20 Soruluk Söyleşiler‘de ilk konuğumuz gazeteci Yiğiter Uluğ.
1962’de Bursa’da doğup, İzmir’de büyüyüp, İstanbul’da gazetecilik yapan Yiğiter biraz kararsız, (kendi ifadesiyle) biraz maymun iştahlı, çokça da Yay burcundan olsa gerek, üniversite eğitimine İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’nde başlamasına rağmen Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji’yi bitirmiş.
Sohbetimizde; “Seyahat etmeyi, yeni kentler görmeyi, yeni insanlar tanımayı hep çok sevdim. Ne şanslıymışım ki, dileklerim kabul oldu; ilk gördüğümde aşık olduğum Barcelona şehrinde daha sonra bir yıl yaşadım. Çevirmenlik, dergi editörlüğü, gazetecilik, televizyonculuk yaptım, Basketbol Federasyonu’nda çalıştım. Ama galiba en çok yazmayı sevdim. Gençken spor hobimdi, sonra mesleğim (böylece yaşlansam da çocuk kalmayı başardım) oldu. Bana da hobi kalmadı.” diyor.
Bir yıl Barcelona Kulübü’nün basketbol şubesinde görev yapmış. Son dönemde daha çok Vatan Gazetesi‘ndeki spor yorumları ve NTV’deki canlı basketbol anlatımlarından takip ettiğimiz Yiğiter’in Hatice’ye saygılarını sunduğu “Netice kadar, oyun da önemlidir” dediği bir de kitabı var: “Hatice’ye Mektuplar.”
Galibiyet getiren güzel bir gol kadar “adam gibi verilen bir mücadeleden” ve sporcu ruhuna uygun bir jestten heyecan duymanın ne demek olduğunu anlattığı kitabında; kulüpleriyle, yöneticileriyle, medyasıyla Türkiye futbolundaki eğilimlere, vizyona, yapısal sorunlara ilişkin keyifli yorumlarını yazmış.
Daha fazlası için; resmi sitesi yigiterulug.com‘da bugüne kadar yayımlanan tüm yazılarını ve Mayıs 2005’de Hayatım Futbol aylık futbol dergisinde çıkan röpörtajı okumanızı öneririm.
Sadece futbol ve basketbol değil, hemen her konuda sohbetlerken çok şey öğrendiğiniz, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız, adam gibi adamların artık parmakla gösterildiği bu zamanda, medyadaki en keyifli, zarif ve samimi kişilerden biri Yiğiter Uluğ.
Görürseniz biryerlerde, durdurun ve konuşun. Emin olun o da sizle tanışmaktan, konuşmaktan keyif duyacak.
20 Soruluk Söyleşiler’imizde Yiğiter Uluğ’un verdiği cevaplar:
1. Herhangi bir kişinin en favori insanı mısın? Neden?
Galiba… Bana bunu hissettiren bazı insanlar tanıdım. İtiraf etmeliyim ki, bu durumdan rahatsız oldum. Hem nedenini çözemediğim için, hem de kendimi çok önemsemediğim için sanırım.
2. Şu anda yaptığın işin dışında (hayattaki tüm işler kanuni olsaydı) ne iş yapmak isterdin?
Yine bu işi yapmak isterdim. Şu anda yaptığım iş ve o işte geldiğim yer, kariyer planları yapmaya başladığım 20’li yaşlarımın başında aklımın kenarından bile geçmezdi. Olmak istediğimin ötesine geçtim yani… Hayranlık duyduğum onlarca insanla tanıştım, merak ettiğim pek çok kenti gördüm, herkesin heyecanla takip ettiği organizasyonların, spor olaylarının tam göbeğinde yer aldım. Daha ne olsun?
3. Yalan söylemenin sence uygun olduğu durumlar nelerdir? Beyaz yalan söyler misin, ne söylersin?
Yalanın hep iki kişilik bir günah olduğuna inandım. Bir söyleyen varsa, bir de söyleten vardır. Biri sizin ağzınızdan gerçeği duymaya tahammül edemiyorsa bazen mecburen yalan sokağına saparsınız. Yalanınız beyaz olduğunda kimse zarar görmez ama kimi gün de beyaz başlayan bir yalan morarır, kararır, hatta ortalığı kan gölüne bile çevirebilir.
4. En son “… özelliğinden dolayı senle gurur duyuyorum” lafını kime söyledin? Hangi özellikti o?
Uzun yıllar birlikte çalıştığım, daha doğrusu benim yanımda yetişen genç bir meslektaşıma ?senin çalışkanlığınla ve enerjinle gurur duyuyorum? dedim geçen hafta.
5. Aynı lafı en son sen ne zaman duydun? Hangi özelliğindi göklere çıkartılan?
Ben de çok yakın zamanda sevdiğim birinden duydum bu sözü. Ama gerekçesi bana kalsa daha iyi…
6. Yaşayamadığın için pişmanlık duyduğun ne var?
Babamı çok erken yaşta (45) kaybettim. Onunla ömrünün son beş senesinde pek az görüşebilmiştik. Galiba en büyük pişmanlığım bu… O yılları tekrar yaşayabilmek ve onunla arkadaş olabilmek isterdim.
7. Lisedeki takma adın neydi? Adını sevmiş miydin?
Kiti ve Kiki diyenler vardı. Çok hoşlanmazdım ama fazla da üzerinde durmazdım.
8. Bir okul yaptırsan adını ne koyarsın? Neden?
Kendi adımı koyardım herhalde. Herkes gibi benim de içimde geleceğe kalma saplantısı var!
9. Ulaşamadığın biri ile tanışıp sohbet etme olanağın olsaydı bu kim olurdu? Ondan neler öğrenmek isterdin?
Yönetmen Milos Forman’ın hayatını anlattığı kitabı okuduğumda çok etkilenmiştim. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda ortak nokta çoktu. Onunla tanışıp, uzun uzun sohbet etmeyi, hayata defalarca yeniden başlayacak enerjiyi nereden bulduğunu öğrenmek isterdim.
10. Yaptığı işte mutlu ve aynı zamanda başarılı olan birisini tanıyor musun? Onu örnek olarak alıyor musun?
Tanıdığım yabancı meslektaşlarımın 10’da 9’u yaptıkları işi çok seviyor. Bazıları çok başarılı. International Herald Tribune’de futbol yazan Rob Hughes’ün yazılarını senelerce büyük bir hayranlıkla takip ettim. 1999’da bir Barcelona-Real Madrid maçında şans eseri yan yana düştük ve tanıştık. O gün bugündür yazışırız. Hatta son olarak Şampiyon Kulüpler Finali için İstanbul’a geldiğinde benim evimde kaldı. Böylece uzun uzun sohbet etme şansı bulduk.
O zaman anladım ki, gazetecilik yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde çok çileli bir iş. Ne kadar başarılı olursanız olun, her an “aforoz edilme” tehlikesiyle karşı karşıyasınız çünkü insanların, özellikle de şan, şöhret, iktidar ve para sahibi olanların gerçekleri duymaya, eleştirilmeye tahammülü yok. Hughes’ü yazdığı her paragrafta insanı yakalayan büyük bir hikayeci olarak tanımlıyorum. Onun gibi yazabilmeyi çok isterdim.
11. Hiç kimsenin göremediği bir özelliğin var mı? Varsa neden bugüne kadar gizli kaldı?
Bilmem, yoktur herhalde… Herkesin gözü önünde olan, kendimi anlatmayı seven bir adamım. Başkalarının sırlarını saklarım da, bana ait şeyleri saklamayı pek beceremem.
12. Seni en çok ne kızdırıyor? Bu kızgınlıkla baş edebiliyor musun? Edemiyorsan, neden?
Bir yıl yurt dışında yaşayıp tekrar İstanbul?a döndükten sonra anladım ki, biz Türkler hayatı çok zorlaştıran, hem kendimize hem karşımızdakine zindan eden bir milletiz. Empati duygumuz, dayanışma geleneğimiz çok zayıf. Hani diyorlar ya, “Bu ülke yengeç sepeti gibi. İçimizden biri, biraz yükselecek olsa hemen ayağından çekiliveriyor.” Beni en çok kızdıran şey bu.
13. Bugüne kadar yaşadığın en büyük hayal kırıklığı ne? Tekrar yaşama ihtimalin var mı?
Evliliğin nasıl kendi kendini yiyip bitiren bir kurum olduğunu bildiğim halde, 37 yaşımda ikinci kez evlenmiş olmam. Umarım üçüncüsü olmaz.
14. Hangi markalar sinirlerini bozuyor? Neden?
Reklamlarıyla sinir uçlarımıza zımpara yapmadıkça, bütün markalara belli bir toleransım var.
15. Hangi markalara tutkunsun?
O kadar çok ki… Ama en ilginç olan, hayatımda hiç otomobil sahibi olmadığım ve direksiyona oturmayı sevmediğim halde Volkswagen’e bayılmam. Toureg hariç bütün modellerini (özellikle de Beetle’ı) seviyorum.
16. On sene sonraki hayatında bugünden farklı neler olacak?
Geride bıraktığım on yıla bakıp projeksiyon yapayım dedim ve olup bitenlerin listesini çıkarınca moralim bozuldu: Dört kez iş, beş kez ev değiştirmişim… “Kimbilir belki de dönmem” diyerek İspanya’ya gitmiş, geri gelmişim… Evlenip ayrılmışım… Bir kitabım yayınlanmış… Birkaç kitap dolusu yazı yazmışım… 25 kilo alıp, bütün saçlarımı beyazlatmışım… Sayamadığım kadar çok kazık yemişim (o kadar çok olmasa da benim attıklarım da vardır elbet)… Dostlar kazanıp, dostlar kaybetmişim…
Önümüzdeki on yıl bu kadar çalkantılı olmaz umarım.
17. Seni benzer yaştaki, benzer işi yapan, benzer konumdaki kişilerden farklı kılan ne var?
İşimi hala bir çocuk heyecanıyla seviyor olmam ve sadece işimi iyi yaparak ayakta kalabileceğimi düşünmem.
18. Yakın bir arkadaşın kanunsuz bir iş yapsa polisi arar mısın?
Polise başvurmadan önce onunla konuşurum mutlaka… Onu ikna etmeye çalışırım ya da ona beni ikna etme şansı veririm.
19. Hangi filmdeki hangi karakterin hayatının senin hayatın olmasını isterdin?
Ettore Scola filmlerinde, Marcello Mastroanni’nin oynadığı her karakteri kendime yakın hissettim. Bir tek “Saat Kaç?”ta onun oğlunu oynayan Massimo Troisi’nin yerinde olmak istemiştim. Ömrü boyunca birbirleriyle çatışmış iki kuşağın, oğul askere giderken yaptıkları uzun yolculuk. Hayatla hesaplaşma ve onu temize çekme olanağı… Filmi izlediğimde gençliğin ateşiyle dünyaya kafa tutmaya çalışan oğul bana yakın gelmişti. Ama belki de içten içe Marcello gibi bir babam olmasını istemişimdir.
20. Bir film yapmaya karar versen adı ve konusu ne olurdu?
“Osmanlı”nın Rockefeller’i?… Camondo ailesinin ve ona paralel olarak 1800’lerin başından 1900’lerin ortasına kadar hem Osmanlı’nın, hem Türkiye’nin, hem de Avrupa’nın hikayesini anlatan, paranın iktidarını sorgulayan bir film yapmayı isterdim. Bir zamanlar sınırsız bir güce ve servete sahip bu aile, adının devam etmesini bile sağlayamamış. Camondo’lardan kimse yok bugün hayatta. Son iki torunlarını Auschwitz’de kaybetmişler.
Yorumlar 3
Çok güzel söyleşi olmuş.
Yiğiter Uluğ gibi müstesna insanlar kolay yetişmiyor. Sadece bakmakla yetinmeyip görmeye de çalışan insanlar, ne mutlu onlara.
Ama unutmamak gerekir ki insanların başarısında sevdiği işi yapabilmenin çok büyük katkısı vardır. İnsanlar mutlu olduğu zaman yaratıcılıklarını daha iyi sergileyebiliyor, zaman zaman o konularda başarı anlamında devleşebiliyorlar. Ama bu fırsatı hayatta kaç kişi yakalıyor bakmak lazım.
Herkesin istediği işi yapabilmesi ve Yiğiter Uluğ gibi başarılı olması dileğiyle…
Çok güzel bir söyleşi olmuş. İnşallah bundan sonrakilerde Yiğiter bey gibi varlığını bildiğimiz, tanıdığımız ve takip ettiğimiz, ama medya da göz önünde olmadıklarından ve “kendilerini anlatmayı” sevmediklerinden, haklarında çokca bilgi sahibi olamadığımız ADAM GİBİ ADAMlarla olur.
Size, bize bu güzel söyleşiyi sunduğunuz için, Yiğiter beye de bu samimi cevapları için teşekkürler..
Üniversitede okuyan biri olarak belli yerlere gelmiş olan bu kişilerin daha önce kendilerine belki de hiç sorulmamış olan bu sorulara verdikleri net, her birinde farklı bulduğum, gerçek cevaplarını okumak hem eğlenceli hem de aynı soruları her seferinde kendime sormamı sağlıyor.
Bundan 10 yıl sonra Sn. Uluğ’un 2. soruya verdiği aynı cevabı verebilmek için şimdiden ne yapmalıyım diye düşünmüyor değilim açıkçası. Devamını bekliyorum 20 soruluk söyleşilerin…
Teşekkürler.