- Tek kişilik yatakta sevişmek artık aklına dahi gelmiyor.
- Buzdolabında bira ve koladan çok, yiyecek var.
- Yazın sabah saat 6:00 yattığın değil, uyandığın saat.
- Arkadaşların için “çıkıyor” veya “ayrılıyorlar” yerine; “evleniyorlar” veya “boşanıyorlar” demeye başladın.
- Kot pantalon ve kazak artık “ciddi giyimden” sayılmıyor.
- Evde yüksek sesle müzik dinlerken “komşular acaba ne der” demeye başladın.
- Evdeki kedi veya köpeğe “kalan artık” yemek yerine, veterinerden alınmış diet mamaları vermeye başladın.
- Kanepede uyumak artık sırtını ağrıtıyor. En son yerde uyuduğun zamanı hatırlamıyorsun bile.
- Ucuz şarap artık güzel gelmiyor.
- Akşam yemeği ve sinema, sevgilinle çıktığında yaptığın en önemli etkinlik.
- Eczaneye gitme nedenin prezervatif veya gebelik testinden çok, baş ağrısı ilacı veya vitamin almak.
- “Küçük Prens” kitabı; tekrar okuduğunda sana ilkinden daha farklı mesajlar veriyor.
- Bir arkadaşın hamile kaldığında “nasıl böyle bir salaklık yaparsın” demek yerine, tebrik etmeye başladın.
- Barlara girişte artık kimliğini sormuyorlar.
- Sabah karşı saat 3’te yenen tavuk kanatları rahatlatmak yerine, midene dokunur oldu.
- Anne ve babanın zevk aldığı şeylere (ve hatta söylediklerine) daha fazla “anlam vermeye” başladın.
- Toplum içinde ağlamak “yakışık almaz” diyorsun.
- Abi yerine amca, abla yerine teyze diyenler türemeye başladı.
- Herhangi bir şeyi yapmadan önce iki kere düşünmeye başladın.
- Hayal kurduğunu zannederken “plan” yaptığını farkediyorsun.
- Bugün yağmur yağabilir diye düşünerek şemsiye taşımaya başladın.
- Başkalarının senin hakkında ne düşündüğünü umursuyorsun.
- Karpuzu artık yarım ay gibi kabuğundan değil de, tabaktan yiyorsun.
- Uçuk hayaller yerine, güncel konuları veya geçmişteki anıları daha fazla konuşur oldun.
- Kendini, birilerine nasihat verirken buluyorsun.
- Kar yağınca dışarıda kartopu oynamak yerine, karı camdan seyretmeyi tercih ediyorsun.
- Etraftakilere “neden” veya “nasıl” sorularını daha az soruyorsun.
- Risk, denge, plan, kontrol, ayıp… Artık çok iyi bildiğin kavramlar.
- İçinden koşmak geliyor, ancak “acaba ne derler” deyip vazgeçiyorsun.
- Hemen her şeye daha az “şaşırır” oldun.
Kaçına “evet” dediniz bilmem, ancak bu sayı üç-beş’ten fazlaysa, siz “büyüdünüz.” Çocuk veya genç değilsiniz artık.
Ne mutlu! Ya da; “ne yazık!”
Yaşın ilerlemesi kaçınılmaz, bu doğru. Bunun “içimizdeki çocuğu” da beraberinde büyütmesi, hatta öldürmesi ise… Ne acı!
O; meraklı, sorgulayan, bilgiye aç, dürüst, açık sözlü, saf, sevmeyi bilen, önyargısız, oyuncu, eğlenceli, deli, kin tutmayan, yaratıcı, eğlenceli varlık…
Ancak pardon, hayat çok ciddiye alınması gereken bir şeydi değil mi? Herkes bizi sevecek, sayacaktı… Ben de “onların istedikleri gibi bir adam” olacaktım. Onlar için yaşayacaktım…
Pink Floyd’un “hey you” şarkısı çalıyor bunları karalarken… Defalarca dinliyorum. Basitçe bir tesadüf denmeyecek kadar etkiliyor beni. İçimdeki o deli çocuğa sesleniyor, “hey sen” diyor, hey sen….
hey sen,
dışarıda soğukta duran,
yalnızlaşan, yaşlanan,
beni hissedebiliyor musun?
hey sen,
koridorda ayakta duran,
kaşınan ayaklar ve kaybolan gülüşlerle,
beni hissedebiliyor musun?
hey sen,
ışığı gömmelerine izin verme,
savaşmadan pes etme.
hey sen,
orada kendi başına duran,
telefonun yanında çıplak oturan,
bana dokunur musun?
hey sen,
kulağı duvarda olan,
birinin seslenmesini bekleyen,
bana dokunur musun?
hey sen,
taşı taşımamda bana yardım eder misin?
kalbini aç, eve geliyorum.
bu sadece fanteziydi,
duvar çok yüksekti,
gördüğün gibi,
ne kadar çabalarsa çabalasın,
o özgür kalamadı,
ve solucanlar beynini yedi.
hey sen,
yolda ayakta duran,
hep sana söyleneni yapıyorsun,
bana yardım edebilir misin?
hey sen,
orada duvarın ötesinde olan,
holde şişeleri kıran,
bana yardım edebilir misin?
hey sen,
bana hiç umut olmadığını söyleme,
birlikte ayakta duruyoruz, ayrılırsak düşeriz.
Yorumlar 70
bütün yorumları henüz okumadım ama içimde bir his bu aşagıdaki şarkının konu ile alakalı olabileceğini söylüyor!!
belki de aradığımız şeyler büyümemize gerek kalmadan her zaman gözümüzün önünde olabilir mi? arayışlar, beklentiler, olgunlaşmak bunlar aslında sadece bizim dışımizda birisinin bizim için yaptığı planlar olmasin?
hala bulamiyorsak belki de her zaman sahip değil miydik?
evet bende fark ettimde ;
Hemen her şeye daha az ?şaşırır? oldum.
.herşeyi kanıksar bi yaşam içimdeyim.
aldatanlar,aglayanlar,yalancılar,beyfendi olmayanlar..hanım efendilikten bi haber olanlar,,
hastalıklar,saglıklar..renkler,renksizlikler,düşünenler,düşünmeyenler…
hiç bişi beni şaşırtmıyor…belki bi gün KIRMIZI KAR yagarsa şaşırırım….
hey sen,
taşı taşımamda bana yardım eder misin?
kalbini aç, eve geliyorum.
bu sadece fanteziydi,
duvar çok yüksekti,
gördüğün gibi,
ne kadar çabalarsa çabalasın,
o özgür kalamadı,
ve solucanlar beynini yedi.
yazık oluyor çocuklugumuza ve beyinlerimize… oysa saatler durmadan biz koşmayı bilirdik. şimdi saatler dursa da uyusak artık diyoruz.. hep yol yorgunuyuz.. ve velerimiz o kadar çogalmış ki… bazen biz kimdik neydik unutuyoruz…
”bana hiç umut olmadığını söyleme,
birlikte ayakta duruyoruz, ayrılırsak düşeriz”
süper. ayrılırsak düşeriz…
Gerçekten büyümüşüm Tunç Abi Sevgiler
hey sen ne kadar haklısın
umut olduğuna inanmak istiyorum ama o inadına yokum diyor sanki…
çok beğendim.yaşlanmak ve genç olamamak. umarım 77 yasındada hala yağmuru seviyor ve tek kişilik yatakta uyumayı seviyor olurum…
büyüdüm derim ama etrafımdakiler cocuk oldugumu söyler aldırmıyorum büyümüşüm…
Hayatımın son dönemlerinde kendime sorduğum bütün sorulara yanıt almış gibiyim. Yüreğine sağlık.
içinde yaşadığımız anlarda güzelliklerinin farkına varamadığımız, ama geride bıraktıkça bitmesin istediğimiz..
hepsi harika.
Pingback: Hey Sen! Bana Hiç Umut Olmadığını Söyleme? | Top 100 Blog
hey sen :) güzel paylaşım teşekkürler
Dun mutluyduk bugun de mutluyuz fakat baska kalplerdeyiz…
büyümek buysa; ben hep 20 kalmak istiyorum:))
Kimi maddelerde tereddüt etmiş ya da “Hayır” demiş olsam da birçoğuna “Evet” cevabını verdiğimi gördüm. Bu durum benim için ne ifade ediyordu? Büyümek miydi yoksa olgunlaşmak mı? Büyüyenler hiç çocukluk yapamaz mıydı? Ya da küçükler hiç olgun davranamaz mıydı?
Kimi zaman sadece çocuk olarak kalmayı istiyorum, kimi zaman olgun fikirler üreterek bozuk düzeni düzeltmek istiyorum.
Ama en çok istediğim, bir kalıba sıkıştırılmamak oluyor. “Sen çocuksun!” ya da “Sen artık büyüdün!” ifadeleri bu kalıplardan ikisi…
Dostlar tamam yas aldik,tamam eskisi gibi degil hicbir sey ama su maddelerin cogunu deneyemezmiyiz.evet evet olabilir.yas almak buyumek fiziki bir durum.iceride birseyler kalmali.bana bunlari dusundurdunuz ya.eyvallah
Ben de artık malesef Hey You dediklerindenim. Çok geç okusam da inanılmaz beğendim.
Pink floyd un çevirisi de daha da bir anlam katmış.
Eyvahhh! Ben de, ben de yaşlanmışı…
Evet yaşlanmış olabiliriz ama en azından gençlik gitti diye oflayı poflanıcağıma bu günün tadını çıkartıyorum bir 10 sene sonra plan yapacak halim bile kalmayabilir:))
ağlamak istiyorum.
hepsine hayır diyebilmek güzel:)
30 olmadan 40 a geçtim sanırım
Büyüdük koca adamlar olduk ama yine de içimizde her zaman küçükte olsa bir çocukluk kalmıştır.
Hey You ile bitirdin beni hocam…
Yazı güzel, Pink Floyd’un parçası da aynı şekilde. Teşekkürler düşündürdüğün için…
önceden her gece tatlı rüyalar diye mesajlar gelirdi telefonuma.. bazen sevgilimden bazen o çok sevdiğim arkadaşlarımdan. (ama şimdi yoklar tabi) şimdiyse rüyasız uykular, iyi dinlenmen için diye mesaj aldığım oluyor.. acep hayatın yorduğu çok mu belli oluyor? sizi bilmiyorum ama büyümek içimi acıtıyor. çünkü kaybetmiş hissediyorum, o bıcır bıcır halimi ben bile özlüyorum.
ama elimden bişi gelmiyor, eskisi gibi olamıyorum.yok yok bu yazı iyi gelmedi. çok güzel… ama…
Simdi kimin soyledigini hatirlayamadigim bir soz var…
Der ki;
“Hayati cok ciddye almayin nasil olsa canli cikamayacaksiniz”
Sonucta yaslanmak da, buyumek de hayatin bir parcasi…
“Hayır” diyorum, şu anda bilinçsizce. belki bir gün inatla.
23 yaşında tattım bin türlü tadı ama büyümeyeceğim. Ben ne zaman büyümeye karar versem tatsızlaştı dünya… Madem geçireceğim günler sınırlı, neden çalayım tadından??
Aklıma bu hikayeyi getirdiniz:
Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.
Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabii ki. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona,
– Şu karşıki dağlari görüyor musun, orada yaslı bir bilge yaşar, istersen ona git belki o sana aradiğın cevabi verebilir, demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş.. Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demis. Adam kabul etmiş.. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş. Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağ eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin.
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayip gelmiş. Bilge bakmış, evet demis kaşıkta yağ eksilmemiş. Peki bahçe nasildi(!) Adam şaşkın..
Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki…
Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş bilge… Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü… Geri geldiğinde bilge, adama bahçe nasıldı diye sormuş… Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış.
Bilge gülümsemiş, ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş:
– Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün, hayatın akıp gider sen farkına varamazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır.
“Hayatının anlamı senin bakışlarında gizli”
Hayat zaten suratına suratına çarparken, yani niye okursun ki bu yazıyı?
İçindeki çocuğu öldürme, falan filan… hikaye bunlar hikaye!
Zaman koşar adım geçerken, insan çocukluğunu paçasından sürükleyerek işkence etmektedir kendine. Ardımızda kalan çöplüktür, o çöplükte kalbimizden de bir parça kaldığından tırnaklarımıza takılmaktadır eşelerken.
senden başka ıssız adam yok olum :D
Tunç keşke bu yazıyı yazmasaydın çok insanı üzdün… (=
Daha üniversiteyi bitirmedim ben de GENÇ sayılabilirdim ama hayat bizi büyütmüş ve uyutmuş :s hayellerim plan değildi. İki majorete arabayla 5 saat aralıksız oynardım ilk bilgisayarım comedore64 ve kaset oyunuydu =) şimdi kaset bile satılmıyor =) Biz büyüdük, dünya hem değişti hem kirlendi :S
Ben de buna benzer birşeyler yazmıştım yeni yaşımı ve yeni yılı karşılarken.
Oradan bir maddede ben ekliyeyim.
Elektronik aletleri çözme yeteneği azalırken insanları çözme yeteneği artıyor.
“hey sen,
ışığıNI gömmelerine izin verme,
savaşmadan pes etme.”
okur musun?
http://simgesel.wordpress.com/2009/05/09/lutfen-su-cocuklariniza-sahip-cikin/
hayır hala gençliğimin en güzel zamanlarındayım… =]]
“Daha çok bilgelik kazanıyorum”,
“Tecrübelerimi benden küçüklere daha kolay aktarıyorum”,
“Beynim daha iyi algılılayıp, daha iyi analiz yapıyor”,
“Yüzümdeki çok hafif çizgiler, yüzüme anlam katıyor”,
“Saçlarımdaki beyaz bir kaç tel ölümü de hatırlatırken, artık daha az hırslanmayı, daha çok sevmem gerektiğini, kalp kırmamamı hatırlatıyor”,
“Ağır ağır çıkacaksın merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak […] Ahmet Haşim”
40 gun sonra okul bitiyor ve hayata atiliyorummm… Bu gun tum cevaplarim hayirdi ama 40 gun sonra evet demeye baslayacagim galiba… Ama bundan korkmamak gerek bence Hayat bu birileri yurumeye yeni ogrenirken bir baskasi destek almadan yuruyemez hale geliyor…
Diger taraftan hayir cevaplari artikca olgunlasmaya baslayacagiz.. belli bir yol almis olacagiz hayatta bir cok karaklari vermis olcagiz.. belki arkamiza yaslanma zamanimiz gelcek.. Daha sakin bir hayatimiz olacak ama bundan zevk alacagiz… Kisacasi hayir cevaplarimizin artmasindan korkmayalim….
ARC
L’ultimo bacio ya da ‘Son Öpücük’
Stefano Accorsi ve Giovanna Mezzogiorno’nun başrolünde olduğu harika ve benim özellikle çok etkilendiğim bir sahnesi olan 30’lu yaşlara basmayı anlatan çok keyifli bir film vardır… Imdb’de 7 puan almıştır ki, özellikle bu yaşlara yaklaşanlara kesinlikle öneririm… 2001 yapımı…
Neyse filmde Accorsi, güzel Giovanna ile evlenmek üzereyken, artık gençliğini geride bırakmanın sanrılarına kapılır, katıldığı bir arkadaş partisinde nefis bir 18’lik fıstık görür, her neyse sonra ilişkisi bozulur vesaire, sonra bir sürü şey olur… Ama bir süre sonra 18 yaşındaki gibi davranmanın onu mutlu etmediğini anlar, ama 30 yaşında gibi de davranmak istememektedir, gençliğini geride bıraktığından endişelenmektedir…
30 yaşın fiziksel gerçeğini yaşarken 18 yaşına yetişemdeğini, dahası o yaşta yapmayı sevdiği şeyleri aslında çok da sevmediğini fark eder… Giovanna’yı da kaybetmiştir, perişandır… O zaman kendi yaşlarındaki evlenmek üzere bir erkek arkadaşı bekarlığa veda gecesinde işte benim çok sevdiğim o şahane tespiti yapar:
“Artık sabahlara kadar eğlenmediğimi görünce ben de paniğe kapıldım. Sanki artık yaşamayacağımı, dahası hareket edemeyeceğimi düşünüyordum. Sonra fark ettim ki, hareket ediyorsun, sadece farklı bir şekilde hareket ediyorsun”…
Hayat ilerlemek zorunda bazen yana doğru genleşmek… Hormonların en zalim olduğu yıllarda, her şeyi ilk tattığın yılların büyüsünü asla yadsımıyorum, çok da özlüyorum, bazen… heyecanlandığın, ateylendiğin… aynı şeyleri tekrarlamak istiyor muyum? Hayır, çünkü onları biliyorum, artık başka masumiyetler, başka keşifler aramalıyım… belki de züğürt tesellisidir ama yaşamı geriye akıtmak mümkün değilse gayet de iyidir…
Bir yandan da herşeyin bir rüya olduğunu bilirsen, ki bence öyle, Edgar Allen Poe demiş ya, “yaşadığımız ne ki rüya içinde rüya” diye, gerçekten aslında gözümüzü kapadığımızda istediğimiz yerde istediğimiz anda istediğimiz rüyadayız, gerçek hiç olmadı ya da gerçek sadece bizim düşündüğümüz gibiydi…
Kaldı ki yaşamın belirsizlik ilkesi içinde bir an sonramızı bilemediğimiz bence en belirli gerçek… aldığımız her nefes bir armağan… Derler ki bu dünyada alacağımız nefes sayısı bellidir, o yüzden boşuna nefes tüketme demişler…
Yani o yüzden umut var elbette, her zaman.. Hem unutmamak gerek, Goethe en büyük eseri Faust’u yazdığında 82 yaşındaydı…
Ben kendime ne yapmaya başlamışım böyle!!!
Ne demek umut var mı? Var tabi :)
Pink Floyd bende severim. Onun birde show must go on diye bir parçası yok muydu?
Madem gösteri devam ediyor. Ben rolümü tamamlamadım. Perde kapanana kadar benim için umut var demektir.
Pink Marti’ni de severim ben. O da diyor ki “No problema”
Ben bu yorumu yazarken bende jason Mraz çalıyor.
Ses sonuna kadar açık ve bağırıyor. “Life is Wonderful”.
Dinlediğimiz müzik çok önemli aslında. Ben artık bana enerji veren şeylerle birlikte olmayı seviyorum. Ben kendimi mutluluğa programladım.
Test mi? Büyümüşüm. İyi de ben bunu biliyordum. :)
Benim için sorun yok ben istersem küçülebiliyorum. :)
Benim duvarlarım çok şeffaf, dilediğim zaman öteki tarafa geçebiliyorum..
O duvarları kalınlaştırıp üzerine sürekli tuğla ekleyenler bizler değil miyiz ?
Umudunuzun hiç bitmemesi dileklerimle..
Sevgilerimle…
bu teste göre büyümemişim ben.
hatırlattığın için teşekkürler :)
bir şeyler içelim mi?
off büyümüşüm ya… ama ama daha 30 bile olmadım ki….
Maddeleri okudum da.. Bunlar çocukluksa ben hiç çocuk olmamışım demek ki :) (:
yukardaki maddeler bana uymuyor. içimdeki çocuk hala aktif. 36 yaşındayım ve çocuğum var 8 yaşında diğeri yolda. neyse bizim kızla yaşadağımız bazı ufak tefek sıkıntılar için pedagoga gidiyoruz. pedagogun bana dediği şey “artık biraz büyüyün beyfendi” oldu :) napıyım ben?
büyüdük.. ama ben mutluyum. her yaşın güzelliği ayrı bence…
Sayılan maddelerin bir çoğu 30 yaş ve üstün de karşılaşılan ve gayet doğal olan süreçler. Sağlıkla, mutlulukla ve sevdiklerinle olgunlaşmakta diyebiliriz aslında.
Bence olgunlaştıkça içimizde ki çocuk ölmez, aksine yılların verdiği deneyim ile büyür. Bu kimine göre acı olarak nitelendirilse de, varoluşumuzun bir parçası.
Ben içimde büyüyen çocuğu seviyorum, ve evrenin bana bahşettiği her yaşı, getirileri ve götürüleri ile kabullenip, içime çektiğim her nefesin hazzını alıyorum.
dün yazdığım yazı ve o yazıya bugün aldığım tepkilerden sonra, mailime düşen bu yazı bana hiç iyi gelmedi..
Hayır hayır yüzbin kere hayır :D
Tüm Dr.Back up ile paylaşıldı efendim.. :)
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından
çok güzel yazı olmuş
Pingback: Hey Sen! Bana Hiç Umut Olmadığını Söyleme? | Sabuntozu.com
harika… okuduktan sonra gözlerim ekrana kilitlendi ve kalakaldım… yazık olmuş çocukluğumuza…
bence daha fazla yazık etmeden biraz umursamaz olabilmek lazım, biraz hayal kurmak lazım…
ciddi bir ilişkim var ve çoğu benim de başıma geliyor..
ben memnunum ama.. evrim geçirmek güzeldir :)
Hey dostum!
Şu kayadan yaşlı olamazsın
Üstünde bir kaç karınca ve bir sinek gezen
belki bin yıldır yağmurla gelen öyküleri dinleyen
Bu birkaç ağacın gölgesinde serinleyen
Dostum denizden daha yaşlı olamazsın
Hatta şu senin atalarına da can vermiş soluklardan
Taze havadan ve sudan.
Yok dostum yok!
Güneşten daha yaşlı olamazsın
Hiç olamazsın ateşten ve gökten.
Sadece eski olabilirsin
Benliğince eskitilen,
Görkemli şimdiyi,
hafıza toprağına gömen.
Dostum,
Sen yaşlı olamazsın, şu rengarenk yıldızlardan
şu aydan,
şu kayan göktaşından
Gel gelelim tümünden daha bitik geliyor gözlerin bana
Sanki saklambaç oynarken bir yere gizledin
sonra unuttun gittin çocukluğunu
İnan bana dostum sen yaşlı olamazsın…
Süleyman – 22 Mayıs 2009
19 yaşındayım 20ye girmekten korkmalı mıyım:D
yıkıldım kaldım köşemde, büyük hayal kırıklığı :) Bi insan hepsine mi evet der?
Tunç bu yazıyı kaldır lütfen..:)
Yok bu tesadüf değil. Floyd ve hayatın daha steril, daha kontrollü bir yer haline gelmesi üzerine kafa yormalar işte asıl bu çocuğun yavaştan çekilmeye başladığını hissetiğinde start alıyor..
Öyle 3-5 de değil, birçoğunda buldum kendimi. Tanılar bana yapılmışçasına okudum. Çok yerinde gerçekten. Bir o kadar da hüzünlü….
Melankoli havası için teşekkürler! :))
ne mutlu hala gencim, küçüğüm 24’ümdeyim :=) hayAtın tüm baskılarına rağmen.
bir yanım “evet” der, öte yanım “ne alakası var” der,
ben de iki yanım arasında gülümserim, sonra ne mi yaparım, elimden geleni…:))
ellerine sağlık.
Ne hale gelmişiz de haberimiz yokmuş!
maalesef büyüdük :(
ben birkaçına “evet” değil, birkaçına “hayır” diyebildim sadece..
ama içimde öyle büyük bir istek ve coşku var ki, en ufak bir gerçek el tutuşunda, hepsini hayır a çevirebilirim :)
Kendimizi başkalarının gözünden izliyoruz, değerlendiriyoruz. Kendimize kendi gözümüzle bakmaya bile korkuyoruz. Çocukken oyunun kurallarını bile biz koyardık artık var olan kurallara göre oynuyoruz.
Teşekkürler silkelediğin için!
tam 12’den vuruyorsun abi, ne diyim…
Biraz büyümüşüz..
Genç olmak ne güzelmiş (:
Pingback: Hey sen! | Teknolojinet
leziz yazı…
yukarıdakilerden 27 maddenin çıktısını alıp (9,14,21 numaralıları eledim zira. pahalı da olsa şarap güzel değildir bence, 15’imden beri kimlik soruyorlar ve şemsiyelerden nefret ederim), 70’ten önce yapılmaması gerekenler başlığı altında duvara asıyorum. korkutucu şeyler hakkaten.
yalnız, 12’ye kafam basmadı. nasıl bir mesaj anlaşılıyor olabilir?
Tunç abi sen ne yaptın öyle ya parçaladın burda beni :( Ancak ben saydığın maddeleri büyümek olarak değil de “içindeki çocuğu öldürmek” diye nitelendirdim.
Daha daha çok yazı yazmanı istediğimi de belirteyim de tam olsun! :D
Hocam “Pink Floyd” dinlediğini duymak ne kadar güzel…