68

Okşayan Eli İtip, Tekmeleyen Ayağı Neden Öper İnsanoğlu?

İnsanız ve insan olmanın da sanırım gedikleri var. Onlar bizim açık noktalarımız. Programlama dilinde geçen ‘bug’lar gibi…

“Kaçanın kovalanması, kovalananın kaçtıkça değere binmesi” çoğumuzun defalarca yaşadığı, yaşarken pek anlamasak da, sonradan hep onay verdiğimiz bir önerme.

Doğru. Gönül kaçanı kovalıyor gerçekten.

Birini seviyorsunuz (çokca sevgili anlamında olsa da, bir arkadaş için bile olabilir) o da bunu anlayınca kaçmaya başlıyor sizden.

Taparsan tepilirsin, tepersen tapılırsın (sanırım bu arkadaşlar arasında “4s” olarak geçen kuralın en düzgün yazım şekli!)

Kötü davranmanın prim yaptığını bilen bir kaçan, kötü davranılmaktan keyif alan bir kovalayan!

Oysa sevmekten güzeli var mı? Birini seviyor ve bunu belli ediyorsunuz. Hatta teslim oluyorsunuz. Kartları açık oynadığınız ve içinizden geldiği gibi davrandığınız içinse ızdırap çekiyorsunuz. Veya kaygan zeminde zoru oynayıp, gizemli davrandığınızda kuvvetli taraf olup, bu sefer peşinizden gelinen oluyorsunuz.

Her iki tarafta açık oynasa ya kartlarını demek geliyor insanın içinden…

Peki; okşayan eli itip, tekmeleyen ayağı neden öpüyoruz? Tekmelenmek veya acı çekmek bu sevgi denen şeyin olmazsa olmazı mı? Bilerek, isteyerek, hatta zevk alarak kul köle olmak…

Karşımızdakinin bizim bir dediğimizi iki etmemesi, hep alttan alması, daha sık arayıp sorması sanırım bizde “tamam, artık o benimdir” algısı yaratıyor. Ve biz insanoğlu sahip olduklarımızın değerini bilmiyor, hep sahip olamadığımızı istiyoruz.

Tutkular sahip oluncaya kadar yaşıyor.

İçimizden geldiği gibi, hiç frene basmadan yaşadığımız… Gözümüzü telefondan ayıramayıp çalan her telefonun, gelen her mesajın ondan olsun istediğimiz… Fazlaca üstüne düşüp ve onu tepemize çıkarttığımız zamanlar…

İşte tüm bunlar kaçanın kendini olduğundan daha güçlü ve daha bağımsız hissetmesini sağlamıyor mu? Çünkü artık o her istediğini yaptırabilen bir konumda, hem de sizin kendi tercihinizle. Her istediğinizi yapan, her şeyini feda edebilen kişi ise zayıf karakterlidir önermesi burada devreye giriyor; saygı azalıyor, küçümseme başlıyor.

Kovalayan daha bir hırs yapıyor, artan acı da ondaki motivasyonu tavan yaptırıyor. İstenmemenin bile istenir olmaya tercih edilebileceği bir seviyeye geliniyor. Ve… Kaçanın zorbalıkları kovalayanın tutkusu oluyor. [Girdaba bakın!]

Defalarca “yeter artık” demelerin, anlık mutluluklara tercih edildiği zamanlar…

Kimin söylediğini hatırlayamadığım bir söz özetliyor herşeyi: “insan nedense, kendisine ızdırap çektirenlere yeni ızdırap şansları tanımak konusunda çok hevesli.”

Sık olmasa da, tersine dönebildiği de oluyor bu durumun. Kaçanın kovalayan, kovalayanın kaçan rolleri alması. Kovalayan kendiyle “samimi” olabilmiş ve gerçekten yeter demiştir artık. Şimdi acı çektirmekten keyif alan, acı çekmekten keyif alır hale gelecektir.

Kaçan veya kovalayan… Bu hepimizin hayatta en az bir kere gireceği, doğru insanı bulana kadar da kafamızı karıştırmaya devam edecek bir girdap.

Sadece karşılıklı ve gerçek aşklarda bu söz konusu olmuyor. Her iki tarafın da zaten gözü bir şey görmediği için, kaçma kovalama gizem vs gündem dışı kalıyor.

Şimdi diyeceğim ki “size değer vermeyene siz de vermeyin” ancak bu öyle bir kaç kez yaşanmadan öğrenilecek bir şey değil. Dibine kadar yaşanmalı da.

Bu sonuçta bizim biz olmamızı sağlayan bir “bug.” Bu bizim doğal halimiz. Kaçan da, kovalayan da olmuş biri olarak diyorum ki; iyi ki var bu zayıflıklarımız. Gönül sevmek ister, güvenmek ister. Aşkını pamuklara sarmalayıp sarmak ister!

Peki o zaman ne öğrendim bunca sene?

İzin vermediğimiz kişilerin bizi üzemeyeceğine…

Yorumlar 68

  1. Ahmet Önder

    Kâh tebessümle kâh düşüncelere dalarak okudum. Yine güzel ifadeler, kısa ve öz. İnsana yine bir şeyler katan bir yazı olmuş.

  2. hakkı cebeci

    bir insan birini sevdiyi zaman araya üçüncü girenler iki insan arasındki ilişkiyi yıprtıyor.böyle kendini bilmez insanlr işte. nelaftn anlarlar ne sözden.en güzeli ne biliyonuzmu allahın adaletinden şaşmican.gerçekten gönül verenlerin kaderi bu galiba.ama asıl adalet ötelerde.

  3. Pingback: Fikir Atolyesi Aşk bu olsa gerek!

  4. janset

    okşayan eli itip, tekmeleyen ayağı neden öper insanoğlu???
    insanoğlu sahiplenmeyi, bağlı kalmayı seviyorrr…. karşı taraftan beklentileri yüksek tutuyor….sonrada beklentilerinin karşılığını alamayınca da üzülüyoruz…. belkide yanlış insanlardan yanlış beklentiler içindeyiz…..
    insanlara biraz değerli olduğunu, sevildiğini hissettirdiğimizde bir anda o insan neden şımarıyorrr??? illa o insana kaybetme duygusunu yaşatmamız mı gerekiyor?
    “beni her an kaybedebilirsin” sinyalini alınca karşı taraf tapıyor adeta….
    tunç abim ben anlamadım bu işi çözemedim….

  5. Pingback: Harun Saraç | harunsarac.com » Okşayan Eli İtip, Tekmeleyen Ayağı Neden Öper İnsanoğlu?

  6. Pingback: Tap, Tep, Tapın, Tepil. | Sosyoblog

  7. Pingback: Tap, Tep, Tapın, Tepil. | Sosyoblog

  8. Ercan Bülbül

    İçimizdeki sonsuzluğun cilveleri bunlar, bizi hayatta tutar. İşte bu sonsuzluk olmasa kafamızdaki ideal dünyayı kurduğumuz anın hemen sonrası dayanılmaz bir ölüm isteği duyarız ya da kendimizi yok ederiz.

  9. YeahSeeN

    Yazıyı ve yorumların bir kısmını okudum. Size diyeceğim şudur ki aslında sizin gedik diye tabir ettiğiniz ve programlama diliyle “bug” diye nitelendirdiğiniz şey bence bizim toplumumuzda geçen hadiste de geçen ve şarkılarımıza konu olcak “Hatasız kul olmaz” sözü karşılık gelecek bir durumdur. Önemli olan okşayan eli itmek mi yoksa tekmeleyen ayağı öpmek mi, kaçan kovalanır mı falan gibi insanın algılarını tetikleyen cümleler üzerine cümleler kurmaktansa; bence makul olanı yakalayı, karşılıklı saygıyı kural edinmenin önemini, dürüst ve açık olmanın ilişkiler için ne kadar çok faydalı olabildiğini bilip hayat felsefesi haline getirmemiz gerektiğini, karşılıklı anlayış içinde olmanın aslında varolan sevginin sinerjik durumunu artırdığının bilincide tutumlar geliştirsek kendimizin daha iyi konumda olduğunu anlamamız kolay olacaktır. Sevgiler. Saygılar

  10. Pingback: Harun Saraç » Okşayan Eli İtip, Tekmeleyen Ayağı Neden Öper İnsanoğlu?

  11. esraaa

    wime 77 süperr olmuş yasdığın noktası noktasınaa doğruu gözlerim dolduu çnkü bnde aşk acısı çektimm :(:(

  12. melek

    Süper bi konu olmuş. Çünkü herkez dertli bu konuda.

    ÖNEMLİ OLAN TAKTİKSİZ İLİŞKİYİ BULABİLMEKTİR. Bu sefer ben ben olucam dersin, içinden ne gelirse öle konuşur öle davranırsın. Amaaa bir bakmışsın karşındaki insandan beklentin artıyor ve daha fazla ilgi sevgi istiyorsun.. Sen istiyorsun da karşındaki insan bunları gercekleştirmek zorunda değil ya! o insanda istediği şekilde ilişkiyi yaşamak istiyor.

    Beklentiler artıyor büyüyor karşılanmayınca kocaman bir sorun oluyor. işte o saatten sonra nasıl yaptırabilirim isteklerimi diye kendini hırpalıyorsun inat ediyorsun. İlişkiyi yaşamaktan uzaklaşıp ego tatminine başlıyosun.

    “Bunu yaparsam böle davranır bunu yapmazsam böle davranır.” Bu düşüncelere başladınız mı bitirdiniz zaten ilişkiyi. sonra ister kaç istersen kovalan. :(

    hayatımda bir kere oyunsuz ilişki yaşadım, nasılsa tanıdığım bildiğim insan dedim hata ettim:( Konu sevgili olunca kimseyi tanıyamayacağımı öğrendim.

  13. Zuhal

    Sadece sevdiğiniz çok sevdiğiniz için aciz duruma düştüğünüz bir durum bu.. Çok acı, çok hırpalayıcı bir süreç.. Umarım çabuk geçer, fazla hasar bırakmadan…

  14. ufuk

    ”senin en sevdiğim yerin
    sana karşı durunca bana doğru gelişin
    sana doğru geldikce beni geri itişin”
    diye yazmıştım not defterime denize atfen. galiba bu doğanın kanunu. bi düşünsenize siz kıyıdayken size doğru gelen dalgalar siz onlara gittikçe sizi dışarı itiyo.

  15. Belgin Kılıç

    Slm Atölyeciler; Uzun zamandan beridir bu tarz konuyla içiçe kalmış bir insan olarak şunu söylemek isterim:

    Yaşadıklarımdan hiç pişman değilim. Yaşanmalıymış meğer. Güzellikler yanında kötülükleri de görmeli insan ki değerini bilsin sevginin, emeğinin.

    Eleştiriden öteye geçtim -yani- özgür bıraktım sevgimi. Kıskaçıma almadan. Gitmişse eyvallah yolu açık ola! Kimse kendini bulunmaz hint kumaşı sanmasın istense başka kumaşta bulunur gidenden sonra.

    Gereksiz bu kaçıp-kovalanma olayı. Seviyosa adam gibi çıkar yoluna. Cesaretini koyar ortaya. Yok olmuyosa sevmiyordur. Kovalanmasına bile luzum yoktur. İstemekle olmuyor.

    Açık olmak zor iş. Saklamamak düşüncelerini. Yaralasa da gerçektir işte. Tuz basa basa sabırla karşılamak tek deva. Herşeye rağmen sevmek, iyi dileklerde bulunabilmek hırs yapmadan, intikam almaya çalışmadan…

    “Kör insan için elmas da cam da. Sana bakan kör ise sakın kendini camdan sanma.”
    Mevlana

  16. Begüm Ercan

    “Sen parla ben döneyim aşkının etrafında, bir yanıp bir söneyim alacakaranlıkta?”

    -der bir şarkıda. Nasıl bir şeydir acaba pervane olup dönmek, naz yapar gibi bir yanıp bir sönmek. İnsan bir kişiyi dünyanın merkezi sanabilir ve kendini buna inandırabilir mi? Aşk etrafında dönülecek bir şey midir? Bir turunu kaç günde tamamlar. Ne zaman dünyaya yaklaşıp uzaklaşır, gelgite neden olur mu? Pervane yolunu nasıl bulur, bulduysa bile ateşe kapılmadan yoluna nasıl devam eder? Bunlar pervanenin derdi tabii, biz sadece düşünce kalıpları olarak pervaneye yardımcı olmaya çalışıyoruz. Pervane duy sesimizi?

    -Eyy pervane, neresidir gittiğin?

    Uzak bir ilçedir?

    -Adı yok mudur?

    Vardır da söylemezler

    -Nasıl gidilir

    Düz gidilir, yol bitince bilinir

    -Eyy pervane aç mısın tok musun?

    Yokum?

    -Kaç zamandır seferdesin?

    Epey ilerdeyim

    -Eyyy pervane doğru cevap verecek misin?

    Eğri miyim ki doğrulayım

    -Kimdir yolun ucundaki?

    Diğer bir yoldur?.

    -der pervane dış sese? o da kulağını tıkamak ister ama bastıramaz dış sesi. Demek ki pervane de kararsızdır, demek ki pervane de düşüncelidir etrafında yanıp söndüğü aşk için. Belki de umuttur alacakaranlıktaki tek ışık. Yani belki de pervane dönmeyi, yanıp yanıp sönmeyi seviyordur, kim bilir? Pervaneyi alıp da karşımıza oturtamayacağımıza göre dış sese kulak vereceğiz. O da susmalı? susturulmalı ama almış işte arkasına bir güç konuşup konuşup duruyor.

    Adı üstünde dış ses. Hep içimizin artıklarından beslenen kısık ses. Dinlersek nice olur halimiz. Pervane yoluna devam etti, dış ses içine saklandı ama dışlanmaya mahkum kaldı. Dış ses yine oyuna alınmadı, pervanenin eteğine sarıldı. Her sesin mahkum olduğu gibi, ses de uçup gitti.

    Yine elde var pervane ve bir avuç yol?

  17. KT

    Öncelikle size çok teşekkür ederim.

    Yaklaşık iki aydan beri yazıda yazanların belki çok fazlasını yaptım, yuvamı kurtarmak adıma, zaman verdim, defalarca konuştum, araya birçok insan koydum, onunla konuşması için, hep birilerinden haber almak istedim, onun yokluğunda ondan, şu dakikalara kadar hep de öyleydim. Ama bana esasında çok büyük bir iyilik yaptığını gördüm sizin yazınızdan sonra.

    Sizi çok seviyorum beni hayata döndürdüğünüz için. Çünki ben bunları ilk eşimde de yaşadım, ve zaman geçince bir tanıdığa bu olayı bitirmek benim yaptığım en büyük hataydı diye.

    Kendimi çok seviyorum, bana bu sevgiyi tekrar gösterdiğiniz için binbir kez teşekkürler.

    Sağlıklı, mutlu ve neşeli kalmanız dileğiyle.

  18. ülke

    dümdüz, sıfatsız, “yüzyılın bilmem nesi” olmaya çalışmadan sadece içinize yerleştirilmiş eşsiz bir duyguyu “sevgi“den sözediyorum; sadece onu yaşamak nasıl olur.

    böylece sürekli birileri sizi bu iğrenç yüzyıllarına dahil edemeyecek örnek bilmem neyimin çifti seçmeyecekler, bir sıfat yakıştırmayacaklar. arınmış olacaksınız, onca dandik şeye ayırdığınız zamanın bin de birini, sadece sevgiyi o yüceliği sindire sindire yaşamaya ayırsanız “insan” olacaksınız. demek geliyor ama…

    elinize gönlünüze sağlık

  19. Pingback: Tavsiye ediyorum… - tolga gezginiş

  20. Aydın

    Tunç ve herkese selam,

    Bu yazıyı yaklaşık son 1 aydır belki 10 belki 15 defa okudum.. Yazı yaklaşık 3 aydır içinde olduğum süreci anlatıyor.. Malum ben kovalayan tarafım:(

    Bu duruma ilk defa düşmüyorum aslında ama bu sefer biraz daha sancılı.. Öncekilerinde tempomu korudum ve başarıya ulaştım diyebilirim.. Ama bu sefer tempom düşmek üzere gibi geliyor.. Gerçi bu bir kısır döngü ve durduramıyorum kendimi? Aslına bakarsanız kartlarımı açık oynuyorum çoğu zaman, bu tip oyunların anlamsız olduğunu düşünüyorum ama ansızın kendimi oyunun içinde strateji geliştirmeye çalışırken buluyorum?Bu noktada karşıdaki insanın benim zayıf kişilikli olduğumu düşünmesi ihtimaline aldırmıyorum.

    Yaptıklarımı bana aşk denen duygu yaptırıyor, mantığım bunlara kırmızı ışık yaksa da ben duygularımla hareket ediyorum, attığım adımları heyecan ile atıyorum ama açmaza düştüğümde mutsuz oluyorum..

    Bilmiyorum bu sefer nereye kadar gidecek.. Heyecanım, mutsuzluğuma yenilirse bitecek sanırım, ya da heyecanım galibiyete erecek..

    Sevgiler…

  21. Duru

    Yürürken, konuşurken, gülerken, ağlarken, kendimi değerli hissederken ya da hissetmezken, hırçınken, tartışırken, hastayken, dondurma yerken, sinemadayken, zaman bu kadar hızlı akıyorken… Varsın sadece diğerlerinden biri olsun.

  22. Deniz TAPKAN

    bu kaçmak ve kovalamak meselesinin somut tarafını go oynarken görmüştüm..
    evt doğrudur vardır böyle birşey – büyük kısmı hormonlardan kaynaklı.
    ama bunun da bi sonu olmalı değil mi :)

  23. D.Özlem

    İnsanlar sevme biçimi olarak bile o kadar farklı ki.. Gerçekten sevgi nedir?

    Sevdiğimiz kişiyi onu sevdiğimiz için çoğu kişiden belki de daha az tanıyoruz. Bazıları kendini Kaf dağında görüyor sevdiği kişinin onu mutlaka sevmesi gerektiğine inanıyor, bazıları ise onu seveni seviyor. Onu seveni sevmek..

    Keşke biz de sadece bizi sevenler için savaşıp, bizi sevmeyen savaştan kaçanları bırakabilsek o çatışmanın ortasında; belki böylece yıkık, savaştan yeni çıkmış bir şehir gibi hissetmezdi kalbimiz.

  24. tuuche

    yazılan yazıdan okuduğum yorumlardan şunu çıkardım kendi adıma. o da şudur ki: maalesef hiç bi çıkar gözetmeden kovalayan taraf iyi, üstün benliğini korumak için kendinden ödün vermeden kaçan da kötüdür.

    bir çok insan hep aynı şeyden yakınıyor madem demek bu dünyada her iyiye bir kötü düşüyor. bu engin tecrubeyi hemen hemen herkez hayatında bir kez yaşamıştır eminim. buraya kadar sorun yok bunu anlayabiliyorum da eğer bundan yakınıcak kadar çoğalıyorsa bu iyiye düşen kötü miktarı demek ki bu bi tecrübeden çıkıp davranış biçimi haline gelmiş ki işte burda insanın başkası değil kendini sorgulaması gerekiyor.

    iyi geceler herkese.

  25. Çirkin

    Evet gerçekten güzel bir anlatım olmuş, çoğu arkadaşlara katılıyorum ben de herkes gibi.

    Ama insanın şunu kavraması biraz zaman alıyor yaşadıgı hayata, zorluk ve rahatlıga göre… Görebilmek için gözlük mü gerekir insana? Ya da görüpte bakmamak için kaybettigi kendini mi hatırlaması gerekir?

    Bence insan ne için doğduğunu ve ne için ölecegini bilmelidir derim ve ölümün gerçekligini tüm olan biten bu brezilya tarzı diziler tadında geçen psikolojik davranışlarında yaşanmasını desteklerim. Çünkü öğrenme ve deneyim etmenin iyisi kötüsü olmadığını da bilirim ama yine de şu gerçeği farkettigimde huzur dolu bu bedenimdeki rahatlamayı şu mantıkla sizlere söyleyebilirim ki, o da;

    Huzur ve sorunsuz geçecek bir ömür için ölümden bir tas su için, derim :)

    Biraz geniş içerikli bir yazı oldu farkındayım ayrıca Tunç hocama da katılmaktayım… ve de bu yazıyı düşünüp zamanını ayırıp yazdıgı içinde ruhuna sağlık diliyorum.

    Mutlu kalın.

    Çirkin

  26. Ezgi Köroğlu

    Canlı ahlakında mutsuzluğun peşinden gitmek yaşamı anımsamaktır.Dümdüz bir yolda tümsekleri arar hep insan,çok daha farklı şeyler anımsamamız için.Okşayan elin macerası da budur işte!Ah bir de tekmelemeyi öğrense…

  27. Osman Aydın

    Karşımızdakinin bizim bir dediğimizi iki etmemesi, hep alttan alması, daha sık arayıp sorması sanırım bizde ?tamam, artık o benimdir? algısı yaratıyor. Ve biz insanoğlu sahip olduklarımızın değerini bilmiyor, hep sahip olamadığımızı istiyoruz.

    Yazının anafikri ya da benim çıkarttığım anafikir bu olmalı.

    Çok güzel bir yazı Tunç abi eminim okuyan herkes ben gibi kendini bulmuştur bu yazıda.

  28. esra

    bu durum bazen hoş bazen de na’hoş olabiliyor. bazıları fazlaca kendini kaptırdığından (misal ben:) istenilmemeyi kaçanı kovalamak olarak algılayabiliyor.

    kaçmak ve kovalamak iki kişinin de seviyor olduğu durumlarda mümkündür. ama biri yapışmış diğeri kurtulmak için uğraşıyorsa bu kaçanı kovalamak değildir.

    tüm sevenler, ne kadar severseniz sevin, sevilmediğinizi anladıysanız yolverin gitsin, hem kendi gururunuzu ayakta tutun, hem de karşıdakini bu yolla cezalandırın. unutmayın en büyük ihanet unutmaktır! ben unuttum kurtuldum!

  29. OLCAY DURMAZ

    bence doğru kaçan kovalanır ama hiç su açıdan düşündük mü bilmiyorum ama eğer seviyorsan kovalayacaksın, eğer istiyorsan kovalamak zorundasın, aynı bir çocuğun dordurmayı ailesine aldırmaya çalışırken ağlaması gibi, yani bir bebeğin annesinin memesini aglayarak istemesi.

    özün ve sözün kısası, kaçan diye bir şey yokdur herkes inandağı inancı doğrultusunda peşinden gitmesidir bana kalırsa.

  30. kirkdört

    Yazı da tespitler tam yerinde, yalnız kafama takılan ilk aşk mevzusu…

    Herhalde gerçek olan aşk, iki kişinin de birbirine aniden (şimşekler çakarak, çıfıt diye :) aşık olması, böyle kaçma kovalama türü duygular içgüdülerimizden kaynaklanıyor o zaman, aşık olduğumuzu sanıyoruz ama onu elde ettikten sonra aşk sandığımız duygu kayboluyor.

    Beni seven kişiyi soradan ben de sevdim, herhalde sevildiğini bilmenin hazzıyla ben de ona aşık oldum (sandım). Ancak ben onu sevdikten sonra, o beni tanıdıktan sonra, aşkının hikaye olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. O hayallerini sevmiş, ben sevilmeyi; birbirimizi hiç sevmemişiz biz, boşa geçen yıllarmış sadece yanmam gereken, alıp götürdükleri de cabası!

    “İlk görüşte aşk”ı beklemek gerek :)

  31. erdem

    sanırım benım yasadıklarımı anlatmıs duygularıma tercuman olmus
    tsk.

  32. Muge

    “Peki o zaman ne öğrendim bunca sene?

    İzin vermediğimiz kişilerin bizi üzemeyeceğine?” Bunu gerçekten başarabilseydin bu kadar güzel bir yazı çıkmazdı bence…

  33. Pingback: Biraz zaman geçsin, her şeyi unutacaksın? Biraz zaman geçsin, her şey seni unutacak… « Gece Yürüyüşü

  34. talha

    Benim bir zamanlar bir balıkadam arkadaşım
    vardı. Akşam üzeri denize zıpkınla girerdi. Vurduğu
    balıklarla üç kişi karnımızı doyurur, artanını bize balıkları
    pişiren lokantaya armağan ederdik. Bir gün bu balıkları
    nasıl vurduğunu sordum. Kaya diplerinde balık
    arar; balığı görünce zıpkının menziline girecek kadar
    balığa yaklaşır; balık uzaklaşacak olursa, ona arkasını
    döner; o zaman, balık merakından tekrar ona yaklaşarak
    zıpkın menziline girermiş. “Öbür balıkadamlar,
    kaçlıkça balığı kovalar, balık da kovalandıkça kaçar, bu
    yüzden başarısız olurlar” derdi. “Oysa, dönüp
    arkalarına baksalar. merakla peşlerinden gelen balık
    sürüsüvle karşılaşacaklar.”
    Alıntı (Cuk oturdu bnce)

  35. Bestami KAPLAN

    Ne diyeyim ki .. Tüm gerçekliği anlatan güzel bir yazı… Ve belki her insan hayatında bir defa yaşamıştır benzer şeyleri en azından.. Ama insanoğlu yaşaya yaşaya öğreniyor.. Belki intikam adına benzer hataları da yapıyor.. Ama dediğin gibi .. doğru insan da doğru kişi de ve gerçek duygularda bunların hiçbiri zerre kadar olmuyor.. Ne kaçan oluyor ne kovalayan….

    Ellerine Sağlık…

  36. Pingback: Beyn

  37. Okan TURNA

    KAÇMAK VE KOVALAMAK

    Evet ana hatları ile bakılırsa sadece bu. Eski sözlerle donatılmış bir kendine güvensizlik abidesi.

    – Olum çok yüz veriyosun biraz ağırdan al

    – Şekerim bu ne mıç mıç mıç, biraz kapris yap bak nasıl ayağının dibinden ayrılmıyor !!

    Bu bana bazı ilişkilerimi hatırlattı. 4s kuralını denedim ve denendim.

    Aslına bakarsanız işe yarıyor, ama neden ?

    Çünkü Türk toplum ve aile içi öteleme yasasına göre (şimdi uydurdum)

    1- Karşındakini haksız çıkarmak istiyosan saçlarının bozuk olduğunu söyle
    2- Bir tartışmada üsttü olmak istiyorsan tartışma karşındakinin haksız olduğu üzerine başlasın

    vs vs

    Bu yöntemlerle büyümüş gerçek değerini bilmeyen bir büyüme makinesinden çıkmış yeni modeller, kendi değerlerini karşılarındaki insanların üzüntülerinde ve çaresiz çırpınışlarında görürler.

    Düz mantık = Eğer benim için ağlıyorsa ve yaptıklarıma rağmen hala yanımdaysa ben gerçekten değerli biriyim ve öyle kalmalıyım

    2. adım = Dur şundan ayrılayım biraz peşimden koşsun yalvarsın!!!

    Biraz da karşı taraftaki hala ne olduğunu bulmaya çalışan krem peynir tadında arkadaşa bakalım.

    – 4s kuralındaki hangi bölümüm ben ?

    Bu vaziyette birini tanımlamak o kadar da kolay değil. İyi niyetli bir şekilde karşısındaki insanın değerli oldugu kabul edip öyle davranır. Yani iyi davranır….

    Ama sonun başlangını görmek ona değil, çünkü o kadar gözleri açılmamıştır ve açıldığında at gözlüklerim nerde? der gibi hemen pollyanna moduna girer.

    – Acaba ne yapsam da mutlu etsem?
    – Dur bir mesaj atayım da mutlu edeyim
    – Lan bu parayla nereye gidilir ki dur biraz borç alayım

    Gibi sürekli karışısındaki kleopatra’ya hizmet etmek ister.

    Ama benim akıllarınızda kalmasını istediğim şey şu:

    Başınıza hep kötü şeyler gelsin!! (kaza bela hariç)

    Gelsin ki gözünüz biraz da eteğin altını görsün. İnsanları tanıyın, daha da önemlisi eğer değerliyseniz bunu öğrenin.

    Kendinizi tanıyın en başta. Neyi hakedip neyi haketmediğinizi öğrenin. Karşınıza benzer biri çıktığında gömülmüş bir savaş baltanız olsun….

  38. kamile

    harika anlatmışşınız. ama acı da bitse insan aşkı mutlaka yaşamalı, doyasıya, tüm iniş ve çıkışlarıyla. bazen kaçan bazense kovalayan. acı verse bile güzel, yaşamaya değer…

  39. semra

    oysa, sayın fikir atölyesi sakinleri,
    oyun bittiği zaman şah da piyon da aynı kutuya atılır.
    derler ki, tek seçim saplantı, iki seçim çelişki, çok seçenekse özgürlüktür..
    ve yaşasın özgürlükkkk…

  40. ozanevren.com

    Kaçan kovalanır durumunun temelinde yatan olgu ?gizem? diye düşünüyorum. Farkındalıktan bağımsız olarak herkes hayatının bir döneminde kaçan ya da kovalanan rolüne bürünüyor. (Kendimden biliyorum!) Bu durumu bir belgesel lezzetinde özetleyebilirim:

    Kovalanan karakter her zaman bir süre sonra kovalayıcının zihninde ulaşılmaz bir kişi haline gelir. Süreç başladığında kovalaycıının zihni en basit haliyle insan psikolojisinin temel faktörlerinden biri olan ?bilinmeyene merak?ı tetikler. Bu merak genellikle ?hayranlık? yönlüdür. (Misal mirc ve icq yazışmaları dönemlerinde görmediğimiz ve tanımadığımz kişiler ile konuşurken karşı tarafta tuşlara tıklayan kişiyi Bired Pit ya da Ancelina Coli olarak algılayışımız buna örnektir.)

    Çöllerde bir aşağı bir yukarı kaçanın kovalayıcısı bitap düştüğünde kaçanın kaçma gizemi yavaş yavaş bitiyor demektir. Bu noktadan sonra bir rol değişimi yaşanır ve kovalayan kaçan, kaçan ise kovalayan rolünü oynamaya başlar. Doğanın dengesi budur ve devinim bu şekilde devam etmektedir.

    Vakti zamanında bir korku filminin prodüktörü film henüz hazırlanma aşamasında iken (yanlış hatırlamıyorsam Blairwitch idi) filminin kült mertebesine erişeceğinden emin olduğunu söylemişti (ulaştı mı bilmiyorum en azından gösterime girdiğinde ses getirmişti). Bu iddialı sözünün sebebini soranlara ?insanlara gösterebileceğimiz en korkunç şey zihinlerinde oluşturmuş oldukları korku imgesinin ta kendisidir, biz de bunu göstermeye çalıştık? demişti.

    Kaçan kovalanır durumu kişinin ?bundan sonra günü gününe iş yapacağım, diyet ve spor yapacağım? gibi asla uygulanmayanlar listesine dahil edildiğinde hiçbir sonuç alamadığı türden bir durumdur. Kovalanan olmak için karar alma mekanizması yeterli değildir. Bu süreç doğal bir şekilde işliyor ve hayatın akışı ile şekilleniyor. Yani benim gibi ?bundan sonra hayata karşı duruşum budur? diyen klişecilerdenseniz sürecin doğal olarak bitmesini beklemek durumundasınız.

  41. Osman Z. Ozmen

    Kedi ve iplik

    İplerle oynatırsın kediyi, yaklaştırırsın ipi, atlar kapmaya çalışır geri uzaklaştırırsın. Peşinde koşar ipliğin. Ama sen ipi bıraktığın an, iki üç pati atar. Sonra bırakıp gider. (Kedi ve İplik, Neil Strauss’un Oyun kitabından.)

    İnsanın çabucak elde etmek istediği şey onun çabucak elde edemeyeceği şeydir.

    Sevgide de elbette kartları açmak isteriz ama… hiç bir işe yaramaz. Zaman geçtikçe anlayan anlar, anlamayan silinip süpürür. Doğal seleksiyon.

    İpliği tutan kediyle nasıl oynuyorsa, işi bilen de karşıdakilerle oynar… ve elbette Tanrı da ‘kendine has kedi-iplik kuralıyla’ insanlarla oynar.

    Bir düşünün, üzülmeden öğrenseydiniz nasıl mutlu olunacağını, bir güzelliği kalır mıydı mutlu olmanın?

  42. ceylan

    Merhaba

    Ben çok uzun zamandan beri sitenizi takip ediyordum ama bi ara hiç yazılarınızı okumaya fırsatım olmadı. sitenizi yenilemişsiniz ben çok begendim şimdiki halini, belki çok olmuştur sitenizi yenliyeli ama ben şimdi girebildim ve güzel.

    yazınız güzeldi. hayatın çok farklı yüzleri var ben daha 22 yaşındayım ama bi insana değer veriyosunuz alıyosunuz onu hayatınızın merkezine yerleştiryosunuz sonra bu kadar değer verdiniz insan size ne deger veriyo ne sizi anıyo, siz ona biraz kötü davranın onu umrasamayın bu sefer peşinizde dolaşır ama bence çok saçma böyle oyunlar.

    zaten bi insanı seviyosunuz hayatta kısa yarının ne getirce belli değil biribirinizin kıymetini bilipde o güzel sevgiy paylaşmak ve anı değerlendirmek tense biz insanlar saçma sapan konuları sorun ederiz önemli olan karşındakinin kıymetini bilmek ile kötü bi olay olunca kıymet biliriz, iyi günler.

  43. talha

    Eğer bahsedilen naz ise çekilebilir. Hatta ara ara yapmak / çekmek eğlenceli olabilir. Ama istenmediğiniz bi durumda peşinden koşarsanız olacağınız yegane şey aptal aşık, hissedeceğiniz ise acı ve aşağılık duygusu.

  44. Adil Araboğlu

    Hani derler ya, hayatın gerçekleri. İşte öyle bir dokundurma yapmışsın.

    Ancak, bu dediklerin belli yaş aralığında oluşuyor. Bu duyguları ve davranışları olgunlaşan insan pek hissetmiyor.

    Dikkat çekmek istediğim nokta, öncelikle kişinin kendisini bu davranışlardan soyutlaması gerek, sonrasında zaten sizin gibi düşünen insanlarla bir araya gelebiliyorsunuz.

    Seveceksin, sevgini saklamayacaksın, ama sadece karşı cinsi değil, önce kendini sonra tüm canlıları.

  45. Nurettin Özdoğan

    Tunç Abi,

    Bu konu böyle mi güzel anlatılır. Çok ama çok klasik olacak ama “İçimdekilerin yazıya dönüşmüş hali bu yazı.”

    Bu konu hakkında çok konuşurduk hala da konuşuruz arkadaşlarla. Ama bu yazı o saatlerce konuşulanların en iyi özeti. Bu yüzden şimdi bu yazıyı print edip saklayacağım.

    Teşekkür ederim.
    NRT

  46. İlker İLGEN

    Selam Atölye sakinleri
    Bakıyorumda yorumları yazanları hemen hepsi erkek ve bu durumdan oldukça dertliler.
    Yorum yazan bir kaç bayan ise halinden memnun.

  47. Erkan Oğur

    Kaçanı kovalamayı bıraktığımdan beri çok mutluyum, huzurluyum herkese de tavsiye ederim…

    Ayrıca bir ara kovalandım ve benim kovaladıklarımın neden kaçtığını daha iyi anladım.. çok eğlenceli oluyormuş yahu..:)

    Sevgiyle kalın… Allah’a emanet olun…

  48. K. Aycan Saroğlu

    Aşk yükselmeye çalışan iki ruhun gökyüzünde aynı anda patlamasıydı…

    Justine; İskenderiye Dörtlüsü/Lawrence Durell

  49. Pingback: Aylak Adam… » Havadisler…

  50. Çağlayan Sevindik

    ” jeux d’enfants ”

    Bu filmi mutlaka izleyin arkadaşlar. Olay kaçma ya da kovalama değil. Olay oyun. Araya girmeyi başarmış bir oyun. Kaçan kıymetli ya da teslim olan aciz değil. Başlanmış bir oyunu bitirememe durumu sadece… Kaçan da bitiremiyor kovalayan da… Ve oyun hep ikisinin arasında…

    Aslında oyun taraflar istediği için de başlamıyor. Bazen bir cümle, bazen duygusal boşluk, bazen şımarıklık, bazen sadece alkol pimi çekiyor oyun başlıyor.

    Malesef ki başladıktan sonra bitmiyor, Kovalayan kaçanın cisminde artık daha ilahi bir beden arıyor. Kusursuzu istiyor ama kaçan insan ve her insan kadar kusur barındırıyor. Kaçan yakalanmak istiyor ama biliyor ki kovalayan yakaladığında tatmin olmayacak.

    Tavsiye isterseniz bence ne kaçan olun ne de kovalayan, düz olun. Ya da en azından oyunu başlatan olmayın. Kovalamayın ki kimse kusurlarını örtmek için kaçmasın. Sadece gözlerinin içine bakın o zaten anlayacaktır.

    Unutulmamalı ki insanlar güne “kapıma gelen aşığa kötü davranmalıyım.” diye başlamıyor. Nihayi hedef mutluluk, herkes bunu arıyor.

  51. hakan

    Belki Amerika keşfedilmedi bu yazıyla ama, hayatın farkında olan, gerçek! her insanın yaşadığı bir duygudur bu. Bir taraf için çok acı, bir taraf için inanılmaz tatminkar yaşandığı sanılır bu duygu çağlayanında… Hepimiz ‘bilirim bu duyguyu ben de yaşadım’ diyebiliriz. Doğaldır. Çünkü insan olmanın gerekliliği kaçmak… kovalamak….

    Umarın hayatınızda ne kaçan ne de kovalayan olursunuz. Duygu, ne kovalayan için acizlik ve eziklik, ne de kaçan için inanılmaz egodur. -Bunu yaşam öğretiyor.-

    Her zaman, sözle değil özle anlaşan, karşılaşılan, buluşulan, sarılan huzurlu beraberliklere…

  52. İlker Utlu

    Derinlemesine inen konuya, paralel bir geçiş yapmak istedim. Şu “bug” olayı:

    İnsanı insan yapan bu bug’lar aslında. İnsan yapmaktan da öte, yaşamı biraz daha kolay kılan belki de. Tamam, kabul! İyisi var, kötüsü de. Hatta duruma göre bile değişiyorlar.

    Örneğin insandaki en muhteşem bug; “unutma” bence. Evet insan unutabiliyor. Aranızda ilk aşkını unutamayan var mı? Ne çok acı çekmişsinizdir bittiğinde. Çok sevdiği birini kaybedip de unutamayan var mı? Hayat artık devam etmeyecekmiş gibi gelir ilk zamanlarda. Ya böyle bir bug olmasaydı? Her gün biraz daha küçülen, karanlık, penceresiz bir odada, zindan hayatı.. Yok yok, ben seviyorum unutmayı. Unutma bug’ını. Unutabilme yeteneğini.

    İkinci sevdiğim bug, odaklama yetersizliği. Aynı anda birbirinden farklı uzaklıklarda iki noktaya odaklayamazsınız gözlerinizi. Aynı durum zihinsel olarak da geçerli. İnsanoğlı win 3.1 öncesi bir sürüm kullanıyor. Multitasking olayı epey sınırlı. Ama bu beni bazı zamanlarda mutlu ediyor. Derler ki; 40 tilki dolanıyor, 40’ının da kuyruğu birbirine değmiyor. Teoride bu, pratikte olmuyor. En başarılımız yürürken sakız çiğneyebiliyor işte.

    Ve son olarak diğer bir favori bug’ım; genetik aksaklık. Evrim iyiyi kötüyü ayırt edemiyor, sadece doğaya uyum sağlıyor. Kimisi beyaz, kimisi siyah. Ama genler sormuyor; siyah mı olmak istersin beyaz mı? Sonra karşımıza Michael Jackson vakaları çıkıyor. İşin espirisi bir yana, halkının sol kolu bağlı olarak hayatlarını geçirdiği varsayılan bir köyde, birkaç milyon yıl sonra sol kolun işlevinin yitireceğine, küçüleceğine, hatta kaybolacağına dair teoriler var ortada.

    Bug’sız insan, komünist rejim gibidir. Teoride mükemmeldir, pratikte çöker…

  53. Erhan Erdogan

    Bir filmde erkeklerin avcı olduğu geçiyordu. Ben de bu yazı için Fikir Atölyesi bir kaç satır eklemek istedim. Sizler avcısınız, çok tehlikelisiniz insanlar! ; )

    Ey İnsanlar! Avcılar! Evet bizler avcıyız. Gökyüzünde maviliklerde süzülen o özgür keklik yere düştüğü anda farklı bir av arayacağız. Yere düşeni bir kez daha arzulamak yerine, etini sıyırıp, çöpünü köpeklere bırakacağız.!

  54. Sevinç Tatıcı

    yüzlerce kişi bir araya gelip sabahlara dek konuşsak da değiştiremeyip ancak tespit ettiğimizle kalacağımız mevzulardan.. yıllar sonra bizim çoktan gittiğimiz bir gelecekte de yine uzun uzadıya tartışılabilecek bir “insanlık durumu”.. bu durum tamamen ortadan kalkarsa.. yazılmayı bekleyen onca şarkı, beste, şiir, kitap nasıl yazılacak kuzum..

    bu arada: koyduğunuz yeni fotonuzun yazının ana fikri ile bir alakası var mıdır..
    yoksa artık sadece “kaçan” olmaya niyet etmiş bir adamın manifestosu mudur bu.

    zira foto, bir Fransız filminden seçilmiş herhangi bir kare kadar seksi..
    üstüne yeni bir hikaye yerleştilebilecek kadar bağımsız..
    bir o kadar da teknede sigara içen, ?en azından üst tarafı- ?çıplak cool adam” gibi görünmekte.
    benden söylemesi..

  55. ByDesigner

    İnsanlar davranışları ile değerlerini yansıtıyorlar. Bilincimiz o değerleri ölçüp farkında olmadan içsel bir tepki oluşturuyor, yargılıyoruz. Ucuz ya da pahalı…

    Kendinden ödün veren bir bayan öncelikle erkeğin iç sesini duyabilmelidir. O iç ses “Ben seni hak ediyorum”dur. Bunu bayana söylemesi değil, kendi kendine düşünmesi gerekir. Bu şekili bir problem yok.

    Fakat bayan sadece kendini sevdirmek için ödünler vermeye başlar ise, erkek hak etmediğini düşündüğü bu kolay sunulan ilgiyi “UCUZ” olarak nitelendirecektir.

    Yani bilinmesi gereken hediyeler, koşmalar, süprizler, sözler, fedakarlıklar size karşı ilgi duyulmasını sağlamaz. Ama sizin duyduğunuz ilgiyi arttır ve istediğiniz için değil, buna ihtiyacınız olduğunu düşündüğünüz için koşmaya devam edersiniz.

  56. Baris Unver

    Haftalardır, aylardır yaşadığım durumu yazmışsın, tebrik ederim. Yazının ardına wine77’nin yorumunu da katınca “İlkbaharımın Özeti” gibi bir yazım olacakmış gibi duruyor.

    Bir de ilk kez bir blog yazısında ağlayacak gibi oldum, ayıp ettin. Dördüncü paragraftan sonra başladı bu durum.

  57. Süleyman SÖNMEZ

    Aslında olay tamamen nevrotik bir durum. Erken çocukluk döneminde yaşanan bir travma. İstekleri yerine getirilmeyen ve ebeyne aşırı bağlı olan çocuk yoğun bir hayalkırıklığı ve ilgisizlik yaşıyor ve bunu ilerleyen yetişkin yaşlarında sürdürüyor.

    Bu tip aşıklar, aynı zamanda kontrolcü anne babaların ürünü de olabiliyor. Mesela bir işe girişirken onay almak isteği, sürekli onaylanmak – sevilmek isteği.

    Dışarıya dominant karakter çizenlerde ise durum “ele geçirilmesi gereken muhkem kale” sendromuna dönüşüyor. Yani Kadir Abi çizgisinde olan arkadaşlar için, kişi bir hedef bir ödüle dönüşüyor.

    Temel olarak baktığımızda duygusal olarak acı çekme isteğinin Freud’un ölme isteğiyle ve arzulanmak isteğinin de yaşama arzusuyla özdeşleştiğini görebiliriz.

    Karşı cinsi arzularken aslında geçmiş yaşantıda oluşturulmuş bir imge kovalanıyor. İşin en garip tarafı şu: Benlikteki bu “karşıcins imgesi” bizzat zihin içinde yaşatıldığı için kovalanan zihindeki bu imge oluyor.

    Yani hep söylenen herkesin içinde kadın ve erkek var imgesi hiçde yanlış değil. Eski bir efsane insanın ilk önce hermafrodit olduğunu ve elmayı yediğinde ikiye bölündüğünü dişi ve erkek oluştuğunu ve binlerce yıldır insanların diğer yarılarını aradığını anlatıyor.

    Bir elmanın iki yarısı gibi.
    Manyetik olarak bir mıknatısın veya gezegenin hatta karadeliğin çekim ufkuna girmek gibi.

    Böyle bir kaosa düşmüş insan için çıkış hiç kolay değil. Köle olma isteği, sonsuz yok olma isteği, her çeşit fedakarlığı yapıp sevgili için kendini törpüleme isteği, hatta ve hatta sırf o mutlu olsun diye düğününe gelinlik seçme isteği :) sanırım Türk toplumunda çok sık gördüğümüz bir Ümit Besen şarkısı gibi.

    Her zamanki gibi bizi düşündüren duygularımızı harekete geçiren bir yazı. Tebrikler Tunç :)

  58. wime77

    Buna inanmazdım. Seveni neden tekmeleyim derdim. Onu bir yere sığdıramazken neden onu iteyim? Sonra anladım ki ben değil o bunu yapıyor. Şunu anladım ki bunu yapan sizi sevmiyor. En azından bunları yapmaya başladığında başka birisi bile olabiliyor.

    Sonra siz tekmelendiğinizde biraz peşinden koşuyorsunuz. Affetmeye hazır ve nazır bir şekildesiniz. Bir süre böyle geçiyor. Sonra bırakıyorsunuz. Bırakırken de şunu düşünüyorsnuz. Onu seviyorsam ve o istemiyorsa ona sevgimden ve saygımdan bunu yapmamalıyım. Onu aramamalıyım.

    Aradan zaman geçiyor. Siz onu düşünüyorsunuz ama o bunu bilmiyor. İlk başlar öyle olduğunu düşünüyor. Sonra bakıyor ses seda yok sizi arıyor bir bahane bulup. Siz açmayınca ısrar etmiyor durumu belli etmemek için. Sizin merak etmenizi istiyor. Bakıyor aramıyorsnuz bir daha arıyor ve bir daha arıyor. Merak içinde kalıyorsunuz ama biliyorsunuz ki açtığınızda yine acı çekeceksiniz. Bir mesaj atıp “mesaj at” diyorsunuz ve o da yollamıyor..

    Ondan habersiz ona hitap ederken kullandığınız ve sizden başkası için komik sayılabilecek bir isimde blog açıyorsunuz. Onunla yaşadığınız tüm anıları şiirleri oraya yazıp içinizi döküyorsunuz.. Onun varlığında ve yokluğunda neler yaşadığınızı anlatıyorsunuz.

    Belki diyorsunuz belki bir gün o bloğu bulur ve yazılanları okur. Belki kendisinden bahsedildiğini bir satırda bulur.

  59. Muammer Okumuş

    Güne bu yazıyla başladım. Yaşadıklarımı düşündüm, yaşattıklarımı düşündüm ve şimdi yaşadığımı düşünüyorum.

    Şunu dedim: Kovaladım, kovalandım ve AŞK:D… sevgiler Tunç.

    not: blogumda ne zaman konuk yazar oluyorsun?:D

Düşünceni Paylaş!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir