Yaşadığımız toplumun bizden istedikleriyle ve hatta acımasız yaptırımlarıyla, beklentilerimiz hep yukarı çekilmeye, olmayan sorunlar da sorun olmaya başlamıyor mu?
Meğer bilinmeyen, açığa çıkmayı bekleyen ne çok arzularımız varmış bizim. Karmaşıklaşmaya başladıkça herşey, başlıyoruz ödünler de vermeye; en çok da basit olmaktan, basit yaşamaktan oluyor bu fedakarlıklar. Boğuluyoruz kendi yarattığımız sorunların içinde.
Sonra da düşüyoruz çözümün peşine, adına da “değişim” diyerek. O ilk halimizi, saf halimizi arıyoruz bilmeden. Yaşlandıkça öğreniyoruz tekrardan küçülmeyi. Mutlu oluyoruz becerebildiğimiz, özümüze dönebildiğimiz ölçüde.
Ahmet Altan‘ın son yazısı beni tetikleyen. Satırları arasında bir zafer sarhoşluğu gizli. Nelerin değiştiğini aramak yormuş onu. Mutluluğu ise neyin değişmediğini bulmasından. Onu “o” yapanı bulmuş belli ki. Bakın ne güzel sorguluyor kendini, ne güzel sorgulatıyor bizi bize:
“Daha dün delice sevdiğim kızı bugün sevmiyordum. Ben bendim. Sevdiğim kız, sevdiğim kızdı. Ama onun ismini yazmak artık beni heyecanlandırmıyordu.
İnsanın değiştiğini ilk kez böylesine açık bir biçimde o gün öğrendim. Ve, binlerce yıldan beri insanların ilgisini çeken “değişim” benim de ilgimi çekti. Neyin değiştiğini merak ettim.
Ne değişiyordu, niye değişiyordu, nasıl değişiyordu?
Uzun zaman bunu düşündüm. Kendime ve insanlara olan güvenim epeyce sarsıldı, şu andaki duygularımı bilsem de yarın ne hissedeceğimi bilmiyordum, kendi duygularım benim denetimimde değildi, bana haber vermeden değişebiliyorlar, ben duygularımın değiştiğini bir ismi yazarken öğreniyordum.
Değiştiğimi bile fark edemiyordum. Sanırım, Valery’nin “Ben sürekli değişiyorum, peki ben kimim” sorusunu o günlerde ezberledim.
Duyguları sürekli değişen milyarlarca insanın o kıpırtılı belirsizlik içinde mutluluğu nasıl yakalayabileceklerini merak etmek beni mutluluktan bile kuşkulandırır hale getirdi. Herkes değişiyordu. Yıllarca, “Ne değişiyor” sorusunu aklımda taşıyarak yaşadım.
“Kimse aynı nehirde iki kere yıkanamıyordu”, bütün duygular ruhumuzun eninde sonunda bizi terk edecek misafirleriydi, kendimizi tanıyamıyorduk, bunları anlamıştım. Ama bütün bu değişimlere, gelip giden duygulara, ruhumuzun öngörülemez salıntılarına rağmen gene de kendimiz olarak kalıyorduk.
Bizi biz yapan bu değişen duygular değildi, o zaman bizi biz yapan neydi? Değişmeyen bir şey olmalıydı. Yeni ve cevabı belki de daha zor bir soru buldum.
Bende değişmeyen nedir?
İnsanlara da öyle bakmaya başladım. Sende değişmeyen nedir? Bütün duyguların değiştiğinde, bugün sevdiğini yarın sevmediğinde, bugün ilgisiz olduğuna yarın tutulabildiğinde sende ne “değişmez” olarak kalıyor? Bütün bu değişimleri her şeye rağmen senin parçan olarak tutan o değişmeyen şey ne?
Değişimlerimiz hepimizi birbirimize benzer kılıyor. Farklılığı sağlayan, sanırım o değişmeyen parça. Hepimizde, parmak izi gibi bizi diğerlerinden ayıran değişmez bir özellik var, ne değişirse değişsin o değişmiyor. Ve, bizim kendimizi tanıyabilmemiz için içimizdeki o değişmez özü bulmamız, onu görmemiz, onun adını koymamız gerekiyor.
Kendimizi kendimizle yüz yüze bırakacak soru bu galiba. “Bende ne değişmiyor?” Tanımak istediğimiz birine soracağımız soru da bu herhalde. “Sende ne değişmez?”
Hepimizi kendi irademiz dışında güvenilmez kılan bu korkunç değişim depreminde sarılabileceğimiz, güvenebileceğimiz “büyük direk”, depreme dayanıklı olan o parçamız. Ama o “direğin” çevresinde öylesine kalabalık bir hareket, öylesine büyük bir değişim kasırgası var ki, gözlerimizi karartan bir kum fırtınası gibi bizi kendimize karşı körleştiren o hareketin içinde değişmeyeni görmek o kadar kolay değil. Üstelik hepimiz biraz öfkeyle, biraz şaşkınlıkla sadece kendimizdeki ve karşımızdaki değişimleri takip ederken, birden durup “değişmeyene” bakma, onu yakalama alışanlığımız da pek yok.
Aradığımızı, sandığımız kadar kolay bulamayacağız.
Duygularımız değişiyor, düşüncelerimiz değişiyor, zevklerimiz, isteklerimiz değişiyor, beklentilerimiz değişiyor. Ama değişmeyen bir şey var.
Galiba hayatla kurabileceğimiz en güvenli ilişki de o soruda saklı. Değişmeyen ne? Sende ne değişmiyor? On üç yaşımda öğrendiğim Valery’nin “Ben sürekli değişiyorum, ben kimim” sorusunun cevabını galiba öğrendim.
Sende ne değişmiyorsa, sen o’sun… “
Yorumlar 12
Merhaba…
Aylardır bu sorularla meşkulüm içim tıklım tıklım…
Tesadüfe hiç bir zaman inanmıyanlardan olarak yolda yürürken bana gülen bir çocuktan bile bir anlam yükleyen ben olarak herşeyin yaşantımda duygusal bir tetikleyicisi olduğunu düşünerek sizinde karşıma çıkmanızın bi anlamı olduğunu düşünüyorum şuan ve o halde hayatıma hoşgeldiniz diyorum :)
Sanırım tam zamanında karşılaştık
Bende değişmeyen ne?
Değişmicek olan ne?
Bu değişenler arasında gidip gelen gerçek büşra hangisi?
Alıyorum elime bi kağıt kalem ve başlıyorum yazmaya o an ki duygularımı tüm içtenlikle, açıklıkla yazıyorum ve aylar sonra bir tarih yazıyorum üzerine ve o gün açıyorum okuyorum değişen çok şey tek değişmeyen mutsuz olduğum halen…
Değişmeyeni bulduğumda dahil tatmin olamıyorum beynimdeki soruları durduramıyorum beynimi durdursam kalbim başlıyor sen bumusun?
Ne kadar kendindin şu hayatta diyorum ve bütün bu soruların yanıtının tek bir cevabı var hayatımızda hiçbir şey yolunda gitmediği halde inadına herşey olundaymış gibi davranmak yoksa değişen tabiki çok şey olucak ama değişenlerle mutlu olmalıyız hayat çok kısa çünkü …
Darmadağım gövdemizi çiçekli bahçeler arkasına gizlemek yerine vitrini değiştirmeliyiz bence …
Düşündüm de bende değişmeyen tek şey kendime bu soruyu sorduğumda hala bi cevap bulamıyor olmam =)
Evet bazı insanlar değişmekten çok korkuyor, belki akıllarının ucundan bile geçirmiyor ama mutlaka her insan az da olsa değişiyor sadece farkında değil…
Çok doğru bi söz aslında Sende ne değişmiyorsa sen o’sun…
Umarım bir gün hepimiz bu sorunun gerçek cevabını bulabiliriz…
Çok ilginç nokta. Düşünülmesi gereken bugüne kadar değişim rüzgarına kapılıp gidilmiş konu…
Bundan sonra düşünmeye başladım. Bakalım sonuç ne çıkacak.
Teşekkürler yazı için.
başlığı görür, görmez yazmak istedim,
sende ne değişmiyorsa sen o’sun.
bu doğru bir söz, şimdi yazıyı okuyacağım:)
Çok daha fazla yorum yapılmasını umduğum bu yazının, yorum kısmına gelince gerçekten çok şaşırdım. Sadece beş kişi ve buradan açıkça belli ki insanlar gerçekten kendilerini değiştirmek istemiyor, herkes kendinden memnun. Daha açıkçası kimsenin kendini değiştirmeye cesareti, diyemeyeceğim tahammülü yok. Herhangi bir konuda sanmıyorum ki “acaba bende miydi sorun”diye düşünsünler.
Etrafınızı iyi dinleyin çoğunlukla başkaları suçludur kimse “ben suçluyum” ya da ‘bende biraz abartmışım ya” demez. E bu durumda da görüyoruz ki insanların değişmeyen yönleri kendilerini oluşturuyorsa eğer (ki bence çok çok doğru bir tespit) demek ki çoğunluk, çoğunlukla değiştirmediği değiştirme ihtiyacı hissetmediği yönleriyle ben ben yine ben hep ben diyerek gayet mutlu mesut yaşayıp gidiyor. Demek ki insanlar kendilerini biliyor.
Çok enteresan.
Bir daha okuyun arkadaşlar.
(Sevgili Tunç iyi ki son yorumlar diye bir eklenti yapmışsın. Şimdi bu yorum nasılsa orada görünecek ve insanlar bu yazıyı yaklaşık 2 yıl sonra yeniden okuyup kim olduklarını değil, kimleri değiştirmeye çalıştıklarını ve neleri hala değiştiremediklerini düşünecek, ya olduğu gibi kabul edecek ya da çekip gidecek sonuçta, boşuna kürek çektiklerini anlayıp vazgeçecekler. Vazgeçmeyenler de olacaktır elbet. O da onların değişmeyen ya da değiştiremedikleri yönü.)
sevgiler
gülay.
Pingback: Anafikir.com » Değişimin sınırı olmalı mıdır?
Düşünüyorum o halde varım, yerine; değişiyorum o halde yokum!
Yazdığınız şeyleri okudum, gerçekten çok güzel ve gerçekten çok düşündürücü sözlerde bulunmuşsunuz.
Doğrudur her şey değişir, insanların tek kendileri değişmez bence…
Bence insan farkında olmadan bazı değişimler geçiriyorsa bu en kolay olanıdır. Yoksa bilinçli bir şekilde bir gayret sarfediyorsa işler çok daha zor ve bazen hiç mümkün olmuyor. Değişimi benimsemek lazım galiba…
Teşekkürler Selim…
Sohbetimiz esnasında söylediklerimi çok iyi özetlemişsin. Neden bu yazıyı yazdığım da daha net anlaşılıyor bu sayede. İşte o özet:
"Ben hergün değişiyorum, belki her saat. Ne kadarı kendi kontrolümde, ne kadarı değil; çoğunda farkında olmadan. Daha mutlu, daha huzurlu, daha uyumlu, daha başarılı, daha zengin, daha sevecen, daha, daha, daha….
Bilinçli olanlar "gelişim" adına. Gelişim için de "değişim" şart; kabul. Hatta değişimin kendisi değil mi bizi kalıplardan kurtaran; benim çocukken sahip olmadığım hastalıklı kalıplardan sıyrılmama destek veren.
Bilinçsiz olanlar ise çevremde olup bitenlerden, gördüklerimden, duyduklarımdan, hayat alanım içindeki kişilerin değişimine ayak uydurmalarımdan.. Yaşımla promosyon olarak gelenlerden.
Bu kadar çok değişiyor ve değiştiriliyorsak peki biz kimiz? Dün sevmediğini bugün seven Tunç'un hangisi gerçek Tunç. Şimdiki zamandan bir kesit alıp ona mı "işte bu benim" diyeceğim? Yarın ki Tunç bugünkünü tanımazsa ne olacak?
Peki ben daha iyisi için değişirken bende değişmeyen hiç birşey yok mu? Parmak izi gibi benle gelip benle gidecek olan. İşte benim de özüm orda saklı. 2 gündür çok yoğunum bunla.
Yoksa derdim gelişim adına değişme değil. Sorgula kendini; sen kimsin?"
Tunç bey, bu yazınızdan ve daha önce bu konu ile ilgili yapmış olduğumuz sohbetten hareketle bir şeyler karaladım. Belki ilginizi çeker; “Değişimin sınırı olmalı mıdır?“
son zamanlarda kendi iç dünyamda en çok sorguladığım konu buydu… Ve tesadüfe bak ki, bugün bu yazıyı okudum. Pek çoğumuz yaşamış olduğumuz (ya da yaşamak zorunda bırakıldığımız) bu hayatın yoğunluğu içinde bu tip sorgulamaları yapamayabiliyoruz. Ama bu tip yazılar içimizde can çekişen o saf halimize suni teneffüs yapmaya devam ediyor. eh, bize de bunları okumak ve sana teşekkür etmek düşüyor…