Türkiye’de kulüp yöneticilerinin “koltuklar boş kalıyor, taraftarlarımızı maça bekliyoruz” veya “forma satışlarımız çok düşük” demeçleri çok ilgimi çekiyor;
“N’olur gelin, n’olur satın alın!”
Diğer bir değişle; “bugüne kadarki icraatlarımızın sonucu olarak kendi takımıma ve yarattığımız marka değerine çok da fazla inanmıyorum; lütfen siz yine de bizi destekleyin.”
Bir itiraf, bir yalvarış!
Naklen maçlar, röportajlar, belgeseller, bahisler… TV, gazete, radyo, internet; her yerde. Her mecra adeta yarışıyor, en çok kimde olacak futbol. Bu kadar çok medyada gündem olabilmek başka hiçbir sektöre nasip olmayan bir şans, üstelik bedava. Bırakın ücretsiz olmasını, gündem olunca üstüne para kazanıyorlar; naklen yayın hakları, isim hakları…
Adı üstünde; taraf-tar. Yani taraf tutan. Sana taraf. Senin adına besteler yapıp stadyumlarda, sokaklarda bağıran, üzerinde kocaman kocaman logoların olduğu kıyafetleri giyip dolaşan. Başka hangi marka için bağırıyoruz böylesine? Kaç tanesinin doğuştan var taraftarı?
Bir sevgiliye duyulan tutkudan farksızdır taraftar olmak. Tüm ruhunla seversin. Taraf olursun. Kızarken bile kızamazsın esasında. Tarifi zordur bunun. Tıpkı aşk gibi.
Kulüp yöneticilerinin anlamak istemediği, anlasa bile nasıl yöneteceğini bilmediği konu; kendi hedef kitlelerinin işte bu “taraftar”lar olduğu. Becerikli olup başarılı olduğunda (her alanda; algı, sportif, finansal…) senin maçlarına daha çok gelecek, Digitürk’e parayı basıp LigTV’ye abone de olacak, dükkanlarında sattıklarını da alacak, gerekirse yardımını da yapacak.
Geçmişte Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın yaptığı yardım kampanyalarının bir benzerini şimdi Galatasaray yapıyor. Acil para lazım. Başkan Özhan Canaydın’ın onayı ile Adnan Polat sayesinde şimdilik biraz nefes alındı. Algı yönetimi konusunda ise sınıfta kalan bir kampanya ile. İngiliz Alex Tew, tek başına, 4 ayda 1 milyon doları (benzer bir şekilde okul parası bulabilmek için) tüm dünyanın hayranlık duyduğu basit ancak yaratıcı bir fikir ve yöntemle toplarken, 100 yaşındaki Galatasaray taraftarına sadece “para verin, yardım edin” diyor. Bu nasıl bir marka yönetimidir? (Her kulübümüz için farklı örnekler vermek mümkün).
Ekonomiyi yönetmek zor, kabul; ancak günün sonunda bu iş matematik. Borcun çoksa masrafları kısmak için gerekirse 2 sezon sadece altyapı’dan gençlerle oynarsın. Yarının ümidi var çünkü. Uzun dönem hedefleri kısa dönem balon zaferlerin önüne geçer. Taraftara iyi anlatırsan, karşılıklı güven de varsa bu sorun değil, fırsat bile olur. (Fedakarlık ve cefa güçlendirir çünkü aşk’ları!).
Galatasaray’da Aydın Yılmaz, Ferhat Öztorun, Arda Turan, Mehmet Güven, Uğur Uçar, Oğuz Sabankay, Mülayim Erdem, Zafer Şakar; Fenerbahçe’de Olcan Adın, Can Arat, Kerim Zengin, Semih Şentürk, Gürhan Gürsoy; Beşiktaş’da Mehmet Sedef, Rıza Şen ve adını bilmediğim daha niceleri. Sadece gençlerden kurulu bir takım büyük de bir sempati uyandırmaz mı?
Sponsorluğun forma reklamından ibaret olduğu Türkiye’de hangi kulüp ciddi bir şirket mantığı ile yönetiliyor? Konusunda uzman profesyonel kadro ve departmanlarıyla. Becerikli lider yöneticileriyle. Çoğunun yazılı, kalpten ezbere bildikleri, sahiplenip yaşattıkları vizyon ve misyonları yok. (Bu sene şampiyon olmak, Avrupa’da oynamak, borcu azaltmak; işte çoğunun vizyonu bu!) Stratejileri, iş planları, yol haritaları, B planları kimlerde var? (Varsa neden bilmiyoruz, büyük kulüpler sözüm ona halka açık, diğerleri de açılmak için sırada). Marka Algısından ve Taraftar Mutluluğundan sorumlu departmanlara sahip kulüpler hangileri?
Kendin yapamıyorsun, peki bu kadar mı zor Manchester United, Juventus, Real Madrid, Milan veya Bayern Munich gibi kulüplerin nasıl birer şirket mantığı ile yönetildiklerini öğrenmek? Pazarlama, halkla ilişkiler, satış, finans… stratejilerine bakıp, kendi şartlarına göre bunları uyarlamak? İyi bir yabancı futbolcuya vereceğin parayla bu kulüplerdeki uzman ve yönetici kadrosunun tamamını transfer edersin! (Bir başka yazıda dünyada futbol sektörünü biraz da rakamlarla konuşuruz).
Milyonlarca gönül vermiş taraftar, ağzını açsan heryerde haber, dünyanın gıpta ettiği yetenekli genç futbolcu ordusu, gönüllü destek olmaya hazır beyinler… Un var, şeker var, yağ var; sen helva yapamıyorsun.
Haluk Ulusoy’un Federasyon başkanı seçildiği zaman omuzlara alınıp, havalara atıldığı ülkemizde işler ne yazık ki tersine çalışıyor. Çoğu kulüp yöneticisi bu koltuğu medyada olmak ve kendi esas işlerine (çoğu mütahit, sanayici veya hizmet sektöründe) ivme kazandırmak adına bir fırsat olarak görüyor. (Bunu samimiyetle itiraf edenler de var).
- İçinde oldukları sektörün yani gerçek iş alanlarının spor değil de (o sadece bir araç) “eğlence ve topluluk yönetimi” olduğunu;
- Memnun etmeleri gereken kitlenin, yani müşterilerinin “taraftarları” olduğunu;
- Sattıklarının ise bilet veya formadan çok “ait olma duygusu ve ruh” olduğunu Türkiye’de kaç kulüp ve yöneticisi biliyor, biliyorsa uygulayabiliyor?
Yorumlar 4
Yazıda geçen "yardım kampanyası" kulüplerin marka ve algılarını ne kadar iyi yönetebildiklerine dair güncel bir örnek vermek içindi.
"Aksiyon doğru, ama adını doğru koyamadığın, ismini doğru seçemediğin için maskara olursun, …bu bir algı sorunudur" demiş Mehmet Demirkol bugünkü Milliyet'deki yazısında. Fırsat bulduğunuzda okumanızı öneririm.
Yukarıda adını bırakmayan bir arkadaşın Fenerbahçe'nin bu tarz kampanyası varsa hatırlatmamı rica etmiş; kullandığım kaynak Sabah'ın "Fenerbahçe de yardım topladı" başlıklı haberiydi.
Yazıda asıl odaklanmak istediğim;
Nasıl bir şirketin karlılığı, imajı, vs tüm sonuçlarından (başta) o şirketin yönetici ve çalışanları sorumluysa; kulüplerimizin başarı ve başarısızlığından da birinci derecede sorumlu kulüplerin başkan ve yöneticileridir. Başka şirketlerin yıllarca büyük yatırımlar yaparak ulaşmaya çalıştığı marka bağımlılığına sen zaten sahipsin. Kurumsallaş, kur profesyonel kadrolarını. Yazıda belirttim; olmadı 1-2 futbolcu için ayırdığın bütçeyle bu konuda yaptıklarıyla kendini ispatlamış uzmanları getir. önce işin alfabesini oturt, sonradan yenilikçi fikirler gelir zaten.
Tunç hakkaten süper bir gözlem. Dediklerine katılmamak elde değil.
Bu konuyla ilgili benim de (bir taraftar olarak) düşüncelerim var. Bunları paylaşmak istedim.
Bence dünyanın en kolay işi taraftarına ürün satmak…
Bu kadar gönülden bağlı olunan, bu kadar karsılıksız sevilen baska bir marka yok.
Bu ask uğruna harcanan paranın hesabı da yok.
Sonuç: Sıcak satışa böyle müsait bir ortamda, yapılan yanlıslarında hesabı yok.
Bana kalırsa bunun sebebi, klüplerin profesyonelleşmemesi…
Yardım toplamak nedir? Allaskına kim kime, neden yardım eder. İnsan acıdığına yardım eder.
"Acımak mı? bi dakka ya, ben takımıma acımıyorum ki, Hayır. Benim takımımım acınacak bir halde olamaz…"
siz ki insanların taptığı, aşık olduğu bir markayı , acınacak hallere düşürenler bence bırakın bu işi…
Bence en büyük yardım kampanyaları, takım basarılıyken olur. çünkü herkes basarıya ortak olmak ister. Basarıda bir rölü olsun ister. kısa yoldan…
Ben FB yönetimi olsam, bundan daha iyi yardım kampanyası düzenlenmeyeceğini bilir, anında başlatırdım bu kampanyayı.
Adı'da "zenginliğimize bir lira'da sen koy" olurdu. "Diğerlerinin parasızlıktan kırıldığı bu günlerde, arada ki farkı acmak, bir lira'da sen koy"…
FB'nin fenerium markası ile yarattığı basarı hikayesini anlatmaya gerek yok. Real Madrid ile bu basarıların ve tecrübelerin paylaşılması için bir ortaklık bile kuruldu
şimdi FB aynı satış oranlarını e-satış ile yakalamak istiyor. Doğruları vardır, yanlışları vardır ama ben bu mantık ile giderlerse daha doğruyu bulacaklarını düşünüyorum.
Birde Taraftar kart uygulaması var. Bence doğru bir CRM uygulaması, fakat yapılan bazı zorlamalar ile yanlıs bir hal aldı.
Bu tarz zorlamalar, Türkiyenin en bağlı taraftarını (sebebi basarıya susamış ve buna kenetlenmiş olmaları) olan FB'leri bile kampanyadan soğutabilir.
Yavas yavas klüplerimiz PR yada marketing ajanslarına para ödemeye baslıyor. Bence bu güzel bir gelişme
umarım birgün Kluplerin de birer şirket olduğunu ve bu şirketlerinin birer CEO'ya, "satış, pazarlama , kurumsal iletişim" gibi bölümlere ihtiyac duyduğu anlaşılır…
refik.
http://www.mobilasyon.com
Merhaba
Bildiğim kadarıyla GS’nin 3-4 sene önce yaptığı “alo yardım” (adını hatırlamıyorum) bu taraftar yardım kampanyalarının ilkiydi.
Daha sonrada birde avrupa kartı adı altında bir para toplandı.
Ben acıkcası bu tarz kampanyaları genelde yapan takımıın GS olduğunu gözlemiyorum.
Son kampayanın tek farkı ise biraz daha “to do point” şekilde olmasıydı. İşadamları hedef alındı.
Bence GS’nin devamlı yaptığı bu kampanyalara bir son vermek gerek. 1, 2 tamam ama devamlı olunca GS markasının ciddi şekilde zedelendiğine ve devamlı dilenen bir konuma geldiğini düşünüyorum…
Not: yazıda FB ve BJK’nın eskiden yapmış olduğu yardım kampanyalarından bahsetmişsin.
Bjk değil ama FB’nin bu tarz kampanyalar yaptığını hatırlamıyorum.
Hangilerini olduklarını hatırlatabilir misin…
Yazdıklarına kesinlikle katılıyorum ve şaşırmıyorum,
Genelde hep sorguladığımız sorular.
Ama Marka Algısı ve Taraftar Mutluluğu departmanlarını içeren cümlen, insanın ufkunu açıyor.
Ama geçtiğimiz gün tv programında büyük kluplerden bir tanesinin internet sitesini inceliyolar,
Programda ilgili klup yöneticisi de orda, sunucu çok genel olan eksiklikleri soruyor,
Yöneticinin bir soruya verdiği cevap “Bizim taraftarlarımızın internetten alış-veriş yapma alışkanlığı pek yok, bizde bu yüzden şuan için beklemedeyiz, ülkemizde internet kullanım oranlarıda zaten ortada” dedi, diğer sorulara da buna yakın cevaplar verdi.
Nedesen az bunlara,
Yazıda ki en son fotoğrafta, resmi tamamlıyor.
Biz buyuz.