler mumla aranıyor yenilgisi sonucunu verdi.

Duygular, ağlamalar, anlamını anlayamadığım bir dolu davranış, iç çekmeler, küsmeler. Kadınlar gerçekten biz erkeklerden çok daha kompleks ve akıllı canlılar. Biz erkekler bir konuyu, bir düşünceyi, bir işlemi yerine getirebiliyorken, kadınların akıllarında 5 düşünce, 5 iş, 15 konu aynı anda işlem görebiliyor.

Bu nedenle Mel Gibson’in rol aldığı “What Women Want” filminin baş karakteri Nick Marshall olmayı ve onun kadınların düşüncelerini okuyan süper gücüne sahip olmayı isterdim.

Kedi bile bazen bana bakıp bakıp iç geçirip, konuşmadan (miyavlamadan) geçip gidiyor bazen.

20. Bir film yapmaya karar versen adı ve konusu ne olurdu?

Adı “Rıfkı Almaz” ya da “Barbu” olurdu.

Bu soruya bu kadar çabuk cevap vermemin nedeni ise 4 sene önce hayatımdaki ilk film senaryosu yazıp, bitirmemden dolayı. Senaryoyu okumak isteyenler, web sitemin dosya düzenini biliyorlarsa, dosyayı sitemde kolayca bulabilirler. Bir PDF dosyası. :-)

Yorumlar 24

  1. Pingback: Linkrazzi » dizin » www.altiustutasarim.com altı üstü Mehmet Doğan

  2. Ne İş Yapsak

    Blogunda değindiği konuyu örneklemelerle ve eşsiz anlatımıyla sanal alemde idolleşmiştir.. Bir gün bir yerlerde görüşmek dileğiyle…

  3. KAYIP-SEVDAM

    beni ilgilendiren şey eser degil eserin nasıl yapıldığıdır..?

  4. MEHMET ÖZER

    Hocam benimde Celal Küçüker?den bir dersim var ve geçemiyorum kronikleşti. Ben de sizin gibi iktisatçı olmayacağım bunu söylesem sizinki gibi bir olumlu yanıt alır mıyım acaba. Size ne tepki vermişti söylerseniz hazırlıklı olayım.

    İyi günler dilerim.

  5. Emre Keten

    Hayatımdaki hiç canım sıkılmadan, sonuna kadar okuduğum nadir yazılardan biri.. İkinizi de tebrik ederim ;)

  6. Pingback: Yükselen ses: e-söyleşi | Ağ günlükleri | Hasan Yılmaz

  7. yazanyasemin

    Sizi tanıyıp, düşüncelerinizi de bizlerle paylaştığınız için tşk. Evet güzel yazı olmuş. Tunç Kılınç’a teşekkürler..

  8. gamze

    Mehmet Doğan seninle bugün tanıştım ve çok sevindim bu tanışıklığa :)

    Birkaç blogunu okudum, bunun üzerine sana bir mail yazmak da istedim fakat saat o kadar geç olmuş ki mail’i yazabilecek güce sahip olduğumu sanmıyorum :))))

    Bu söleyişiyi bizim için yapan Tunç Kılınç’a da teşekkürler…

  9. Süleyman Öztürk

    Mükemmel bir çalışma insanın okudukça okuyası geliyor. Bilgilerini bizimle paylaştığı için ben kendi adıma çok teşekkür etmek istiyorum.

  10. Pingback: Mavikurt

  11. hitrehberi

    Sorulara bu kadar detaylı ve içtenlikle cevap vermesi çok şaşırtıcı hakkaten, bence yazarlığa devam etmelisiniz.

  12. Pingback: potkal.org

  13. guenen

    Başarılı bir kişi hakkında başarılı bir yazı. Dikkat edilecek ve ders çıkarılacak önemli noktalar var. Mehmet ve Tunç Bey?e teşekkürler, saygılar.

  14. onur yuksel

    Mehmet Doğan birkere (daha önce yazdıklarıyla) daha beni büyüledi. Dobra dobra cevap vermiş. Bu sorulardan çıkan cevapları irdelemek lazım, özellikle sevmediği markalar ve açıklamaları çok hoşuma gitti.

    Tunç, sana da teşekkürler.

    “Kitabıyla ilgilide bir fotoğraf karesi var aklımda en yakın zamanda gerekli ortamı sağlayıp fotoğraflamayı düşünüyorum” Mehmet bey i-pod siyah olsun lütfen :)

  15. Yusuf KAYAOĞLU

    Nasıl demek lazım bilmiyorum ama tek kelime ile ağzıma, beynime tad geldi sabah sabah.. Bu güzel sohbeti bizimle paylaştığınız için ikinize de sonsuz teşekkürler…

  16. Cengizhan

    Ellerine sağlık Tunç. Gerçekten yine çok güzel bir söyleşi olmuş.

    Mehmet Doğan’ı daha yakından tanımak güzeldi. Bunca yeteneğin kaynağına indirmiş oldunuz bizi.

  17. A. Selim Tuncer

    Seni daha yakından tanıdığıma sevindim Mehmet, bunu sağlayan Tunç’a da teşekkürler.

    Aman, ne şirin kızların var, Allah bağışlasın.

Düşünceni Paylaş!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir