Tutkudan çok hırsla, üretmekten çok güç gösterisiyle, ‘biz’den çok ‘ben’le koltuklarına sımsıkı sarılmış açgözlü insanlar var bolca etrafımızda. İş hayatlarında sinsice, siyaset meydanlarında alenen…
Joseph Goldstein’ın bir anektodunu hatırlatıyor bu bana.
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzaktan bahsediyor. Bir hindistancevizi oyulduktan sonra iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanıyormuş. Sonra hindistancevizinin altına ince bir yarık açılıyor ve oradan içine tatlı bir yiyecek konuyor. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklükte, yarık içinde yumruk yaptığında ise elini dışarı çıkaramıyor.
Maymun, tatlının kokusunu aldıktan sonra yiyeceği yakalamak için elini içeri sokuyor, yiyeceği kavrıyor ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkaramıyor. Yani yumruk yarıktan çıkamıyor.
Avcılar geldiğinde maymun çılgına dönmesine rağmen yumruğunu açıp kaçmıyor.
“Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yok. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak ediyor. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmak” diyor Goldstein.
Ama maymunun zihninde açgözlülüğü o kadar güçlü ki… Benliği kendine engel. (Bu arada bu tuzaktan kurtulan maymun sayısı çok azmış.)
Kendilerini zeki zannedip esasında tuzağa düşen, diğer bir deyişle ‘gizli ihtiraslarının bağımlılık haline geldiği’ maymun, hırs dolu insan yaşamlarında çokca mevcut.
Özellikle siyasi arenada…
Yakın geçmişte alenen; “‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ lafı koskaca bir yalandır”, “Laiklik tabi elden gidecek” diyenlere, Ankara Cumhuriyet Miting’inde çekilmiş bu resim, sizce de en anlamlı cevabı vermiyor mu?
Yorumlar 54
çok kötü yazmışşınız
birkaç ay önceki yorumları şimdi okudum. ne yapalım ben de bu siteyi yeni keşfettim. aslında güzel yazılar yazılmış ama bence burda hala daha birşeyler aşılamamış.
biz hala daha baş örtüsündeyiz (türbanda değil) ya bizim baş örtüsü veya laiklik diye bir sorunumuz olamaz artık bizim laikliğimizi kimse elimizden alamaz. yani TÜRKİYE İRAN O-LA-MAZ. bizim bir sürü ekonomik sorunlarımız varken biz gelmiş hala daha burda bunlarla uğraşıyoruz. bırakalım arkdaşlar bunları. biz bunlarla ekonomimizi bu hale getirdik zaten. bakın ben siyasetçi değilim ama şuna inannıyorum bu ülkenin ekonomisi düzelsin kimsenin baş örtüsü veya laiklik diye bir sorunu kalmaz. ÇÜNKÜ KİMSENİN RANT SAĞLAMAYA İHTİYACI YOKTUR DA ONUN İÇİN.
bu büyük harflerle yazdıklarım her şeyi anlatıyor aslında, hepinize sevgilerle…
türban değil, başörtüsü olacak o! önce bunu öğrenelim! “türban” kelimesi birtakım şahsiyetlerce zihinlere yedirildi yıllardır.. başarılı da oldular nitekim.. fak’at ben ve benim gibilerin kullandığı ne bir üniforma, ne türban, ne simge, ne de başka bir şey.. sadece başörtüsü.. bıktım artık örtümün bu kadar dile dolanmasından! ağızlara sakız olmasından !
herkes ileri – geri konuşuyor da neden bize ne istediğimizi soran yok? başımda örtü var diye neden ben bazı yerlerden kapı dışarı ediliyorum? bunun neresinde insan hakkı, neresinde çağdaşlık, neresinde demokrasi, neresinde özgürlük var, biri bulup bana göstersin artık rica ediyorum!
sizin gibi düşünmeyenleri & giyinmeyenleri kapı dışarı etmekten vazgeçin, yıllardır aynı konu sıkıldım artık..
İran’a şeriatın, “demokrasi” ve “özgürlük” adı altında nasıl geldiğini anlatan ve Türkiye’de de 1988’de çıkan (ve nedense pek de ilgi çekmeyen) bir kitap var; “İran’da Çiçekler Soluyor”
Yazarı Bahman Nirumand, İranlı bir gazeteci. Bu kitaptan bazı alıntıları verdim aşağıda:
Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.
Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.
Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.
Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.
Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.
Yanıldık.
Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.
ÜZERİNDE DURMADIK
Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.
Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.
Pek üzerinde durmadık bu olayın, “Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler” diye düşündük.
Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına “İslam Mahkemesi” denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.
Haberi ciddiye almadık; “Üç beş sapsızın işi” dedik.
Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. “Ufak tefek şeylerin” toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.
Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.
“Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur” denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi.
Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.
Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk!
“Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir” diyorduk.
Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü.
Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!
Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu.
Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.
Biz ise hâlâ büyük lâflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk!
“İttifak” “Eylem Birliği” gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.
GEÇİŞ SANCILARI SANDIK
Humeyni, “Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlâksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız” diyor; genç mollalar terör estiriyordu.
Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.
Şiraz’da “İslâm Mahkemesi” eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu.
Benzer olay Tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.
Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu.
Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.
Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba.
Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..
Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu.
Alınan her kararda “Tamam bu sonuncusu” diyorduk.
Ama arkası hep geliyordu.
Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü.
Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı.
Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.
Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.
Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı.
Onlar kendi küçük çevrelerinde “hamilelik tatilinin uzatılması”, “eşit işe eşit ücret” gibi talepleri tartışıyorlardı.
Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar!
Abartmaya gerek yoktu.
Hepimiz “ana çelişki” üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.
REFERANDUM OYUNU
Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.
Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık.
Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.
Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.
Referandum meselesini gündeme getirdiler.
Halka soracaklardı:
“İslâm Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?”
Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65’inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?
Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: “İslâm’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?”
Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk:
“Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslâm Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?”
Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.
Sonuçta, “evet” diyen 20 milyon, “hayır” diyen ise sadece 140 bindi.
Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar.
Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu.
Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti.
Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler.
Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı.
Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.
HALKI ANLAYAMADIK
Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.
Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal “Ayendegan” Gazetesi’ni kapattırdılar.
Sıra sonra “Keyhan” Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.
Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık.
Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.
Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.
Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak.
Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.
Örtünmek moda oldu!
Tüm bunlara “gelip geçici bir fırtına” diye bakmak ne büyük yanılgıydı.
Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslâmcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.
Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.
Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı. Kaçanlardan biri de bendim.
Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.
aslında türkiyenin içinden çıkamadığı o kadar sorun var ki birkaç tane statükocu dinazoru yüzünden türkiyede bazı şeylerin önüne geçilemiyor. yukardaki arkadaşların dediği gibi türkiyede demokrasiden söz edilemez . şimdiki iktidar belli ki bazı şeyleri değiştirmek için küçük şeylerden başlıyor ama sanmayın ki bahsettiğim rejimin tehdit altında olmasıdır aksine türkiyede özgürlükler ve demokrasi adına atılan adımlar bunlar.
not: avrupa devletleri geçmişte büyük savaşlarda fethedemediği ülkelere kendi siyasetçilerini sokup o ülkede hep kargaşa anarşi ya da türkiye gibi darbelere sebep olmuştur. ve özellikle osmanlı sonra osmanlı devletinden nefret ettirme onun kültürünü yok etme ve yerine yeni idolojiler getirme adına her yola başvurulmuştur.
Tunç bey yazılarınızı beş altı aydır takip ediyorum. Hayata ve olaylara bakış açınızı takdir ediyorum. Düşüncelerinizin devamını merekla bekliyorum.
Teşekkürler…
Pingback: Düşünceler » Tutarlılık
Pingback: Youtube Yasak, Türban Serbest… Sessiz Kalmaya Devam! | Fikir Atölyesi
bir yerlerde bir yumruk varsa ve sessizse
bilinsin ki onun tesiri ölçülemez,
o sessiz gazabın büyüyen etkisi harabeye dönüşünce muhatabında felçli bir leş gibi yerlerde süründüğünde takdire muhatap olacaktır…
ama maymunlar hep konuşur, ve aslında konuşmayan parçalamayan, yerle bir etmeyen yumrukların afetlere dönüştüren hakikati zamanla ortaya çıkacaktır ki, her yumruk bir yerlerde bekleyen pusu gibidir cehennemin azablı dağdağalı zindanı misali…
Pingback: Tartışmak Güzeldir. | Flxi.Org
Pingback: Herkes Hak Ettiği Gibi Yönetilir. | Fikir Atölyesi
Murat A.(ğa) bey,
“Başlangıçta Almanya’da NAZİ’ler, İran’da MOLLA’lar da DEMOKRATTI?” sozu aynen suna benziyor: “baslangicta katiller de masumdu. Hırsızlar da masumdu”.. Bu durumda herkesi her an suc islemeye yatkın birer potansiyel suclu gibi gorursek bu ulkede guvenecek bir tane insan kalmaz.. İnsanlar dusuncesiyle yargılanmaz.. Fiilleriyle yargılanır.. Dolayısıyla hayatta herkese bu gozle bakarsak, ve hep dogrulardan taviz verirsek hayatı kendimize zindan ederiz.
Siz laiklik icin demokrasiden vazgecersiniz, baskasi da demokrasi için laiklikten vazgecer… Baskasi da baska bir sey icin her ikisinden vazgecer.. Sonuc??
Metin-thePoor Ağbi;
Evet ben bir gencim ve siyasi konularda sizler kadar bilgili ve deneyimli olmayabilirim. Ancak bu (dile getirdiğiniz gibi) benim tümden “cahil” ve “fikirsiz” olduğumu göstermez, göstermemeli.
İlk yorumumda yazmıştım:
“Başlangıçta Almanya’da NAZİ’ler, İran’da MOLLA’lar da DEMOKRATTI”
Ne Almanya’da, ne de İran’da kimse olacaklara ihtimal vermiyordu. Herşey bir günde oluverdi. Onlar da demokrasinin gücünü işlerine geldiği gibi kullanıp sonra çöpe göndermişlerdi.
İşte endişem bu. Ben yarın çocuklarımın İran tarzı bir ülkede yetişmelerini istemiyorum. Laik Türkiye Cumhuriyeti uğruna da yeniliyorum: Gerekiyorsa vazgeçerim demokratlığımdan.
Saygılar.
“Evet, ben bir Atatürk genci olarak, ülkem için gerekirse ‘demokrat’lığımdan vazgeçerim. Cumhuriyet’ten asla.” demiş burada bir “genç”! Bu, nasıl korkunç bir cehalet ve fikirsizlik cehenneminde yaşadığımızı bütün vahametiyle gözler önüne seren bir cümle. Yazık, çok yazık! Fecaat…
16 Kasım 2005 tarihinde Vatan Gazetesi’ndeki köşesinden Zülfü Livaneli’nin yazdıklarına da bir kulak verelim mi?
Ortalıkta garip ve herkesin yorumlamakta güçlük çektiği rüzgârlar esmekte.
AB, Şemdinli olayları, Van, Kıbrıs, kapkaç, türban, hükümetle devlet arasındaki gerginlikler, en Kemalist unsurlardan gelen ordu eleştirileri… Acaba bütün bunlar büyük bir değişimin, büyük bir altüst oluşun habercileri mi? Eğer böyle bir değişim olursa ne zaman ve ne yönde olur?
Sevgili okurlarım, herkes gibi ben de bu soruları kendi kendime sorup duruyorum ve ne yazık ki olayların on üç yıl önce öngörmüş olduğum biçimde geliştiğini görüyorum. Türkiye bir ulus birliğinden hızla uzaklaşıyor ve dinciler – milliyetçiler – Kürtler olarak üçe ayrılıyor. Beceriksiz yöneticiler, muhteris siyasetçiler ve iktidar sahipleri Türkiye’yi bu duruma getirdi işte.
Peki bundan sonra neler olabilir derseniz size dönüm noktasının 2007 Nisan ayı olduğunu söyleyebilirim. Eğer o zamana kadar olağan dışı gelişmeler olmazsa, AKP 2007 yılında Çankaya’ya istediği kişiyi oturtacak. Devleti ve Türkiye’yi ele geçirme operasyonunda son aşama da böyle tamamlanacak.
Düşünsenize, Çankaya’da Sezer yerine bir AKP’li oturduğu zaman YÖK de değişecek, Anayasa Mahkemesi de, diğer kurumlar da… Devlet kadrolarına yapılan atamalara hiç itiraz edilmeyecek. Hükümetin Meclis’ten emirle geçirdiği yasalar derhal onaylanacak. Ve Türkiye, AKP’nin istediği düzen ne ise o düzene geçmiş olacak.
Okullarda yeni kuşaklar bu düzene göre yetiştirilecek, radyo televizyon yayınları buna göre ayarlanacak ve tabii İstanbul sermayesiyle eski solcu-yeni liberal yazarlar bütün bu gelişmelere alkış tutacak.
Uluslarüstü irade Türkiye’de laik cumhuriyetin sona ermesini istiyor. Bize biçilen rol Orta Doğu’da, Batı çıkarlarını koruyan bir İslam ülkesi olmak. Bu rolün oynanmaya başlanacağı tarih, Nisan 2007’dir.
Bu köşede sizlere şimdiye kadar “imtiyazlı ortaklık”tan tutun da “üç kutuplu Türkiye”ye kadar aklımın erdiği ve öğrendiğim her gerçeği duyurmak istedim. Hepsi doğru çıktı.
Şimdi, bu yazıdaki öngörülerimde yanılmış olmayı çok istiyorum. Ama ne yazık ki görünen köy kılavuz istemiyor.
Neye karşı olduğunu bilmeyen papağanlar, sürekli aynı yaygarayı koparıyorlar. Gitti, gidiyor falan. Giden, sadece bu ülkenin sürekli kanını emen ve senelerdir bu ülkeye hiçbir şey vermeyen sülüklerin diktatörlüğüdür. 2002 senesine kadar herşey dört dörtlüktü de akp geldi batırdı öylemi? Neydi o krizler? Kitap fırlatmalar, bir hapşırmada ülkenin giden milyar dolarları? Sürekli hırsızlık, vurgun haberleri manşetlerdeydi. Meclis başkanlarına kadar herkes çalmaktan asla çekinmezdi. Özlenen bunlar mı?
İstediğiniz nedir? Çözümsüzlüğü sürekli çözüm olarak sunan, konuşmaktan, içi boş slogan atmaktan başka hiç bir şey yapmayan chp zihniyetimi?
Bu ülkenin evlatları çöplerinizi toplayabilir, yollarınızı yapabilir, başbakan olarak ülkeyi tarihinde hiç idare edilmediği kadar iyi idare edebilir ama cumhurbaşkanı olamaz. Neden? Siz nasıl hüküm veriyorsunuz ve siz kimsiniz? Gerçekten kendinizi ne kadar sanıyorsunuz? Papağanlar…. Arada bir mevzuyu değiştirin bari, laiklik, irtica… Bir de anlamını bilseniz bari.
Sevgili youngerthanolder,
(Bu yazıya kadar) Fikir Atölyesi ile ilgili söylediğin güzel sözler için teşekkür ederim. Mutlu oldum yazdıklarını okuyunca; anlaşılmış olmakdı belki de beni keyifli kılan.
Son yazı, haklısın, birçok Fikir Atölyesi okuyucusunu şaşırttı. Çok sayıda destek mail’i aldığım gibi, eleştirildim de. Olumlu, olumsuz her geri bildirim benim için çok değerli. Vakit ayırıp görüş bildirenlere, katkı sağlayanlara içten bir teşekkür borçluyum.
Bu son yazıyı yazma amacım seçim dönemine girdiğimiz bugünlerde konuyu tartışmaya açmak, fikir zenginliği yaratmaktı. Yoksa haklı veya haksız arama sevdasında değiliz, biliyorsun.
Dile getirdiğin “Yumruğunu açmayanın ‘1 kişi’ olduğu izlenimi” verdiysem hatalıyım; çünkü gayretim demokrasiyi kendi “gizli” amaçları için kullanıp sonra atacak zihniyetlere dikkat çekmekti. Bu zihniyete sahip kişi sayısına bakmazsızın.
İfade özgürlüğünden hiç ödün vermeden ancak “taraf” olduğum izlenmini de saklamadan…
Dostlukla.
Herşey çok ustaca hazırlanmıştı. Kırmızının gizlediği bir tezgah…
O kırmızı ki dedelerimizin kanından müteşekkildir ve memleket sathında onun için yeniden kanını akıtmayacak kişi yok desek yeridir. Ama sokaklara döktürülenler kırmızının altına saklanarak sokaklara dökülmeyen “ötekileri” ve onları temsil etmek üzere seçtiklerini düşmanlaştırdılar, hem de ortada yarım metrekarelik bir bez parçasından daha somut bir neden yokken ve o “biricik” neden tüm kadınlarımızın yaklaşık yüzde 55 ini ilgilendirirken ve hatta bazılarını da “mağdur” ederken.
Ülkenin saygın vatandaşları ülkenin vaysiyalarına, paryalarına, serflerine güzel bir ders verdiler böylece bayrağın altına gizlenerek ve en azından bu seferlik insanlarımızın zihinlerinde derin çatlaklar oluşturmayı başardılar.
Zaferleri kutlu olsun (!)
Sevgili Tunc;
Son 1 yildir yazilarini ve blogunu asagi yukari her gun takip etmeye calisiyorum desem yalan olmaz herhalde. Dusuncelerine zaman zaman katilmasam da ilgiyle izliyorum yazdiklarini (Senden alinti yaptim kusura kalma:) Hersey bu son yaziya kadar guzeldi.
Bugune kadar uzman oldugun, ya da Turkiye’de senden baska kimsenin bu kadar iyi yazamayacagi ve ele alamayacagi konulari (benim ve bircok Fikir Atolyesi okuyucularinin hemfikridir) oyle iyi kelime, cumle yapilari ve engin birikim ile is hayati tecrubeleri ile aktardin ki, kendimi cogu zaman universite yillarinda sevdigim prof.lerin derslerinde yeni ve faydali bir bilginin ogrenme hazzini yasayan mutlu bir ogrenci gibi hissettim. Hersey bu son noktaya kadar guzeldi.
Yeni insanlarla tanistirdin bizi, yeni dostluklara kulac atma imkani tanidin bizlere; hatta sayimiz azdi birbirimizi bulmak kolay degildi ama zihinlerde nice randevulara davetiye cikardin, mutlu ettin gonulleri hersevene acik gonul sohbetlerinde, hersey bu son yanli yazina kadar guzeldi.
Sen de bir vatandas, secmen, insan, kardes, ogul ve bireydin. Senin de ozel bir hayatin ve kendine saklayamayacagin bir hayatin vardi. Fikirlerimizi ifade etme ozgurlugunun sozde degil yasamimizin icinde yer almasi icin gosterdigin gayretleri ben yakindan biliyorum. Sen hep metodun belirlenmesi taraftariydin, yontemler ve ortaya acilan masa her zaman ayni yemekler yenmese de bulusma animizdi, bu yaziya kadar :(
Konu Akp ya da RTE degil konu dinsizler ya da dindarlarin ulkeyi nereye goturdugu ya da demokrasiye yapilmis darbeler ile kindar ve yumrugunu acmayan bir tek insanin olusu da degil.
Konu yumrugunu acmayanin sadece 1 kisi gibi oldugu izlenimini vermen; boyle tarafsiz ve fikirlerin ozgurce yazildigi bir platformun ev sahibi olarak, bizlere bugune kadar bunun aksini yapmamiz gerektigini soylemen Tunc…
Senin sevmedigin bir dusunce eger yalin kaliyorsa, karsitinda olduklarin, desteklediklerin ya da ses cikarmadiklarindir, anlamini tasiyor…
Buna ilave olarak sozum ona cumhuriyetin bekcisiyiz edasi ile islam dinine ve muslumanlara nefret besleyen dis kaynakli bir takim islam karsiti orgutlerce beslenen Cumhuriyet gazetesi yazarlarinin hazirladigi islamiyetgercekleri.org isimli cagdisi, hakaretlerle dolu siteyi okumani degil belki ama goz atmani oneririm.
Sonra bir daha bizlere yumruklarini tek acmayanin 1 kisi oldugunu bir daha yazmayasin diye…
Çok yakın bir arkadaşımın sözü “Ben tabiiki de A-KE-PE istemiyorum, ben herkesin CHP’li olduğu bir Demokrasi istiyorum.”
Tam kelimesi kelimesine değil ama bu kelimelerin yaklaşık olarak bu şekilde olduğu bir konuşmaydı. Evet güldünüz, farkındayım ama maalesef durum böyle, hiç kimse itiraf etmese de CE_HE_PE istemeyip herkesin AKPARTİ’li olduğu bir DEMOKRASİ (!) isteyenler ve A_KE_PE istemeyip herkesin CE_HE_PE’li olduğu bir DEMOKRASİ (!) isteyenler bu gidişle daha da artacak, sonumuz ne olacak bilmiyorum…
DipNOT: Hacettepe’de Mescit hala duruyor, ben gittim zehirlenmedim tavsiye ederim :)
Sizi sizin üslubunuzla karşılamak mümkün değil benim için.
Fakat, müneccimlikten söz ettiğiniz için, burada 10 Mayıs tarihinde Sevgili Tunç Kılınç’a hitab eden yazınızın notundaki son cümleyi hatırlatmak isterim.
Ve lütfen bana cevap vermeyin.
Selametle.
Ayfer Bey/hanım;
Engin bilginize ve laik-demokratik devlet isteğinizdeki samimiyete saygı duyabilirim fakat,..
Teşekkür ederim de;
“gerçek anlamıyla” demokrasi ve laiklik derken dürüst olduğunuza siz de inanmıyorsunuz bence.
demek ne oluyor?
Acaba sizi ciddiye alıp cevap vermekle hata mı ediyorum? Neden söylediklerime, sunduğum amprik verilere bakmak ve -aldığınız siyaset eğitiminize istinaden- varsa cevabınız vermek yerine niyet okuma teşebbüsüne giriyorsunuz?
Öyle bir niyet okuma ki, benim dürüstlüğümü bile sorguya çekiyor.
Anlaşılan müneccimlerle hayli yakın temasınız var; o halde bir soru; komşum iddia kuponu için tahmin istiyor, Lyon bu hafta 2 farklı yenebilir mi?
Zihni Bey Dostum
Konu fazlaca dağıldı burada, daha da dağıtmak istemiyorum. Senin de söylediğin gibi çok geniş bir konu bu. Çok kısa iki yere değineyim.
Konu oldukça açılıma muhtaç ve geniş bir konudur. Bunları yazarken, biliyorum karşı teorilerin gelecek ard arda. Hepsine yetişebilir miyim bilemiyorum ama, kısaca şunu diyerek, ip ucu vermiş olayım:
Yok burada gelmez; merak etme. :-)
İslam dini ayet ve hadislerden soyutlanamayacağına göre ve 1400 yıllık bir de geleneksel kalıtımlarının anıtlaştığı bir durumda asla DEMOKRASİ ile bağdaşamayacağını biliyorum.
Bu senin düşüncen. “Niye?”sine girersem burada kitap yazmam gerek. Gerçi sen yazında doğru bir biçimde “geleneksel kalıtımlarının anıtlaştığı bir durumda” şerhi koymuşsun ana biraz ayrıntıya girmekte fayda var.
İslam’ı durağan bir biçimde algılayan gelenekselci kanattan değilim. Değişime inanırım. Medine vesikası benim için Magna Carta’dan çok daha önce kaleme alınmış çok daha komplike -ve laik sisteme teşne- bir özgürlük abidesidir. Bir ilkeler manzumesidir.
İslam bir siyaset modeli öngörmez. Hz. Peygamber’in vefat ederken ardından halef bırakmaması da buna en büyük delildir. Siyaset doğası içinde gelişime ve değişime açıktır. Toplumların ihtiyacına göre değişim şarttır.
İslam da bu değişimden azade değildir.
Nasıl olmasın ki, daha Hz.Peygamber’in 23 yıllık risaleti sürecinde bunun örneklerini görüyoruz. Bu süreçte iman ve ibadet esaslarında hiçbir değişiklik olmadığı halde sosyal meselelerde ve insanlararası ilişkilere değinen husularda şartlara göre neshin mevcudiyeti bilinmektedir.
Daha sonra Hz.Ömer ve Hz.Ali’nin halifelikleri sırasında yine bu sosyal değişimler bağlamında vahyin ruhuna uygun içtihadları olmuştur.
Şu anda İslam dünyasında bir içtihad sorunu var. Bu sorunu ve sebeplerini bir yazımda işlemiştim. Burada yazıyı boğmak istemiyorum, mutlaka okumanı öneririm, nacizane. Yavaş yavaş aşılan bir sorun ve bu aşıldığında farklı bir düzleme girecek mesele.
Sen geleneksel metinlerden hareketle demokrasi ile uyuşmaz diyorsun. Ama İslam’ın geleneksel metinlerinden-yani yorumlardan- bahsederken de kıyası bugünle değil, yorumlandığı çağda diğer bölgelerdeki siyasal sistemlerle yapmanı öneririm.
Biraz açayım.
Geleneksel yorumlar bazı noktalarda demokrasi ile çelişiyor görünebilir. Bunun sebebini anlamak zor değil. Maalesef İslam dünyası son 3 asırdır hem fikrî hem fiziki bir saldırı altında ve bu saldırı etkisi ile içe kapanan donuk bir anlayış içinde. Bu donukluk 3 asır önceki siyasal teokrasinin etkilerini de aynen bugune taşıyor. (Çünkü değişime kapattı kendini, sebepleri “içtihad” yazımda.)
Bildiğiniz gibi görüşler çağlarını yansıtır. İslam dünyasında donukluğun başladığı tarihlerde Avrupa’da dahil kimse bugünkü anlamıyla özgürlüklerden bahsetmiyordu. O günlerden beri donuklaşan İslami düşünce bu sebeple totaliter kalıntıları taşıyor, atalete uğradığı çağı yansıtıyor. O çağda tüm ideolojiler/dinler öyleydi. Yani yönetim sistemleri evriminde şartlar muvacenesinde geç kalmış bir İslami düşünce var. (Buraya bir mim koyayım yalnız son 50 yıl hariç.) Halbuki nasslar toplumsal gelişmeler ışığında doğru yorumlansa özgürlük kavramına İslam’ın içerdiği önem görülecek.
Fakat bugün durum farklı. Sen galiba son elli yılın müslüman düşünürlerinden herhangi bir bir isim okumadın. Mesela Tarıq Ramazan, A.Suruş önerebilirim. İçtihad üzerine başlıklı yazımda da değindiğim gibi konu geleneksel tortular ve bu tortulaların reflekstif içe kapanmayla direk alası var. (Ayrıntıları linkini verdiğim yazımda.)
Sanırım bu “uyuşmazlık” kaygısı ile birlikte/altında da korkular var. “Şeriat” diye bir kelime tüyleri diken diken ediyor.
Zannediliyor ki şeriat İslam’a inanmayanlara ya da İslam’a inanıp da kurallarına uymak istemeyenlere “zorla” dayatılacak bir şey.
İslam hukukunda Kur’an ve sünnette geçen sadece birkaç tane had cezası vardır. Bunlar da; “adam öldürmek, zina etmek, içki içmek, hırsızlık yapmak.”
Bunlar arasında namaz kılmayana ya da başörtüsü takmaya ceza filan gibi abukluklar yoktur. Dinin rituelleri tamamen kişiseldir. İslam’ın had cezaları ise toplumsal düzenle ilgilidir. Bunlar da toplumsal gelişmelerle değişime açıktır. (Teori ile yanlış uyguamaları birbirine karıştırmayalım. Bkn: Marksizm ve Stalin derim yoksa :-))
Tıpkı modern hukuk gibi İslam hukuku da temel ilkeler ile yorumlanır, gelişir..
İslam’ın yönetim sistemi de dahil tüm toplumsal ihtiyaçlar zamana bırakılmıştır, ve bunlar belli ilkeler etfarında sosyal değişimlere uygun olarak esnek bir biçimde evrilmeye açıktır. İslam’da din değiştirmek bile serbesttir ki nerede kaldı ritüellere ilişkin cezalalardan, özgürlük kısıtlamasından bahsedilebilsin. (2. tekrar; Sui emsal, emsal değildir.)
Dahası meselenin tarihsel boyutu var: Yani değişim.
İslam’ın bir toplum tasavvuru vardır. Doğru. Yönetim biçimi olarak şekli bir dayatımı olmasa da ilkeler bakımından İslami bir toplum tasavvuru mümkündür.
Ama İslam, tabiatı gereği toplumsal kurallarının uygulanabilirliliği açısından homojen bir yapıyı gerektirir. Günümüzün küreselleşmiş dünyasında ise bu mümkün değil. Çünkü kültürel çeşitlilik muazzam bir boyuta ulaşmış durumda. Bu açıdan İslam’ı kabul edip onun kuralları ile yaşamayı isteyen insanları biraraya toplamak ve “yekpare” (kelimeye dikkat) toplum oluşturmak çok zor görünüyor. İslam’ın vicdan hürriyeti de İslam’a inanmayanlara, ya da inandığı halde kuralarını uygulamak isteyenlere kurallarını dayatmayı kabul etmez.
Bu yüzden de günümüz dünyası için homojen yapıların imkansızlığı açısından “inançlara saygılı bir laiklik” anlayışı İslami açıdan son derece uygundur. Ayrıca İslam’ın temel siyasi ilkeleri modern toplumlar için çok isabetli açılımlar sunuyor.
(Bir yöntem daha var. O da laik bir çatı olmakla birlikte insanlararası ilişkilerde “çok hukukluluk” uygulaması. Bu uygulanma niteliği olarak mümkün olsa da pratiği düşünüldüğünde birçok aksaklığı da beraberinde getirebilir. O bakımdan uygulanması hemen hemen imkansızdır.)
Bir zaman düşük seviyeli ama içeriği açısından önemli bir tartışma yapmıştık şurada.
Aynı linkte devam eden, 149, 185, 188, 198, 202, 204, 206 no’lu yorumlarda konuya değindim. İlgilenenler bakabilir.
***
Atilla Hoca’ya eleştirin ise bir anlam ifade etmiyor. Totoliter bir bakış bu ve bu bakışla tabii ki hocayı eleştirebilirsin. Ama kapsam dışı eleştiri olur; dolayısı ile demokrasi ve özgürlükler alanı dışında kalır. Bu kapsamın içinde Hoca”ya verilmiş hiçbir mukni bir cevaba rastlamadım şimdiye kadar; seninki de dahil.
Kısa dedim yine uzun yazdım. Bu dağılan ve muhtemelen durmazsam daha da dağılacak olan konuyu kapatmak istiyorum izninle. :-) Ev sahibimize ayıp olacak.
Sevgilerle..
Suat Bey,
Aldığım siyaset eğitimini inkar ederek demokrasi ve laiklik tanımlarını öğrenememiş olabilirim. Yine bu kavramları kendi düşünsel dünyamda eğip bükmüş de olabilirim. Hattâ malum seviyemle ifadelerinizi de idrak edememiş olabilirim ama yine de herşeye rağmen sizin bu ateşli demokrasi savunucusu halinizin nedenlerini anlamaya çalışıyorum.
Engin bilginize ve laik-demokratik devlet isteğinizdeki samimiyete saygı duyabilirim fakat, “gerçek anlamıyla” demokrasi ve laiklik derken dürüst olduğunuza siz de inanmıyorsunuz bence.
Şunu da belirteyim ki, demokrasiyi “nalıncı keseri” olarak gördüğüm yok benim… Yukarıdaki ifadem anlamak isteyene gayet net ve açıktır. Ama görüyorum ki siz, o keseri elinizden bırakmaya niyetli değilsiniz.
Sevgili Suat’cığım. (Yaşça benden küçüksün çünkü, yanlış anlama lütfen, aklın yaşta değil başta olduğunu öğrenmiştim, bu başka birşey :) )
Konu içinde gösterdiğin iltifatın için teşekkür ediyorum. Kendi mekanın dahil, bir çok yerdeki yazılarından anladığım kadarıyla, sen bir “özgürlük ve demokrasi savaşçısı” olarak çaba sarfediyorsun. Aynı zamanda çağdaş bir dindar görünümündesin. Anlayışla karşılıyor ve saygı duyuyorum. Ancak, bu iki farklı alandaki duruşun, sanki “demokrasi-islam” sentezini işaret ediyor gibi. Buna bir de yaşamın vazgeçilmez güncellerinden olan ekonomik modeli olarak liberalizmi ekleyince, işlerin iyice “arap saçına” döndüğünü anlıyorum.
Aslında senin iyiniyet beklentin vre amaçladığın çerçeve beni fikren rahatsız emiyor. Dikkat çekmek istediğim nokta, bu “ilahi ve beşeri” iki kavramı kaynaştırmaya çalıştığın an, “ağaç ile demir alaşımı” yapmak gibi bir zorlamaya düştüğünü görüyorum.
Konu oldukça açılıma muhtaç ve geniş bir konudur. Bunları yazarken, biliyorum karşı teorilerin gelecek ard arda. Hepsine yetişebilir miyim bilemiyorum ama, kısaca şunu diyerek, ip ucu vermiş olayım:
İslam dini ayet ve hadislerden soyutlanamayacağına göre ve 1400 yıllık bir de geleneksel kalıtımlarının anıtlaştığı bir durumda asla DEMOKRASİ ile bağdaşamayacağını biliyorum. Zorlanırsa bağdaşacak yerleri elbette vardır. Bir yeri bir başka yerine engel çıkaracaktır. Burayı açmayı çok isterdim ama, sanırım son söz sende kalacak :) Canın sağolsun.
Atilla Yayla linkini daha önce Ece-naze’de tartışmıştık. Özetle buraya alıyorum:
SANSÜRLÜ KLİP
İşin başında problem var. Atilla Yayla’nın “özgürlük sevdasından” söz ettiriliyor, ancak “öğrenci” diye alaya alınan Prof.’ların birer cümlesine karşılık, Atilla Yayla’ya konferans verdiriliyor. Karşısındaki 4 bilim insanı da Atilla Yayla karşısında dili tutuluyor değil mi! Burası birinci fiyasko.
Konunun ikinci yanı, Atilla Yayla’nın ne demeye çalıştığı:
Klibi izledim ve kağıda not alarak, yanlış anlamaMaya gayret ettim. (Daha önce bir yerde izlemiştim aynısını). Dikkat çeken vurguları değerlendirelim:
1- “Toplumun özgürleşmesi, ileriye gitmesi gerekir” sözüne karşılık, “Siz kim oluyorsunuz da toplumu özgürleştirmeye, çağdaşlaştırmaya çalışıyorsunuz. Ben çağdaşlaşmak istemiyorsam ya?”
İşte size, toplumun ileri gitmesinde, özgürleşmesinde, gelişmesinde sorumluluk almayı gereksiz sayan ve kınayan bir “Profesör”!
2- “Kamu otoritesinin çağdaşlaştırma gibi bir görevi yoktur.”
anayasa: 23.7.1995-4121/1 md: Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
Bırak be Atilla Hoca! Senden bekmezdim bu basit demagojiyi.
Hadi biz, “kamu otoritesi halkıyla ilgilenmiyor, cahillikten yarar buluyor, bu yüzden insanlar mağdur oluyor, sömürülüyor” diye şikayet ederken, siz nasıl olur da “ilgiyi” fazla ve gereksiz buluyorsunuz?
3- “Başını örtenler edilgen mi?”
Hem de nasıl edilgen Hocam! Siz anlayamıyor musunuz bunu? Kadınlar “din adına üniforma gibi tek tip” kılığa zorlanma mekanizmalarından haberiniz yok mu şimdi? Hiç anlamıyorsanız, türban eylemindeki öncü erkeklere bakın. Bu dinin vazgeçilmezleri neden yalnız kadınlara oluyor da erkekler daha özgür davranıyor? Buradan da mı çıkaramıyorsunuz?
4- “Tersi olsa, türbanlılar çoğunlukta, türbansızlar azınlıkta olsa, çoğunluğun azınlığı değiştirmeye çalışsa, yine karşı çıkardım.”/A.Y.
İran’da, Arabistan’da ve Taliban Afganistan’ında “karşı çıkanları” gördük. Kefil misiniz oralar gibi olmayacağına, (ya da kefil olan var mı?)
Buraya kadarki sözlerim, tartışmanın kendi içindeki çelişkilerdi.
Sonuç olarak Atilla Yayla, “liberal felsefeden” yola çıkarak, “bırakınız batanlar batsın, çıkanlar çıksın” demeye getiriyor.
Sosyalist pencereden ise görülenler şöyledir:
Bireylerin, kendi çapındaki İÇ ÖZGÜRLÜĞÜ sağlamadan başvurdukları DIŞ ÖZGÜRLÜK talebi, kendi dışındakilerin politik hesabına hizmet eder.
Türbanlı (eylemci öğrenciler) ise, iç özgürlüklerini dindar erkeklere, dış özgürlüklerini de kamu otoritesine kurban etmektedirler. Yani, iki ucu b..lu değnek!
Seviyle kal.
Sayın Ayfer Bilici,
Laiklik ile laisizmin farkı ayrılıyor, çünkü ülkemizde laiklik diye yutturulmaya çalışılan şey “laisizm”dir. Laik bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurumun olması mümkün mü?
Bakın laiklik ile laisizmin farkı şudur. Nasıl ki İran’da İslam şeriatı “dayatılıyorsa” ve bu yönetim biçimi de “şer’i bir yönetim biçimi ise “laisizm”de de sekülerizm dayatılıyor.
Yani tahakküm açısından ülkemiz ile İran arasında bir fark yok. Birisi İslam şeriatını dayatıyor, diğeri pozitivist şeriatı.
Laiklik bu değil. Devlet toplumu oluşturan çok çeşitli inanç sahiplerinin hepsine karşı eşit mesafede olmalı, herhangi bir ideolojiye sahip olmamalı, herhangi bir ideolojiyi dayatmamalı, yani sözün kısası “laik” olmalıdır.
Bunu ve laik sistemin sağlam bir biçimde yürümesi için gerekli olan demokrasiyi nalıncı keseri olarak görmeniz ilginç. Tam aksine bu görüşünüzle ağızlarda sakız edilen laiklik ve demokrasi kavramarını sizin nalıncı keseri gibi yorumladığınızı, kavramları düşünsel dünyanıza uygun bir biçimde eğip büktüğünüzü gösteriyor.
İki kere iki dünyanın heryerinde dörttür. Demokrasinin de laikliğin de tanımı bellidir. Bu kelimeleri kullanıyorsanız doğru anlamlarını kullanacaksınız.
Mesela gerçekten laik ve demokratik bir devlet mi istiyorsunuz yoksa sekülerist şeriatın dayatıldığı, demokrasinin rüzgarın yönüne göre rafa kaldırıldığı mevcut ucube sistemi mi? Ben gerçek anlamıyla laik ve demokratik bir devlet istiyorum. Siz de açık açık belirtseniz -bazı arkadaşlar gibi- durduğunuz yeri görmüş oluruz.
Nedense benim yazdıklarıma -Zihni Bey hariç- içerikli bir karşılık/itiraz bulamadım. Kendimi deveye hendek atlatmaya çalışan talihsiz bir seyyah gibi hissetmeye başladım.
Bu tür kaliteli siteleri takip edenler bile demokrasi konusunda, laiklik konusunda, lise talebesi ezberlerine sahipse, olaylar karşısında kolayca savruluyor ve bu temel kavramlardan bîhaber rastgele yüzeysel yorumlar yapıyorsa vah benim memleketimin haline..
Özgürlük, din ve inanç hürriyeti temel insan hakkıdır. Bu haklar kimsenin tekelinde değildir, kimsenin kimseye lütfu da değildir. Kimse kimsenin efendisi de değildir.
Atilla Yayla Hoca, bu konu konudaki tartışmaları aylar önce bitirmişti. Bu kısa videoyu tüm yorumcuların seyretmesini arzu ederim.
Atilla Hocam’ın tüm söylediklerine katılıyorum ve tamamen aynı şeyleri savunuyorum. Bu sözlerde mutabık olmayanlar kesinlikle “laiklik” ve “demokratiklik” gibi kavramlardan bahsetmeye kalkmamalı. “Cumhuriyet”ten bahsedebilir; içinin doldurulması için heybesi geniştir; İran da bir cumhuriyet çünkü..
Kimin nalıncı keseri misali kavram yontması yaptığını, okuduğunu anlama kapasitesi olan ehl-i vicdanlara bırakıyorum.
Selamlar.
Ortada bazı engellemeler varsa, bunlar saldırılar karşısındaki savunma çabaları olabilir ancak..
Gördüğüm kadarıyla burada da savunma mekanizmaları aşırı hareketlenmiş, kimse kimseye göz açtırmıyor. Bütün demokrasi savunucuları buraya toplanmış ama nalıncı keseri misali herkes kendine yontuyor. Aslında neden laiklik veya laisizm farkına girilmiş anlamadım..
Cumhuriyet mi, şer’i devlet mi istiyoruz; açıkça bunu belirtsek, daha dürüst olmaz mıyız?
Saygılarımla.
Dün (13 Mayıs) yapılan İzmir Cumhuriyet Miting’inde gördüğüm bir mesaj çok anlamlıydı:
“Başlangıçta Almanya’da NAZİ’ler, İran’da MOLLA’lar da DEMOKRATTI”
Sanırım son dönemde sıkça duyduyduğumuz “Tehlikenin Farkında mısınız?” söylemi ile dile getirilmek istenen endişeyi en sade, en anlaşılır, en vurucu anlatan da buydu bence.
Demokrasiyi kendi amaçları için kullanıp sonra atacaklarını zaten geçmişte beyan etmişler. (Hiç olmazsa Nazi veya Molla’lardan daha dürüst ve açıklar!)
Evet, ben bir Atatürk genci olarak, ülkem için gerekirse “demokrat”lığımdan vazgeçerim. Cumhuriyet’ten asla.
Sevgi ve saygılar…
Sayın Tartıcı,
Kimsenin avaz avaz müslümanım dediği yok, ibadetini yapmak için mescit istiyor sadece koskoca bir kampüste. Vakit namazını küçük bir odada kılmak ibadeti göze sokmak mı? Sanırım hiç Avrupa’da bir üniversiteye gitmediniz. Ya da din ve vicdan hürriyetinin, ibadet serbestisinin temel insan haklarından olduğunu bilmiyorsunuz.
Tarikatlar kullanıyor diye mescit kapatmak, kapatılmasını istemek? Ne kadar saçma bir mantık kurgusu bu.. Bu mantık, trafik kazaları oluyor diye otomobili yasaklamak gibi bir şey.
İsterseniz okul civarındaki camileri de kapatın, orada zehirlenmesin üniversite çağına gelmiş eşşek kadar çocuklar?
Emir buyrun da neye inanılması gerektiğini nakşediverin zihinlerine; sonra şaşkınlık geçirmesin körpe zihinler??
Yahu ben mi yanlış biliyorum? Bu düşünce biçimine dünyanın heryerinde faşizm demiyorlar mı?
Kusura bakmayın; sözlerinize ve samimiyetinize inanmama hakkımı kullanmak istiyorum. Sözleriniz bana “benim de ninemin başı örtülü, biz de müslümanız” deyip çocukların Kur’an öğrenmesine şiddetle karşı çıkan, başörtüsü gibi temel bir kişilik hakkını engelleyen, “laiklik” deyip laikçilik”i savunarak kanunsuz yasakları baskı ile uygulayan, çağdaşlık ölçüsü olarak “Muhammed” isminden tiksinip başka isimler görmek isteyen, namaz kılınmasını değil bale yapılmasını arzulayan “homospanies”leri hatırlattı.
Yazilarinizi severek okuyorum Tunc bey. Her ne kadar konu dagilmissa da bu yaziniz da yine güzel olmus.
Sitem eden arkadaslara da (aslinda herkese) benim bir sitemim olacak.
Bence..
AKP´yi secmememe ragmen demokratik secilmis AKP’ye Cumhurbaskanligi konusunda haksizlik yapilmistir. Bunu demokrasiye inanan ve demokrasi isteyen herkes söylemeli, daha dogrusu protesto etmeli. Bu bir askeri cuntadir. Bence bunu destekleyenler sagci solcu herkes Cuntaci düsünceyi desteklemis olur. Bu demokratik degildir. 90 Dk. lik futbol macinda´da 81.ci dakikada kurallar degistirilip karsi tarafa penalti verilmez.
Ayni Askeri Cunta yönetimi imam hatipleri acarak AKP´nin bugün iktidar olmasini saglamistir. Saadet-Refah-AKP Askerin eseridir.
Evet Türk Askeri Cumhuriyetin bekcisidir ama yöneticisi olmamalidir. Atatürk’ün kurdugu Cumhuriyetten uzak olan Asker cogu zaman ABD´nin etkisinde kalmistir. Cumhuriyet Askere teslim edilmemeli bence.
Maalesef Türkiye’de 12 Eylül’den sonra ses getirecek, demokrasiyi kanatlandiracak sol parti kalmamistir. CHP ve DSP bence sol parti degillerdir, ikisi de askeri sagci partilerdir. Mecliste maalesef sadece sagci ve dinci partiler vardir yillardir. Bunun sonucuda ortada.
Türkiye’de gercekten muhalefet yapacak büyük bir sol partiye ihtiyac vardir. Bu sol parti; asker, dini, etnik ve milliyetci düsünceler arinmis olmalidir. Bugün mitinglere kosan yüzbinler ne askeri ve sagci, ne dinci ne de asiri sol bir parti istiyor aslinda. Tek istedikleri demokratik bir parti, aslinda hepimizin istedigi bir parti. Maalesef Türkiye’de böyle bir parti hala yok.
Yine de umarim ki secimlerde cok parti baraji asar ve renkli bir tablo cikar ortaya. En azindan siyah beyaz bir Türkiye’den iyidir.
Saygilar.
Tabii ki değiller..
Dünyada Anayasasında LAİK’lik sözcüğü geçen iki ülke var: Türkiye ve Fransa.
Uygulayan ise tek ülke: Türkiye
Ben de 1990 Hacettepe mezunuyum. Allah’a şükür müslümanım ve şartlarını da yerine getirmeye çalışan biriyim. Allah kabul ederse.. Bunu ”müslümanımmm” diye yaygara yapmak niyetiyle değil, yeri geldi diye söylüyorum. Hiç bir zaman hiç kimsenin ruhu bile duymadı, duymaz. Namaz kıldığımı, perşembe geceleri ne yaptığımı.. Ben birilerinin gözüne sokmak için yapmıyorum ibadetimi. Allah rızası için yapıyorum.. Ahiret inancıyla, Allah rızası için yapılan bir şeyi dünyaya duyurmaya çalışıp, bakın bana en müslüman benim demenin de alemi yok!
Talebeliğim sırasında, benim üniversitemde açılan mescidin kimler tarafından ve hangi tarikata mürid sağlamak için kullanıldığını da çok yakından biliyorum. Umarım Hacettepe de kaldırmıştır artık mescidi.
İyi niyetinize ve inancınıza saygım sonsuz. Ama talebeliğim sırasında atılan tohumlar, bugün yeşerenler..
Bu ülkede tek müslüman ve tek ibadet eden sizler değilsiniz.. O mitinge sadece 3-5 ateist katıldı sanıyorsanız yanılıyorsunuz..
Geçen seçimde yaptığım hatayı düzeltmek için tabii ki miting alanındaydım ve 22’sinde de sandık başında olacağım.
Ben bu ülkeye karşı büyük bir suç işledim AKP ye oy vererek. 4.5 yılına mal oldum ülkemin. Şimdi hangi ibadet paklar ki beni? Vatanıma bunu nasıl yapabildim hala inanamıyorum. Vatanıma.. Allah affeder mi bilmem, ama ben kendimi bir türlü affedemiyorum!
Hüseyin bey,
Maalesef haklısınız. Bilmiyorum, bizim ülkemiz kadar kavramların ters yüz edildiği başka bir ülke var mıdır?
Türkiye’de uygulanan laiklik falan değildir, “laisizim”dir, yani “laikçilik.” Bu bir sekülerizm dayatmasıdır, pozitivizm şeriatı acımasız bir biçimde uygulanır bizim ülkemizde.
Bu önemli konuda Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un “Laisizm ve laiklik kıskacında Türkiye” başlıklı üç yazısı var. Temel kavramları yerli yerine oturtarak “laikliğin ve laisizm”in farkını çok güzel açıklıyor Selçuk. Mutlaka okunmalı derim. (Yazı-1, Yazı-2, Yazı-3 )
Yine bu konuda bir yazı ve tartışma için bkz: “Laik” olmak, “Adam” olmak, vesaire..
Selamlar.
Bu ülkenin laiklik anlayışına hayranım doğrusu. Açıkçası bizim ülkedeki gibi bir laiklik devam edecekse elden gitmesi taraftarıyım.
Bir üniversiteye misafir öğrenci olarak gittim. Mescid sordum. Bana yok dediler. Kocaman kampüs. Sonra namaz kılmak için bir yer ararken Botanik bahçesinde çalışan bir ameleyle konuştum. Daha önceleri açık olan bir mescid varmış ama kapatılmış.
Bir kurultay için oradaydım ve rektör bey de açılış konuşmasında laik demokratik denen şeyden bahsediyordu.
Dünyanın en iyi üniversitelerinin hepsinde kiliseler, camiler hatta Hintliler ve yahudiler için ayrılmış özel ibadet yerleri var. Sanırım onlar laik demokratik değiller.
Laiklik devletle alakalı her yerden dinin tamamen uzaklaştırılmasıysa laiklik elden bir zahmet gitsin.
Benim anladığım laiklik şöyle olmalı:
Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı.
Herkes dinini özgürce yaşayabilmeli.
Sefere giden leş kargaları gördüm diyor şairin biri,
kimini yerken kimini seyrederken.
Şerefsiz ellerde şerefe kalkan kadehler gördüm diyor,
hayat buysa gel de yaşa dostum…
Nemrut İbrahim peygamberi ateşte yakılması emri verdiğinde odunlardan yığınlar yapılmış. Odunlar tutuşturulmuş. Sonra İbrahim peygamberi ateşe atacaklarmış. Atacaklarmış ki Nemrut’un ne güçlü kral olduğu anlaşılsın, bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber.
Bu sırada bir karınca ağzında küçücük damla su ile koşa koşa gidiyormuş ateşe doğru. Başka bir karınca onun telaşını sormuş acelen ne, nereye böyle? Karınca o damlayı ellerinin arasına alıp “duymadın mı” Nemrut İbrahim peygamberi yakacakmış işte ateşin olduğu yere su götürüyorum.
Bu sözleri duyan karınca kendini tutamayarak gülmüş, sen ateşe bakmadın mı ne kadar büyük, bir damla suyun ona ne yapabilir ki? Su taşıyan karınca olsun demiş “hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.”
Şimdi netleşelim ve CUMHURİYETİMİZE sahip çıkalım.
Suat Bey ve Zihni Bey,
Sizlerle burada da karşılaşmak ne güzel!
Zihni Bey Dostum,
Estagfirullah kizmak ne demek? Ayrica hic de sivri degil elestirin. Benim ne denli sert tartisma ve elestirilere antremanli ve musamahakar oldugumu bilirsin.
Bir duzen muhalifi olarak “duzeni” savunur duruma dusmek istemem. Simdi burada bir de toplumun liberalliligi ile koylulugune ve bunlarin sinifsal etkilerine girmek istemiyorum. Yazdiklarinda katildigim noktalar da var, katilmadigim -daha dogrusu yanlis duzlemden baktigin icin hatali buldugum- analizlerin de var. Her ne kadar yukaridaki konu ile direk alakali olsa da bu uzun konuya burada girmek istemiyorum. Dusuncelerim yukarida linklerini verdigim yazilarimda ve referanslarimda belli. (Ilaveten bir link daha vereyim; toplumun cekirdegindeki liberal yon ile ilgili.. Musait bir zamanda okumani oneririm. (Bu, toplum kulliyen liberaldir demek degil. Bu farki dikkate alalim. Olmadi bir yazi girerim kendi siteme, uzerine tartisiriz.)
Hulasa edersem bu son ahvali demokrasi sinavi olarak goruyorum ve “ama…” ya da turevleri ile baslanan hicbir serhi de kabul etmiyorum. Bu sinav gecildikten sonra “toplum” uzerine konusulabilir ancak. Yok “demokrasi buysa -ki evet demokrasi budur.(S.Ö)- biz demokrat degiliz” diyen varsa onlara da saygi duyarim. En azindan durduklari yeri belirtmis olurlar.
Marksizm ile ilgili de birkac sey soyleyeyim.
Marks’a buyuk saygim var. Ama maalesef dostum, Marksizm bir utopyadir ve reel dunyada bu utopya olmustur. (Aslinda -bence- olu dogmustur.)
Daha once de yazdim.
Marksizmi kapitalizmin anti tezi olarak gorurum. Kapitalist acilara metazori bir cevap uretilmesi gerekiyordu. Eski biz soz vardir; “sozler soylenmek icin agizlari bekler” diye. Ve bunu Marks yapti.
Bir anti-tez sadece anti-tezligi ile ayakta kalabilir mi? Yani Marks ne oneriyordu bu ahlaksiz kapitalist duzen icin?
Marks’tan bu yana gecen zaman Marks’in yanildigini acikca ortaya koymus durumda. Hicbir kapitalist ulke Marks’in ongordugu sureci izlemedi. Proleterya hicbir yerde milletlerarasi isci dayanismasi gibi bir utopyaya ulasamadi. R. Downs’un da dedigi gibi Marks’in hic de hoslanmadigi “iktisatcilar, filantropistler, humaniterler, isci sinifinin hayat sartlarini duzeltmeye calisanlar, hayirsever dernekler kuranlar, hayvanlara yapilan kotu muameleyi onleyici derneklerin uyeleri, alkol dusmanlari ve her cinsten ucuz reformcular” kapitalizmin en buyuk kotuluklerini -edebildikleri oranda- tolere ettiler. Marks teorisini olustururken pek cok veriyi gozardi etti. Ve artik Marksci olmayan hicbir iktisatci onun dusuncesinin temeli olan “emegin deger teorisine” ve “artik deger” teorisine inanmiyor.
“Ama” diyeyim ve meselenin baska bir yonune geceyim.
Marks’in bana gore insanliga iki faydasi olmustur. Yukarida marksizm icin “kapitalizmin anti tezi” demistim. Bu faydalardan birisi kapitalizmi proleterya ihtilali korkusu ile dizginlemesi ve torpulemesi olmustur. Bugun sosyal anlamdaki duzenlemelerin hemen tamami bu eksendeki catismanin meyvasidir.
Ikinci faydasi ise tam tersi feci sonuclara musebbiplik yapmis olsa da insanliga sundugu utopyadir: “Sinifsiz, esit ve yoksullugun olmadigi bir toplum”
Insanlarin bu umide ihtiyaclari var. Marks’a en cok bu sebeple saygi duyuyorum. Fireehof, Marks icin “Kendisi sefalet icinde yasamis bir adam butun dunyaya sefaletin tamamen ortadan kalkacagi umidini verdi” der ki, bu dogrudur.
Ben “kotuluk sorununu” ciddiye alirim ve eger musluman olmasaydim ve/veya eskatolojiye inanmasaydim cok buyuk ihtimalle sosyalist olurdum. (Saskinliktan abondone olanlar bu konuyu genisce bir sekilde isledigim “Islam ve Sosyalizm” baslikli yazima bakabilir.)
Marksizm ekonomik esitsizlige caresiz bir baskaldiridir. Bunca elestirime ragmen marksizme olan sempatim de bu yuzdendir.
Ama sadece baskaldiridir, cozum degildir, cozum diye sundugu bir utopyadir.. Hicbir yerde gerceklesmemistir; insan bu fitrata sahipken gerceklesmesi de mumkun degildir. Bu umit ise “marksizm yasiyor” dedirten bir tatli hulya ise evet yasiyor, ama hulya olarak; reel olarak degil.
Ayni fikirde olmadigim dostlarimla boyle ozgurce ve medenice tartismak cok keyif aldigim bir sey..
Hem sana, hem ev sahibimize, hem de diger yorumcu arkadaslara tesekkur ediyorum.
Selam ve sevgilerimle..
Sevgili Suat Bey, umarım kızdırmadım seni birazcık sivrice eleştirimle? :) Tabi hoşgörü kapasiteni algıladığımdandır bu kadarcığı. Konumuza gelince,
İnan ilk kez, bu günlere kadar öğrendiğimiz ve bildiğimiz kavramların ters-yüz edilmiş bir haliyle karşılaştım. Kavram kargaşası var burada.
1. maddedeki ifadenizde, “Saiklerin” yanılgısı alışageldiğimiz bir durumdur zaten. Bilgi ve sorgulama yoksunluğunun ilk sorumlusu elbette liberal ideolojinin sahipleri ve sözcüleridir. Liberal dayatmanın oy çoğunluğunda boğulma olasılığı özünde saklıdır. Ama yaşatılması için de “özü” yerine “sözü” dikkate alınmaktadır. Nedir özü?
“Şirketler ve kapital rejimi” olmasıdır. Ama sözü, hani şu milli kumar dediğimiz slogan var ya? “size de çıkabilir”(!) sloganının, birkaç ömre sığmayacak oyalamasından başka nedir liberal kapitalizm hassolar memolar için?
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefi özetinde, “bırakılınca yapmanın ve bırakılınca geçmenin” koşulları hasso-memoların hangi fırsat ve birikimleriyle sağlanacaktır?
2. maddede ise, “Bu bizim koylu toplumu, yani hassolar memolar antiliberal, kapalı sistemci sosyalisttir” on kabulu nereden geliyor? diye soruyorsunuz.
İdeolojilerin ana temasından geldiğini biliyorsunuz. Ama, bir açıdan haklı gibisiniz çünkü, iktidara giden bütün yollar, “yoksulların ihtiyaç ve açlık parkeleriyle” döşenir. Günümüzde dincisi de aynı yolu izlemektedir, kemalisti de, liberali de. Yönetmeye meşruluk gömleği giydirmek için, demokrasi oyununu başka türlü oynamaları olası değildir!
Demokrasilerde siyasi parti farkları ne demektir, bana göre, ulusal servetten çıkar çelişkileri olanların taraf tarafa örgütlülüğü demektir. Demokrasilerde bu gerçek güç ölçüsünde, emek-değer ve insani değerler ön plana atılarak, uzlaşmayı gerektirir.
Bakın liberal kapitalist rejimlerin egemen olduğu ülkelere, ulusal servet dağılımı ve fırsatlar eşitsizliğinin oran boyutlarını görün.
İşte o zaman, 2 no’lu sorunuzu bir daha gözden geçirin.
Yahu Zihniciğim, Marks öldü, yıl 2007, hala her köylüyü/çevreyi bir gün devrim yapacak proleterya mu’mini sanıyorsunuz.
Evet değerli kardeşim, Marks öldü. Bize gerek olan Marks değil, Marksizm’dir. “Marksizm öldü” dememişsiniz? ya unuttunuz, ya da Marks ile marksizmi kast ettiniz. Kastı kabul etsek bile, Marksizmin ölmesini dört gözle bekleyenlerden biriyim inan ki. Çünkü, marksizmin ölmesi, YERYÜZÜNDE İNSAN VE DOĞANIN, BİR KISIM BENCİLLER TARAFINDAN SÖMÜRÜLMESİNİN SONA ERDİĞİ GÜNDÜR.
Eğer, yer yüzünde sömürü sona erdi diyorsanız, marksizmin ölüm cenazesinde bulunmak isterim. Köylüler (hasso-memo) merkeze yürürken, sırtlarındaki taşıdıkları liberal yüktür onları nesiller boyu mağdur eden bilgisizlik. Böyle durumlarda dır Marksizmi acil ihtiyaç haline getiren durumlar.
Sevgiyle kal.
DEMOKRASI, SECIMLER, TURKIYE VATANDASLARI, BIZLER
Hayatta en zor meslek aydin olmak ve aydin kalabilmektir derim. Bu sorumlulugu tasiyabilmek, degisen teknolojiye ve degisim ruzgarlarina karsı her daim aydin kalabilmek… Cok zor degil mi?
Turkiye’mizde her kesim cok hareketli, iktidar partilerinin yarattigi zengin kesimler dahi hareketli. Bir bakmissin sayin Demirel’in yarattigi zenginlerden biri iflas acikliyor. Bir bakiyorsun sayin Ahmet Ozal iflas acikliyor? Ne aci ne aci…
Turkiye’mizde Mozart’lasacak aydin mi yok acaba? Fatih Sultan olacak guc mu yok acaba?
Niye olmasin ki, biz ders kitaplarindan Ataturk’u yok etmek icin hepbirlikte demokrasi adına Tekkelerle isbirligi icinde degil miyiz?
Ya da biz aydin miyiz?
Gercekten olmasini hayal ettigimiz demokrasiyi savunurken acaba kendi zehirlerimizi mi akitiyoruz ya da kendimizi nasil yokederizi mi test ediyoruz?
Sorular sordum, caniniz sikilmasin lutfen. Benim de canım sikkin cunku, galiba aldigim cevaplardan olsa gerek. Ben aydin olamadim hala… Siz aydin misiniz?
Ulkem icin sandıkta olmayacagim…
Ulkem icin sandiga oy atacagim. Demokrasi askima ve Ataturkler özlemim adina oy kullanacagim.
Tabii sonra rahatlayacagim, aydinlik bir Turkiye icin bir oy da bende var diye.
Aydinlarimiza saygilarimla,
Baslikla uymadi mi icerik, yoksa basimiz ayri, fikirlerimiz ayri, icimiz ayri birer aydin miyiz?
Zihni Bey Dostum,
1. Onları iktidara getiren -ve tekrar getirecek olan- saiklerle, iktidara gelenin “düzene entegre olması” arasındaki farkı ayıramamanı da ben sana yakıştıramadım :-)
2. Bir de şu. Saikler kozmopolit olmakla birlikte hadi bu seferlik “homojen” diyelim. “Bu bizim koylu toplumu, yani hassolar memolar antiliberal, kapalı sistemci sosyalisttir” on kabulu nereden geliyor? Anadolu esnafi bence liberaldir; sence? Bunların merkeze yurumesi icin ne gerekiyor, A. Smith’den izin almalari mi?
Yahu Zihniciğim, Marks öldü, yıl 2007, hala her köylüyü/çevreyi bir gün devrim yapacak proleterya mu’mini sanıyorsunuz. :-)
Selamlar.
Mesele köylülerin, hassoların, memoların, yani çevrenin, merkeze yürümesidir. “Merkez”; “çevre”nin demokratik süreçleri kullanarak yönetim erkini ele geçirmesini bir türlü kabullenemiyor.
VE
5 Yıllık ekonomi politikasına bakın. Bu liberal ve özgürlükçü (kökten piyasacı) politikaları yürütenler mi siyasal İslamcı? El-İnsaf../Suat Öztürk
Köylülerin, hassoların, memoların, “kökten piyasacı liberal” ideoloji için “merkeze yürümesi” arasında ilgi kurmak, dalgınlığını(?) Suat Bey gibi dikkatli, (özellikle) iktisatçı birine yakıştıramadım.
Sayin Sanigok,
Sorunlar bu sisteme gore sandikta cozulmeli ama sunu unutmamak gerekir. Sandiga nasil gidiyoruz, madem bu Akp cok kotu bu millet neden bu partiye oy veriyor?
Bakin, bu sizin dusunceniz. Analize boyle baslarsaniz cuvallamaniz mukadderdir. AKP size gore kotu olabilir ama hatiri sayilir bir kitleye gore tam tersi olarak iyi bir parti olabilir. Bunun kararini siz mi vereceksiniz?
Buna demokrasilerde “cogulculuk” denir.
Ayrica… Su anki sistem (Anayasa, secim kanunu, siyasi partiler yasasi, % 10 baraji, partilerin aldigi secim yardimi vs ) AKP’nin eseri degildir. Darbe anayasasinin urunudur. Sistemi egemenler kullanirken iyiydi, ama cevreden merkeze yuruyen bir baska parti kullandigi zaman gordugumuz gibi cirkin bir bicimde mudahale edildi. (Bu sisteme ben de muhalifim, o ayri. Benim kizdigim sergilenen ikiyuzluluk)
Yazinizin ozeti su: “Bu cahiler AKP’yi seciyor kardesim ne yapalim iste..” Su var ki dusuncelerinizi Bekir Coskun’dan daha kibar dile getiriyorsunuz.
Bu sizin gorece bir tasviriniz. Ben de ayni mantikla “Yahu bu solcular nasil oluyor da CHP gibi fasist, darbeci bir sag partiye “sol” diye oy veriyorlar, ne cehalet” derim, isin icinden cikamayiz.
Acik acik, “ben Demokrat degilim, Cumhuriyetciyim” deseniz tamam.(Hincal Uluc gibi) Ama bu haliyle “demokratim” demek oksimoronluktur. Cunku yaptiginiz analiz dunyanin hicbir yerinde “demokrat” taniminin icine girmez.
Sizin dusuncenizde olanlara Sabah’tan E.Akoz kisa bir cevap verdi bugunku yazisinda. Okumanizi oneririm.
Bir toplum analizi de ben yapayim, ama yuzeysel degil.
Evet, demokrasinin oturmasi surec ister. Ama bu surec spontone olmalidir. Baskaya’nin dedigi gibi halka “hata yapma hakki” verilmelidir. Demokratik olgunluk boyle yerlesir. Tepeden inme olmaz, hicbir yerde de olmamistir.
Her dipcik mudahalesinde bu surec kesintiye ugrar ve maalesef bu ulkede Sultan Abdulazizin hal edilip katledilmesinden bu yana ittihatci guruhun yaptigi budur. Militarizm ile ulkede tabansiz bir sinifsal bir egemenlik kuran bu zihniyet topluma surekli mudahale etmis ve demokratik evrilmeyi mutasyona ugratarak mevcut sizofrenik halimizin baslica musebbibi olmustur.
Yeniceriligin kanli bir bicimde ortadan kaldirilip modern ordunun kurulmasindan sonra askerin siyasete mudahale edemeyecegi ongorulmustu. Fakat boyle olmadi. 1876’da Sultan Abdulazizin katledilmesi ile modern ordunun da siyasete mudahil olacagi gelenek baslamis oldu. 31 Mart vak’asi ve Sultan Abdulhamid’in hal’i de bu gelenegin devamidir.
Su bilinmeli ki yaptiklari akilalmaz hatalarla Osmanli Imparatorlugu’nun yikimini hizlandiranlar da, Kurtulus Savasi neticesinde Cumhuriyeti kuranlar da ayni ittihadci kadrolardir. Tek parti donemi bu gelenegin devamiydi ve bazi istisnalar olsa da sivil gorunumlu asker hakimiyeti hep hukum surdu. Cok partili demokrasiye gecilmesine ragmen bu guclu askerî gelenek bazen topyekun, bazen cunta olusumlariyla hakimiyeti birakmadi/birakmak istemedi ve demokratik gelisimin onune -cesitli bahanelerle- ortalama her on yilda bir dikildi.
Iste “nereden geliyor bu mudahale huyu?” sorusunun cok kisa cevabi budur. (Bunun “bir toplum yaratmak” ideali ile olan yakin iliskisi ve bu darbe geleneginin Turk elitistlerini hep yaninda bulmasi da ayni baglamda olmakla birlikte, konunun ayri bir yonu. Bunun demokrasimiz yaninda toplumumuzu da ne hale getirdigi ise acik.)
Mudahalenin oldugu yerde ise demokrasi olmaz. Bugunku sorunlarimizin kaynaginda hep bu mudahaleler vardir. Toplumsal sorunlarimizi kendi icinde, yani demokratik cercevede halledebilmemizin onu bu darbelerle kesildi.
Bugun kimse saglikli bir demokratik yapimiz oldugunu soyleyemez. Bu parti ici mekanizmalardan sivil toplum kuruluslarinin yonetim secimlerine kadar hangi alana bakarsak bakalim rahatlikla gorulebilir. (O cok egitimli Beyaz Turkler’in olusturdugu orgutler de dahil)
Sebep yine bu mudahalelerdir. Eger gectigimiz yuzyilin -en azindan yarisindan itibaren- demokrasinin islemesine izin verilseydi bir “demokrasi gelenegi”miz olur, “hata yapma hakki” olan halkimiz bu tur yapisal sorunlarimizi demokrasinin kendi ic dinamikleriyle cozebilir ya da en azindan sorunlarimizi minimuma indirebilirdi.
Bugun -gittikce azalmakla birliklikte- takim tutar gibi parti tutanlar, kendisini yillarca kandirmis siyasetciye askla baglananlar varsa bunlar hep bu mudahalelerin guduk biraktigi demokrasi anlayisimiz sebebiyledir.
Kisa lafin uzunu, cevizin kabugunda oyalanmayi birakip icine yogunlasmali meseleye AKP ekseninde degil, toplumsal analiz baglaminda egilmelisiniz. Meseleyi “AKP” sanirsaniz, yarin AKP gider BKP gelir, o gider baskasi gelir Evren’in 83’de “Yahu Turgun Sunalp kazanacakti, nasil oldu da Ozal kazandi?” dedigi saskinliga biteviye duser durursunuz.
Selamlarimla..
Not: Merak eden olabilir. Gecen secimler de AKP’ye oy vermedim. AKP’yi bir cok yonden -basta adalet, icisleri ve maliye bakanlari sebebiyle- sertce elestiririm. Ama bu secimlerde oyun AKP’ye. Sebebi de eski marksist/sosyalist dostum Metin Bey’in -kendi ifadesi ile- biti kadar sevmedigi AKP’ye oy verdirecek sebep ile ayni : “Acikca belli oldu ki, bu gelen secim degildir; bu gelecek olan ya demokrasi adini verdigim yarimdir, ya da beni bu memlekette dogduguma dogacagima her firsatta pisman eden Ittihatci zorbalar guruhudur.”
Yorumları okudum ve bir arkadaşın merakını biraz farklı da olsa gidermek istedim. 23 Temmuz sabahı çıkacak tabloyu demokratik bir şekilde karşılayıp karşılamayacağımı, gizliden Akp’ye oy verenlere kızıp kızmadığımı sormuş.
Yazısının bir yerinde askeri müdahalelerden bahsetmiş. Demokrasinin asker söylemleri ile zarar gördüğünü ben de biliyorum. Sorunlar bu sisteme göre sandıkta çözülmeli ama şunu unutmamak gerekir. Sandığa nasıl gidiyoruz, madem bu Akp çok kötü bu millet neden bu partiye oy veriyor?
Bunu kendimce bir kaç hatırlatma ile cevaplandırmak istiyorum. Bence Akp bir değişimin göstergesidir. Bu değişim ise; “Milli Görüş”ü kabul ettirme yöntemini değiştirme ile olmuştur. Yine bence Akp, Saadet Partisi’nin devamıdır.
Belirli iletişim yöntemleri ile reklamlarda nasıl etkili olunduğunu bu sitedeki bir çok insan benden iyi biliyordur. Akp de miyadını dolduran Refah-Saadet partilerinden farklı iletişim kanallarını kullanarak ilerlemiş bir partidir. Böyle bir varsayımı atmak kolay. Peki neye dayanarak söylüyorum bunları?
Partiler seçim sırasında ve seçim sonrasında belirli bir para alırlar. Sanırım kuruldukları sıralarda da belirli paralar alıyorlar. Peki bu Akp kaç para almışta, yeni kurulup bu kadar büyük reklam kampanyası yapabiliyor?
Unutmamak gerekir ki, bu parti gökten inmedi. Ana çatısı Saadet olan bir parti. Hatta başlarına da kim geldi? Halktan biri imajını uydurabilecekleri Tayyip Erdoğan. Peki Tayyip Erdoğan nasıl geldi? Bu adam cezalı idi ve cezası bitince Siirt ilimizde bir operasyon ile hop hemen başa oturdu. İlk başkan A. Gül yardımcılığa geçti ve bekledi. Hangi para ile, nasıl yöntemler kullanarak, insanlara neler vaad edip, neler gerçekleştirdiklerini düşünürsek Akp’ye güvenmemek normal olur.
Öte yandan komplo teorilerini ben de sevmem ama hiç bulmaca çözmedim de diyemem! Ben çok mu kurnazım da farkına vardım? Halkı aptal yerine mi koyuyorum? Bu gibi yorumlar ve düşünceler çok saçma. Ama unutmayın ki tavuk döner dağıtan, İbrahim Tatlıses konserlerinden sonra bangır bangır bağıran Cem Uzan neredeyse meclise giriyordu.
Her darbeden sonra eğitim verilmesi gerekirken, Köy enstütilerini kapatırsak, vergilerimizin büyük kısmını sadece ülkeyi korumaya harcarsak, okula gitmeyi, kitap okumayı, düşünmeyi zorlaştırırsak, kandırılmak istenen halkımızca, Akp gibi kahraman gözüken bir partinin seçilmesinden daha doğal ne olabilir?
Benim kişisel düşüncem; herkesi uyarmak ve dönere muhtaç etmeden seçim yapabilecek duruma getirmek gereklidir. Bu da zamanla, radikal kararlar alarak ve demokratik çizgiden çıkmayarak yapılmalıdır. Ama demokrasi olan memleketimde Menemenden Sivas katliamına kadar bir çok olay cereyan etmiştir. Demokrasinin oturması bir süreç ister. İşte bence bizler de o sürecin en keskin yerindeyiz.
Eğer fikirlerimde sabitlik sezildi ise, evet sabitim. Yanlışlık sezildi ise de, belki de yanlışımdır. Herkesin doğrusu kendine…
Sevgili Tunc,
Tesekkur ederim. Ben de senin siteni keyifle takip ediyorum.
Kaygilar? Elbette kaygilar olacak. Peki bunu gidermenin yolu nedir? A priori engellemek?
Peki hukuk?
O halde sandiklara ne gerek var Sevgili Tunc? Atasin sahiplerimiz 10 tane konsey uyesi yonetsinler bizi.. Bu musamere neden? “Senin niyetin bu” diyerek kapatalim gitsin..
Insanlarin demokratik tepkilerine asla sozum olamaz. Nitekim bu mitingler beni demokratik olgunluk acisindan cok memnun etti. Keske meselelerimizi “iyi saatte olsunlar”a havale etmeden halledebilsek.
Peki bu mitingleri sosyal/sinifsal analizi nedir? Ben liberalizme yakin bir demokratim. Muslumanim. Inancim geregi belki meseleye onyargili bakabilirim. Bu sebeple -bence- Turkiye’de solun en onemli isimlerinden Fikret Baskaya’nin ne dedigine bakalim derim. Mutlaka hem senin hem de yukaridaki -maalesef haber sitesi basliklarina birakilan yorumlara benzer yorumlar birakmis “bazi” okurlarinizin- okumasini oneririm
Bakin bu ulke “Beyaz Turkler’den ibaret degil.
Bir haftadir Avanos daglarinda terorist kovalayan kardesimden haber alamamanin verdigi izdirap ile tuttum “Canim sIkkin” diye bir yazi yazdim.
Ise bakin ki ayni kardesimin annesinin ve mustakbel esinin basortusu rejim tehdidi olarak algilaniyor vergilerimle kurulan orduevlerine giremiyor, muvazzaf subay olamiyor. Benzer sebeplerle anayasal olarak A.Gul’un Cumhurbaskanligi -A.Fuat Basgil’den daha kibarca bir bicimde- hukuk cinayeti ve muhtira ile engelleniyor.
Ben bu ayrimciliga isyan edip ardindaki “gercek” nedenleri irdelemesini bekliyorum senin gibi acik zihinli insanlarin. Tum bu son 20 gunde oynanan tiyatroya, demokrasiye vurulan darbeye “ama onlar da soyle yapmasaydi” diye serh koymadan, Hasan Cemal gibi, Perihan Magden gibi omurgali, dimdik duralim istiyorum. Sorunlarimizi sandikta, demokratik isleyiste cozelim istiyorum, yargi, dipcik mudahaleleri ile degil.
Atladigimiz su ki, bu tarz mudahaleler oldukca sorunlar cozulmuyor, sadece oteleniyor. Ve bizler demokratik olgunluga kavusma umudumuzu her mudahalede 10-15 yil ileriye atiyoruz.
Serefim uzerine yemin ederim ki ayni seyler CHP’nin ve CHP’li bir adayin basina gelseydi buna da isyan ederdim. Iran ornegi verilir sIk sIk, sopa icin; bilirsiniz. Irandaki seriat dayatiminin aynisi “pozitivizmin seriat”i olarak bu ulkede dayatiliyor. Bunu gormek icin ne gerekiyor?
Bu konuda cok sey yazdim. Acikcasi artik yoruldum. Konu hakkindaki dusuncelerim icin “Sahte Demokratlar” baslikli yazimin linkini verip kacayim artik.
Misafirperverligin icin tesekkur ederim. Surc-u lisan ettiysem affola..
Selamlarimla.
Not: Yorumculardan birisi demis ki -mealen- paradan sifir atmaya benzemez, kalabaliklari sifirlayamazsiniz. Cok merak ediyorum 23 Temmuz sabahi cikacak tabloyu bahane bulmadan demokratik olgunlukla mı karsilayabilecek, yoksa Bekir Coskunvari bir bicimde “Allah kahretsin gene Tayyip’e verdi oylari gobegini kasiyan adamlar oylari” mi diyecek?
Arkadaşlar, duyarlı yorumlarınız için teşekkür ederim.
Sevgili Suat,
Paylaşımın için sana da ayrıca teşekkür ederim. Aynı fikirleri genelde paylaşmasam da siteni keyifle takip ediyorum. Görüş zenginliği katıyorsun.
Yazıyla amacım demokrasi sınavı vermek değil, içinde yaşadığımız toplumun geleceği hakkında duyduğum kaygıları dile getirmekti. Tıpkı İstanbul’da, Ankara’da, Çanakkale’de, Manisa ve Marmaris’te milyonların yaptığı gibi.
Gerek düşünce şeklim, gerekse de inanarak yaptığım işim nedeniyle “değişim”e kalpten inan bir kişi olarak dile getirdim düşüncelerimi. Tabi ki insanlar değişir, değişmelidir de… Ancak bu değişim günün koşullarına uyum sağlayıp zafer kazanma adına “göstermelik” olduğunda samimiyet sorgulaması da kaçınılmaz oluyor.
Ali Can’ın da yorumunda yazdığı gibi, “Demokrasi bizim için bir tren, istediğimiz durakta ineriz” dendikten sonra “ben değiştim” demek, emellerimiz uğruna “şimdilik değişmiş gibi görünmeliyim” olarak algılanabiliyorsa, bu Laik Cumhuriyetimiz uğruna hepimizi ilgilendiren bir kaygı olmalıdır.
Senin gözünde benim sınavda kalmamdan çok, ülke yönetimine aday kişilerin özde bu denli inandıkları temel değerlerini değiştirebilmeleri için öncelikle kendi sınavlarını geçmeliler.
Sevgiyle.
Süper bir anektod. Resimde de gereken ders veriliyor; ama onların hepsi şimdiye kadar yaptıklarına istinaden bunu da anlamamazlıktan geliyorlar.. Gereken dersi kendileri birbirlerine verdiler aslında, cumhurbaşkanı bile seçemediler, kendi oyunlarına kendileri yenildiler.
Bizler Atatürk gençliği olarak hiçbir zaman Atamızın yolundan sapmadan emin adımlarla ilerledikçe bugünleri atlatacağız, ben buna inanıyorum. Mustafa Kemal de çok zor durumlarda kaldı ama yılmadı.. Biz onun çocuklarıyız ve daima izindeyiz!
Konuyla ilgisi az da olsa Anıtkabir ve sarayların önünde nöbet tutan askerlere kımıldamadan durmaları için verilen ilaç nedeniyle genellikle gözlerinden yaş gelir, isterseniz Dolmabahçe Sarayına gidip hemen görebilirsiniz.
İnsanlar değişir. Asıl 20 yıldır aynı fikirleri savununanlardan korkmak lazım. Dünya değişiyor, fikirler değişiyor, herşey değişiyor. Erdoğan önceden siyasi İslam’ı savunmuştur, bugün farklı düşünebilir.
Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı bir kitabı var. Bir okuyun bakalım şimdinin liberalleri, demokratları olan, köşe başlarını tutmuş eski tüfek solcuların ne herzeler yediğini. Bir dönem TBMM Başkanlığı yapan Uluç Gürkan’ın sağa sola nasıl bomba attığı, Ali Kırca’nin marksist devrim için cuntacılık yaparken ordudan atıldığını, devleti yıkmak ve marksist ihtilal yapmak için ünlü sol tüfeklerin nasıl planlar yaptıklarını okuyun bakalım ne diyeceksiniz? (Ama pardon, onlar “Beyaz Türk” değil mi?)
Niyetlere göre insanlar yargılanamaz. Hukukta bile “eylem” gerekir ceza için.
5 Yıllık ekonomi politikasına bakın. Bu liberal ve özgürlükçü (kökten piyasacı) politikaları yürütenler mi siyasal İslamcı? El-İnsaf..
AKP’den yana hala kaygılar var.. “Samimi” kaygıları olanların ellerini vicdanlarına koyarak etraflarına bakmalarını öneriyorum. Aynı teraneler 5 yıl önce de söyleniyordu. 5 yılda ne değişti? Kimin hayat tarzına müdahale edildi? Kime bir yaşam tarzı dayatıldı? Bu süre zarfında bireysel özgürlükler arttı mı azaldı mı?
Kafası az buçuk çalışan herkes biliyor ki bu kavganın ardında Çankaya adayının eşinin başörtülü olması var. Burada “başörtüsü bir siyasal simge” diye yutturulmaya çalışılıyor ama mesele bu değil. Mesele köylülerin, hassoların, memoların, yani çevrenin, merkeze yürümesidir. “Merkez”; “çevre”nin demokratik süreçleri kullanarak yönetim erkini ele geçirmesini bir türlü kabullenememiyor. Bütün bu Anasayal kuralları koyan AKP değil; 1982 Anayasası. Mevcut Anayasa 12 Eylül Anayasası’dır. Ve Sunalp’in partisi seçimleri kazanacak öngörüsüyle güçlü iktidar düşünülerek yapılmıştı.
Heyhat, egemenler kendilerine göre ayarlamışlardı ama işte aynı sistemi kullanan muhafazakarlar merkeze yürüyordu!
Ve… Gözümüzün önünde bir tiyatro oynandı şu 15-20 günde. Elimizde -hala mahiyetini tam olarak anlayamadığımız- bir muhtıra ve hukukun ayak oyunlarına kurban edildiği bir Anayasa Mahkemesi içtihadı var.
Oyunun ortasında kural değiştirildi ve arkası sağlam olmayan “çevreli”ler hükmen mağlup sayıldı. Meseleyi gıpta ettiğim bir safiyanelikle hala laiklik hassasiyeti sanan akl-ı evveler hariç herkes olan bitenin oligarkların hakimiyeti kaptırmama mücadelesi olduğunu biliyor.
Neyse, uzatmayayım..
Bu yazıyı “Fikir Atölyesine” yakıştıramadım Tunç Bey.. Harbiye marşı da çalsın fonda tam olsun..
“Demokrasi” sınavından sınıfta kaldınız..
Selamlarımla..
Yazının sonunda verdiğiniz linkdeki videoyu izleyince inanın ürktüm…
Hep okuyordum ama video’yu bulamamıştım. Anlattıklarını bu kadar inanarak anlattığını duyunca şaşkınlıktan yerime oturdum kaldım. Galiba inanmak istemiyordum.
Seçimler 22 Temmuz’da. Şirketimden aldığım tatil programının tarihini değiştiriyorum. Lütfen siz de kendi şehrinizde olun, oyunuzu verin. Pişman olmaya ramak kalmadan…
RTE bildiğiniz gibi imamhatiplidir. 13 yıl önce dediklerini artık uygulanma zamanı gelmiştir. O gün “daha önümüzde uzun bir yol var” diyerek bahsettiği nokta, bugün sahip olduğu noktadır. “İmam hatiplilerin cumhurbaşkanı olacağı günler yakındır” da demişti. (Şimdilik ucundan döndük gibi duruyor ama hiç belli olmaz.)
“Demokrasi bizim için bir tren. İstediğimiz durakta ineriz” sözüyle demokrasiye olan inancını ortaya koyan RTE, geçmişte yaptığı konuşmalarda neler demişti, hatırlayalım:
“Hala terörü Cudi Dağları’nda arıyorlar. Terörü Kuzey Irak’ta arıyorlar. Terör Meclis’te Meclis’te yahu! Terör Bakanlar Kurulu’nda. Orada işi halledin. Değerli kardeşlerim maşa varken, ateşi biz tutmayacağız. Dolayısıyla bu hukuku hazırlayanlar, inşallah bu düzenin kaldırılışının da maşası olurlar. İnşallah. Evet maşası olacaklar. Bak beşer kendi putunu kendi yapar, kendi diker, kendi tapar, ondan sonra da kendi yıkar.”
“Bir buçuk milyarlık İslam alemi Müslüman Türk milletinin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. Şu anda içte onun ışıkları göründü. Allahın izniyle. Bu kıyam başlayacak. Koşmaya mecbursun çalışmaya mecbursun. Eğer çileyi çekmezsen gelmez. Eğer çocuklarınız, eğer mallarınız, eğer zevceleriniz sizi bu davadan gayretten alıkoyuyorsa bu zaferi beklemeyin değerli kardeşlerim. Bunu aşmaya mecbursun. Bunu aştığımız gün zaferin ışıkları bize yakın olacaktır. Ve o zaman hak nurunu tamamlayacaktır.”
“Bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman. Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisinin bir arada olması.”
“Elhamdülillah şeriatçıyız… İstanbul’u, Medine yapacağız… İstanbul’un imamıyım… Yılbaşına karşıyım… Her 1O Kasımda yaygara kopartılıyor… Sadece imamlar resmi nikah kıysın… Ben, Millet Meclisi’nin de dua ile açılmasından yanayım… Mayo reklamı, şehvet sömürüsüdür… İçki yasaklansın… Türkiye’nin yanında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur… Bizim için en üst belirleyici İslam’ın etkileridir. Her şeye, ona göre belirlenir.”
Arkadaşlar, insan beyni unutmaya meyilli. Cumhuriyetimize sahip çıkma adına “unutma” lüksünün çok pahalıya mal olacağı ise çok net ortada…
Bu denli keskin düşünce ve tavırlara sahip bir kişi “değiştim” demekle değişir mi? Samimiyetini farklı şehirlerdeki milyonlarca kişi mitinglerde sorguladı, sorgulamaya devam ediyor. Sırada sandık var. Umarım bölünmeyen oylarla halkın çoğunluğunun temsil edildiği bir meclisi seçebiliriz.
Tayyip Erdoğan’a yapılan tepkiler gecikti mi? Laiklik Türkiye’de kurulduğu günden beri tehlikede mi? Bana göre bütün bu soruların cevapları “evet”tir. Fakat genelde politika tartışmalarını, sanal ortamda çok sade kaldığı için pek tercih etmiyorum.
Söylemek istediğim tuhaf bir raslantı var: Bu yazıyı okuduktan hemen sonra gece beni rahatlatan türkülerimi dinliyordum. Bu yazının hemen ardından çalan türkünün sözleri şöyle idi:
“Ne ağlarsın benim zülfü siyahım. Bu da gelir, bu da geçer. Ağlama. Göklere erişti feryadım, ahım. Bu da geli bu da geçer. Ağlama…”
Sanırım bazıları milyondaki 6 sıfırı atınca, meydanlarda toplanan milyonları da atacaklarını düşündüler. Ama bu tesadüfi çalan parça da yanıldıklarını bana hissetirdi.
Sandığa varıp görelim.
Pingback: HayatKısa.com » Öğrenilmiş Acizlik
Ya anlayamıyorum. Laiklik elden gidiyor. Nedense son yüzyıldır hep bu tekrarlanıyor. Ya laiklik kocaman bir okyanus gibi götüren götürene bir türlü sonu gelmiyor. Ya da giden herhangi bir şey yok? Laiklik nasıl elden gidiyor biri bana açıklasın lütfen.
Eğer yaşam tarzına müdahale ediliyorsa ben neden göremiyorum. Tam burda geçen sene bir sahilde yaşanan bir olay aklıma geliyor. Bir sahilde gericiler bikinili bir bayana saldırmışlar. Laiklik elden gitti diye bas bas bağırdılar. Oysa olayın iç yüzü çok farklı çıktı. Sadece sahili temiz tutmak konusunda aptalca yapılan bir kaç davranıştı. Ama nedense bu laiklik elden gitti gibi gözüküyor.
Anlayamıyorum. Laiklik bu kadar basit mi ki hemen elden gidiyor. Yoksa bunlar sadece birer masaldan mı ibaret. Ya da cumhuriyetimiz kibrit çöplerinden mi inşaa edildi de benim haberim mi yok. Eğer öyle ise o cumhuriyet benim cumhuriyetim değil…
Gerçekten de fotoğraf ve yazı çok güzel olmuş. Kimse bana maymunların geçmişlerini yoksay, onlar artık düzgün, onlar olsun diyemez, dese de inanmıyorum işte…
Boşuna demiyorlar insan bazen maymuna çok benziyor diye, bu ikilemi kırmak lazım. Bizler insanız, insanlığımızla varız. Ayrıca fotoğraf çok güzel…