Konserin en güzel anı… Biz parmak uçlarında, önümüzdeki kafalardan sıyrılıp cep telefonu ile çekim yapma telaşındayız.
Hep tanışmak istediğimiz o kişinin yanındayız… Merak ettiğimiz bir şeyi sorup sohbet etmek yerine, biz resim çektirme derdindeyiz.
Muhabbetin en güzel yeri. Biz gelen sms’lere cevap yazıyoruz.
Yemeğin en lezzetli lokması. Biz cep telefonundaki bilmem ne uygulaması ile lokasyon bilgisi girme peşindeyiz.
Resim çekmekten gezdikleri yerin tadını çıkaramayan Japon turistlere benzemeye başladık!
Yahu beyin zaten en büyük kayıt aleti değil mi? Gördüklerini, duyduklarını alıyor o hafızaya. Sana bir anlam ifade edenleri de, zamanla daraltsa bile kayıt ettiği alanı, silmiyor.
O halde bir şeyi yaşarken neden bırakmıyorsun kendini o an’a. Kalması gereken kalır zaten! Kaçırdığın belki de nefesini kesecek bir an, farkında değilsin.
Çocuğumuzun doğumunu bile – dostlardan önce – internette paylaşma heyecanındayız. Bunun için öncesinden ‘teaser’ yapan anne ve babalar var: “ilk resimler, az sonra!” Gelen yorumları da tahmin ediyorsunuz: “ay ne şekerrr!”
Gelecek ‘yorum’ ve ‘beğendi’ sayıları, bir şeyin kendisini yaşamaktan daha değerli olabilir mi?
iPhone ve benzeri telefonlar; Facebook, Twitter, YouTube ve Friendfeed benzeri siteler… Hepsinin katkısı büyük bu işte. Hepsi “sen yeter ki paylaş” diyor…
Şimdi bir de foursquare var mesela. Basıyorsun cep telefonuna, senin nerede olduğunu tanıyor, bak ben de buradayım diye ‘check-in’ yapıyorsun. O sırada orada veya yakınlarda olan kişileri görüyorsun. Bir yere ne kadar çok gidersen de, seni oranın valisi yapıyorlar!
İnsan kimin ne yaptığından bu denli haberdar olunca, kendini kötü hissettiği de olabiliyor zaman zaman. “Yahu herkes bir yerlerde, bir de benim şu halime bak! Nasıl hayat bu?”
Bu işin yan etkilerinden birisi! Ve başkaları da var doğal olarak.
Eskilerin sadece yakınları ile paylaştığı (ve belki de işte bu yüzden ‘yakın’ olduğu) konuları, şimdilerde dünyayla paylaşmayı seviyoruz. Hatta yatak odasına kadar! [Gece bitmeden ‘etkinlik’ twitter’a düşmüş, adam da performansını orada yazılanlarla ölçüyor!]
Aynı salonda oturup birbirine msn’den yazan sevgililer yumağı olduk! Birlikte film izlerken bile bir gözümüz bilgisayarda. Hatta uyumadan önce aynı yatakta kucaklarda birer laptop var ve bu normal!
Klavye tuşlarına dokunmak ‘ten’e dokunmakla; monitöre bakmaksa gözün içine bakmakla yarışır olmuş. [Ayrıca gelecekte sevişirken birbirimize mi dokunacağız sanki?]
Paylaşmaya genel anlamda, hele ki karşı tarafa değer katan içeriğe lafım yok tabi ki. Ben de öyle veya böyle bir şeyler paylaşarak beslenen ve hatta mutlu olan bir adamım. Lafım “paylaşmak için” gezen, okuyan veya yiyip içenlere!
Paylaştıktan sonra gelecek reaksiyonları düşünmek, o anın şimdiden daha keyifli geçmesine mi neden oluyor?
Ucundan tuttuğumuz şu hayatın çoğu zaten ‘çevrimiçi‘ geçiyor; çevrimdışı olduğumuz o ender zamanlarda da ‘aniçi’ olabilsek… Yaşanılan yaşansa hakkıyla.
Yoksa tüm bunların altında, geçtim kalabalık içinde olmayı, “sevgili yanındayken bile yalnız olduğumuz” gerçeği mi yatıyor?
[audio:http://www.escapadehigh.com/Stuff/Myspace/Bohemian.MP3]
Yorumlar 38
Burası da bir paylaşım sitesidir ve yazınızda eleştirdiğiniz tutum aslında sizin için de geçerlidir. İlk amacınız paylaşım, ilk amacınız bişeyler duyurma merakı. Güzel güzel sitelerde , cici cici yorumlar. Renkli renkli yorumlar. Birbirini tanımayan insanların birbirini tatmin etme çabaları.
Bi derdiniz olsun, ben sizin varlığınızı hemen yanıbaşımda hissediyim. Kendinizle derdiniz olsun, hayatla derdiniz olsun, derdiniz büyük olsun, insan arayın, bırakın burda hikaye tadında yazılar yazmayı. Çünkü bu da show. Bebeğimin resimlerini az sonra paylaşıyorummmmm yazmaktan farklı, ama sadece biraz farklı.
yakında mezarlığın yanından geçerken mezar taşlarında “çevrimdışı” yazıldığını görürseniz şaşmayın :)
“Konserin en güzel anı? Biz parmak uçlarında, önümüzdeki kafalardan sıyrılıp cep telefonu ile çekim yapma telaşındayız.”
Aşağıda halimizi çok iyi anlatan, sizlerle de paylaşmak istediğim bir video var. Sevgili Tunç’un daha önceki yazılarından birinde bize tanıttığı Paul Potts‘un bir alışveriş merkezindeki sürpriz performansı…
Bir yanda birbirleriyle yarışırcasına çekim yapma telaşındakiler.. Diğer yanda performansı gözünü ayırmadan, içine çeke çeke izleyenler…
şimdi farkettim ki bir sitem bile yok:))
bi de farkettim ki “yahu herkes bir yerlerde, bir de benim şu halime bak! Nasıl hayat bu??”
aaaaa ben bu monotonluktan kurtulmak istiyorum yeterrrr!
hayattaki en değerli anlar, kimseye anlatmadan “aniçi” olduklarımız gerçekten de. çok güzel bir yazı olmuş.
tamamını kendimde göremesem de anlattıklarının hepsine şahit oldum. (Arkadaşlarım sag olsun!)
Böylesine güzel bir makaleye tam olarak ne denir bilemiyorum ama gerçekten işin ilmini bilen birisiniz, elinize sağlık tunç bey..
bağlanmak temel ihtiyacımız; değil mi ki insanla ünsiyet aynı kökten geliyor. ancak zamane insanının gerçek bağlanmaya giden yolları “narsistik” engellerle kesilmiş durumda. bağlanmak vermeyi göze almakttır; bağlı olmak ise narsistik arzularımızı doyuma ulaştırma çabası. Bunu Rainer Funk, “Ben ve Biz / Postmodern İnsanın Psikanalizi” kitabında çok güzel tarif eder. Çok güzel bir yazı. Herkese iyi muhabbetler
Harika bir bakış açısı, emeğinize sağlık çok iyi yazmışsınız.
nokta atışı bi tespit
tunç abi bunu çok düşünüyorum neyimi başkaları için, yaşanan hayatları ya da kendimizi bile başkası yaparak, kendimize bile show yapmayı italyada şu adaya gittim ya da özgürlük anıtının onunde fotografım war. bunlar show işleri ozgurluk anıtının karsısında hissedebiliyorsan neden yapıldıgını ya da hıssedebılıosan amerikanın bile show yaptıgını dunyaya bakın benım ozgurluk anıtım war dıe ozman tamamsındır, fotografa gerek yoktur we bu sosyal aglar sayesinde çığ gibi buyuyen davranışlar bunlar.
hangi yazı bılmıorm ama yine yorum yazmıştım burda senin başkaları da biseyler yazsın burası atolye olsun goruslerımızı paylasalım die bıraktıgın yorum kısmında bile kendimize sana digerlerine show yapmak için kendi dusuncelerimizi yazmıyoruz yazamıorz bu duzenın bı parcası olmusuz, keşke degisebilsek…
yukaridaki yorumu geri aldim- kafkanin bahsettigi “kalp atisi” degil “kalp cirpintisi/carpintisi” imis:-)
bunu istemeyiz tabii.
aklim su kafkanin kalp attislarina takildi! kalbin atmasi hele heyecandan, sevgiden ve yasiyor olmamizin kaniti olarak guzel birsey degil midir? begendiginiz birini gorunce kalp attislariniz hizlanmaz mi?
ama korkudan atiyorsa, bu iyi degildir tabii!
kafkanin bahsettigi sistemi bilmeyen ulkelerde yasayanlar sanirim kafkanin bu kavramini anlamakda gucluk cekebilirler. burokrasiden korku??? o da ne demek?
ayrica kafkayi anlasamda sunu aciklayamadim: burokratik sistem “robot” veya “nesne” nin kalp atisi olsun ister mi? evet belki de daha iyisini bilmedikleri icin olabilir.
Ama fotoğrafları hava atmak için çekmiyor muyuz? :D
Çok sade ve duru bir anlatım dinlendim desem yeridir.
Hayatımızı ne denli internete ayarladık.
ne kötü tamamiyle makineleştik :(
Evet Tunc ben de anlattıkların gibi bir insan olmaya basladim, tek farkim bunun farkinda olabilmem…
Herkes kendini ispatlama derdinde, kendini digerlerinden farkli olduguna ikna etme derdinde; belki de hava atma derdinde ya da buna benzer seyler…
Peki bu bize nasil ogretildi? Nasil boyle olduk?
.. kendime intAhir edesim geldi bir an.
askerden geldikten sonra, hayatımda ilk defa eskiden büyüklere sorduğumda aldığım “valla bir bok anlamadık bu hayattan geçti bitiyor işte” cevabı ve pekişen gözlemlerimi kendime yakın hissetmeye başladım. kendime götten alacağım ve şok etkise yapacak bir reset atmam lazım. yada tam tersi bu düğmeye rahatça ve en son sevgilimin yumuşak dudaklarında gezmiş işaret parmağımla hiç kasmadan basacağım.
Acı ve Gerçek. Kendini sınırlandıran bir toplum ve o toplumun sanal ortamda sosyalleşme çabaları.
Facebook’u en çok kullanan 3 . ülkeyiz (ne yazık). Madem dünya 3 günlük, o halde neden boşa harcıyorsun o 3 günü. (Kapatın Facebook’unuzu Fikir Atölyesi’ne geçin. En azından faydası olur, boşa geçmez 3 gününüz.)
“Facebook için eski sevgilim uygulaması yapılırsa kıyamet o zaman kopar diye düşünüyorum. Hımmm bunu bir düşüneyim.”
wime77 nin bu son lafını çok sevdim çok önemli birşeyi hatırlattı bana, teşekkürler wime77 :)
Bu hayatta bir yaratanlar, üretenler, düşünenler, geliştirenler var, bir de nasıl tüketeceğine şaşırmış tüketmeye zamanı yetişmeyen bir kesim var. Kişi için en büyük onur kaynağı üretici olmak olsa gerek…
İnsanlar paylaşım ihtiyaçlarını özel hayatlarını anlatarak yaşamaya ve kendilerini ıspatlamaya çalışıyorlar diye düşünüyorum. Sahip oldukları bilgi ve beceri sıradan birçok insanda olduğu için bunları paylaşamıyorlar.
Belki de birisinin “aa o öyle olmaz böyle olur şekerim bilgin olsun ” denip birisinin kendisinden üstün olma çabasından korkuyorlar da olabilir diye düşünüyorum.
Benim en yadırgadığım olayların başında özel günlerde çekilen o sevgi yumağı fotoların yayınlanması özelikle plajdaki mayolu fotolar.
Beni üzen ise anlamsız yere kaybedilen zaman deşifre edilen ve cümle alem önünde yaşanan sahte sevgiler, samimiyetszlikler.
Facebook için eski sevgilim uygulaması yapılırsa kıyamet o zaman kopar diye düşünüyorum. Hımmm bunu bir düşüneyim.
Güzel yazı, sağol tunç.
Ayrıca köşe yazılarımın bulunduğu siteme beklerim.
Ben de dahil olmak üzere, çoğu kişinin düşündüğü şeyler bunlar ama senden duyunca/okuyunca daha bir anlamlı oluyor.
BBG’ye gülüp MOBESE’ye kızarken nasıl bu hale geldi insanlık, anlayamadım :)
“fedakarlık” kelimesi biraz ağır kaçar mert, değil tabii ki :)
sonuçta eyleme elimde video ile katılacağımı önceden bildirmiş ve oraya bir ‘gazeteci edasıyla’ gitmiştim :) eğlenceli de oldu.
seviyorum fırsat buldakça çekim yapmayı ve bu montaj muzurluklarını!
bu arada mert’in bahsettiği ‘Sansüre Karşı’ biraz eylem, biraz yaramazlık! videosu şu:
http://www.facebook.com/video/video.php?v=472825249691
benden de (sözde) gazeteci bu kadar olur işte :D
anın tadını çıkarmanın, gördüklerimizi hafızamıza kaydetmemiz gerektiği hususunda size katılıyorum. yalnız şeyleri fotoğraflamak, anılarımızın silikleştiği sonraki dönemler için hatırlatıcı ve eğlenceli olabilir. onun tadı da başka. facebook’a koymalık değil de fotoğraf albümünde bakıp sohbet etmelik fotoğraflardan bahsediyorum.
Kalemine, pardon klavyene:) ve yuregine saglık!
Hayatta yaptığın herşeyde onay, destek, alkış, yorum, beğeni beklemek kadar acınası başka bir durum daha yoktur herhalde. Kendinden memnun olmayan kişilerin başkalarının ondan memnun oldugunu görmeye çalışması ve eksiklerini bu yolla geçiştirmeye çalışması çok kötü. İnsanın kendi aldığı haz kendini tatmin etmiyorsa başkalarından duyma ihtiyacı hissediyorsa malesef mutlu olması mumkun değil.
Bir de hakikaten paylaşım amaçlı kullananlar var. Uzakta olanlar, söyleyecek sözü olanlar, belli bir kitlesi olanlar, sadece internet yoluyla haberleşebilenler vesaire. sansursuzluk yuruyusu mesela ne güzel, kameraya çekilmeseymiş o an, biz bilemeyecektik :) bizim için yapılan bir fedakarlık diyebilir miyiz kamera elde katılınan yürüyüşe :)
hiç bir blog yazarıyla bu kadar aynı düşünce yapısına sahip olmamıştım, düşüncelerimi okumayı nası beceriyosun tunç :) :)
bahsettiğin gibi yaşadığı anları gösterme çabasından o anı doya doya yaşayamayanlar var.. hep bi telaş :) insanlar kendilerine ne saklıyolar merak ediyorum.. insan herkese bu kadar şeffaf olmamalı.. öyle bir zamandayız ki herkesle aynı şeyleri paylaşır hale geldik.. en samimi olduğun insan da, gerçek hayatta hiç görüşmediğin eski arkadaşın da aynı şeylerden haberdar haldeler.. farkları nerde?
olur olmadık yerde paylaşım çabasında olan insanlar sanırım yaşadığı ana kendi gözleriyle tanık olmalarıyla yetinemiyor, mutlaka başka başka gözler olmalı :) o gözleri hissetmeyi anı yaşamaktan daha çok seviyolar… napalım herkes mutlu olduğu şeyi yapsın :)
hocam mükemmel olmuş gene…
siz farklısınız farkı bilmiyorum ama farklısınız işte. ben asla makale okumam, sevmem ama sizi okuyorum.. bırakmak aklımın ucundan bile geçmiyor nedense. sadece okuyorum sadece okuyorum…
umarım böyle devam edersiniz… başarılar.
Çevrimiçi yaşamlar gitgide çoğalıyor..
yalnızlığın çaresi olarak görülen online yaşama bağlanma mücadelesi verenler… ya çevrim dışı kalsanız ne yaparsınız, düşündünüz mü?
?Paylaşmak için? gezen, okuyan veya yiyip içenlere!” Medeni görgüsüzlük.
Paylaşmak dediğin gibi beslemek değer katmak, senin bizlere dokunabildiğin gibi kelimelerle dokunmak.
Yalnızlığı “Bana Bir Şeyhler Oluyor” da güzel anlatmıştı:
“olduğumuz o ender zamanlarda da ?aniçi? olabilsek”
ne güzel yazmışsın Tunç.. ellerine sağlık..
bohemian rhapsody sahane!!
okudugum kadari ile bu sarkinin bir iki anlami var; her biri bir otekinden daha dramatik!
yalniz hissetmek ile isteyerek veya ihtiyacdan yalnizligi tercih etmek farkli.
ikinci tip yalnizligi sev ve zevkini cikar demisler:-)
Yüreğine sağlık Tunç ne güzel anlatmışsın makinaların hayatımızdaki yerini.
Asosyal bir toplum olmaya gidiyoruz, insan sesini unutur olduk. Dostca karşılıklı sohbetleri, bir içten ses yerine mesaj, özel diye bir şey kalmaması, çağın betonlaşması, yalnızlıkların teknolojiyle bütünleşmesi… En kötüsü de bu olsa gerek.
paylasilan sayisi arttikca, paylasilamayan buyuyor ustelik… “Virtuel” bir dunyanin insanlari olarak, cogumuzun adi-sani, bir goruntusu bile olmadan yasiyoruz cogu seyi birlikte… En yakinlarla bile paylasilamayanlar, duvarlara pano yapiliyor…
Benim en cok olmayan koylerde alinan evler, komsular, bahcede sebzeler yuregimi sizlatiyor… Cicekler sulaniyor olmayan sularla, balkondakiler kururken ustelik…
Bu kadar cok bilmek ve bilinmek istemiyorum aslinda… Kendime de bakmami sagladi bu yazi… Blogumda link verecegim izninizle… :-))
3 kelime ile; “anlatmak için yaşamak”.
En büyük felaket.
Sanki hayatımızı Facebook’a, oraya buraya onaylatma zorunluluğu gibi bir şey türedi… Facebook’a koymak için foto çekilip, foto çekmek için eğlenme numarası yapılıyor.
Ürkütücü sorular geliyor benim de aklıma; çok mu mutsuzuz acaba toptan, çok mu kayıp…
Güzel yazıydı Tunç, ellerine sağlık.
Harika bir yazı olmuş. İzninle kendi blogumda yayımlıyorum :)
Uzun zamandır aklımda olan bir konuda güzel bir yazı olmuş.
Jean-Jacques Rousseau’nun sevdiğim bir sözü var.
“Bir çok insan matematiğin yasalarını bilir ve güzel sanatların birçoğunda beceri sahibidir. Fakat çoğu insan yaşamı yöneten yasalarla, yaşama sanatı denilen o güç sanat hakkında az şey bilir. Bir insan uçak yapabilir ve onunla bütün dünyayı baştan başa dolaşabilir. Fakat nasıl mutlu, başarılı ve memnun olunacağını öğreten o basit sanatın tamamıyla cahilidir. Sanatları öğrenirken listenin en başına yaşama sanatını koymayı unutma.”
Yaşama sanatını paylaşma sanatına çevirmeyelim ve anı yaşayalım; paylaşınca kaç kişi tarafından tıklanacağını, beğenileceğini düşünmeden ;)
Bence de, budur:)