Kurbağa bacağından Avrupa Birliği’ne kadar her ders var ama “İş Hayatına Hazırlık” dersi yok! (Varsa da benim haberim yok, bir zahmet paylaşır mısınız benle? Anlatalım burada, inceleyelim örnek olarak…)
Burada şirket içi (ve dışı) iletişim, tavırların anlamı, stres altındayken kendini yönetme, üst kademedekilerin koltuk savaşı için yaptıkları, patronun gözünde müdür, müdürün gözünde patron; müdürün gözünde çalışan… Aynı konumdaki kişilerin öne çıkma savaşları…
Farklı şapkalardan kim gerçekten neyi neden yapıyor (beynindeki gerçek amaçlar), neyi neden söylüyor?
Hatta sabit gelirle kişisel bütçe yönetimi, kendi algını yönetme, iş yerinde duygusal ilişkiler vs gibi konular hakkında ipuçları olan…
Kısacası iş yerlerinde “hayatta kalma ve sonrasında başarılı/mutlu olma” adına tartışma dersi gibi bir şeyden bahsediyorum. Sınıf ortamından çok, değişik şirketlerin toplantı odalarında yapılan, sezonluk bir ders. Farklı konuklarla…
Şimdi sizinle bir yazı paylaşacağım.
Ekşi Sözlük’ten, “arkeine” isimli yazardan. Kelimesine dokunmadan (RTÜK’e takılmamak için *** işaretli iki paragraf hariç!). “Plaza insanlarını” konu eder gibi gözükse de fazlası olan bir yazı. Gerçek bir hikaye gibi geldi bana. Değilse de benzerleri aynen var; gerçek kabul edebiliriz.
Sonra da eğitimlere yönelik bazı fikirlerim olacak. Onlar da yazının sonunda. Şimdi yapın bir kahve kendinize, yaslanın arkanıza. Okuduktan sonra da dilerseniz yorum olarak paylaşın kendi düşüncelerinizi.
berk bey (patronum) yerimi gosterdi bana, masalar biraz ufak ama calismak icin yeterli, oturdugum kubikte de iki kiz iki erkegiz, filiz, hande, metin (abi), ben. hepsi cok iyi insanlar. filiz otuzlarinda var-cok havali bir tip, hande benim yaslarda, cok sirin, metin abi kirk var gibi. onun surati biraz asik, bosaniyormus bu aralar, ondan olsa gerek. yazik adamcagiza.
oryantasyon programindaydim gecen hafta, super bir sirketiz gercekten, deli kar yapmisiz son uc senedir. cok iyi yaptim buraya girmekle. kubikte degisen birsey yok, filiz yine cok havali, hande zip zip zipliyor -biraz bagirarak konusuyor ama olsun-, metin abi arada telefonda kotu kotu konusuyor biriyle, arada kufur filan etti telefondakine. duymamis gibi yaptim. yazik adama yaa, ne kotu bosanmak…
cok yogun calisiyorum geldigimden beri… berk bey beni cok begeniyor, gecen ay icin yaptigim analizleri cok begendi. hatta “eline saglik” diye yazdi bir mailinde, cok motiveyim. yihu.
metin abi bugun gelmedi ise. adam son iki aydir perisan halde, aramis berk beyi gelemeyecegim diye, onun islerini de bugun ben yapacagim. bayagi birsey biriktirmis gerci o da. olsun ama adamin yardima ihtiyaci var. yazik…
berk bey ilk alti ay sonunda tebriklerini iletti mail atip, performansimdan cok memnunmus. begendirdim kendimi, devam etmeliyim daha cok calisip. son zamanlarda dikkat ettim bizim filiz’e de, bes olmadan cikiyor isten. yogun calisip erken bitiriyor kesin. tecrubeli eleman ne de olsa…
metin abinin artik yuzu guluyor, adamin bosanmasi bir seneyi gecti.artik bagirmiyor telefonda, fisir fisir konusuyor, “kurtuldum sonunda” dedi gecenlerde yine telefonda sessizce, annesi felan herhalde dedim ama sonunda “yavrum” diye bitirdi, arkadasi olsa gerek…
ben hep binanin yemekhanesinde yiyordum yemegimi, bizimkiler israr ettiler gel sen de diye, bindik filiz’in arabasiyla gittik, cok şık bir spor araba, kimbilir ne maas aliyor, tecrubeli eleman tabii. bebek’e geldik,yemek yedik. cok guzel bir yer ama fiyatlar biraz pahali, waffle yedik yemekten sonra, filiz dondurma yedi, berk bey’le filiz uzun zamandir arkadas herhalde, birbirlerine el sakasi yapiyorlar. ben de bir saka yapip hafifce vurdum berk bey’in sirtina, donup ters ters bakti biraz bana, birsey demedi.
sene basinda zam almamistim, kimseye zam yapmamislar zannediyordum, ama filiz almis galiba, arada agzindan yuzde otuz gibi bir laf gecti. tecrube ile ilintili bir sistem olsa gerek, ikinci senem dolmadan konusacagim berk bey ile, ogreneyim bari. metin abi son zamanlarda bayagi gec geliyor ise, sac bas daginik, arkadaslari ile kutluyor olsa gerek bekar hayatini, cok cekti adam cok. handenin de son zamanlarda sesi az cikmaya basladi, gecende telefonu kapatti sert bir sekilde, agladi biraz. berk bey geldi iki dakika sonra handeyi odasina cagirdi. filiz de ters ters bakti bu ikisine, kimbilir hangi isi beceremedi hande, savsak zaten biraz, firca yiyecek simdi…
bu aralar hande ile aramiz cok iyi, ikide bir gelip sakalar yapiyor bana, cok iddiali giyinmeye basladi bir de, her gun mini etek giyiyor neredeyse, filiz bu durumdan pek hoslanmadi gibi, o da sinirlarda geziyor, etek boyunda yaris halindeler. ***
iki senemi tamamladim sonunda, performans degerlendirme sonuclari geldi. ustun performans gostermisim. super adam bu berk bey, yani belki yakinda ben de ona el sakasi yapabilirim, hatta bey’i kaldirip sadece “berk” derim filizin yaptigi gibi. yuzde on zam yapilmis bana ama berk bey bunun yeni elemanlara yapilanin en iyisi oldugunu soyledi. son zamanlarda zaten kredi karti borclarim kabarmisti, artik bu ek parayi borclara yatiririm her ay. bara gidiyorsun bir votka-redbul en az yirmi kagit, isyerindekilerin de bilmedigi bar yokmus hani, ama tadi guzel meretin, evde televizyon karsisinda sise efes icmekten gina gelmisti zaten, annemin babamin “icme su birayi” dirdirindan da kurtulmus oldum…
filizin bir arkadasi ile tanistim dun barda:betul. filiz gibi havali o da ama sanki yasi biraz daha geckin; kirk var gibi, ama fizik felan super, telefonunu verdi bu haftasonu ikimiz takilacagiz reina’da. reina da bu barlarin en pahalisi galiba, nakit bulundurmak lazim, metin abiden isteyeyim bari. bu aralar isler fazla yogun degil, mayin tarlasi felan oynuyorum cogu zaman.
***
sirkette isler hala cok sessiz, yeni proje yok, rutin birkac sey oluyor gun icinde yapilacak, betul ile telefondayiz gunde uc posta, her ay en az iki kere reinaya gidiyoruz, arkadaslari da geliyor arada, hamdi ile huseyin. son gittigimizde betul beni birakip onlarla cikti, cok eski arkadaslarmis, muhabbet edeceklermis. huseyinle hamdi puro iciyorlar surekli, bir de martel diye birsey soyluyorlar. kredi kartim limitleri zorladigi icin ben reinadan once iki-uc bira atiyorum evde hizli hizli, gidince de bir votka-redbul, artik tadi da yok meretin bilmem neden…
son aylarda ickiyi fazla kacirdigimi farketmis berk bey, hafif bir firca kaydi, “performansindan memnun degilim” dedi, “ozel hayatina dikkat et”… bu sene zam beklememem dogru olur sanirim.
bu senenin sonunda sirket buyuk zarar acikladi, eleman cikaracaklari anons edildi, az maas aliyorum, beni cikarmazlar. filizi cikarsalar benim gibi uc adam alirlar, bakalim ne yapacak atilinca filiz hanim
cuma gunu saat dortte insan kaynaklarindan cagirdilar, berk bey de oradaydi, asik suratli bir halde. “biliyorsun sirketimizin durumu..” diye basladi. uzun uzun anlatti. sonra cikisimi verdiler bir zarfta, “filiz, yuksek maas, oysa benim sirkete maliyetim?” diye dusunurken odadan cikiverdim. metin abi de elinde benimkine benzer bir zarfla tuvaletten cikti, gozleri kizarmisti aglamaktan. “napicaz simdi? bu tazminat ne yeter benim taksitlerime, borclarima?” dedi.” ciktim plazadan disari, bir sigara yaktim.
saat onikide kalkip bilgisayar karsisina geciyorum simdi, kredi karti borcundan haciz geldi, annem altinlarini bozdurdu, hacizi kaldirdi. bundan sonra da kredi karti cikartamayacakmisim, kara listeye girmisim. babam artik pek konusmuyor benimle, ben eve girince o disari cikiyor. internetten is basvurusu yapiyorum kahvaltidan sonra, bes ay oldu issiz, arayan cikmadi henuz. otobusle emirgan’a iniyorum aksamustleri, cinaraltina. cay pahaliymis orada, farketmemisim onceden. bir tane icip kalkiyorum cogunlukla. annem dayanamiyor halime bi 50 milyon veriyor ucayligini aldiginda, o hafta gunde iki-uc cay soyleyebiliyorum, paranin hepsini bitirmeye elim varmiyor. iki tane samsun iciyorum bir bardak cayla; tadina vara vara. cok nadir yunuslar geciyor kiyinin hemen onunden. bir cikip bir giriyorlar suya, gulumsuyorum. balik tutanlar, durakta otobus bekleyenler, herkes pek bir neseli yunuslari gorunce…
babam bugun evden kacmadi ben uyaninca, yine aksamustu, yine emirgana cikarken “dur” dedi “aksama balik yiyecegiz beraber, cikma biryere”. anlamadim. aksama annem sahane bir sofra kurmustu, mezeler hazirlamisti. babam raki getirdi mutfaktan, ne zaman olmustu raki icmemisti. yemegin baslarinda gulumsedim, yunuslari anlattim onlara sonra, “istavrit bu kadar mi guzel yapilir” dedim anneme, sonra dondum bir babama baktim bir anneme, piril pirildi yuzleri, melekler gibi. gozlerim doldu, “anam babam” dedim, “kusuruma bakmayin”.
annem kalkti yanima geldi. sacimdan optu. gozyaslari dokuldu masaya… babam elimi tuttu, gozleri dolu dolu:
“canin sagolsun oglum, sen bizim yavrumuzsun…”
Yazının başında bahsettiğimiz gibi “İş Hayatına Hazırlık” dersleri olsa, bu hikayedeki kahramanımız daha bir hazır olmaz mıydı olacaklara? Birçok şey yaşanılarak daha iyi öğreniliyor, doğru. Ancak deneyimleri minimum kaza ile atlatmak adına da bu doğru bir çaba olmaz mıydı?
Üniversitelerdeki bu dersi geçtim, biliyorsunuz iş yerlerinde çok sayıda eğitimler veriliyor esasında. Ancak hangisi gerçekten çaylakları bu acıması az dünyaya hazırlıyor? Kuşkularım var.
Şirketlerde akademi mantığı olsa. Çalışanların tüm iş hayatı boyunca (programını kendi seçeceği) bir akademi… [Şirketlerde eğitimden sorumlu arkadaşlar “e Tunç, zaten öyle yapıyoruz” diyecekler. Demesinler, çünkü dediğim farklı.]
Şimdi bir uzmanlık eğitimleri var:
Bunlar uzmanlık adına teknik becerileri geliştiren eğitimler, bahsettiğimden farklı. Bankacılıkta olan bir hukuki düzenleme için verilen eğitim, IT’de teknolojik değişimleri paylaşan bir eğitim, Müşteri Hizmetleri’nde sistem, prosedür, ekran eğitimleri.. Bunlar verilmeye devam etsin. [Gerçi burada karşısında çalışanı çocuk yerine koyup öğretmen edasıyla verilen eğitimler ne kadar faydalı, onu da sorgulamak gerek. Çoğu kişi “zaten biliyorum bunları” deyip sıkıntıdan patlayıp, sonrasında iş üzerinde pratikle öğrenmeyi tercih ediyor.]
Asıl sözünü ettiğim ise (‘soft skill’ denen) kişisel yetkinlik becerileri için verilen eğitimler.
Birçok yerde çalışanların katılması zorunlu olan sunum teknikleri, ikna becerileri, takım çalışması eğitimleri vs. Çoğu eğitmenin (rafından çıkarıp şirketin logosu ve tarihini değiştirerek) verdiği klasik sıkıcı eğitimler… [Bu eğitimlerden sonra hangi iletişim becerileri gerçekten artıyor da sorunlar azalıyor, kim kimi daha sorunsuz ikna ediyor?]
Koysanıza bir tane müdürün vereceği “Benle Çalışma Teknikleri” dersi :) Gelsin kendisi versin eğitimi. Anlatsın beklentilerini, tarzını… Tartışılsın sonra bunlar. Çalışanlar da kendi tarzlarını, beklentilerini koysunlar. Bulmaya çalışsınlar en verimli, keyifli “birlikte çalışma” yöntemini. Sonra da birlikte getirsinler bunu o meşhur şirket kültürleri ile aynı paralele… [Bu arada müdürün aldığı ikna eğitimleri ne kadar işe yarıyor, çıksın ortaya!]
Yapılan komedi koçluk uygulamaları var örneğin. İki defa koçluk eğitimi alan kendine bağlı (veya başka departmandaki kişilere) koçluk vermeye başlıyor. “Hı, hı; evet evet”lerle geçen, sonrasında bol bol dedikodusu yapılan, hiçbir işe yaramayan görüşmeler. [Sana güvenmiyorum ki ben, ne anlatacağım; başka bir müdürü mü çekiştireceğim seninle?]
Koçluk veren kişi [şirket dışından biri] daha çok benim tarafımda olmalı. Benim geleceğime bir yatırım olarak konumlandırılırsa bu, daha mutlu bir çalışan olarak şirkete katkım zaten artar. Beni anlamalı, hissettiklerimi hissetmeli. Deneyim ve zekası ile de doğru yolu benim bulmamı sağlamalı. Öğüt veren değil, farklı bakış açılarını sunup kararı bana bırakan bir koç… [Performans değerlendirmeme yansıyacak korkusu ile sana neyi ne kadar anlatabileceğimi sorgulamadığım biri]
İşe alımdan sonra verilen (işi ve işleyişi anlatan) oryantasyon eğitimleri “işe alınmadan önce” verilsin. Tüm (işe alınmaya yakın, elemeden geçmiş) adaylar bir arada. İki taraf da birbirini daha iyi tanısın. Karar öncesi şartlar eşitlensin. [Çünkü mülakatlarda şirket zaten çok üstün konumda, çok daha fazla kendini anlatan ise benim. İşe girersem, seni ancak iş esnasında tanımaya başlıyorum.]
Diğer kişisel yetkinlik eğitimleri de bir akademi mantığı ile verilsin. Kaç yıl şirkette olursam olayım; yaptığım ve yapmam muhtemel iş ve alacağım sorumluluklar paralelinde her yıl alacağım dersler. Çok azı zorunlu, çok fazlası benim tercihimde. (Doldurmam gereken kredi sayısı belli, üniversiteler gibi).
Bazen sıra arkadaşım Genel Müdür olsun, bazen de bir tekniker veya stajyer. Fark etmez. O sıralarda hepimiz aynıyız [Esasında gerçek hayatta zaten aynıyız da, işte burada odalar büyüyor, şöförler geliyor, vs…]
Bu derslerdeki başarım yansısın performans değerlendirmeme. Dolayısıyla pozisyonuma, maaşıma… [Bundan daha önemlisi bana kattıkları zaten]
Bu öneriler uzar gider…
Eğitimde en önemli unsur; kişinin kendini geliştirmek için samimi arzusu olması. Yoksa eğitmen cihan-ı alem olsa, en doğru ve yaratıcı sistem devrede olsa fark etmez; bu doğru.
Ancak bugün olan (ve olmayan) eğitimlerin de tetikleyiciyi ve destekleyici özelliği olmalı. Büyük şirketler önemli bütçeler ayırıyorlar eğitime.
Raftan inme, kalıplaşmış standart eğitimleri ilk 10 dakikadan sonra herkes fark edip, önündeki laptop veya cebinden başka bir dünyaya gidiyor zaten. Bunun için yardımcı alete de gerek yok esasında. Beynen ve yürekten orada olamıyorsam hepimiz birbirimizi kandırmıyor muyuz?
Kurbağa bacağının anatomisinden çok hayatın gerçeklerini (zamanında) anlatmaya ve duygusal zekayı geliştirmeye öncelik verebilsek, bu ülkenin geleceğine katkı sağlayacak zeki ve yaratıcı gençlerimizin aradan sıyrılmasına daha sağlıklı bir zemin hazırlamış olmaz mıyız?
Aksi halde “Canın sağolsun oğlum, sen bizim yavrumuzsun…” cümlesi sadece anne veya babamızdan duyabileceğimiz bir laf. İş hayatında ise bunun karşılığı “Şirketimiz beklentileriyle sizinkiler artık uyuşmuyor. Üzgünüz.” oluyor.
Yorumlar 29
Merhaba Tunç Bey,
Çalıştığım özel eğitim kurumunda buna benzer bir ders veriyorum lise çağındaki çocuklara, hatta daha da öteye gidip deneyimlemelerini sağlıyorum. Bunun yanında bir öğrenci meclisim var ve onlarla sosyal sorumluluk projeleri tasarlayıp hayata geçiriyoruz.
Son yaptığım araştırmaya göre 22 üniversitenin işletme bölümlerinde bu tür dersler var. Giresun üniversitesinde 2 yıldır bu dersleri veriyorum. Ağustos ayında çıkan kitabımın ismi “İş yaşamına hazırlık” ve tam da üniversite öğrencilerine yönelik. Bu tür dersler açılmasa bile artık öğrencilerin bu konuda başvurabileceği bir kaynak var. Bilginize…
Merhabalar,
Project Business ailesi olarak iş hayatına hazırlık programlarımız ile sizlerin yukarıda belirttiğiniz endişeleriniz ve beklentilerinize yönelik koçluk programları sunuyoruz.
Sevgilerimizle,
Pingback: Üniversitelerde ?İş Hayatına Hazırlık? Dersi Neden Yok? | Eğitim Kütüphanesi ? Eğitim Dünyasından Gelişmeler
Pingback: Fikir Atolyesi Sen Terfi Beklerken, Onlar Facebook Profiline Bakıyor!
bende ömrümün yarısından çoğunu okumakla geçirdim ama ilk okul 1. sınıftan sonra günlük hayatımda işime yarayacak bilgiler edindiğimi söyleyemem :D onlarla okuma yazma toplama çıkarma çarpma bölme :D adı üzerinde 1.sınıf diğerleri çokta önemli olmasa gerek :D konuyu açanlara teşekkürler çok güzel bi konu burdan yetkililere sesleniyoruz bize gereksiz bilgiler vermeyin:D
böyle bir ders olsa hari ka olurdu ama öğrencilerimizi hayata hazırlayan
öğretmenlerin gerçek iş tecrübesi ne yazıkki yok bence öncelikle öğretmenlerimizi iş hayatına atmalıyız bakalım tahtada ders anlamak kadar kolaymı …
öğrenciler hiç bişi öğrenemiyor ve iş hayatında titreyerek giriyorlar
okulda hep şu var sanki diplomayı alınca tim iş dünyası önünde diz çökücek miş gibi eğitim veriliyor
yazık yazık
Herkese Merhaba,
Üniversite’yi iş hayatına hazırlık aşaması olarak görmek tartışılmalı öncelikle. Üniversitenin tanımını yapmak lazım, kuruluş amacını bir gözden geçirmek lazım. İnsanlarla düzgün iletişim kurmak öğretimden çok eğitime giriyor ki bu da 8 yıllık ilk öğretim kapsamında notlandırılan bir konu.
Ayrıca üniversitelerdeki sosyal klupler zaten bu tip konularda kendini geliştirmek isteyen insanlar için var.
İşin bir diğer boyutuda öğretim görevlileri yani akademisyenlerin iş dünyasıyla olan ilişkilerinde karşımıza çıkıyor. Her akademisyen iş dünyasıyla bir yerde kesişmek durumda değil tabiki fakat bir öğrenci muhakkak iş dünyasıyla temasta bulunan bir öğretim görevlisiyle 4 senelik öğretim hayatı boyunca beraber çalışma fırsatı yakalayabilir. Bu fırsatı nasıl değerlendirdiği öğrencinin sorumluluğudur.
Üniversiteleri iş dünyasına personel yetiştiren çiftlikler haline getirme fikri bana çok sıcak gözükmedi açıkçası.
Teşekkürler.
Gerçekten okul hayatından sonra iş hayatıyla uyum kurmak biraz zor. okulda hep bilginiz ölçülüyor. iş yaşamında ise hep kazandırdığınız miktar önemli. neyse allah büyük. her zaman için iş olacağına varır. her zaman ** azim ** şart.
her kese hayatta başarılar. ( MUTLU OLMAYI UNUTMAYIN. )
Merhabalar,
Üniversitelerde bu tarz bir uygulamanın olabilmesi için akademisyenlerden yararlanılabilmesinin nerdeyse imkansız olduğunu düşünüyorum. En azından benim üniversitemdeki akademisyenlerin birçoğunun hali hazırda akademisyenlik gelirleri dışında başka bir gelirleri yok. Çoğunun hayatı üniversite ve ev arasında gidip geliyor. Ek bir iş tecrübesi edinebilmeleri pek mümkün gözükmüyor ve anlarsınız ki İş yaşamı boyunca karşılaşılabilecek sürprizlere en az sizin kadar onlarda hazırlıksız. Zaten öyle olmasa idi, üniversitelerimizde teorik bilginin, yanında pratik bilgininde ne kadar önemli olduğu rahatlıkla anlaşılabilirdi. Anlaşılacağı üzere çok kopuk bir düzen var ve daha önce ilgili sektörde herhangi bir tecrübe yaşamamış akademisyenlerin “İş Hayatına Hazırlık” gibi bir konuda faydalı olabileceklerine inanmıyorum.
Ancak iş yaşamında tecrübe sahibi olmuş insanlar ile bu mümkün olabilir. Seminer sistemi benimsenip, ilgili sektör bazında şirketlerin her düzeyde çalışanları ile gerçekleştirilebilecek seminerler bu duruma çözüm olabilir. Tabi bu konuda gönüllü adaylar bulmak muhtemelen başka bir sorun olacaktır. Ayrıca bu seminerlerde ne kadar açık, ne kadar dürüst olunabilir buda başka bir sorun.
3 yıl… Hayatımın 3 yılı Sabah Gazetesi’nin Barboros Bulvarındaki plazada geçti. Ama orada edindiğim dostluğu hiçbir yerde bulamadım.Şimdi ne zaman başım sıkışsa kendimi oraya atıyorum.
Plazalarda çalışmak biraz hayattan izole ediyor insanı, dışarıda güneşli bir hava varken karşıdaki Boğaz manzarası ağzınızda buruk bir tat bırakıyor.
Sonra plazadaki bütün kızlarla saç, baş yarışı yapmak da ömrünüzü tüketiyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Ama çarkların içine bir girdiniz mi aslında çarkın bir dişi olmak istemek de suç değil bence..
Ya zaten anlaşacağınız insanları bulmak zor, çalışmak zaten zor, kendinizi ispat etmek zor, sevdiğiniz işi yapmak zor; ne kolay ki hayatta…
Fikir Atölyesi ile ilk kez bugün tanıştım. Bazı yazıları okudum ve çok beğendim, ellerinize sağlık, fikrinize sağlık diliyorum..
Ben iş hayatına hazırlık derslerinin lise yıllarında hatta verilebiliyorsa ortaokul yıllarında uygulamalı olarak (stajerlik/part time çalışma gibi) verilmesinden yanayım. Çünkü her ne kadar eğitim önemli ise de iş ilişkileri konusunda tecrübe daha önemlidir.
Ben ilkokul ve ortaokulu köyde okudum. Liseyi ise ilçede okudum. Hiç bir yönlendirenim olmadı, ancak denildi ki oku adam ol, bizim gibi rezil olma. Ama nasıl adam olunur hiç anlatan olmadı. Başarısız bir öğrenci değildim, takdirde aldım teşekkürde. Ancak 1990 yılında lise 3.sınıfa geldiğim ve üniversiteye hazırlanmak için bir dergiye abone olduğumda ne kadar boç ve ezberci bir eğitim hayatım olduğunu anladım. 36 sayılık dergiden ancak 20 tanesini bitirebildim. Bu arada derginin vermiş olduğu meslekler rehberi benim için tam rehber oldu. Ders kadarda ona çalışıyordum. Hangi meslek ne iş yapar, nerede iş yapar, potansiyel nedir. Şimdiki gençlerde bunu göremiyorum. Üniversite sınavına girdiğimde ÖSS’den okulda 2.puanı aldım ( 146 puan ), ÖSYS’de 427 matematik puanı aldım( bu puanla matematik öğretmenliği gibi bir çok yerlere girilebiliyordu). Okul birincileri bile benden düşük puan aldı. Ben kendi aklıma göre birkaç meslek belirlemiştim kendime, bunlardan başka yazmadım tercihlerime. 2 yıllık tercihim olan Sivas M.Y.O. Bilgisayar Programcılığına girdim 1990 yılında. Arkadaşlar 2 yıllık okula gidilirmi diye alay ettiler. Ama ben o zaman bilgisayarda gelecek olduğunu biliyordum ve vazgeçmedim kararımdan(Bana öyle diyenler yıllarca boş boş gezdiler). O zaman 6 üniversitede bilgisayar programcılığı var ve bizim okul yeni açılmış. Okula başladık, öğretmenlerde bilgisayara yeni alışıyorlar, başka bölümlerden hocalar ders veriyor. Bilgisayarın tuşuna bile ilk sene hocadan izinsiz dokunamadık. Elleme bozulur, program çöker vb.. korkutmalar. 2.sınıfta burs paralarımı biriktirip 286 SX işlemcili bilgisayar aldım ve serbestçe tuşlara dokunmaya başladım.
Neyse fazla uzattım galiba asıl konuya geleyim. Okulu bitirdim (1992). İş çok ama nerde nasıl çalışacağımı bilmiyorum. Dışardan derslerimize giren ve bilgisayar firması olan bir hocamız vardı ondan yardım istedim. Oda beni Halk Eğitim Merkezi’ne yönlendirdi, öğretmene ihtiyaçları varmış. Okulu yeni bitirdim eğitim işine başladım ( Dos, Windows, Basıc, Excel, Word tabi o zaman ingilizce herşey ). Ben iki grubun eğitimini bitirip sertifika verdim. Milli Eğitimin uyguladığı saat başı ek ders ücreti alıyorum, cüzi birşey tabi. Ancak ben ders veriyorum ama SSK GİRİŞİM YAPILMASI gerekiyormuş, yapılmadı. Ben ozaman bilmiyordum, SSK nedir İş Kanunu nedir. (Okulda gördük ama uygulama yokki bilelim). İki gruba sertifika verdikten sonra işi bıraktım. Daha sonra Adana’da Apple Macintosh bilgisayar satan küçük bir bigisayar firmasına girdim. Bana 1 ay ücretsiz deneme süresi verdiler. Beni teknik eleman olarak aldılar ancak git PC sat dediler. Hiç bir veri yok, tecrübe yok sadece fiyat listesi. Şehiri bilmiyorum, dolmuş, kira ve yemek paraları cepten gidiyor. Bilmediğim bir şehir. 2 ay oldu ücret yok. O zaman kavga dövüş hakkım olan bir aylık ücretimden daha az bir para alarak işten ayrıldım başka bir firmaya girdim.
Bu firma diğer firmaya bakarak ciddi ve 4 ortaklı bir firma, bilgisayar satış ve yazılım yapıyor. Ben ise satıştan sonra ilk eğitimi veriyorum. Asgari ücretle çalışıyorum (1.5 milyon TL). SSK yine yok. Firmada daha önceden beri çalışan lise ve ortaokul mezunları var benden daha fazla ücret alıyor, daha fazla bilgili. Ben okulunu okuduğum halde onların yanında nerdeyse sıfır kalıyorum. Bu firmada 1 yıl çalıştım ama çok tecrübe kazandım. Firma sahibinin biri (Yılmaz TANKUT ) şu anda milletvekili olmuş çok sevindim, böyle insanlar lazım TBMM’ne.
Daha sonra şu anda çalıştığım bankanın personel alımı ilanını gördüm gazete de. Başvuru sırasında not ortalamesi isteniyor. Üniversitemden posta ile istedim gelmedi otobüse atladım kendim aldım geldim.(mevcut işimden çıkarılma korkusu da var tabi). Belgeleri hazırladım son gün başvuru yapacağım, bir çok kişi kimisi evli, kimi benden yaşça büyük ve tecrübeli kişiler hep sırada bekliyor. Ben kendi kendime nerden kazanacağım bu sınavı diyorum, bu kadar adam içinden. Sıra bana geldi belgelerden biri eksik, askerlikle ilişiği olmadığına dair belge. ( Babam 2 yaş küçük yazdırmış kimliğe, 19 yaşındayım o zaman. Başvurmadan önce askerlik şubesine gittim bana askerlik çağına 20 yaşında girildiğini belge vermelerine gerek olmadığını söylediler). Başvurudaki adama analatamıyorum bunu, illaki belge istiyor. (Sonra bu adamın bölge müdür yardımcısı olduğunu öğrendim. Bu gibi insanlardan tüm kurumların temizlenmesini diliyorum ve isitiyorum) Askerlik şubesi 130 km ve son başvuru günü. Otobüse atladım askerlik şubesinden yazıyı aldım ve son anda kan ter içinde başvuruyu bitirdim. 3000 kişinin başvurduğu sınavda 75 kişi kazandı ve biride bendim. ( Sınav teorik, uygulama ve mülakat; uygulama da bir listeyi bilgisayar girmemiz söylendi, entere bastıktan sonra geriye dönüş yok, ben hep Q klavye kullanmışım, sınav F klavyede, o sitresi hiç unutmuyorum)
1994 yılında kamu bankasında ve kendi ilçemde işe başladım. Çevremden tanıyanlar kimin torpiliyle girdin diye hemen yapıştırdılar. Ama alnımın teriyle ve hakkımla girdim.
Bankada başladım şube küçük personel çok (30 kişi) , inanın ki oturacak sandalye bile olmuyor. Aynı şubeler şimdi 8 kişiyle çalışıyor. Teknik eleman olarak başladım. Bilgisayar, tamir bakım, yedekleme vb. işler yapıyorum. Maaşım bazı personellerden yüksek olduğu için bana düşman gözüyle bakıyorlar, argo kelimeler konuşuyorlar, ben ne diyeceğimi bilmiyorum iş tecrübesi yok çünkü. Ama buna rağmen herkese yardımcı oluyorum, yazılar daktiloda yazılıyor, ben o zaman yazıları bilgisayarda yazmaya başladım ve öğrenmek isteyene öğrettim nasıl yazılacağını. Yazı programı, bilmediğim bir program olduğundan boş zamanlarımda komutlarını öğrenmeye çalışırken bile atari oynama işine bak diyen personeller bile oldu. Ama 1-2 sene içinde herkesle anlaştık ama bu arada çok yıprandım.
Şimdi ise o yıllar ile karşılaştırma yapıyorum. Bir amirin veya personel arkadaşın bakışından ne demek istediğini, müşterinin gelişinden, giyinişinden ne için geldiğini hissedebiliyorum.
Hayat hikayem gibi oldu ama bunları neden yazdım. Eğer erken yaşlarda iş tecrübem olsaydı şimdi daha farklı yerlerde olabilirdim. 9 ve 10 yaşında İki oğlum var aynı sıkıntıları yaşamamaları için, iş ve ticari tecrübe, insan ilişkileri ve psikolojisini öğrensinler diye uygun mekanlarda yazın büyük balon ve yelpaze sattırıyorum. ( Çocuklar öyle insanlarla karşılaşıyorlarki; bazıları dilenci diye fazla para veriyor, bazıları ticaret yaptığı için tebrik ediyor fazla alışveriş yapıyor, Bazıları ise o kötü çocuk diye çocuklarını uzaklaştırıyor vb.. bunlar hep tecrübe)
Okulların iş hayatının istediği tecrübede öğrenci yetiştirmesi dileğiyle..
Sitenizi bundan sonra hep takip edeceğim. Hoşçakalın..Mutlu yıllar.
Ben 30 yıldır iş yaşamındayım. 8 yıldır kariyer planlama konusunda çalışıyorum. Yenibiris.com da yazıyor, 2 yıldır üniversitelerde gönüllü olarak Gelecek Planı ve Kariyer konulu seminerler veriyorum.
Şu ana dek çoğunluk Anadolu üniversiteleri olmak üzere pek çok yere gititim. Gaziantep, Elazığ, Trabzon, Ankara, Eskişehir, İzmir, Kocaeli vb. Geçtiğimiz hafta Denizli Pamukkale Üniveristesinde idim.
Yarın da (8 Kasım 2007) PERYÖN ve YENİBİRİŞ ile birlikte Van 100.Yıl Üniversitesine gidiyoruz.
İki amacımız var:
1.Bilgisayar sınıfı kuruluyor öğrenciler için.
2.”Kariyerinizi Yönetin” konulu seminer vereceğiz. Bayram Ünal ve ben. İçerik İŞ HAYATINA HAZIR MISINIZ? ve GELECEK PLANINIZ VAR MI?
Yani güzel işler de yapılıyor…:-)))
kariyerkocu.blogspot.com adresinde deneyim paylaşımı yapıyor ve destek vermeye çalışıyorum.
İş dünyasında gerçekleşen eğitim programları ile ilgili görüşlerine katılıyorum. Önemli olan bazı veriler için kişibaşı/saat eğitimden bahsetmek değil.
Şirketlerde yapılan eğitimlerin amacını sorgulamak gerekiyor. Amaç tek yönlü değil, iki taraf için de geçerli olmalı.
Paylaşım fırsatı verdiğin için teşekkür ederim.
Tunç, şimdi var.
Üniversite dersleri içinde değil belki ama iş hayatında mezunların işe başlamadaki sıkıntılarını yaşayan biz ex Banka Yöneticileri Bahçeşehir üniv. ortak bir program hazırladık. Tamamen hayata dönük,dokunduran pozisyonu yaşatan.
Çünkü biz o hayatın içinden çıktık..
Bu yazı hoşuma gitmişti yoğunluktan şimdi bunu bilgilendiriyorum, merak edenler ya da tavsiye edecekler için. ‘BURADA NELER OLACAK’ bahcesehir.edu.tr haberler bölümünde
Sevgi ve saygılarımla. Bu bloga sıkça uğruyorum.
Pingback: İş hayatına hazırlık dersi Osman S Börütecene
Evet evet, çok haklısınız…
Ancak, olayı üniversite-iş dünyası geçişine indirgemek resmin tamamında kopmak olacak…
Yahu toplum olarak bize, hayata ilk başladığımız andan itibaren, hayatın farklı yönlerini yürütebilme konusunda ne veriliyor ki!! Okul öncesi oyun oynarsın, yalnızca aileler dünya görüşlerine dair birtakım düşüncelerini ezberletirler çocuklarına… Sonra 4. sınıftan itibaren bir yarışın içerisindesindir, sık kullanılan tabirle yarış atları. Benim hayatım böyle geçti, ilkokul sonrası Anadolu Lisesi sınavları, sonrasında Fen Lisesi ve derken üniversite…
Yaşamdaki başarın birtakım sınavlarda aldığın sonuçlara endekslenmiş… Bireysel farklılıklara saygı gösterilmeyen, olduğu şekliyle kabullenilen değil, olmasını istediğimiz gibi olursa kabullendiğimiz bireyler yetiştirmeye kalkılınca da ezbere yaşayan insanlar oluveriyoruz…
Hata yapıldığında nasıl düzeltileceği, dibe batıldığında nasıl çıkılacağı, verilen amaçların hayata bütüncül bakıldığında aslında ne olduğu ne kadar anlatılıyor?!! Kötü niyetli insanların varlığını bilerek insanlara güvenme, korkularla değil ümitlerle yaşama aşılanmalı.
Üniversitelerde (en azından kendi bölümümde) verilen derslere bakınca bizleri iş hayatına hazırlamak gibi bir dertleri olduğunu düşünmüyorum. Bana kalırsa üniversiteler de varoluş amaçlarını bence tekrar gözden geçirmeliler. Bu anlamda, profesyonel hayat ile akademik kariyer seçecek insanlar arasında verilen dersler anlamında ciddi farklılıklar olmalı.
Kabul etmek gerekir ki, kullanılmasalar dahi insanın ufkunu açıyor bu dersler. Ancak hem ufkumuzu açsa, hem de kullansak daha iyi olmaz mı yahu:)
Bu kadar mı doğru teşhis olur. Birebir katılıyorum tüm söylediklerinize. Hikaye abartılı biraz. Ama dediğiniz gibi çok da uzak değil. Umarım tüm bu söylemlerinizi hayata geçirirsiniz ve geçiriyorsunuzdur.
Ben bu söylediklerinizin daha azını ders verdiğim sınıflarda yapmaya çalışyorum ancak bunu verdiğim dersin bir parçası olarak yapabiliyorum. Öğrencilerin de hap olarak bilgileri almaya alıştığını unutmamak lazım…
Üniversitelerin öğreten ama eğitmeyen bölümleri için zorunlu olması gereken bir ders.
Pingback: Bu Haftanın Okunması Gerekenleri! | Ad Marketum by Özgür Emre Öztürk
Bu örnek fazla vahim geldi bana, verilecek en uç örneklerden birisi. Fazla saf, sadece insanların ne denli vampir olabileceğini değil, aynı zamanda kendisi, yöneticisi ve şirketi hakkındaki değerlendirmeleri de iyi yapamamış bir karakter var ortada. Bu örnekten yola çıkarak önermelerde bulunmak bence pek doğru değil. Ancak evet, ben de bir çaylak sayılırım ve iş hayatında gerçekten de hiç bir şey teoride okutulduğu gibi değil.
En basit düzenleme olarak şöyle bir şey yapılabilir, benim fakültem aslen uygulama fakültesi idi, teorik bilgi yanında staja da çok büyük ciddiyetle yaklaşan bir sistem mevcuttu.
Staj esnasında, şirket içerisinde gözlemlediğimiz olumlu olumsuz her türlü yaklaşım ve kişiler arası sorunlara nasıl yaklaşıldığının rapor edilmesine kadar detaylı bir rapor hazırlatıldı bize. Halen bu raporları saklarım ve stajların ne kadar önemli olduğunu okuyan arkadaşlara hatırlatırım, her ne kadar ülkemizdeki en saygın üniversitelerde bile üzerine fazla düşülmese de…
Eğitiminin yanı sıra part-time olarak büyük bir şirkette çalışan bir vakıf üniversitesi öğrencisi olarak yazınıza hayran kaldım.. Blogunuzla ilk defa tanışmama rağmen sanırım birazda bu yazıdaki “düşünceleriniz” sayesinde blogunuzun takipçisi olma adayıyım.
Peki neden büyük bir şirket dedim?
Büyük bir şirket demek büyük sorumluluklar demek.. Hele ki benim gibi part time bir elemansanız..Aynı işi -belki yıllarını bu işe vermiş diğer insanlardan daha düzgün ve “ciddiyetle”- yapsan bile sırf kariyer uğruna komik bir rakamla çalışmak demek…
Hele ki cinsiyetin “BAYAN” ise.. Bunun iki boyutu var;
Birincisi sen erkeklerin gözünde kandırılması, yaklaşılması ve tanışılması kolay potansiyel bir dişisin… (sen öyle olmasan bile.)
İkincisi ise; senden yaşça küçük yada büyük diğer bayan çalışanların hergün bugün saçını, makyajını nasıl yapmış? Hangi kıyafeti giymiş? Daha doğrusu neyi-neyle giymiş? Hangi çantayı hangi ayakkabıyla kombine etmiş? gibi soruların hedefi olan, soru sorduğunda erkekler kadar seri cevap verilmemesi gereken, kıskanılan “sıradan bir part time elemansın”…
Aslında anlatacağım çok şey var ama kıssadan hisse, iş hayatına hazırlık derslerinin yanı sıra artık Türkiye’de Part-time elamanlara nasıl davranılır veya onlara hangi hususlarda yardım etmemiz gerekir gibi derslerde verilmeli, çünkü en nihayetinde onlarda bir çalışan ve hatta bir çoğunuzdan daha da yaratıcı, ciddi, düzenli, bakımlı, ve çalışkan…
Siz kabul etseniz de, etmeseniz de :)
İş yerleri neden tecrübeli adam arıyor bu yazı çok güzel anlatmış :)
İş hayatına daha kolay adapte olabilme ne kadar staj yaptığından ve yaptığın işe ne kadar hakim olduğundan geçiyor aslında. Öğrenciyken yapılan daha hafif işler alınan çok az paralar ya da alınmayan ücretler size o kadar dokunmuyor.
Dediğiniz gibi, şirketin yöneticilerinin ve çalışanlarının birbirine uyum sağlamasını gerektirecek çalışmalar yapılması gerekli. Ama şirketlerde sirkülasyon o kadar hızlı ki, her yeni gelenle birlikte bu eğitimlerin düzenlenmesi çok zor gözüküyor.
Mühendislik fakültesinden mezun olmuştum ve işe başladığımda patronumdan öğrendiğim ilk şey telefonda insanlarla nasıl konuşulması gerektiği idi.. Bunu anlattığımda “hadi canım sen de, telefonda nasıl konuşulacağını da mı bilmiyorsun?” diyenler o kadar çoğunluktaydı ki.. Oysa bu konuşma okuldaki “naber dostum?” tarzı ya da uzadıkça uzayan sonuçsuz konuşmalardan çok farklıydı.
Üniversiteden öğrencilerle buluştuğumuzda anlatıyorum, önce garip garip bakıyorlar, sonra ne demek istediğimi anlıyorlar.
Mesleğinizle ilgili bilgiye sahipsiniz bir şekilde ve pratiğe dönüşmesi sadece zaman alır biraz. Oysa hayata dair tecrübeler bir telefon konuşması kadar kısa ama bir telefon görüşmesi kadar önemli…
O kadar değerli ve hayatın içinden fikirlerin var ki Tunç, büyük bir kısmını yaşadığın tecrübeler oluşturmuş buna eminim. Senin bu üretken beyninden her türlü faydalı ders çıkar, ona şüphem yok.
Ben ise çok farklı bir yerden konuya yaklaşmak istiyorum. Günümüzde ahlak nedir ne olmalıdır, ahlak ticari ve günlük olarak ayrılmalı mıdır, duruma göre değişir mi etc…
Rekabet ve para kazanma hırsı öyle başını almış yürümüş ki hangi dersi verirsen ver hayatta kalmayı sağlayacak silahların yoksa neredeyse bir hiçsin. Ahlaksızlık bu bağlamda; bilmediğin bir durum hali ve standartlara uyum sağlama kriteri iken, alacağın dersler ya da vereceğin, kimselere fayda getirmeyecektir.
Alıntı yaptığın yazıda; arkadaş biraz toymuş ya da fazla detaya girmek istememiş ama, durum anlatıldığından çok daha vahim kurumsal hayatta. Çalışanlar arasında sınır ötesi ilişkiler neredeyse normal kabul ediliyor, sadece alışkanlık haline getirenler ayıplanıyor o da geçici bir süre ve kimin yaptığına göre de değişiyor. Alkol bağımlılığı hat safhada, akşam 17 den sonra tek atmalar, öğle tenefuslerine kadar yayılmış durumda (özellikle kırmızı şarap). İşe alımlar tamamı ile kapalı kapılar arkasında tanıdıklar ile yapılıyor, tecrübe-yabancı dil-doktorolar-masterlar hepsi hikaye.
Herkes iyi çalışmış, başarmış, okumuş.. eksik yok fazla var, ama herkes, farketmiyor. Değişen tek gerçek, kime ne kadar sağlam yaslandığın, sonrası çorap söküğü. Zam kelimesini azina bile alma-senelik 10 alırsan firma ortalamasıdır, öp başına koy, bir daha da ses etme.
Öyle arkadaşlarım var ki işsiz; 4 dil bilen, tecrübesi 15 seneyi geçmiş adam gibi adamlar, kadın gibi kadınlar. Kimse -miş gibi yapmasını bilmiyor, ahlaklı olma konusunda tutucular, öyle görmüşler analardan babalardan. Fakat son 2-3 yıldır özellikle iş dünyasındaki yozlaşmayı anlıyamıyorlar, modayı da takip edemiyorlar maalesef.
Bir de dışarılardan gelmişler, satmamışlar vatan denilen toprağı euroya, dolara…
Neyse okutulmalı farklı dersler Tunç ama ahlaksızlıklar da öğretilmeli, bilmeyene, bilemeyeceğe. Belki üstüne binayı dikmek çok daha mantıklı olur, sen ne dersin?
Pingback: Takipci.Net » İş Hayatına Hazırlık Dersi
Üniversitelerde bu tür derslerin olması çok faydalı olurdu. Ama sanırım “on the job training” olması en fazla tercih edilen çözüm:)
Ben özellikle ögrencilere nasıl bir CV ve önyazı yazılması gerektiğinin ve iş görüşme tekniklerinin de ögretilmesinin taraftarıyım. Türkiyede Sabancı ve Koç dışında bunu yapan bir üniversite bilmiyorum. Bu yüzden de desteğe ihtiyacı olan arkadaşlara yardım etmekten büyük mutluluk duyuyorum.
Çok güzel bir yazı yazmışsın Tunç ellerine, beynine sağlık… Maalesef ki iş dünyası bu küçük fakat sonuç olarak çok etkili yöntemleri uygulayabilselerdi, işyerleri sıkıcı bir yer olmaktan çıkacak, çalışanlar da kendilerini çalışıyorlarmış gibi hissetmeyeceklerdi.
Üniversitede öğrendiklerimiz çoğu zaman teoride kalan ve hatta çoğu da işe yaramayan şeylerdi. Bu sebeple her bölümün baştan aşağı ders
programının tekrar düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum. İşimize yaramayan şeyleri neden öğreniriz? Bunu hala anlamış değilim. Bu kadar kafa
karıştırmaya ve genç beyinlerin kafasını karıştırıp bulamaç yapmaya ne gerek var?
Bu anlamsız sistemi değiştirmenin vakte geldi de geçiyor artık. Biz neden gelişmiş ülkeler seviyesinde olmayalım? Nasıl ki A.B.D’de tamamen pragmatik bir felsefeyle eğitim programları hazırlanıyor ve son derece de başarılı olunuyorsa buna benzer ve hatta daha iyisi bile yapabilme kapasitemizin olduğuna inanıyorum, yeter ki doğru yöntemler seçilsin.
Ben üniversitedeyken böyle bir ders yoktu, eski bir mezun da değilim. Her zaman söylenirdi “çalışmaya başlayınca göreceğiniz çok şey olacak, buradan farklı ve bunları görünce şaşırmak yerine bunlara hazırlık olun”, gibi şeyler.
Bizde iki tane zorunlu staj vardı ve toplam 4 ayımız bu stajlarda geçti. Ne gördüysek o zaman gördük. Ben üniversitedeyken de çalıştım tabii bunun da bir artısı oldu okul sonrası için, hazırlıksız yakalanmadım en azından.
Bu dersler her akademisyen tarafından verilemez, iş dünyasından çıkıp gelmiş ya da hâla iş dünyasında olan birilerinden öğrenmek lazım. Bir dönemi kapsayacak ders olmasa bile minik derscikler yaratılabilir ve şunları bunları göreceksiniz, olağan şeyler, travma geçirmenize gerek yok, üzerinize alınmayın gibi mesajlar verilebilir. Çünkü okurken çalıştığım dönemde karşılaştıklarım gerçekten sinirlerimin alt üst olmasına sebep olmuştu.
1 saatlik bir dersi ben verebilirim mesela :)
Aslında biz bu eğitimlere zaten sahiptik. Eskiden Ahîlik sistemimiz vardı. Biz, sahip olduğumuz bu güzel sistemi geliştirip günümüze uyarlamak yerine, bu düzeni yalanlayıp, eski olduğunu iddia edip terketme yoluna gittik.
Şimdi ise yeni bir kavram var hayatımızda, “profesyonellik”. İş ile duygusallığı birbirinden ayırmaya profesyonel olmak diyoruz. Oysa ki bizler duygusallığımızı bir kenara koyduğumuz andan itibaren mekanik bir varlıktan başka bir şey olamayacağımızı kendimize söylemekten korkuyoruz. Karşımızdaki insana hafif bir asık suratlılıkla birlikte ve çok net olarak Bey veya Hanım nükteleriyle hitap ederek konuşmanın profesyonelce olduğunu söyleyenlerimiz de var.
Hayata hazırlanmakla ilgili olarak Japonya’da buna benzer bir eğitim var. Öğrenciler, daha henüz ilkokul seviyesindeyken iş hayatına yönelik özel bir iş binasında, gerçek bir iş simulasyonuna tabi tutuluyorlar. Ellerine görev ve sorumluluklar verilerek, bu sorumlulukları dahilinde kendi maaşlarını kendileri kazanıp, bu kazandıkları maaşlarıyla yemek yiyorlar, oyuncaklarını alıyorlar ve diğer ihtiyaçlarını karşılılıyorlar. İlk başta bunu bir oyun olarak görüp çok yanlışlar yapıyorlar ama sonra işin ciddiyetini anlayıp gerçekten aç kalınca ne yapmaları gerektiğini öğrenmeye çalışıyorlar ve başarıyorlar da.
Neyse, ben hala ahîlik sistemi gibi usta-çıkark ilişkisinin geliştirilmesinden yanayım. Çünkü bizim bu sistemimizde amaç insanı eğitmek değildi. İnsanı Oldurmaktı. Bunu eğitmeden de yapardı. Tıpkı mesnevi-i şerif’in yaptığı gibi. Onun da temelinde aşk var. İçine aşk girmeyen herşey mekaniktir ve bir süre sonra pas tutar. Bu süre bazan 1 yıl bazan da 5 yıl sürebilir. Ama ruh yoksa muhakkak pas var.
Velhasıl kelam; profesyonel olmak, hayatı ıskalamak olmamalı artık. Ruh güzelliklerini işine aksettirerek sanatçı edasıyla sanat üretircesine iş yapmak ve yaşamak olmalı diye düşünüyorum.
Güzel ve güncel bir konuydu. Bazan bilinen gerçeklerin çok daha fazla üzerinde durulmasında fayda var. Tunç Bey, bu yazınızın bu faydayı sağlayacağı kanaatindeyim.
Teşekkürler, selamlar…