Can Yücel’in eski ama güzel bir fantezisi var. Hayatı tersten yaşasaydık ya diyor.
Dirilmek doğum, doğum da ölüm olsaydı…
Kendim için hayal ettim nasıl olurdu bu… Hayal etmek zorladı zorlamasına da, düşündürttü bir o kadar da.
Başkasının yaşamı değil, kendi hayatımdı oysa fantezisini kurmaya çalıştığım.
Neyse, önce dilerseniz Can Yücel’in o yazısını bir hatırlayalım, sonrasında da devam edelim:
“Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir. Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mı?
Cami’de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar, torunlar hepsi hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev…
Altmışlı yaşlara kadar herşey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor. Kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..
Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz. Herkes karşınızda elpençe divan.
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade… Aman ne güzel günler başlıyor…
Derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, “fazla çalıştın” diyor “artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçılığın benden olsun…”
Keyfe bakar mısınız?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.
Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık…
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, “evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna” diyorlar…
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.
Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor sıcacık yumuşacık gürültü ve patırsız bir ortamda yaşıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
Ve günün birinde müthiş keyifli bir orgazm ile hayatınız bitiyor…”
——-
Şimdi kendimize uyarlasak bu hayali.
Ben başlıyorum, sonra da siz devam ediyorsunuz =)
100+ yaşlarındayım, cami’de uyanıyorum.
Sayıca fazla değil karşılayanlar ama hepsi epey bir renkli kişilikler. Yüzlerinde hoş bir tebessüm var. Ağlayan yok.
Bekliyorduk der gibiler, zamanı gelmişti…
Hepsinin ortak yanı biraz yorgun olmaları. Akşamdan kalmalar sanki.
Sonradan öğreniyorum. Dün gece de buradaki herkes berabermiş. Birlikte yiyip içmişler. Ortak konuları ben olsam da, herkesin kendince anlattıkları farklı olmuş. Değişik ve hoş bir geceymiş.
Uyanmayla beraber ilk işim, yanımda elimi sımsıkı tutan hatunun gözlerindeki yaşları silmek oluyor. Engel olamadığı yaşlar onlar.
Kızlı erkekli torunlu torbalı kalabalık bir grup var hemen yakınımda. Bunlar çocuklarım ve torunlar olmalı. Güreşmeye başlıyoruz hemen oracıkta. Yorulunca da basıyorum birinin kıçına tekmeyi. Kahkaha sesleri geliyor çevreden…
Annemle babam yoklar ama ortada. Soruyorum… Sonra gelecek onlar diyolar.
Deniz kenarına tahtadan yapılmış ufak bir eve geçiyoruz. Bol hayvan ve bitkinin olduğu… Şehre ne çok uzak, ne de yakın. Yetiştirdiklerimizle besleniyoruz.
Her daim gelen gideni bol, hoş sohbetlerin döndüğü, keyifli tartışmaların olduğu bir mekan…
Yazıyorum ben de fırsat buldukça.
Deniz ve kara arasında mekik dokuyorum. Her ikisi de güzel ama sanki denizde daha bir mutluyum.
Bol bol gezmeler başlıyor sonra. Farklı, adı sanı duyulmamış yerler… Dağlar bayırlar…
Sonra “iş” adı altında koşuşturmaca artıyor biraz. Ama çok haz aldığım belli. Hobimi yapar gibiyim.
Bir gün ansızın annemle babam geliyorlar. Çok mutlu oluyorum onları görünce. Sarsılıyorum biraz da.
Torunlar sepetler beliriyorlarlar ardı ardına. En heyecan veren ise üçüz çocuklarımızın haberi.
Sonra okula alıyorlar beni. Bir takım dersleri anlatıyorum önce. Öğrencilerin hepsi arkadaşım. Ders verenden ders alan konuma geçmeyi biraz garipsesem de, sürekli ilginç şeyler öğreniyorum.
Güzel olan ise; ilgimi çeken konulara odaklanmamı destekliyor herkes.
Serserilikler başıma iş açıyor. Veletlik yılları hep haylazlıkla dolu.
Sonrası anne karnı. En etkilendiğim yer. Hala çözemediğim bir mucize bu.
——
Siz de deneyin. Yazın kendi tersten yaşamınızı. Sınırsızca hayal kurarak hem de.
Göreceksiniz, o kadar içinden çıkılmaz, karmaşık değil esasında hayat. Beklentilerimiz de.
Bir kez daha fark ediyorum ki; hayatta en mutluluk veren şeyler gerçekten en basit olanlar.
Basit yaşamak gerek hayatı. Kendin için öncelikle.
Sonra sevdiklerine daha mutlu bir “sen” olacaksın, onların istediği de daha mutlu bir sen’in yanlarında olması değil mi?
Önce sen.
Yorumlar 48
Başarılı yazılarınızın devamını bekliyoruz, teşekkürler.
sitenizi beğeniyorum güzel içerikler var
” Işıl ” hikaye ne anlatıyooooo sen ne diyosun, listede yaparmış, pazara gidiyo arkadaş, ne kadar gıcıklar var yaaaa :))))))
yazı güzel ancak içerisinde barındırdığı olumsuzluklar şimdiki yaşadıklarımızdan daha ağır gelecektir.
film olarak izlemek eğelenceli olabilir komediye yönelirse yönetmen acayip keyif alacağız.
tşkler.
!._MÜKEMMEL_.!
üzerime alınmak istedim yanlız birden =) teşekkür ederim
yaziniz guzelmis
Basit yaşamak gerek ya hayatı, yaşım kadar sanat geçmişi olan bir tanıdığımın sanat geçmişini nasıl gözüme sokarak düşünce özgürlüğüme dikenli tel çekmek istediğini paylaşmak istedim burada…
bir resim düşünün.. güzel bir kelebek kanatlarından açılıp duvara çivilenmiş İsa’nın çarmıha gerilişi misali.. Resim gerçekten güzel ve içimden gelenleri yorumladım. Resmin bana anlattığı, güzellikleri sergileme sevdasının güzel olana nasıl acı verdiği idi.. Bana bunu anlattı, benim bakan gözlerim yüreğime bunu çizdi aman efedim resim anlık dışavurum ipuçlarına, yaşanmış farklılıklara anılarına ve bilinçli tasarlama süreçlerine dayanırmış, görünendeki sembolik etkinin aldanılabilirliği izleyenin gözünden sanatçının anlatmak istediğini farklılaştırabilirmiş salt görününeni değerlendiren izleyici sanatçıyı şaşırtırmış, 90 lardan bu yana resmedilen kelebek hayvanının sembolü ve zenginliği, değişimi ve kamuflajı sanatçıyı izleyenin algısından farklı bir yere götürmüş..
Yahu ben ne yaptım bilmeden?? Adamı bunalıma soktum! Kelebeği anlat desen 1 günlük kısa ömrümden bahsederim haydi felsefeye dalalım dersen carpe diem derim en fazla. Yok efendim Parnassiusun özellikleri hakkında fikir sahibi olmak bile bizi sanatçının algısına sadece bir nebze yakınlaştırırmış? Bunu sanatçıyım ben diye geçinen bir zihniyetten duymak ne kadar acı verici buyrun siz tahmin yürütün, varsın sanatta kavramsallık, objektiflik, düşünce özgürlüğü tartışmaları yapıladursun bünye neredeyse resmin altına yazacak sanat okulundan mezun değilsen eleşirel yorumunu hatta salt yorumunu kendine sakla diye..
Evet efendim benim 90lardan bu yana Parnassiusun ya da halk dilinde kelebeğin özelliklerini araştırmaktan ya da hayvancağızın kanatları üzerine düşünmekten çok daha farklı kavgalarım oldu bu dünyada! Sanatın özgürlüğünü seçme yoluna gitmiş birçok insan, zincirlerini kırıp. Sizin gibilere hiç ihtiyacı yok bu ülkenin yeteri kadar örümcekleşmiş beyin hapsederken kendi ağına bırakın sanatın yolunu açık kalsın!
herşey olduğu gibi güzel tıpkı gülün dalında güzel olduğu gibi :)
Uzun zaman önce yazılan bu güzel yazı için sizi kutlarım.
Hayatı tersten yaşamak sıkıcı olurdu sanki, nezaman öleceğini (anne karnına dönüşü) bilmek ve tüm yaşamların aynı şekilde anne karnında son bulması… tek düze bir ölüm…
lafı çok geçti dokundurmadan geçemeyeceğim; güzel şeylerden birisi ise sigara içtikçe ciğerlerin temizlenmesi olurdu, kimse de sigarayı bırak diye üstümüze gelmezdi, zamanı geldiğinde kendiliğimizden bırakırdık zaten :)
üçüz cocuklar zaten cami avlusunda bekliyorlardı…
yazı gerçekten çok güzel,
peki ya hayat gerçekten yazıda ki gibi olsaydı bence biz insanoğlu tekrar hayat tersten olsa ne kadar güzel olurdu die düşünmeye başlardık.
bu arada sigara konusunda adamın üstüne gitmeyin. 100+ yaşına kadar yaşayıpta napcan, hem ölümün saatini biliyor muyuz [Allah uzun ömürler versin.]
Can Yücel’in ve Tunç’un da yorumuyla bu yazının/konunun beni en çok “Güzelmiş bee.” dedirten yanı, tam olarak ömrümün ne kadar olacağını biliyor olmamın dayanılmaz hafifliğidir. Sırf bu yüzden de böyle bir ömrü tercih edebilir insan, değil mi?
Elinize sağlık çok hoş bir yazı olmuş, çalışma saatinin son anında okumak iyi geldi gerçekten:)
Az önce aldığım bir habere göre :) bu yazı, Brad Pitt’in “the curious case of benjamin button” filmi ile sene sonunda gerçek oluyormuş!
Bunu üniversitedeki sevgilime yazdığım yıllık yazısında yapmıştım. Şu anda hayatının neresindesin? Hangi ülkenin hangi sokağında? Beni en son ne zaman gördün, dün gece mi 20 sene önce mi diye başlıyor, kopuk kopuk sahnelerle 3 sene geriye dogru gidiyor, onunla tesadüfen tanışacağım gecenin öncesinde evden çıkıp çıkmamaya karar veremediğim sahnede sonlanıyordu. Bütün hikayenin üzerinden 10 sene geçmiş bile:)
Çok iyi, gerçekten çok iyi.
Ben de önerinizi dikkate alıp yazdım. Burada.. Umarım olmuştur.
”O’,’ yaşama ve kendine olan sorumluluğunu yerine getiricekti, gerçek anlamı ariycaktı…
Kendi için olan gerçek anlamı, özgür olucak, ruhunu, aklını, yüreğini özgür bırakıcaktı sadece içinden gelen sesi dinliycek, her geçen gün yaşamak için yeni nedenler bulabilcekti… kendi olmaya, kendini bulmaya ve öyle kalmaya kararlıydı, ve O, kendini yenilemeyi öğrenmişti onca yinelenen, günlerin yılların ardından.
Can Yücel, kocaman yüreğinde çocuk kalbi taşıyan adam… ruhun şaad olsun.
1-Vazgeçemediklerini çöpe at..
2-Bağlanma…
3-Sevilmek için kendini parçalama…
4-Aynaya baktığında karşındaki kişiye dürüst ol…
5-İmkansız yoktur….
6-Tembel adam yaratıcıdır…(beyni elinizdeki son cd olarak değerlendirin boş şeylerle doldurmayın)
7-Stresi sevmediğin birinin adını koy yaklaştığını hissetiğinde içinden söv gitsin…
8-Takıntılarını takmaktan vazgeç….
9-Egolarım var diye bağır……(yalnızken yap:)
10-Hayır demekten korkma….
11-Bakmaktan vageç…..Gör
O kadar zor değil sanırım hayat ne istediğimize bağlı herşey ve nasıl istediğimize:)
zaten fasit bir daire deniyor hayat için (kuyruğunu ısıran ve çenber şeklinde yatan bir yılan.) başı da sonu da bir. Doğar emeklersin, yaşlanır emeklersin. Doğarsın ağzında diş yok, yaşlanırsın aynı. Doğarsın kafa boş, yaşlanırsın kafa boş. vs. … vs..
hayatımda okudugum en gusel yazılardan biridir bu.. senin yorumun daha da bi özelleştirmiş yazıyı..
fikrine saglık abim…
Bu kadar insan ne için yorum yapıyor. Aranızda genç girişimcilere destek çıkar oldu mu? Paylaşsın bakalım dinleyelim bir fikri nasıl hayata geçirmiş nasıl destek olmuş.
Tunç Bey yazarlığınız gerçekten güzel, koçluğunuzu taktir ediyorum…
Sanırım en ideali çocuk kalabilmek.
Ruhun çocuk kalmasından bahsetmiyorum. Fizyolojik olarak çocuk kalabilmekten bahsediyorum.
En büyük derdimin annemin en sevdiğim gofreti vermemesi olduğu zAmandan, sıra arkadasımın yüzünü buruşturup, sümükleri aka aka küfür ettiği andan, en beğendiğim oyuncağın en gıcık kaptığım komşu çocuğunun elinde gördüğüm günlerden KONUŞUYORUM.
Hayatın hayallerde gerçekleşmesinden, elime tarak alıp şarkıcı olabilmekten, arabalarımla en hızlı yarışçı, bakkaldan 100 kuruşa aldığım çıkolata paralar ile en zengin olduğum dünyadan, sınıfın en güzel ve en zeki kızıyla evlenmeyi planladığım yaşlardan bahsediyorum.
Rüyayı ve hayali kitaplarda aramadığımız günlerden.. Ruhun en sağlıklı olduğu durumdan, beynin en çıldırmış ve en umursamaz halinden… Fileri kovalamayı değil, fillerin ezdiği çimenleri düşündüğüm geçmişi anıyorum..
En ideali çocuk kalmak..
Yukarıda yazılan yazılar ve yorumlar çok güzel ama insan olarak hayatımızın her döneminde belli gel-gitler yaşarız. Bu gel-gitler sırasında bazen çocukluğumuza iner, bazen de yaşımızdan daha olgun davranışlar sergileriz.
Bu yüzden hayatımıza nerden başladığımız değil hayatın neresinde olduğumuzun farkında olmamızdır önemli olan.
Bazılarımız hayat yanında akarken akışına bırakmaktan bile korkar, bazımız ise akışına karsı kürek çeker. Hayatın hep akısına karsı kürek cekenlerden olun ki hayatınızın her anı anlamlı olsun…
“basit yaşamak gerek hayatı” çok güzel bir önerme.. bayıldım başlığa.. ama içerik, başlıktan bağımsız göründü bana.. umarım bu başlığı hakkedecek bir içerik de yazarsınız..
hem ben bilmek isterdim bu konudaki görüş ve önerilerinizi.. öyle ya.. bi kere “yaşam koçuyum” dediniz..
nasıl basit yaşanabilir ki bu hayat.. pek bi görkemli bişey.. pek bi devasa.. pek bi detaylı.. incikli cincikli, dallı budaklı.. “ben basit yaşacağım hayatı” demekle olmadığını bilecek kadardır hayattayım.. peki nasıl olacak?
tersi de düzü de bir bu hayatın… yaşadıklarından keyif almayı ya da gerektiğinde ders çıkarmayı bilmiyorsan ortasından da başlasan nafile…
şahsen ben tersinden başlamayı istemezdim, merak iyidir (o meşhur söze rağmen!) adrenalindir. sonu belli şeyleri sevmem. şuanki hayatımın da sonu belli… ölüm, evet eninde sonunda ölüm. ama ne zaman? bugün, yarın, 1 ay sonra ya da bu mesajı/yorumu yazıp gönder butonuna bastıktan sonra?
Hayat bu kadar kısa olunca insan nerde başlayıp nerede biteceğine kendisi karar vermek istiyor.
Can abinin fantezisi bence de harika. Bunu bir kısa film olarak görmüştüm bir sitede ama yazımı yazmadan once tekrar baktım bulamadım. (aranılan bulunmaz, Uzakdoğu yapımıydı sanırım. Bir normal doğumdan mezara olan kısım vardı bir de Can abinin fantezisinin filme alınmış hali. Şimdi onu düşündüm acaba onlar da Can YÜCEL okudular da mı bu kısa filmi çektiler diye.)
Benim bir fantezim de insandan insana aktarılabilen bilgi ve deneyimler. Çocuğunuz doğuyor bir yaşa geldiğinde iç güdüsel yeteneklere sahip oluyor ve sonra onları geliştiriyor. Bu nasıl birşey olurdu ?
Saygılarımla.
Tunç abi mrb. umarım tanımıssındır. öyledir aksini düsünmüyom zaten :)
Bir gün içinde iki kez gözüme iliştiniz’ bi tanesi tam manasıyla akademik mi desem bilmem ama bir panel var ve siz konusmacısınız ole bişey, emin olun konuşmanızı dinliyorken gülümsüyordum ama farkettim ki yaaa bu adam zaten beni anlatıyo dinlememe gerek yok esasında :D
malum konusma sonunda güzel bi soru sordum ‘spor yapıyor musunuz?’ ikinci bulusma tam bi tesadüf bıraktıgınız izlenim gercekten mukemmel cunku yeniden gülmeye basladım. Yorumum: Bu adam psıkopat yaaa :)
Panel’e gelirsek iidi çok önemli şeyler dediniz herhalde ama dedigim gibi fazla dinlemedim.
Bi gözlemim var siz hersey kendi içinizde gibilerinden bişeyler dediniz ama ferkettim ki tmm bu cok dogru da siz onu yapın bunu yapın dediğinizde millet harıl harıl not alıyodu. yani sizi dinlemeye daha bi dört elle sarılmışlardı :) Onlara yardımınız dokunmadı gibi geldi bana.
Onun dısında kişiliğinize bayıldım mükemmel bi adamsınız, tanıştığıma gerçekten çok memnun oldum.
çelişki analiz orpenle aynı şeyleri düşünüyoruz sanırım..
eğer yaşamınızda yükseldiyseniz tersten gitmek kötü olcak.. eğer çocukluğunuz güzel geçtiyse, çocukluğunuzu özlüyorsanız tersten gidince mutlu olacaksınız..
Hayatı tersten yaşamak sadece fikir jimnastiğinden ibaret bir şey. Yazıyı ilk okuduğumuzda gerçekten çok etkileyici gelebiliyor. Ancak bir müddet sonra sakin kafayla düşündüğümüzde bunun ütopik bir düşünce olduğunu ve hayal etmek açısından dahi teknik olarak mümkün olmadığını görebiliriz.
Ayrıca yazıda hep pozitif düşünce öne çıkarılmış oysa periyodu takip edersek örneğin …50 yaşında 5 yıldan beri genel müdür olarak çalışırken, ekonomik olarak çok rahat bir durumda iken, herkes size saygı gösterirken, etrafınızda bir çok kemik yalayıcı mevcut iken bir gün ortalama bi yönetici seviyesine iniyorsunuz ekonomik ve statü olarak sahip olduğunuz imkanlar birden kısıtlanıyor.
bu pozisyonda bikaç yıl çalıştıktan sonra birden sıradan bir müşteri temsilcisi olarak kendinizi buluyorsunuz, maaşınız kıt kanaat geçinmenize yetiyor, faturalarınızı ödemekte zorlanıyorsunuz, daha düne kadar önünüzde ceket ilikleyen insanlar size saygısız ve küstahça davranmaya başlıyor…
Bu gidişatın yarattığı psikolojik travma bile yazıdaki pozitif gidişatın ve düşünce tarzının polyannacılıktan öte bir şey olmadığını kanıtlamaya kafi. Bu yüzden fikir jimnastiğine evet ama bu tür ezber bozan farklılıklara deha muamelesi yapmaya HAYIR.
meraba tunç abi, öncelikle argedeki arkadaşlarıma teşekkür ediyorum seni onlardan duydum..
tersten yaşama hakkında kuşkularım oluyor.. ilk önce yaşamalıyım sonra geri geri nasıl olacağını gözümden geçirip gülerim belki ama şimdi geri geri yaşamayı düşünemiyorum.. ama itiraf etmeliyim tersten düşününce son 20 yıl güzel.. ama lise hayatımı o zaman sevemezdim.. iyi başlardı rezalet biterdi..
bu yüzden şöyle diyorum;
eğer yaşamlarında bazı değerleri git gide kaybediyorsanız tersten yaşanan bu hikaye sizi güldürcek sevindircek ama eğer yaşamınız rezalet başlamış ve daha iyiye gidiyorsa tersten yaşamak sizi hüzünlendirip moralinizi bozcak..
bence siz düz yaşayın..:):):)
tunç abi, salı günü görüşürüz odtü de..:)
hayatı böyle tersten düşünmek gerçekten çok güzel, çok motive edici bence ama… çalışmadan hata yapmadan yorulmadan başarıya ulaşmak önemsiz.. insan boşu boşuna yaşadığını düşünür bi süre sonra.
Düşünce egzersizi olarak güzel, özellikle Seinfeld yorumu çok çekici geldi :)
Ama diğer taraftan, mümkün olması için tüm zamanın önceden yazılmış olması lazım. Ne olacağını bilerek yaşamakla yaşamamak arasında çok fark yok bence. Biraz fazla kaderci buldum tersten yaşama işini.
uff, cok sIkici oldu bu sigara konusu… soylemeyin bana boyle seyler :-)
ustelik oyle bir anda denk geldi ki yazdiklarinizi okumam. eskisehir trenindeyim, yemek vagonu burasi. benim de katki sagladigim bi duman alti durumu var!
zaafim var, sIkIstirmayin beni bu konuda; en azindan simdilik.
katiliminiz icin tesekkur ederim hepinize.
zeynep, seni unutmadim da, nereye koyacagimi bilemedim. yoksa biliyorsun, gonlumdeki yerin ayri.
selim, ortaya attigin iddia ilgimi cekti. sienfield senaryo yazarlari can yucel’den etkilenmis olabilir mi? merak ettim simdi, yazi mi yoksa dizi mi once yayina verilmisti?
Arkadaşlar,
Başını bildiğiniz bir sonu yaşarken, ve tekrar başa doğru dönerken hiç mi değiştirmeniz gerektiğini düşündüğünüz tercihleriniz olmaz. Ve o zamanlara gelince o tercihlere müdahele etmez misiniz? Bu şekilde sonu değiştirmiş olmaz mısınız?
Mesela ben sigara içiyorum. Bu yüzden cami de uyandığımda daha 50 yaşamamış ve kanserden ölmüş olsam 20 yaşıma gelince sigarayı ilk yaktığım anı değiştirmez miyim sizce? O zaman da cami de uyanışı 70 e çekmiş olmaz mıyım?
Başını bildiğim sondan uyanmak istemem asla. Ya da geçmişimi değiştirecek müdahele şansımın olacağı hiç bir durumu istemem. Bence hayat bilmediğin için güzel. Anı geri getiremediğin için anı yakala diyebiliyorsun.
Tersten yaşarken acaba hissetmek mümkün müdür? Başın belada mesela… Nasılsa başa gidiyorsun, bu beladan kurtulacaksın, yani rahatsın… O halde endişeye ne hacet…
Korku, heyecan, endişe, merak ve bunun gibi duygulardan vazgeçmek mümkün müdür?
“Hayatı tersten yaşama” kurgusunu ilk olarak bir Seinfeld karakteri olan George Costanza’dan duymuştum. Şöyle der;
The most unfair thing about life is the way it ends. I mean, life is tough. It takes up a lot of your time. What do you get at the end of it? A death. What’s that, a bonus?!?
I think the life cycle is all backwards. You should die first, get it out of the way. Then you go live in an old age home. You get kicked out for being too healthy, go collect your pension, then, when you start work, you get a gold watch on your first day. You work forty years until you’re young enough to enjoy your retirement.
You drink alcohol, you party, and you get ready for High Scool. You go to primary school, you become a kid, you play, you have no responsibilities, you become a little baby, you go back, you spend your last 9 months floating with luxuries like central heating, spa, room service on tap, then you finish off as an orgasm!! Amen
Pek benziyor. Can Yücel de Seinfeld izlemiş midir acaba : )
valla muhteşem olmuş büyük bi keyifle sonuna kadar okudum ve arkadaşlaırma da tavsiye edecegim…
Öğrendiğimiz, tadını aldığımız, zevkini tatdığımız herşeyi unutarak gerisayim bir yaşam, yok anacım ben almim..
herşeye değerdi diyebileceğim (bunamadan ölürsem şayet) aklımla son nefesimi verip, o sandığa girmesemde olur ama dünyadan yaşlanarak ayrılmayı ve kozmik sonsuzlukta toz haline dönüşmeyi tercih ederim.. öldükten sonra yanımıza kâr kalan şeyin ne olduğunu düşünecek olursak böylesi daha iyi kanımca.
Tunç, bana söylemek istediğin bişey mi var?
Neden ben uyandığında tabutunun başında değilim ya da tam bir sene sonra deniz kenarındaki o evine birden ben gelmiyorum? (diyelim ki ben senden önce öldüm)… Bensiz bir hayat hayali çok sıkıcı..
Tabutumun yanında bisiklet görüyorum… Çamurlu ve tekerlekleri yıpranmış… Küçük bir çocuk alıyor… “Babamın bisikleti artık ben gezicem bununla söz vermişti diyor.”
Devamını getiremeyeceğim…Gerçek olmasından korkuyorum…
EMRE :-)
NOT: Succeed yazılır yanlış yazmışım Tunç…
Can Yücel’in böyle bir düşünce ile bu yazıyı yazma biçimi çok hoşuma gitti. Fakat yazıda genelde pozitif düşünce hakim – Hem Can Yücel’in hem de Tunç beyin-. Can Yücel’in yazısı sanki bize hayatımızı nasıl güzelleştireceğimizi anlatıyordu. Tunç beyin de yazısı hayatı güzelleştirmenin ne kadar basit olduğunu.
Ben Can Yücel’in yazısını okurken hep bir olumsuzluk bekledim. İhtiyar iken; yalnız, emekli maaşı az, ağrısı sızısı çok, kariyerinde istediği mevkiye ulaşamamış ,torpilli, rüşvetçi insanlarla boğuşmuş, gençleştikçe; etrafta sunulan dünyadan payını az almış, eğlenmekten çok nasıl hayatta yer edinirim derdine düşmüş, okul hayatında; ne sosyal ne de iş hayatı için gerekli olmayan bir sürü dersle uğraşmış, okula gidip gelme için 3-4 kilometre karda yürümüş, oyuncaklar yerine kendi kendine yaptığı şeylerle oynayan, bebekken; kullanılan bezlerden poposu pişen, annesi yeterince beslenemediği için bebeğini de yeterince emziremeyen, anne karnında iken; çalışmak zorunda olan ev sahibiniz yüzünden rahat edememiş, önlem alınmadığı için 2 dakikalık zevke kurban gidip ölüyorsun.
“Bu kadar da olumsuz olunur mu be adam!” diyenler çıkabilir ama sadece madalyonun öteki yüzünü göstermek istedim. Bundan daha ağır şekilde olan hayatların var olduğunu hepimiz biliyoruz. Belki pozitif bir adam olmadığımdan böyle bir yorum yazıyorum.
Tunç bey de kendi hayatındaki olumlu gidişatı anlatmış. Aslında o da hayatının hep olumlu yönlerine dokunmuş. Acıların anlatılması gerek demiyorum ama olduğu gibi anlatılmamış gibi geliyor bana. Haddim olmayarak aşk dünyasındaki özlem gibi örnekleri olduğu gibi değil olması gerektiği gibi anlattığı tespitinde bulundum.
En azından yazı dünyasında olumlu şeyleri okumayı ben de çok severim. Bu yüzden bu yazıyı eleştirdiğim zannedilmesin. Yaşama inat hayal dünyamız olumlu olmalı ki, bu yaşamı da bir yerden değiştirmeye başlayalım.
Şu an hayatımdaki negatiflikleri değiştirebilmek için özellikle iş hayatında önemli değişikliklere hazırlanıyorum. Planladığım gibi giderse ilerleyen yıllarda bu yazı benzeri bir yazıya daha olumlu bir hikaye ile katkıda bulunabilirim. Geleceğim belirsiz, geçmişim de hoşnutsuz geçtiği için tersten yaşanan hayatı yazamıyorum. Herkesin hayal gücünü olumlu şeyler için zorlamasını diliyorum. Ama özellikle yaşadığımız yaştan geriye sayarken yaşantılarımız biraz daha olumsuz olacaktır sanırım. Ömür isimli kişinin ( bey yada hanım ) yorumunda biraz bunu gördüm. Kendi yazacağımm hayatın da değişmesi dileği ile.
Bu yazıyı yazanların gerçekten ellerine, dillerine, ruhlarına sağlık…
İlgili linke bakmanızı rica ediyorum Tunç. Ve kızmayın olur mu, düşüncemizi paylaşıyoruz. Niyetim iyi emin olun. Çok da bencilce aslında. Sizi burada mümkün olduğunca uzun bi süre görebilmek: http://www.fotokritik.com/971660
Hülya yerden göğe kadar haklısın..
“Tunç; quit smoking to succedd the 100+” : Tunç 100+ yaşa ulaşmak için sigara içmeyi bırak.
demişti Emre..
sigara içen kim anlamadım, biri anlatsın lütfen
Böylesine yaşam dolu bi insan, böylesine bi bilinç, bi akıl sigara içiyor öyle mi. Bu çok tutarsız. Yani kendinizi gün be gün yavaş yavaş öldürüyorsunuz. Peki ya yaşama saygı, hakkettiği değeri verme.?
Ben altı ay annemin yanında kemoterapiye gittim. Kanser denen illet yaş tanımıyor. Annemi o koltuğa her oturtuşumda içim parçalandı ki onunki akciğerle ilgili değildi. Ve bu şaka değil.
Bunları demek benim haddim değil belki (annen yahut baban canını okumalı, bu onlara düşer ama o ki bi takipçinim şu siteden bi gün heyy arkadaşlar ben kanser olmuşum demeni beklemeden söylicem işte.)
Gençsin, beş duyun yerinde ve kalkıp yürüyebiliyorsun ve sigara içiyorsun öyle mi? Bunu nasıl yaparsın?:(( Kendimi kandırılmış hissediyorum. Hem böyle yazılar yaz sonra bi de sigara iç, olmaz kii:( Bunu kendi hayatına nasıl yaparsın? Annen o ciğerlerin minicikken sen büyü zehirle diye mi seni sakındı. Bunu hiç bi zaman anlamıcam. Hiç bi zaman.
Kendini bu kadar insana sevdir, sonra kendi ellerinle ölüme zemin hazırla. Buna hakkın var mı?:( Bize karşı sorumlusun. Neden bunu kendine yapıyorsun? Böylesi bi akıl. İnanamıyorum.
Güzel bir düşünce. Sondan başa gitmek. Film kurgusu gibi. Ancak bir çok algılama problemiyle karşı karşıya kalmamız kuvvetle muhtemel.
Örneğin manyak bir bilgi birikimine sahibim, çalışıyorum, mühendislik hesapları yapıyorum vs. Bunlar benim için yürümek kadar doğal bir şey. Dünyaya bu bilgilerle geldim ben zaten. Çok doğal değil mi? Şu an yaşadığımız hayattan hiçbir farkı yok. Şimdi de küçük bir bebek olarak dünyaya geliyoruz. Başlangıçta çok savunmasısız ama bu bize hiç garip gelmiyor. Bildiğimiz çoğu şey oyuncaklar, yemekler, eğlenceli şeylerle ilgili. Arada bir anne ve babamız bizi dizginliyor ama bu da gayet normal çünkü onlar benim annem ve babam ve en önemlisi onlara muhtaç durumdayım. Bu durumu da pek dert etmiyorum. Olsun herşeye rağmen onları çok seviyorum. Büyüyünce nasıl olsa kendi ayaklarımın üstünde durabileceğim.
Şimdi de yazı da olduğu gibi tekrar sondan başa gidelim.
78 yaşındayım. Sakarya nehri kıyısında küllerimin bir araya gelmesi gibi müthiş bir deneyimle kendimi bir salın üstünde buluyorum. Etrafımda beni sevenler var. Oğlum ve kızım oradalar. Neden burada olduklarının farkında değiller. Oraya davet edilmişler. Önemli bir şey olduğunun farkındalar ama anlam veremiyorlar.
Neden sonra ben dünyaya geliyorum ve sizin babanız benim diyorum. Hemen kanları pek ısınmıyor. Doğrusu benim de pek kanım ısınmıyor. Eşşek kadar bir herif ve bir an önce buradan gideyim evde yapılacak bir sürü iş var gibi duran bir kadın var çünkü karşımda. Bu durum beni biraz üzüyor. Hem onlar hem ben zamanla daha iyi olur diye geçiriyoruz içimizden. Gerçekten de zamanla kanımız ısınıyor birbirimize.
Bir süre aylak aylak dolaşıyorum. Ağrılarım var. Ama yıllar geçtikçe daha iyi olmaya başlıyorum. Elili yaşlarda kariyerinin zirvesinde bir mühendisim. Çok mutlu ve başarılıyım. Oğlum ve kızımı artık çok seviyorum. Onlar da beni çok seviyorlar. Dünyaya geldikten beş sene sonra aramıza katılan hayat arkadaşım da artık o kadar da çekilmez gelmemeye başladı gözüme. Aslında iyi birisi galiba.
Dünyaya geldiğimden beri sürekli bir süprizle karşılaşıyorum. Aslında bir oğlum daha varmış. Kırkbeş yaşıma geldiğimde bir anda çıkıyor karşıma. Bir cenaze töreni sonrası karşılaşıyoruz onunla. Trafik kazası geçirmiş meher. Benim aksime o çok diri. Atletik. Zıpkın gibi.
Benden daha şanslı olduğunu düşünmüyor değilim. Halbuki ben ne sıkıntılar çekmiştim ilk başlarda. Yürümekte bile zorlanıyordum neredeyse.. İçimde sürekli olarak hissettiğim sıkıntı ve üzüntü duygusunun da yok olduğunu farkediyorum. Nedense ?
Bir gün tüm yeteneklerimin ne yaparsam yapayım elimden gittiğini farkediyorum. Artık işte ciddi sıkıntılar yaşamaya başladım. Daha bir kaç ay evvel çözdüğüm problemler karşısında ezilip kalıyorum. Sorunun üstesinden gelebileceğimi düşünüyorum ama çok korkuyorum. Korkunun ecele faydası yok ne yazık ki.
Gün ve gün daha kötüye gidiyorum ve hiçbir iş yapamaz hale geliyorum. Kendimi çok kötü hissediyorum. Yaşadığım o altın dönemden sonra böyle bir kenara atılmak. Üstelik de bildiğim hiçbir şeyi hatırlayamadan. Gerçekten çok kötü durumdayım.
Yıllar geçiyor.. Kendime bile bakamayacak durumdayım. Yanımda biri olmadan geceleri sokağa çıkamıyorum. Aslında istiyorum ancak içimde bir korku var. Dışarısı benim için güvenli değil çünkü. Evin yolunu bile bulmam soru işareti. Zaten en fazla bir kaç sokak uzağa gidebilirim. Daha fazla değil. Neden bu hale geldiğime bir anlam veremiyorum.
Bir gün kendimi sıkışık, karanlı bir yerde buluyorum. Aslında çok rahat bir yere benziyor ancak şu yanımdaki de olmasa. Buraya ancak bir kişi sığar diye düşünüyorum. Bu ikinci de nereden gelmiş. Arada bir bana tekme atıyor. Onun da yeri dar. Ama anlam veremiyorum yaptıklarına. Konuşmak istiyorum. O da ne konuşamıyorum ki!
Benim için çok kötü bir deneyim olurdu. Depresyondan depresyona koşardım herhalde. Sürekli olarak nedensiz bir şekilde hayatıma birileri girip çıkıyor. Dün yoktun bugün neden varsın? Böyle iyi :)
Son olarak Emre Tok için; “Tunç; quit smoking to succedd the 100+” yamış. Türkçe içeriği bulunan bir sitedeyiz. Yazı içeriği bilimsel değil. Yorum bilimsel değil. Olsa bile Türkçe ifade etmenin bir yolu vardır.. Sizi İngilizce yorum yazmaya iten sebep ne çok merak ettim doğrusu. Lütfen Türkçemize sahip çıkalım…
Tunç; quit smoking to succedd the 100+ :-)
Çok cici bir yazı olmuş, orjinali de güzeldi zaten..
Listeye almalı bu işi de yapmayı :)