Blogların samimi, katılımcı ve paylaşımcı yapısına ufak da olsa bir katkı sağlama amacıyla Fikir Atölyesi’nde yeni bir uygulamaya daha başlıyorum: “Yorum Paylaşım”
Biliyorsunuz, takip ettiğim bloglarda ilgimi çeken yazılara zaman zaman yorumlarla katkı sağlamaya çalışıyorum. Blog yazarlarının bu değerli yazılarından sizleri haberdar etmek ve sizleri de yorumlarınızla katılım için teşvik etmek istiyorum. Bu amaçla bundan böyle, buradan seçili bazı yorumlarımı, hangi blogda hangi yazıya bırakıldığı bilgisiyle birlikte paylaşmaya başlıyorum.
İşte ilk ikisi:
Mehmet Doğan‘ın Altı Üstü Tasarım blogunda “Bedava Kucak” yazısına;
“Çok şeyi satın alabiliyoruz ancak “sevgiyi” değil. Hak etmek gerekiyor o sevgiyi kazanmak için. Hak etmek için de çoğu kez sadece ama sadece sevmek ve bunu gösterebilmek yetiyor.
Ne kadar çok kendimizden uzaklaşmaya ve ne kadar çok başkaları için yaşar olmaya başladık. Bırakın sokakta tanımadıklarımızla kucaklaşmayı; dostlarımıza, sevdiklerimize, ailemize bile “seni seviyorum” demeyi çok görür olduk.
Oysa dolu güzel insan var etrafımızda. Rol yapmayı bırakıp, içten geldiği gibi davranmayı becerebilsek, o kadar çok var ki kucaklanası insan.”
***
İkincisi ise, Arda Kutsal ‘ın “YouTube sizin projeniz olsaydı yatırım firmaları destek verir miydi?” yazısına:
“Heyecan uyandıran yeni fikirleri kitaba fazlasıyla uydurmaya çalıştığınızda (zaten o fikir kitapta olmadığı için adı yeni fikir!) işin heyecanı da kalmıyor, çoğu kez yapılabilirliği de.
Hissetmek önemli… Doğru dinleyiciye hissettirebilmek de.
Embrio’da kriterler keşke şöyle olsaydı :)
1.) Bu fikir nerede aklınıza geldi, duşta mı, köpeği gezdirirken mi?
2.) Nasıl bir ruh halindeydiniz?
3.) Bu size sık olur mu?
4.) Cesaret sizce korkusuzluk mudur?
5.) Taşın altına ne kadar elini koyabileceksin? Elin sağlam mı?”
Yorumlar 14
Pingback: Fikir Atölyesi’nden kullanıcı etkileşimine güzel bir örnek
Hadi hayırlı olsun bakalım…Belkide oldu bile geriden gelmek,yetişmekte kötü birşey ya :)
ARKADASLAR BU KITABI SIZLERLE PAYLASMAK ISTEDIM…
SIMDIYE KADAR GERI DONUSUM E MAIL PROGRAMLARI ILE 15 MILYON KISIYE ULASMIS. HEDEF 100 MILYON YAZIYORDU BANA GELEN MAIL DE. COK GUZEL SIIRLER VAR. SIZLERDE OKUYUN VE PAYLASIN..
Kitabın Adı: On Dakikan Benim Olsun
Yazar: Selçuk Avcı
Tür: Şiir
Format: PDF
Sayfa Sayısı: 102
Yazar Hakkında Bilgi
SELÇUK AVCI
4 Şubat 1985 ` de Adana`da doğdu.
Ramazan Atıl Lisesi`nde, yabancı dil bölümünde, lise son sınıfa kadar okudu. 2001 yılında Hollanda`ya giden Selçuk Avcı, öğrenimini Hollanda `da devam ettirdi. 2006- 2007 yıllarında kısa metrajlı “Portakal Suyu“ ve uzun metrajlı “Gerçek Nedir Ki ?“ isimlerinde iki tane film senaryosu yazdı. 2007 yılında, amatör olarak “Nefes“ ve “Oda“ isimlerinde iki tane kısa film çekti. 2008 Yılında “ON DAKIKAN BENIM OLSUN“ adlı şiir kitabını çıkarttı. Aynı yıl içerisinde “Bir Ayrılığın Kısa Anatomisi“ ve “Kırmızı Balon“ isimli iki tane kısa film çekti. Film yönetmenliği ve fotoğrafçılıkla ilgilenen Selçuk Avcı, şu an Drenthe College`in de üçüncü sınıfta sağlık bölümünde okumaktadır.
BU ADRESTEN PDF FORMATINDA KITABI INDIREBILRISINIZ.
Pingback: Fikir Atolyesi Amsterdam’dan Canli Kucak!
ZENGİNLİK DEVRİMİ
Toffler çiftinin yazmış olduğu bu kitap gelecekteki görünen ve görünmeyen zenginliklerle ilgili çarpıcı tespit ve beklentileri içermektedir. Toffler çifti gelecekte zenginlik oluşturabilmek için yegane kaynağın bilgi olacağının altını çiziyorlar. Bununla beraber tüketen-üretici (prosumer) kavramına, Çin?in yükselişine, Avrupa Birliği?nin ve Japonya?nın durumuna, teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmelere, genetiğe, uydulara, alternatif enerji kaynaklarına, günümüz çocuklarına, değişen aile yapısına, ? ve internet kullanımına farklı açılardan yorumlar getirmiştir. Kitapta dikkati çeken başka bir konu da petrolle bilginin karşılaştırılmasıdır.
Gelişen dünyada her gün yeni zenginlikler meydana geliyor. Bilim ve bilgi hiç durmaksızın ilerliyor. Meydana gelen zenginlik devrimleri tüm insanlara sayısız fırsatlar sunuyor. Dünya devletleri uyuşturucu, terörizm, AIDS, vb sorunlarla uğraşırken gücünü bireylerden alan büyük bir devrim gerçekleşiyor.
Zenginlik dalgasının zaman içinde yolculuğuna bakacak olursak ilk çağlardan başlayarak sanayi devrimine kadar olan süre birinci dalgayı oluşturur. Bu dönemde bireyler tüketen-üretici konumundadır. Avcılık, toplayıcılık, kısmen de tarım yaparlar yani kendi tüketecekleri ürünü kendileri üretirlerdi.
Sanayi devriminden sonra 1956 yılına kadar olan süreç ikinci dalgayı oluşturur. Bu dönemde insanlar başkaları için para karşılığı bir şeyler üretmeye başlarlar. Üreticilerle tüketiciler kesin çizgilerle ayrılmaya başlarlar. ?Günümüzde bile bu ayrımı müşteriler ve üreticiler olarak görmekteyiz.- İkinci dalgaya geçişte uyumsuzluk yüzünden fazlasıyla bedel ödendi. Bunlardan en büyükleri Birici ve İkinci Cihan Harpleridir.
İkinci dalgada ülkeler ekonomilerini güçlendirmek için fabrikalar kurarak üretime ağırlık verdiler. Sonrada ürünlerini satmak için pazar ihtiyaçlarını karşıladılar. Sanayi ülkelerinin en iyi pazarları gelişmemiş ülkeler ve sömürgeleriydi. Buralardan ham maddeyi yok pahasına alıp fabrikada işledikten sonra fahiş fiyatlarla satıyorlardı.
Şimdi asıl konumuz olan üçüncü dalgaya gelelim. Zenginlik devrimi ikinci dalganın ardından başlamıştır. Bu süreç hala tamamlanmamıştır. Bilginin ön plana çıktığı bu dalga etkisini dünyada ve uzayda şiddetle göstermektedir. Şüphesiz bu geçiş döneminde de insanlık bedel ödemiştir ve ödemeye devam ediyor. Kitapta belirtmemiş ama Kore Savaşı, Irak savaşları? acaba bu geçişin bedelleri arasında sayılabilir mi?
Petrolün yerine bilgi. Dünyadaki petrol kaynakları birgün kuruyacak son varil dolduğunda insanlar ne yapacak dersiniz? Bu konuyu bazı ülkeler ve insanlar çoktan düşünmeye başladı bile. Kullandıkça tükenen bir varlığın değerini sürekli kendini yenileyen bir cevherle karşılaştırmak gerekir mi bilmiyorum.
Bilgi ilk insandan bu yana süre gelen değerler topluluğu. Her nesil bir önceki kuşaktan aldığı birikimi geliştirerek, yenilerini ekleyerek yeni gelenlere sunuyorlar. Paylaştıkça çoğalan bir zenginlik olan bilgi hayatımızın her alanında kendini göstererek zaman ve alan kavramlarında değişikliklere yol açtı:
Giderek hızlanan gezegenimiz yavaş seyredenlere yaşama şansı tanımamaktadır. Bilgi çağının en yavaşları arasında bürokrasiyi gösterebiliriz. Hızlanan ekonomik şartlara uyum sağlayamayan ülkeler sistemin dışına atılmaktadır. Hantal bir devlet yapısı olan Sovyet Rusya buna en iyi örnektir. Zaman o kadar değerli ki ??neredeyse gerçek zamanda hareket eden bir zenginlik sistemine doğru tarihi bir yöneliş söz konusu. Öylesine yüksek bir hızda yaşıyoruz ki eski ?vakit nakittir? kanunun bile yenilenmesi gerekebilir. Günümüzde her zaman aralığı bir öncekinden daha değerli, çünkü pratikte değilse bile prensipte, bu zaman içinde daha fazla zenginlik yaratılabilir. (Toffler)?
Zenginlik alanlarının değişimi zamandan sonra gelen ikinci esas. Çok eski çağlarda zenginlik Asya?nın elindeydi. Asya tek başına dünya ticaretinin %50?inden fazlasını yönetiyordu. Bu zenginlik sömürgecilik, yeni ticaret yollarının bulunması ve sanayi devrimiyle batıya kaydı. Şu an bu kalkınma nerede diye soracak olursak, Asya?nın uyanışıyla tekrar doğduğu topraklara dönüyor. Önce Japonya?da başlayan bu uyanış Güney Kore, Çin, Hindistan, Tayvan, Malezya,?, gibi ülkelerin atılımlarıyla devam ediyor.
Alanlar değişiyor zenginlik haritası yeniden çiziliyor. İnternetin gelişimi zaman ve mekan konusunu sorgular hale geldi. Belki bir gün yıldız savaşlarındaki gibi ışınlanmalar bile gerçek olacak. Kanımca o zaman mekan kavramı daha da karmaşık bir hal alacak.
Eski endüstri merkezleri nereye gitti? Ünlü çelik fabrikaları, büyük fırınlar, otomotiv tesisleri?. Ucuz işçi bulmak için hepsi yeni alanlar keşfetti. Çin ve diğer Asya ülkeleri tamamı ucuz işçilerle yatırımcıları çekmeyi başardı. Elbette ulusal şirketlerin başka ülkelere taşınması ciddi tepkilere yol açtı. Ama kabul edilmesi gereken bir şey vardı: eriyen sınırlar.
Yeni bir alan olan uzay hayatımızdaki kolaylıkların merkezinde yer almaya başladı. ATM?yi veya cep telefonlarını kullanırken küresel yer belirleme sisteminden faydalanırken listeyi uzatabiliriz. Uzay araştırmalarının en büyük yarar sağladığı konulardan biri de sağlık endüstrisidir. ?bugün Birleşik Devletler?de hayatta kalan 250,000 böbrek hastası, diyaliz tedavilerini NASA ve astronotlarına borçludur. Uzay ajansı tarafından diyaliz sıvılarından zehirli maddeleri atmak için geliştirilen kimyasal bir yöntem, şimdi hastaların hayatta kalmasını sağlıyor. (Toffler)? Körlükten uzuv kaybına, kalp hastalıklarından hücre çoğaltmaya kadar birçok tedavi yöntemi üzerinde çalışılmaktadır.
Bilgi sınırı olmayan bir kavramdır. Kullanılır kullanıldıkça artar. Bilgiyi daha iyi anlayabilmek için özelliklerini bilmek gerekir:
? Bilgi doğasında rakipsizdir.
? Bilgi soyuttur.
? Bilgi doğrusal değildir.
? Bilgi ilgiseldir.
? Bilgi diğer bilgilerle eşleşir.
? Bilgi diğer tüm ürünlerden daha taşınabilirdir.
? Bilgi sembollere ve soyutlamalara sıkıştırılabilir.
? Bilgi giderek daha küçük alanlarda saklanabilir.
? Bilgi açık veya üstü kapalı olabilir, ifade edilebilir veya edilmeyebilir, paylaşılabilir veya gösterilmeyebilir.
? Bilgiyi saklamak zordur yayılır. (Toffler 134-136)
Bilginin var olan bu özelliklerine uyum artık bir zorunluluktur. Özellikle ekonomik alanda problemleri yok etmek veya asgariye indirmek için bilgiyle uyum içinde dans etmek zorundayız.
Yarın petrol var mı? Kimisi bunu merak ediyor. Hatta kuyularında kalan petrol miktarını en doğru şekilde öğrenebilmek için bilgiye servet ödüyorlar.
Petrolün taşıması saklanması ilkel denebilecek kadar yavaş ve eski yöntemlere dayanıyor (azda olsa yenilenme olmasına rağmen). Bugün bilginin oluşturulması, iletimi, saklanması gelişen bilgisayar ve internet teknolojisiyle çok daha kolay bir hale geliyor. Küçücük çiplerde milyarlarca bilgi saklanıyor ve bu bilgiler neredeyse sıfır maliyetle dünyanın diğer ucuna hızlı bir şekilde gönderilebiliyor.
Üretilen bu yapay hafızalar ileriki yıllarda o kadar gelişecek ki alzheimer gibi hastalıklar ve eğitimdeki ezber sistemi tarih olacak. İnsanlar yanlarında taşıdıkları bilgi deposundan istedikleri bilgiyi rahatlıkla öğrenebilecek.
Günümüzde kullanılan bilginin en büyük zaafı, bilginin eskimesi her geçen saniye o kadar çok yeni bilgi ortaya çıkıyor ki. Biz öğrendiğimizde bilgi herkesin bildiği sıradan eski bir bilgi oluyor. Çünkü bilginin yayılması dünden çok hızlı.
TÜKETEN-ÜRETİM
Dünya üzerinde zenginlik içinde yüzenler olduğu gibi günlük bir dolara geçinenler, bir dolardan daha azıyla bile yaşamaya çalışanlar var. Hatta dünyanın bazı yerlerinde para kullanmadan yaşayan insanlar var. Bu yoksul insanlar para ekonomisine girmek için neredeyse her şeyi yapabilirler. insanlar para ekonomisine girmek için paraya açılan yedi kapının birinden geçmek zorundadırlar:
? Birinci kapı: SATILABİLİR BİR ŞEY YARAT. Fazla mısır yetiştir. Bir porte çiz. Bir çift sandal yap. Bir alıcı bul ve içeridesin.
? İkinci kapı: BİR İŞ BUL. Karşılığında para al. İşte para sistemindesin.
? Üçüncü kapı: MİRASA KON. Böylece çalışmadan sisteme girebilirsin.
? Dördüncü kapı: BİR HEDİYE AL.
? Beşinci kapı: EVLEN. Kapılardan birinden geçmiş olan bir eş bul ve onun parasını paylaş.
? Altıncı kapı: YOKSULLARA YARDIM KAMPANYASINA KATIL. Para bir devlet tarafından ?istemeyerek de olsa- verilebilir. Miktar çok az olabilir ama sonuçta sen de para sistemine girersin.
? Yedinci kapı: ÇAL. Son olarak, her zaman hırsızlık yapılır; suçlunun ilk tercihi, umutsuz yoksulun son tercihi. (Toffler 193-194)
Bu kapıların birinden geçen herkes para ekonomisine dahil olur.
Para ekonomisinin karşısında duran, paralı veya parasız herkesin girebildiği tüketen-üretici kapıları var. Bu ekonomiye herkes girebilir. Çünkü doğuştan böyle bir hakka sahibiz.
Tüketen-üretici herhangi bir karşılık beklemeden kendisinin ya da yakınlarının tüketeceği şeyleri üretenlerdir. Evde annelerimizi düşünelim ev işlerini bir karşılık beklemeden yaparlar yani tüketen üreticilerdir. Bu konuyla ilgili yine örnekler vereceğim. Önce tüketen-üreticinin günümüze kadar geldiği yola bakalım.
Birinci dalga ekonomilerde oldukça büyük yere sahip olan tüketen-üreticilik, sanayi devrimiyle yerini üretenlere ve tüketenlere bırakmaya başladı. Üçüncü dalgayla birlikte tüketen üreticilik hız kazanmaya başladı. İnsanlar üretmeyi hobi olarak görüyorlar: kendi diktikleri elbiseyi, ördükleri kazağı giymek. İhtiyaç fazlasını üretip satanlar bile var. Bazı insanların kendi bahçelerinde bitkilerle uğraşmaları bunlara en iyi örnektir.
Bu üretim yeni bir dönemin kapılarını açmaya başladı bile: kendin yap dönemi. Başlayan yeni dönemle birlikte mal ve hizmet üreticileri tüketicilerin karşısına yeni alternatiflerle çıkmasına neden oldu. Bu düşünceme en iyi örnek televizyon reklamlarında gördüğüm ?IKEA? reklamı sunan adamın sesi şuan bile kulaklarımda ?Montajı size bıraktık. Soran olursa kendim yaptım dersin? işte bu kendim yaptım kelimesi insanı kalbinden vuruyor. İnsanın kullanacağı eşyaya kendi emeğini vermesi bence güzel bir duygu. Olaya biraz farklı açıdan baktığımızda ürün montaj edilmediği için; işçilik masrafları, nakliye masrafları asgari durumdadır. Bazı üreticiler müşteriyle ortak ürün ürettiği için fiyatları aşağıya çekerek karını müşterisiyle paylaşıyor.
Sağlık sektörü tüketen-üreticilerin en yoğun olduğu bir diğer sektör. İnernette bireysel kullanım için satılan; şeker, tansiyon ölçme aletleri, hamilelik kontrol aletleri ve adları aklıma gelmeyen binlerce ürün satılmakta. Bu ürünlerin kullanımı devletin üzerinden milyarlarca dolarlık sağlık yükünün azalması anlamına gelmektedir.
Bankalar ATM?leri kullanarak ciddi miktarlarda kazanç sağlıyorlar çünkü bir ATM iki bankacının yaptığı işi yapıyor bir de buna BTM?leri eklersek kazanç biraz daha büyür. Biz müşteriler zaman kazandığımızı sanıyoruz ama bu sadece yanılsama biz ATM?de tuşlara basarken sıkılmıyoruz ve işler hızlı ilerliyor gibi görünüyor. Gerçekte bankada yapılan işlemle bankamatikte yapılan işlemin süresi aynı. Bankalar bu kadar kar elde ettiği halde bir de kullandığımız kartlardan yıllık kullanım ücreti alıyorlar. Geçen günlerde axess kartımın borcunu ödemek için bankaya gittiğimde bana bir daha ki sefere bankamatikten yatırmam söylendi. Belki emir banka yönetiminden geldi ama bankacılar kendi iplerini kendileri çekiyor. Üniversite şubesinde beş kişi çalışıyorsa birçok işlem bankamatiğe geçtiğinde iki kişinin işinin sonu olacak.
Önceleri marketlerde müşteri ürünü ister kasiyer verirdi. Daha sonra müşteriler marketlerde istediklerini kendileri almaya başladılar-hala devam ediyor. Toffler?in anlattığına göre Amerika?da bazı marketlerde kasiyer yok müşteriler ürünün fiyatını okutup kredi kartıyla ödemek suretiyle alışveriş yapıyorlar.
-Kafama takılan soru şu; yukarda yazdığım örneklerde üreticiler karlarını tüketen-üreticilere çip-para ya da indirim şeklinde sunuyorlar. Biz üniversitede bulunan kafelerden sen-sana hizmet şeklinde yararlanıyoruz. Yani işletmeciler daha az eleman çalıştırıyorlar. Böyle bir durumda sundukları ürünlerin normalden biraz daha ucuz olması gerekmez mi? Ucuzu bir kenara bırakalım normalden de pahalı {bir meyveli soda bakkalda 50 ykr üniversitede kafede 75 ykr}.-
?Üreten tüketici, gönüllü olarak, hem kendine hem şirkete çalışıyor ve hiç maaş istemiyor! Bu da günümüz şirketlerinin yavaş yavaş üreten tüketiciye yatırım yapmalarını gerektiriyor. (Cengiz Çatalkaya)?
Dünya üzerinde insanlar sürekli olarak derneklerde, insani kuruluşlarda maddi bir karşılık beklemeden görev yapıyorlar. Deprem, yangı, sel gibi felaketlerde bu insanlar başka insanlara yardım için harekete geçiyorlar. Şaşılacak durum insani yardım kuruluşları hükümetlerden önce afet yerine ulaşıyolar. Ve bazıları hiç tanımadıkları insanlar için canlarını bile veriyorlar.
Yeni bulunan bilgiler internet üzerinde hızla yayılır. Ya da yeni ürünlerin geliştirilmesi sağlanır. Örneğin linüx gibi. Linüx binlerce kullanıcı tarafından geliştirilerek bu hali aldı. Ve bu programı geliştirenler yaptıkları işi bedavaya yaptı. Onlar da tüketen-üreticilerdi.
Tüketen-üretici kavramını başlıklar halinde anlatacak olursak:
1. Tüketen-üreticiler, ?üçüncü işleri? ve hizmet faliyetleri sayesinde ödemesiz çalışma gerçekleştirirler.
2. Tüketen-üreticiler, para ekonomisinden sermaye ürünler satın alırlar.
3. Tüketen-üreticiler aletlerini ve sermaye malzemelerini para ekonomisinde kullanıcılara ödünç verirler.
4. Tüketen-üreticiler ev ekonomisi yaparlar.
5. Tüketen-üreticiler ürünleri, hizmet ve becerileri ?pazarlaştırırlar?.
6. Tüketen-üreticiler ürünleri veya hizmetleri ?pazardan çekerler?
7. Tüketen-üreticiler gönüllüler olarak değer yaratır.
8. Tüketen-üreticiler kar amacı gütmeyen şirketler için ücretsiz değerli bilgi sağlar.
9. Tüketen-üreticiler para ekonomisindeki tüketici gücünü arttırır.
10. Tüketen-üreticiler yenilikleri hızlandırır.
11. Tüketen-üreticiler hızlı bir şekilde bilgi yaratır ve bunu bilgiye dayalı ekonomide kullanılmak üzere sanal uzayda yapıp paylaşır.
12. Tüketen-üreticiler çocuklarını yetiştirir ve iş gücünü yeniler. (Toffler 250-253)
PAZARLAR
Pazar ürettiğimiz ürünü sattığımız yerdir. İlk çağlarda İpek Yolu, Baharat Yolu, Kürk Yolu. Pazarları oluşturmaktaydı. Ama insanların çoğunluğu Pazar ekonomisinin dışında kalarak hayatlarını bir şey alıp satmadan geçiriyorlardı.
Tüm dünyada pazar ekonomisini değiştiren şey ikinci dalgayla başladı. Sanayileşme milyonlarca insanın üretici ya da tüketici olarak pazarda yer almasını sağladı. Herkes için tek ürün, herkes için tek fiyat mantığına dayanan kitlesel bir pazar anlayışı yaygınlaştı.
?Günümüzde ise kitleselliğin yerini bireysellik almaya başlamıştır. Bireysel Pazar anlayışında temel prensip kişiye farklı olduğunu hissettirmektir. ?Sık yolculuk yapan herkesin bildiği gibi, Birleşik Devletler?de aynı uçuştaki aynı koltuk için ödenen fiyatlar çok farklılık gösterebiliyor. Hatta bir örnekte ?bize hiç de şaşırtıcı gelmedi- aynı koltuk için tam on beş fiyat farklı fiyat biçildiğini gördük. ?Alternatif? veya ?dinamik? fiyatlandırma modelleri kullanılarak, satıcılar şimdilerde kanal, zaman ve bireysel müşteri özellikleri farklılıklarına göre fiyat belirlemelere yöneliyorlar. (Toffler 327)?
PARA KULLANIMI
Artık insanların isteklerini sınırlayacak plastik paralar ortaya çıkacak. Kendisine hakim olamayan obezler bu kartları kullandıklarında aşırı yağlı yiyecekleri tüketmelerini engelleyecek.
Ya da Müslümanlar disko, bar gibi yerlerde kullanılamayan kartlar kullanarak kendilerini bu gibi yerlerden uzak tutabilecek.
Bence kartlar ne kadar akıllı olursa olsun, insan istedikten sonra mutlaka bir yol bulur.
TAKAS
Tekrar moda haline gelebilecek olan takas sistemi büyük şirketlerde dahi görülebilcektir. Karşılıklı şirket, arazi, Pazar değişimleri gibi.
Aslında takas sistemi kriz dönemlerinde daha sık görülmektedir. 2002 yılında Arjantin?de, ekonomi çökerken bazı otomotiv şirketleri arabalar için ödeme olarak buğdayı kabul etmişlerdir. Yine Ukrayna ödeyemediği doğalgaz borcuna karşılık Rusya?ya bombardıman uçağı vermiştir. Bu anlattıklarım kitapta verilen örneklerin bazıları.
Geçen yıl izlediğim Tatil adlı filmde, bir kadın tatile gitmek için otel aramak yerine; internet üzerinden evini tatile gitmek istediği yerdeki başka birinin eviyle takas ediyor. Böylelikle ceplerinden konaklama parası çıkmadan iki kişi tatil yapmış oluyor.
Belki önümüzdeki yıllarda iş sektörleri arasında da takaslar yapılacak: bir avukat bir öğretmenin davasına bakma karşılığında, öğretmenden ders alacak örnekleri uzata biliriz.
Kısaca takas hayatımızdaki bazı noktalarda daha cazip hale gelmeye başlayacak.
YOKSULLUK
Zenginlik devriminin başlaması yoksulluğun azalması için büyük bir şans. Bilgi çağıyla daha çok tarım ürünü üretimi mümkün olmaktadır. İlaç götürülemeyen birçok ülkeye aşılanmış muzlar göndererek hastalıkların önüne geçmek mümkün olmaktadır.
Önceden bir ülkenin zenginleşmesi sadece kendi sermayesine bağlıydı. Şimdi bu tamamen değişmiş durumda önemli olan dış sermayeyi ülkeye çekebilecek güveni ve istikrarı oluşturmak.
Asya ülkelerindeki uyanış bunun en iyi örneğidir. Japonya?yla başlayan uyanış diğer ülkelere model oldu. Dünyada ekonomik açıdan hiçbir şey ifade etmeyen; sefalet içinde olan Japonya ?öğrenmek, öğrenmek, öğrenmek? sırrıyla ilerleme kaydetti. Ulusal parasının değeri yükseldi. Ve yabancı sermaye bu ülkeyi keşfetti. Otuz yıl gibi kısa bir sürede Japonya günümüzdeki seviyesine ulaştı.
Hindistan da bu devrimden en iyi yararlanan ülkelerden biri. Gırtlağına kadar fakirliğe gömülü olan bu ülke günümüzün cazibe merkezlerinden biri olarak parlamaktadır.
Çin?in yükselişi komünizmin katı politikalarından kapitalizme kaymaya başlamasıyla gerçekleşir. Ucuz işgücü, düşük maliyetler ve hükümet politikaları dış sermayeyi bu ülkeye çekmiştir.
Çin?de uygulamaya konulan çifte ray sistemi ülke için dönüm noktasıdır. Bu sistem Çin?de ikinci dalga ve üçüncü dalgayı beraber yaşatmıştır. Ülkede yoksulluğu azaltmıştır. Bugün Çin?de köylerde dahi internet vardır. Ancak ülkede yayılan internet kullanımı hala istenen düzeyde değildir. Sosyal açıdan Çin?e baktığımızda üç Çin görürüz. Biri yoksul Çin, diğeri üretim bantlarında çalışanlar ve son olarak bilgi çağında yaşayan Çin.
Her şeye rağmen Çin yoluna devam ediyor. Uzay kulübünde kendisine yer edinmeye başladı bile.
AMERİKA
Amerikan hegomonyası tüm dünyayı boyunduruk altına alarak yoluna devam ediyor. Rakip olarak gördüğü her şeyi muhakkak ya yok ediyor ya da zayıflatıyor. Doğunun zenginleşmesi ve doğu kültürünün yükselişi ABD?de panik uyandırdı. Körfez savaşı sırasında ırakla yapılan çatışmalar aslında Bush-Saddam kavgası değil yükselen doğu ve ABD çatışmasıydı. Bu kanıya varmamdaki en büyük ipucu Bağdat?ta bulunan doğu kültürünün yağmalanıp yıkılması. ?belki ne var bunda savaş hali her şey olabilir diyeceksiniz. Ama İkinci Dünya Savaşı?nda amerikan uçaklarının Almanya?daki tarihi ve kültürel önemi olan kentleri bombalamaması bilinen bir gerçek-
Yine Toffler överek anlattığı Marshall yardımlarına başka açılardan baktığımızda ABD bu yardımları kendi çıkarları için yapmıştır. En önemli hedefi bölgede (o dönemde) Sovyet Rusya?yı yalnız ve etkisiz bırakmaktı. Çünkü zaten çökmüş olan Japonya ve Avrupa?dan kendisine zarar gelmeyeceğini biliyordu.
Bu olaya ekonomik açıdan bakacak olursak. Sanayisi çökmüş olan ülkelerin parası da olmayacağından 1950?lerin en büyük ihracatçısı konumunda olan ABD kime mal satacaktı.
Tüm bu sebeplerden dolayı ABD Marshall yardımlarıyla kesenin ağzını açtı.
?Yazar olayı biraz farklı anlatmış ben yukarda kendi görüşlerime yer verdim.?
SONUÇ OLARAK
Her şeye rağmen tüm kötülük senaryolarını bir kenara bırakarak hayatın hızına ayak uydurmak zorundayız. Çünkü zaman hız ve bilgi çağı.
İnsanlık ve dünya her geçen saniye daha fazla değer üretiyor. Ve yeni keşifler insanlığın umudunu besliyor. Her gün okyanusları saran güneş. Ayda bulunan helyum-3 tüm insanlığın umudunu sıcacık kılıyor.
ZÜLFİKAR GÖKÇE
MAESTRO
Hakkında yorum yapmak için ABD ekonomisiyle ilgili çok geniş bilgi birikimine sahip olunması gereken bu kitap; 16 yıl ABD Merkez Bankası FED?in başkanlığını yapan Alan Greenspan ve ABD ekonomisi ile ilgilidir.
Greenspan konuşmalarında özellikle müphemliği ön plana çıkararak kafa karıştırmayı tercih eder böylelikle karşısındaki insanları etkisi altına alır. Maestro?yu dikkatlice okumama rağmen ABD ekonomisini iyi anladım dersem yalan olur.
Greenspan?in başarısının sırrı geniş ekonomi ve matematik bilgisinin yanında kendisini keşfetmiş nadir insanlardan biri olmasıdır. ?Başkan olmadan önce bir iş görüşmesinde karnında çok farklı bir ağrı hissetti ve görüşmeyi olumsuz sonuçlandırdı. Daha sonra doğru bir karar verdiğini anladı. Çünkü bazı olayları duyular ve akıl sezmeden insan bedeni hissedebiliyordu. Ve Greenspan de böyleydi kendisini keşfetmişti.? Önemli kararların alınmasında bu özelliği kendisine çok yardımcı oluyordu.
Amerika?nın ekonomiye sabitlenmesi ve sürekli genişleme, Greenspan ile özdeşleşti. O ekonomiyi anlatmanın ve anlamanın hem sembolü, hem de vasıtası oldu. Kısaca ekonominin piri oldu.
Diğer meslektaşlarının aksine, o hiçbir zaman kuralların ya da teorilerin her koşulda takipçisi olmadı. Önemli kararların bazılarını hiç umulmadık anda verdi. Onunki, 1987 borsa çöküşü sırasında, temkinli ve gergin Greenspan?le başlayan ve 1990?larda üretkenlik artışına odaklanarak, yıllardır süregelen ekonomik modeller ve teoriler o kadar baskı uygulamasına rağmen, faiz oranlarını arttırmayı reddeden Greenspan?e ulaşan, alışılmışın dışında bir entellektüel yolculuktur.
1994?teki Meksika krizine de değinen yazar. Kapitalizmin bir modeli olarak Amerika?nın büyüttüğü örnek ekonominin nasıl kurtarılmaya çalışıldığını, daha sonra gelen Asya krizini ve ABD?nin bu olaylara nasıl temkinli yaklaştığını anlatmıştır.
Maestro?yu okurken gözümde hassas terazi canlandı. Hani şu bazı kuyumcuların kullandığı çift kefeli olanlar. Kefenin birinde faiz diğerinde enflasyon FED sürekli bu terazinin hassas dengesini korumaya çalışıyor. Buradaki milimetrik bile olmayan değişiklikler: hisse senedi piyasası, wall street, ?., diğer dünya ülkelerinde hemen hissediliyor. Hani ABD başkanı hapşırsa dünyada borsa çöker derler ya işte öyle bir şey.
MEKSİKA KRİZİ
Meksika krizinde ABD bu ülkeye yardım etme taraftarıydı ama çekinceleri vardı. Yardım etmesi gerekiyordu. Kapital ekonominin en önemli örneklerinden biri bu ülkedeydi. Buradaki kriz büyürse tüm kapital ekonomilerin sonu olabilirdi. ABD bu yıkımı göze alamazdı.
Çekincesi ise, ya yardım edildiği halde kriz önlenemezse o zaman dünya üzerinde çok daha büyük bir yıkım meydana gelebilirdi. Öncelikle, ABD Meksika?ya verdiği kredileri, geri alamayacaktı. ABD ekonomisinin tüm dünyada itibarı sarsılabilirdi. FED üyeleri ve ABD arasında ciddi toplantılar yapıldı. Sonunda kazanacaklarının kaybedeceklerinden çok daha fazla olduğuna karar verdiler. Ve 25 milyar dolarlık kredi yardımı yapılması kararı alındı. Daha sonra piyasalar için güven her şeydir mantığıyla krediyi 40 milyar dolara çıkardılar. İlk olarak 12,5 milyar dolar Meksika?ya verildi. Piyasalarda olumlu tepki görülmesinin ardından ülkede ekonomi yeniden canlanmaya başladı. Dışarıya giden yabancı sermaye geri döndü. Meksika krizden kurtuldu.
ASYA
Asya piyasalarında yaşanan dalgalanma ciddi bir krizin tetikleyicisi oldu. ABD bu krize karşı Meksika?dan daha mesafeliydi. Doğrudan kredi desteği çok ters tepkilere yol açabilirdi. Greenspan ve arkadaşları Asya ülkelerine IMF yerine ABD?nin para desteği sağlamasını istiyordu. Bununla birlikte FED başkanı büyük bankalarla görüşerek güven ortamının sağlanmasına destek istedi. Atılan temkinli adımlarla çok zaman almasına rağmen piyasalar yeniden düzene girmeye başladı.
Bu kitaptan anladığım kadarıyla piyasalarda temkinli olmak gerekiyor. Her şeyin göründüğü gibi olmadığını bilerek; ne istediğimizi, ne alacağımızı ve nasıl bir bedel ödeyeceğimizi önceden tahmin etmek en büyük avantajımız olacak.
Piyasalarda gerekli olan en önemli şey güven. Güven ortamı sağlandıktan sonra diğer işler kendiliğinden rayına oturuyor.
ZÜLFİKAR GÖKÇE
size bir site vermek istiyorum dersshane.tr.gg bu siteye girin çünkü çok güzel hergün yeni dua çıkıyor o sitenin sahibi benim daha genişletmedi ama genişletecem
Pingback: Yorumlarınızı takip etmek ister misiniz? | Takipte.com - Yıldızları takip et
‘Yorum Paylaşım’ konusunda çeşitli servisler olmasına rağmen tek bir yolu tercih ettim.
Bir yazıya yorum yazdığımda, onaylandıktan sonra, yorum linkimi del.icio.us hesabıma ekliyorum, firefox eklentisinin de pratikliğiyle. Sadece bu yorum linklerimi ‘de’ olarak etiketliyorum. Link başlığı ise yorum yaptığım yazının başlığını taşıyor. RSS yoluyla bloğumun bir köşesinde son 10 yorumumu sergiliyorum. Tıklayan olursa, o sitedeki ilgili yazıya yönleniyor: 525/525
Sanırım tek bir cümle yeterli olcaktır.
Dört dörtlük bir fikir, ben çok beğendim Tunç…
Tebrikler Tunç, çok güzel fikir.
Bazen öyle durumlar oluyor ki yazdığım yorumlar yazılarım kadar uzun ve benim için düşündürücü oluyor.
Senin de özellikle burada yayınladığın ve bende yaptığın yorumlar gibi sitelerde yaptığın diğer tüm yorumlar görebildiğim kadarıyla bu kategoriye giriyor.
Benim açımdan yazdığın yorumların gözümden kaçması ihtimaline karşı böyle bir çalışmayı başlatmış olman gerçekten çok faydalı oldu.
Tekrardan tebrikler ve başarılar.
Yorum paylaşımı gerçekten güzel bir fikir. Bu sayede diğer blog yazarlarını tanıma ve onların blog okunma sayısını arttırma gibi bir girişim de olabilir. Blog yazarları için gerçekten güzel bir paylaşım. Ve paylaştığınız yorumların konuları gerçekten güzel ve katılıyorum. Yazılarınızın devamını sabırsızlıkla bekliyor olacağım. Kolay gelsin.
Fikrin güzel Tunç yalnız, her yorumunu buraya yazarsan belli bir süre sonra yorumların, yazıların önüne geçebilir :)
“genel Türk okurlarında yorum bırakmama gibi bir problem var” diyorsun Alemşah ama şunu unutma. “Balık baştan kokar” Genel Türk okurlarında ne kadar yorum bırakmama huyu olsa da az da olsa yorum bırakıyorlar ama genel Türk blog yazarları birbirlerine neredeyse hiç yorum bırakmıyorlar. Genel Türk blog yazarları yorumlarını boşver, pazarlama blogları yazarları bile çok nadir birbirlerine yorum atıyor. Söyle şimdi ne yapsın genel Türk okurları? Yurt dışındaki pazarlama bloglarında yorumlar genellikle bloggerlara ait. Yine genel okuyucu yorumu pek yok.
Selamlar Tunç, çok sevdim bu yeni projeni. Maalesef genel Türk okurlarında yorum bırakmama gibi bir problem var, hatta Refik’le daha bunu yeni konuşuyorduk! Destekliyorum projeni!