?Bilge dediğin hem fırlama olur, hem de puşt!? diye başlayıp, “Yemeğin tıkınmaya, sevişmenin düzüşmeye döndüğü bir çağda yaşıyoruz” ile devam eden Ahmet İnam yazı dizimizi üçüncü ve son bölümüyle tamamlayalım.
– Hesabi insan.
Hesabi insan, kendini aşma olanağının farkında olmayan insandır. Hesaplayamadığı hazinelerin farkında değildir. İnsan olmasını gerçekleştiremeyen bir varlıktır. Bir anlamda hesabi insan, insanın yüz karasıdır. Ama hesap, yaşamaktan korkan insanlar için çok büyük bir güvence. Çünkü kendinizi aşabilmeniz, ‘hayat bu kadar değil’ demekle olanaklı. ‘Peki ne kadar’ dediğiniz zaman serüvene girmeniz gerekir. Yani artık keşfedilmemiş ülkelere, yelken açılmamış denizlere gideceksiniz. Ama orada büyük fırtınalar, büyük canavarlar karşınıza çıkabilir ve yok olabilirsiniz.
İşte insan kendini güvence altına almaya çalıştığı anda hesap yapıp, kendi kendini tüketmeye başlıyor. Bunu ikili insan ilişkilerinde de görüyorsunuz. Dostlukların ve aşkın yaşanamamasının ardında da böyle küçük hesaplar yatıyor.
‘Yoldan çıkmışlar, çıktıkları için çoktan varmışlar’ diyorsunuz. Yola çıkmak için günlerce hazırlanamayanlara, ya yoldan çıkarsam korkusuyla yolculuk yapamayanlara ne diyeceksiniz?
– İçimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye, içimizdeki insanlığı da bastırmışız.
Yalnız kaldığım zaman, genellikle gece ikiyle dört arasında mutlu olurum. Televizyonu açarım ama seyretmem. Sesini dinlerim, duvarlara bakıp öyle düşünürüm, belki yazasım gelir bir şeyler karalarım. Uykum gelince, ‘bu dünya düzelmez arkadaş’ deyip yatarım. ‘Bugün de kurtaramadık dünyayı ne yapalım’ derim!
Hesabi duruş, mutluluğu öldüren şeydir. Örneğin Nietzsche, hayatı boyunca bunu anlattı. Ama Nietzsche?yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara sopayla girişmek istiyorum bazen. Adam demiş ki, ben bir enerji kaynağıyım. Benim insan gibi insan olabilmem, içimdekilerin olabildiğince bastırılmadan ortaya çıkabilmesidir. Oysa yaşam buna izin vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kalıyoruz. Gerçi Freud medeniyetin temelinin bu olduğunu söylemiş.
Biz de içimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye, içimizdeki insanlığı da bastırmışız. Hâlâ içimizdeki erotik enerjiyle ilişkimizde sakatlık var. Erotik yanımız ortaya çıktıktan sonra ayıp bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Onun için vatan millet sakarya, ilim aşkı, sanki hiç eros yokmuş gibi davranıyoruz, dava adamı kalıbına sığınıyoruz.
İşte bütün bu kalıpların dışında felsefe; çözüm arayanların değil, soru soranların yeridir, şeytanla muhabbettir. Ne zaman ki şeytan sizi alt eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız.
– Sevmek bilgelik gerektirir.
Felsefe dediğimiz çaba, sevgi ve o sevgiyle yaşanan bilgece bir yaşamı gerektiriyor. Bilgece yaşanan bir yaşam, yalnızca bilgiyle yaşanan bir yaşam değildir. Bilgiyi özümseyerek, içselleştirerek, bilgiyle mutlu olmaya çabalayarak yaşanan bir yaşamdır. Bunu anlayabilmek için “sevginin bilgeliğini” anlamak gerekir.
Sevmenin büyük bir bilgelik gerektirdiğini düşünüyorum. Herkesin birbirinden kolayca nefret ettiği, tiksindiği bir dünya düşünün. Bunu bireyler arasındaki ikili ilişkilerden tutun da, uluslararası ilişkilerdeki ‘ben seni yerim, sen beni yersin’ gibi Hobbesçu bir dünya düzenini içinde düşünün. Sevmenin anlamı büyük ölçüde kaybolmuş…
Elbette bu dünyada bilge insanlar var ama bilge toplumlar, kültürler yok. Oysa bilge kültür ve toplumlara ihtiyacımız var. Maalesef toplumlararası ilişkiler çok acımasızca, çok hesabi ve insana yakışmayacak düzeyde birbirinin kuyusunu kazma ve birbirini bir tehdit olarak görme doğrultusunda yürütülüyor.
– Vefalı insan olmak zor zanaat.
Vefa öncelikle sevgi kokar. Vefasız sevgi vardır ama sevgisiz vefa yoktur.
Vefalı insan ‘söz veren’ insandır. Seven ve sevgiyle bağlanma sözü veren insan. Söz veren ve sözünü tutan insan. Vefalı insan sevgiyle söz verip, sevgiyle bağlanıp, bu bağlılığını sürdüren insandır. Neden bağlanır? Sevdiğine karşı sorumludur da ondan.
Vefada sebat var. Kararlılık, direnme ve sabır var. Vefa, sevginin sınanıp başarılı olduğunu duyurur bize kokusuyla. Vefa bir eylemle sürer. Yetişiriz sevdiğimize. Kısaca vefa, sevginin dirençli bir bağlanma ile sevilene yetişmesidir. Onda; sevgi, karar, kararlılık, eylem boyutları vardır. Elbette anlayış, vefanın pınarındadır.
Böyle bir çözümleme ile bakılınca vefanın ne denli zor gerçekleşir olduğunu görüyoruz. Vefalı insan olmak zor zanaat. Yaşadığımız çağda vefa oldukça eskimiş ve anlamını yitirmiş bir kavram olarak görünüyor. Derin duygularla yoğrulmuş, kendimizi adamaya hazır olduğumuz ve iç dünyamızın zenginliği içinde yaşayabileceğimiz sevgiler azaldı. Sevmenin güzel insan olma ile ilgili bir çaba, bir başarı yolculuğu olduğu unutuluyor. Sevgiyi yaşamaya çabalayanlar onun bir vefa sokağından geçtiğini de bilirler.
Paylaşmalarla yaşanır sevgi. Etkileşimlerle. Tam da o paylaşmaların orta yerinde birbirine karşılıklı güvenin, anlayışın, dostluğun bulunduğunu görürüz. Anlarız: Sevgiye, sevdiğime, dostuma sorumluyum. Sevgideki sorumluluk yolunu tuttuk mu, vefa meydanına varırız. O meydan vefa kokar. Bu koku hem yaşama sevinci verir bize, hem de borcumuzu hatırlatır.
Seviyorsak, yaşam enerjisini almada bir ayrıcalığımız var demektir. Bu ayrıcalığımızı hayata yeniden ödemek zorundayızdır. Seviyorum, demek ki borçluyum. Demek ki, bana bu sevgiyi olanaklı kılan hayata vermem gerekenler var. Yılmadan. Korkmadan. Yan çizmeden. Kaçmadan.
– Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir aşk!
Aşkta benim teorim şu; aşk doğuştan hormonlarla ilgilidir ama aynı zamanda kazanılması, edinilmesi gereken de bir şeydir. Emek ister. Hormonu iyi salgılayan aşık olduğunu sanabilir, çıldırabilir, azabilir ama aşk ayrı bir şey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk. Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir.
Diyelim ki kızın birini görüyorum, içime bir ateş düşüyor ve aşık oluyorum. Yok öyle yağma, böyle beleş bir şey olabilir mi? Ateş düştükten sonra ne halt yediğine bağlı olarak aşk olur ya da olmaz. Ateş düştükten sonra o ateşi düşüren kişiye gidip onu söndüreyim hemen diyorsan, orada aşk yoktur. Ama aşk düştüğünde; kendimizi, hayatı, yaşadığımız kültürü anlamaya ve dönüştürmeye çalışıyorsak, işte aşk odur. Bize insan olduğumuzu hatırlatır ve büyük bir sorumluluk yükler.
Aşık olduğum zaman aklıma şu gelmeli; aşığım, demek ki yapacak çok iş var. Yani sevgilimle pastanede buluşacağım veya bir arkadaşın evine gidip yiyişeceğiz? Bu da yapılmalı tabi de, yalnız bunu yapıyorsanız aşk falan yoktur. Yani burada, arkadaşın evine gittik, yiyiştik. Aşka giriş bile yok, burada yiyiş var. Yani aşk, o yemekten aldığımız enerjiyle bir yere bir ağaç dikebiliyorsak, bir insana yardım edebiliyorsak, farklı kitaplar okuyabiliyorsak ancak o zaman gereğini yerine getirdiğimiz şeydir.
Aşk eşittir sevgili değil! İki kişilik de değil, çok kişiliktir aşk. Bütün dünyayı düşman belleyip, Leyla?yı sevmek değildir. Leyla?da bütün insanlığı sevmektir.
——– o ——–
‘Ahmet İnam’ yazı dizimizin ilk iki yazısı ise şunlar:
– ?Bilge dediğin hem fırlama olur, hem de puşt!?
– “Yemeğin tıkınmaya, sevişmenin düzüşmeye döndüğü bir çağda yaşıyoruz”
Yorumlar 12
7’den 70’e herkes bu şirin, fırlama bilgeyi okumalı. Önce gözü açılır sonra gönlü Biraz daha derin okur ise beyni..!
yazılarınızı takip ediyorum. Hepsi birbirinden güzel teşekkürler.
Evet o benim. Çıkacağım yol 10 km bile olsa, toplam 6 tane yol ayrımı varsa 2üzeri 6 ( 64) adet farklı yer var varabileceğim. Kaçı iyi kaçı kötü, ya istemediğim bi yerde bulursam kendimi gibi sorularda kaybolmak üzereyken, amaaan otur oturduğun yerde diyerek emniyete alırım kendimi. Sevmiyorum bunu, ama kaybedebileceğim şeylerden korkuyorum. onları tekrar kazanmak için harcayacağım zaman büyüyor gözümde.. Tersi bir insan olmak için okuyorum dinliyorum elimden geleni yapıyorum ama bi hevesten öteye gitmiyor. Bana yardımcı olabilir misiniz Tunç bey :(
Bakıyorum da , Aşk denilen melet artık insanların kalbinde değil kafasında yaşanılır olmuş. Aşk istediğimiz zaman istediğimiz kişiye aşık olmak değildir eğer böyle olsaydı Aşkın o sürükleyip götürdüğü o bilinmeyen hikayesi hiç olur muydu ?
bakıyorum etrafıma çakma karizmalar, dangır dungurlar, hıyara hakaret hıyarlar, para erkekleri, jigolo bozuntuları, boynuzlama makinaları, denyolar, psikopatlar, dünyaya şeyinin üstünden bakanlar, kendilerini dünyanın merkezi sananlar, kadına mal muamelesi yapan iki yüzlüler (anasının kadın olduğunu bilmezler) sevmeyi sex sanan beygirler, vs vs saymakla bitmez bilimum danalar, dünya sizin dünyanız bakıyorum etrafıma kadınlar hep bu tiplerden lafta kaçarlar ama bu tiplerin mabadına yapışırlar severler hatta saygı (yalakalık) gösterirler.
sen her kazandığın kuruşun evine nasıl en çabuk ulaşacağını düşünürsün evde eşit söz hakkına inanırsın çocukluğunda dayak manyağı olmuş bir kadınla evlisindir aman çok çekmiş bari benimle yaşamasın diye bazen çıldırdığın zamanlarda bile dişini kırasın sıkmaktan (bir tane bile çürük yok 4 kırk var) en nefret ettiğin şey yüksek sestir dayak düşünülemez (8 yıl taekwon do yaptım antrönörlük dahil) bile sabah programlarından beslenen karın iş bilmez sana akıl verir yol bilmez tarif verir.
Ne ister bu kadınlar froyd çözememiş garban ben neyleyim bi daha evlenirsem psikolog bir kadınla evlenmek istiyorum belki o beni anlar, anlamazsa kapatacağım kadın sevmesini sevmeden devam edeceğim ya da üstte yazdığım denyo kalıbına gireceğim (elimden gelir) o tipleri kadınlar tutuyorlar kardeşim karını kendi yatağında boynuzla yakalanınca da sen sanmıştım de inan karın yapışır sana, bir tanıdığım yaptı benden çok seviliyor sayılıyor deveye diken hesabı.
benimki ne filozofluk ne çok bilmek bilseydim mutlu olurdum zaten benimki sadece içini dökmek. yine de kadınlar güzeldir ve onlarsız yaşam olmaz hak eden hak edildiği kadar sevilsin ben de hak edildiğim kadar sevileyim sadece hakkımı istiyorum kardeşim.
Ahmet İnam ı önce tv de seyrettim sonra hemen kitaplarını aldım. Nerede konuşuyor ise dinledim. Burada A. İnam’ın söyleşisi olması bu blogun benim gözümdeki seviyesini iyice yükselti…
7’den 70’e herkes bu şirin, fırlama bilgeyi okumalı. Önce gözü açılır sonra gönlü Biraz daha derin okur ise beyni..!
TEKNOLOJİ BENİM NEYİM OLUYOR-ODTÜ yayını, sayfa 113’ten bir alıntı ile bitireyim sözlerimi:
“MUTLULUK bir yaşam boyu aklını kullanarak, tanrılara uyarak yaşamaktan doğar (der ARİSTOTOLES ). Yalnızlıkla elde edilme, başklarıyla birlikte, dostlarla birlikte yaşanır; çünkü dostum bir başka benimdir; bir diğer kendimdir. BOŞ ZAMANI OLANLARIN DÜŞÜNECEK, düşünmek için düşünecek, kaygısızlığın kaygısını duyacak, yer çekiminin kavgasını, hırgürünü, didişmesini ortadan kaldıracak ve gök çekimine kapılabilecek zamanı olanların işidir felsefe, düşünmek için düşünme…”
O bizim ARİSTOMUZ, tam zamanın ruhunu yansıyor, oku, okut, dinle, dinlet…. Uyan be kardeşim, çünkü AHMET İNAM “BATI KÜLTÜRÜNÜN KÖKLERİNDE, TEKNİĞİN NE DENLİ ÖNEMLİ OLDUĞUNU, HEMEN HEMEN KÜLTÜRÜN KENDİSİ OLDUĞUNU ANLADIM ” diyen batıyı en iyi anlamış bir felsefe mühendisidir.
Gecenin bu saatinde benim gibi çalışan beyinler ve böyle güzel bir yürek olması beni haftaya daha bi umut dolu başlatıcak… yüreğinize ve kaleminize sağlık…
benim tespitim de şu ki; hıyar heriflerin işi değildir aşk elbette ama göz alabildiğine salatalık tarlası görüyorum… inşallah gözlerim bu hıyarların arasından adam gibi adamı seçer göçüp gitmeden…
”…Çünkü kendinizi aşabilmeniz, ?hayat bu kadar değil? demekle olanaklı. ?Peki ne kadar? dediğiniz zaman serüvene girmeniz gerekir.”
Bermuda şeytanında yaşıyoruz, ev-iş-alışveriş; giderek darlaşıyor üçgen…
Yaratıcılık bi yana dursun alışkanlıklardan oluşan bir aşk çabası!
Sonunda yutacak! evet, o hesabi insan buhranına katılmış olacağım…
Ben sadece insan olmak istiyorum!!!
insanlar aşık olduklarında karşılarındaki şahısları satın aldıklarını sanıyorlar.. sadece ona hizmet edeceksin, kuralları uygulayacaksın, nefes alamayacak aldırmayacaksın yanlız..
sen onun buyumesı ıcın karar alırsın cevre faktorlerını göz önünde bulundurarak o sanar ki kısıtlama.. sen artık tamam oldu, büyümeye başladı o da ben de.. şimdi gezip görme zamanı geldi.. salarsın onunla gezersin onsuz yaşamayı tad alırsın ÖZLEMEK nedir öğrenirsin..
ama o artık der ki beni sevmiyorsun.. ona göre kesin birisi İHANET eder. kesin ters gidiyordur.. ama şunu unutur.. biz AŞIĞIZ. yani birbiribizi sevmekten başka herkesi aşkımızla sevmeliyiz.. ters giden bir şey yok.. aslında her şey yolunda.. insan olduğumuzu hatırlıyoruz…
baş ağrısı verdim belki.. öyle işte.. garip, ilginç..
saygılarımla…
Pingback: Fikir Atolyesi Yemeğin tıkınmaya, sevişmenin düzüşmeye döndüğü bir çağda yaşıyoruz.
Hem düşündürücü, hem baş döndürücü… Olağanüstüydü.
Pingback: Fikir Atolyesi Ahmet İnam: ?Bilge dediğin hem fırlama olur, hem de puşt!?