Bir aşk hikayesinden bahsedeceğiz bugün. Müşterilerini kendine aşık eden bir Türk markasından.
Fethiye Hillside Beach Club’dan…
– Bırakın müşterilerinin kendi çevrelerinde – özgürce – konuştukları vaadleri yerine getirmeyi, onlara beklentileri aşan deneyimler yaşattıkları için…
– Nerdeyse reklam dahi yapmadan, kontrolü çok daha zor olan ağızdan ağıza tanıtımı böylesine etkin yönetebildikleri için…
– O çoğu kez hayranlık duyulan yabancıların bilgi ve tecrübesi ile değil; Türk insanının yenilikçi yönetim tarzı, deneyimi ve yaratıcılığını ortaya çıkartabildikleri için…
– Kısaca; incelenmesi, paylaşılması, ders çıkarılması gereken bir başarı hikayesi yazmaya devam ettikleri için.
Evet; Hillside Beach Club (HBC) bir istisna.
Cennetin nasıl bir yer olduğunu hayal edebiliyoruz sadece. Yaşarken yapabileceğimizin en iyisi bu; sadece hayal etmek.
İşin ilginç yanı; 1994 yılından beri hizmet veren 350 odalı Hillside Beach Club Türkiye’deki tüm turizm tesisleri içinde en yüksek fiyatı – en yüksek sezonda gecelik oda fiyatı yaklaşık 500 dolar – uygulamasına rağmen, her sezon yüzde yüze yakın bir doluluk oranına sahip. Aynı fiyata Avrupa’da uçak masrafları dahil – üstelik çok daha uzun süreli – bir tatil yapmak mümkün.
Hem en yüksek fiyata sahip olacaksın, hem de kapında sıra olacak. Misafirlerin önemli bir çoğunluğu her yıl tekrar gelenler. Aynı sezonda bile birden çok kez gelen fanatikleri var. Gelenlerin yüzde 95.5’inin “ödediğim paranın karşılığını aldım”, yüzde 97.5’inin “yeniden gelirim” ve yüzde 99’unun “arkadaşlarıma tavsiye edeceğim” dediği bir tatil köyünden bahsediyoruz.
Yıllardır aynı tutarlılıkla süregelen bu başarıyı tabii ki tek başına sahip olduğu doğal güzellikleri, Mavi Bayrak ödüllü kristal mavisi denizi ve 650 metrelik kumsalı ile açıklamak mümkün değil. Bunlar Ege ve Akdeniz’de çok yerde var.
- Tüm odalarının (evet hepsinin) muhteşem bir deniz manzarasına sahip olması mı?
- Aktif bir tatil isteyenlere yelken eğitimlerinden, wakeboard’dan, su altı dalışından, surf’e; okçuluktan, dağcılıktan, Jeep Safari’den, katamaran’dan, mini futbol sahası ve tenis kortlarına kadar çeşitli spor imkanları sunması mı?
- Rahatlamak ve dinlenmek isteyenler için çocukların alınmadığı “Silent Beach”den (Sessiz Kumsal), Avrupa’da ilk kez bir tatil köyünde sunulan Sualtı Yogası mı? Yoksa yoga ve astronomi dersleri mi?
- Yenilenmek ve enerji yüklemek için Bali’li terapistlerin Nature Spa?da, tecrübeli Türk terapistlerin Sanda Day Spa?da uyguladıkları dinlendirici masajlar mı?
- Denizin üzerine kurulan paltformda düzenlenen özel sinema gösterimleri veya gece klubü Pasha on the Bay mi? Yoksa her gece farklı bir show’un sergilendiği Broadway kalitesine yakın performanslar mı?
- Gün boyu devam eden, adeta bir festival çeşitliliğindeki (diyet ve vejetaryen dahil) Türk ve uluslararası yemekleri mi?
- Sizi aktivetelere ısrarla katılım için zorlamayan, farklı ülkerlerden gelmiş canayakın animatörlerinden ya da ailelerin de rahatça kafa dinlemelerine imkan tanıyan çocuk klubü Kidside mı?
Hayır! Hiç biri değil!
Çünkü bunlar da – üç beş eksiği ile de olsa – yapılabilecek şeyler. Peki o zaman nedir bu işin sırrı?
Müşteri yerine “misafir” yaklaşımını sadece lafta değil, iliklerine kadar hissedip yaşatan tüm yönetici ve çalışanların hizmet anlayışında bitiyor iş.
İşte bunun bir benzerini yapmak zor.
Hani çoğu tatil köyünde vardır ya; dilek ve şikayet kutuları. Hillside (çoğu yerde göstermelik kalan bu uygulamayı) çok adım öteye götürmüş. Misafirlerinin beklentilerini sadece anlamak ve uygulamak değil yaptıkları; akıllı yöneticiler için bu kolay zaten. Zor olan misafirlerinin dahi söyleyemediği – dolayısı ile beklemediği – beklentilerin ötesinde hizmet anlayışı ve yaratıcı uygulamaları hayata geçirip sürekli şaşırtmaları. Üstelik bunun tesis içinde yüksek sesle reklamını yapmadan, mütevazı bir tutumla.
Kendi evinizde sevdiğiniz bir misafirinizi ağırladığınız gibi ağırlanıyorsunuz burada. Yaşamdan keyif almayı da unutma şansı bırakılmıyor size. Adım attığınız ilk andan son ana kadar. Çünkü bu onların yaşam biçimi olmuş.
O yüzden beklemediğiniz bir anda çekirdekleri alınmış soğuk karpuz ikramı, akşamüstü kurabiye ve poğaçalarla sunulan 5 çayı veya kumsalda güneşlenirken rahatlamanız için siz istemeden verilen buz gibi soğuk bir havlu… Belki de bu ufak detaylardır fark yaratan, izi bırakan?
Bu yaşam tarzının kusursuz işlemesi için sezon başlamadan aylar önce verilen müşteri odaklı eğitimlerden bahsetmeme sanırım gerek yok.
Öğrenilenlerin sürekli canlı kalması için de ufak bir kitapçıkları var: Hillside Yaşam Tarzı Kitapçığı.
Tüm personele dağıtılan, herkesin yanında bulundurması gereken, Alarko Turizm Grubu’nun politikalarını, misafire yaklaşımlarını anlatan sevimli ufak bir kitapçık bu. İçinde kişisel kalite, takım kalitesi, şirket kalitesi ve misafir beklentilerini karşılamak başlıkları altında 4 bölüm var.
İşinin denetleyicisi kendi olan, sorunla değil çözümle gelen, olaylara olumlu yaklaşan, takım halinde çalışmayı bilen, ben değil “biz” diyen, ortak alınan kararlara tersini bile düşünse uyum gösteren, şirketi hakkında bilgi sahibi olan, dedikodu yapmayan bir çalışan profili.
Misafire her zaman güler yüzlü davranmak, misafirin bir şikayeti olduğunda yetki dahilinde çözmeye çalışmak, “hayır”, “bilmiyorum”, “bu benim işim değil” gibi söylemleri kullanmamak, misafire tatil için doğru yerde olduğunu hissettirebilmek, Genel Müdürleri dahil tüm Hillside çalışanlarının ortak amacı.
Misafir veya personelden gelebilecek her türlü şikayet veya öneriyi “fırsat” olarak görüyorlar; sorun değil. İşte bunun için 4 tane ex’le biten bir yöntem bulmuşlar kendilerine:
- Kulübün geneliyle ilgili yaratıcı fikir ve öneriler için; önex,
- Operasyonu ilgilendiren fikirler için; supex,
- Teknik sorun ve arızalar için; imex,
- Misafirlerden gelen şikayetler için; probex.
Yani, kimden gelirse gelsin, her şikayet veya öneri çok değerli. Ve bu yine lafta kalmıyor; başarıyla hayata geçirilmiş. Çalışanın da hayatını kolaylaştıran bir yöntemle; yazmak yerine telefon açmak. Hangi konu için nerenin aranması gerektiğini düşünmeye gerek bırakmayan tek bir numarayı aramak yetiyor.
Düzenli toplantılarda da inceleniyor hepsi ve gerçekten kulübe uygun görülüp onaylanırsa hemen hayata geçiriliyor.
Bunlarla yetinmeyip, HBC her hafta misafirlere, yılsonunda da personeline bir anket düzenliyor. Gelen her olumsuz yorum, eğer bir departmanla ilgiliyse, o departmanda neden sorun oluştu diye görüşülerek düzeltiliyor. Ya da genel olarak kulüple ilgiliyse nasıl çözebiliriz tartışılıyor.
Haftalık anket dışında Misafir İlişkileri Departmanı tarafından gün içerisinde misafirlerle yapılan sohbetlerde alınan teşekkürler, öneriler, sorunlar toplanıp her gün departman müdürlerine mail olarak gönderiliyor ve departman içinde herkes bir gün önceki misafir nabzını ölçebiliyor. Yılsonunda en yüksek puanı alan departmanlar ödüllendiriliyor.
Çalışanlarla yapılan görüşme ve anketlerde ise konakladıkları yerle, kendi departmanıyla, takım arkadaşlarıyla ve müdürüyle ilgili görüşler, şikayetler ve öneriler alınıyor.
Çünkü HBC biliyor ki; “beklentilerin ötesinde müşteri memnuniyeti” sağlayabilmenin birinci koşulu “çalışanların memnuniyeti“ni sağlamak. Birinci öncelik onları “personel” değil, “insan” olarak görmek. Duydukları saygı ve sevgiyle, kişisel yetkinlikleri arttırmak için verdikleri eğitimlerle, görüşleri dinleyip ve katılımlarını sağlayarak da gösteriyorlar verdikleri değeri. Yani; yine lafın çok ötesinde icraatle. Çalışanların çoğunu bir sonraki sezon yine HBC’da çalışırken görmek başlı başına bir gösterge değil mi?
Aynı şeyleri farklı kelimelerle anlatan guru’ların konferanslarından veya aynı mesajları çevirip çevirip tekrar veren kalın pazarlama ve işletme kitaplarından sıkıldım diyorsanız; size bir tavsiyem var. Evet, hepimizin bütçesini zorlayacağı kesin. Ancak fark yaratma özlemi içinde olan tüm pazarlamacıların (diğer tüm eğitim ve tatil harcamalarından kısarak), sadece 2 geceliğine bile olsa, Hillside deneyimini yaşamaları gerekli. Ödüllendirin, hatta şımartın kendinizi. Hayatınızın en eğlenceli eğitimini alacağınıza kefilim.
Tıpkı şirketlerin müşteri deneyimi yoluyla markalarını farklılaştırabileceklerini savunan ve “deneyim pazarlaması” konusunda uzman sayılan İngiliz Yönetim Danışmanı Shaun Smith‘in yaptığı gibi. “See, Feel, Think, Do” (Gör, Hisset, Düşün, Yap) isimli kitabında, iş dünyasının başarılı liderlerinin sezgilerini kullanarak şirketlerini hedefledikleri sonuçlara nasıl ulaştırdıklarını anlatıyor Smith. Virgin, Sony, Pepsi, Harley-Davidson, Ford, Amazon, Apple gibi 32 büyük markayı birer vaka çalışması olarak inceleyen Shaun Smith’in mercek altına aldığı tek Türk markasının Hillside olması bir tesadüf olmasa gerek.
Tüm dünyada yüksek beklentileri yüzünden zor beğenen tatilcilerin ilk baktıkları liste olma özelliğini taşıyan ve az sayıda lüks resort ve otelin bağlı olduğu Great Hotels of the World birliğine haklı üyeliği olan HBC’ın raflarının prestijli ödüllerle dolu olması da tesadüflerle açıklanamaz.
Shaun Smith’in Hillside için söylediği “Türkiye’nin ucuz tatil bölgesi olarak anılmaya başladığı bir dönemde, yüksek fiyatı yakalamak asıl başarıdır” tespitine katılıp eklemeler yapmak istiyorum.
- Bu; “Türk yönetici ve çalışanların” da -vizyoner bir patron ve üst yönetim kadrosuna sahip olmaları halinde- fark yaratacak örnek uygulamalara nasıl imza atabileceklerini göstermesi açısından bir başarıdır.
- Bu; yıllarca azalmayan bir “tutku ile bağlı, aşık müşteriler”in nasıl yaratılabileğini göstermesi açısından bir başarıdır.
- Bu; “beklentilerin ötesinde hizmet anlayışı”nın ne olduğunu canlı uygulamalarla yaşatması ve konuşturması açısından bir başarıdır.
- Hangi açıdan bakarsanız bakın; bu gurur duyulacak bir başarı hikayesidir.
——————————————–
Not: Sevdim bu hikayeyi, daha fazlasını isterim derseniz; Hillside Beach Club’ın kurucusu, Alarko Turizm Grubu Başkanı ve Hillside Leisure’ın kurucusu Edip İlkbahar‘ın şu röportajını okumanızı öneririm.
Hillside Fethiye, Akdeniz bölgesindeki en yüksek konaklama fiyatlardan birini uyguluyor. Hillside’ın kurucusu ve Alarko Turizm Grubu Başkanı ve Hillside Leisure’ın kurucusu Edip İlkbahar, “Evet. Fiyatımız yüksek. Ama pahalı değil.”
Yüksek fiyata rağmen yüzde 90’ları aşan doluluk seviyesi ile dünyanın ünlü yönetim kitaplarına konu olan Hillside Fethiye’nin bu başarısının arkasında ne yatıyor?
Edip İlkbahar’a göre, bu başarının formülü “fark yaratabilmekte” saklı. Fark yaratabilmek için ise, dünyadaki eğilimleri iyi izlemek, arkalarındaki dinamikleri kavramak ve “o dinamiklere uygun stratejiyi ve ürünleri tasarlamak” gerekiyor. İlkbahar, özgün yönetim teknikleriyle ulaştığı başarıyı ve 11 Eylül ile birlikte değişen dünyadaki yeni trendleri anlattı.
Akdeniz’de bir turizm tesisi hayal edin. Hem pazardaki en yüksek fiyatı uygulasın hem de doluluk oranı sürekli yüzde 100’ler seviyesinde olsun. Dahası kapısında kuyruklar oluşsun. İşletmecilik anlamında böyle bir “mükemmellik” noktasını yakalamak ve daha da önemlisi sürdürmek mümkün mü? Şaşıracaksınız ama bu sorunun yanıtı evet. Hem de 1994’ten beri. Her turizmcinin hayallerini süsleyecek böyle bir işletme Türkiye’nin Fethiye sahillerinde 1994 yılından bu yana faaliyet gösteriyor; Hillside Beach Club…
Dünyanın en önemli markaları arasında örnek gösterilen, işletme kitaplarında vaka çalışması olarak yer alan Hillside Fethiye’nin başarısının altına ne yatıyor? Bu soruyu en iyi yanıtlayacak kişiye; Alarko Hillside Liesure’ın kurucusu ve grup koordinatörü Edip İlkbahar’a yönelttik.
Görünen o ki, başarıya etki eden en önemli faktörlerden biri Hillside’ın tatil kavramına getirdiği yaratıcı boyutlar. Ve bu yaratıcılığa zemin hazırlayan özgün yönetim anlayışı. İşte olduğu gibi hayatta da “heyecan, gözlem ve prosese” çok inanan Edip İlkbahar ve ekibi yönetim politikasını farklılaşma üzerine inşa etmiş. Dolayısıyla, başarının formülü, “fark yaratabilmekte” saklı. İyi de, o fark nasıl yaratılacak? İlkbahar’ın yanıtı hazır; “Bugünün dünyasında her tarafımızı bilgi ile çevrili. Ve bu bilgiye herkes her istediği zaman ulaşabiliyor. Öyleyse fark yaratmak ne kadar bilgi kullandığınız ile doğrudan ilgili değil. Ama o bilgiden dünyada gerçekten ne olup bittiğini anlama ve bundan bir enformasyon çıkarabilme becerinizle ilgili.” Peki öyleyse o beceriye sahip olabilirmenin sırrı nedir?
Edip İlkbahar bize her şeyin sezgiyle başladığını anlattı:
– Tatil, eğlence ya da daha geniş anlamda boş zamanları değerlendirme olarak ifade ettiğimiz `leisure’ kavramını Türkiye’ye ilk taşıyanlardan birisiniz. Bu sektörde öncülük ettiğiniz önemli projeler oldu. En başarılılarından biri de şimdi dünya çapında yönetim kitaplarına konu olan Hillside. Nasıl başladı bu süreç ve başarınızın arkasında hangi temel nedenler var?
Aslında Etiler’deki spor merkeziyle başladık. Bir yan faaliyet olarak. Alkent Etiler’i kurarken, İshak Bey’le Üzeyir Bey bir vizyonla hareket ettiler ve o sırada Türkiye’de olmayan bir konsepti ortaya koydular. Bugünlerde çok emsalleri var. Ama 1990’larda, ilk defa müşteriye sadece daire değil, rekreasyon merkezi, spor tesisleri ile bütünleşmiş bir yaşam tarzı sundular. Çok önemli bir adımdı. Ancak o spor merkezi istenilen randımanı vermedi. Ben o sırada dış ticaretin başındaydım Alarko’da. Haftada bir-iki gidelim, o randımanı sağlarız, diye düşündüm. Ama öyle olmadı ve çok emek vermek gerekti.
Tesisi stratejik bir işletmeciyle beraber kurmadığımız için yapısını da değiştirmek gerekti. İnsanların sadece spor yapmalarını değil, aynı zamanda bir cemiyet, bir topluluk oluşturmalarına da zemin hazırlamaya dikkat ettik. çünkü, sporu seven ve bunu bir yaşam tarzı haline getiren kişiler aynı zamanda bazı değerleri de beraber taşırlar. Arkasından, sinemalarla restoranları birleştirdik. Biliyorsunuz, çocukluğumuzda, bir arada yemeğe gidilir, arkasından arabaya atlanır, bir de sinema yapılır. Şimdi vakit kısa, trafik yoğun, insanlar yorgun. Bir yerden bir yere gitmek sorun. O noktada, sporu, sinemayı ve yemeği bir araya getiren bir merkezi ilk defa yaptık.
Sonra ilk Pasha’yı kurduk. Kuruçeşme’deki yazlık Pasha’nın ilk başlangıcı oradadır. Biz bir şemsiye gibi davrandık, ayrı ayrı restoranlar, markalar bir araya geldi. Pasha bizim daha sonraki faaliyetlerimiz için çok önemli bir şanstı. Çünkü, hedef kitlemizle temas etmemizi ve doğal ortamlarında nasıl eğlendiklerini, ne yiyip ne içtiklerini, ne giydiklerini, neyi “cool” bulduklarını, yani neyi kaliteli bulduklarını ve moda olarak gördüklerini, neye nasıl tepki verdiklerini gözlemleyip, özümsememizi sağladı.
– Hillside’a nasıl geçiş oldu?
Fethiye’ye de 1992 yılında bir büyük tatil köyü yapmaya başladık. Yabancı bir işletmeciye verdik. Ancak istenilen randıman alınamadı. İshak ve Üzeyir beylere gidip, konuyu açtık. Biz yapalım dedik. “Turizmi ne kadar biliyorsunuz, işi nasıl yürüteceksiniz?” dediler. Bazı artılarımız vardı: Alarko olarak yönetim işini iyi biliyorduk ve Alkent’te ve Pasha’daki faaliyetlerimiz sebebiyle misafirin beklentilerini de kavramıştık. Hemen o toplantıda “peki” dediler. Doğrusu ben onların gösterdiği cesareti bugün göstermezdim. Birdenbire ateşten top gibi kucağımıza verdiler. Leisure daha henüz yeni bir kavramdı dünyada… Giderek gelişeceğini düşündük. Ve stratejik bir kararla bunu bir sektör olarak Alarko’ya katalım dedik. Aslında sektöre girişimiz tamamen bir sezgiydi.
– Nasıl oluştu bu sezgi?
İyi yöneticilik için, bir işi iyi yapmak için aslında dünyayı bir bütün olarak takip etmeniz gerekiyor. Çok okumak, yurtdışı yayınlar okumak gerekiyor. Ama sadece yöneticilikle ekonomiyle ilgili haberleri değil, siyasetle ilgili, sosyal yaşam ile ilgili, modayla da ilgili haberleri okuyoruz. En çok satan kitaplar, gazetedeki reklamlar, en çok tutan televizyon programları bunların hepsi öne çıkan ana eğilimleri izlemek için birer veri. İşte biz o verilerin arkasındaki dinamikleri inceliyoruz. O dinamikleri kavradıktan sonra, ona uygun olarak stratejimizi ve ürünlerimizi dizayn ediyoruz.
– Ne gördünüz o dinamikleri incelerken?
Dünyada, özellikle belli bir çizgiyi geçmiş memleketlerde artık bir refah toplumu oluşmuş ve bunlar boş zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlar, farklılıklar arıyorlar onu gördük. Çünkü boş zaman çok kıymetli. Dünyada bir bütünleşme süreci başlamış da olsa, onun içinde özgün, farklı şeyler yaşamak istiyorlar. Biz, bu farklılığı ortaya koyabileceğimizi düşündük. Gördük ki dünyada spor gittikçe gelişiyor, sinemalar, oteller, turizm çok gelişiyor. Kararımızı verdik ve Türkiye’nin leisure’ı ilk kurumsal anlamda yapan ilk şirketi olduk.
– Fethiye’nin işletmesini de üstlendikten sonra ne yaptınız?
Fethiye’de biz gerçekten bir yönetim laboratuvarı gibi çalıştık. Evet, misafiri ağırlamayı biliyorduk ama sürdürülebilir bir sistem, hep yükselen bir sistem kurmak istedik. Ve o yıllar için çok yüksek bir hedef belirledik; Sadece Türkiye’de değil, Akdeniz’de bir numaralı tesis olmak. O sloganımızı da bütün personelimize lanse ettik. Çünkü iş hayatında ne yaparsanız yapın, ilk önce o işe ekibinizi inandırmalı, onları ikna etmelisiniz. İkna etmek için ise hayalinizi çok net olarak aktarabilmelisiniz. Biz, bu işe gerçekten baş koyduk diyebiliriz. Tabii o sırada çok okuyorduk. Toplam kalite o zaman yükselen bir trenddi. Ama konuları ezberlemek değil, arkasındaki felsefelere kafa yormak gerekiyor. Biz de çok kafa yorduk ve iki endüstri mühendisi arkadaşımızın da katkısıyla turizmde çok özgün sayılabilecek sistemler kurduk. Bizim yönetimdeki özgünlüğümüz, ürünlerimizdeki özgünlüğümüzden çok daha önce başladı ve çok daha baskın çıktı.
– Çalışanlara o motivasyonu nasıl taşıdınız?
Tabii bunlar mutfaktaki sistemler. Ama şunu söyleyeyim; motivasyon sistemlerimiz çok özel. Dünyada hiçbir yerde görmediğiniz sistemler. Biz hiçbir zaman herhangi bir sistemi kopyalama yoluna gitmedik. Çalışanlarımızla ilişkilerle ilgili bir dizi özgün sistem yarattık. Hatta bununla ilgili son olarak Cornier Üniversitesi’nden -ki dünyada turizm alanında en ileri üniversitelerinden biridir- Profesör Marie Tabaca, bu konudaki uygulamalarımızı bir yazılı çalışma haline getirmemizi önerdi. Yönetim sistemiyle beraber bir değerler sistematiği de kurduk. Daha doğrusu var olan değerlerimizi kristalize ettik. Çünkü sağlıklı yürüyecekse sonuçta bütün bu sistem bir değerler platformu üzerinde durmak zorunda.
– Ne tür bir platform?
Öncelikle misafirinizin ve personelinizin fikir ve önerilerine dayanan bir platform. Düzenli anket yapıyoruz. Belki şimdi başkaları da yapıyor. Ama orada bizim farklı tarafımız o anketin altında bir saygı platformunun olması. Gerçek bir saygıdan bahsediyorum. Personelinize saygınız, onun sosyo-ekonomik seviyesinden bağımsız bir saygıysa o zaman olayı hissediyor çalışanlar. Yoksa, hani öğretildiği gibi, sadece sizin için daha iyi çalışsınlar diye onların sırtlarını sıvazlıyorsanız, bu da hissediliyor. Gerçekten onların fikirlerine güveniyorsanız, anketi fantazi diye yapmıyorsanız, ortaya çıkan fikirleri operasyona, yönetime çekiyorsanız, bunları kullanıyorsanız o zaman başka türlü bir ilişki oluyor.
– Anketler bu denli etkili oluyor mu?
Bize çok ışık tutuyor. Mesela “Paranızın karşılığını aldınız mı” sorusu var. Şimdi ne okuyoruz biz üniversitede? Arz ve talep, fiyatı belirler. İşte biz o yaklaşıma hiçbir zaman gitmedik. Etkisi yok demiyorum ama biz fiyatlandırmayı arz ve talebe göre değil, paranızın karşılığını aldınız mı kavramına göre yönetiyoruz. Bu soruya verilen evet yanıtları yüzde 96’ysa, ki genellikle öyledir bizde ortalama, bir-iki puan aşağı indiği zaman anlıyoruz ki o fiyatı da indirmemiz lazım. Bir-iki puan yükseldiği zaman ise doğru fiyatta olduğumuzu anlıyoruz. Türkiye’deki en pahalı tesis bizimki olabilir. Ama ölçütümüz o değil. “Fiyatlarımız yüksek ama pahalı değiliz” diyoruz.
– Pahalı olmamanın somut göstergesi nedir?
Çok ciddi bir doluluk oranı var. Kuyruklar var. Ama o kuyrukları fırsat olarak görmüyoruz. Gelmek isteyen bu sene olmuyorsa gelecek sene gelecektir. O kuyruklardan yararlanıp fiyatı daha da yükseltmek yoluna gitmiyoruz. Tam tersi ne fiyat talep ediyorsak onun karşılığını vermeye çalışıyoruz. Bunun için inanılmaz bir çaba sarfettiğimizi düşünüyorum. Çünkü o paranın karşılığı gerçekten iyi bir hizmet demektir. Hatta parayla satın alınamayacak bir hissiyatı verebilmek demektir.
Hem çalışanların, hem misafirlerin ev sahipleriymiş gibi hissedip davranması demektir. Aynı anda yüzlerce kişi ağırlıyor olabilirsiniz ama misafiriniz yine de özel bir ilgi bekler. O cemiyetin bir parçası olarak hissetmek ister. Tekrar geldiğinde ismiyle hatırlanmak ister. Profesyonel hizmet bekler ama bir profesyonel ekip tarafından değil, ev sahiplerinin konuğu olarak ağırlanmak hoşuna gider.
– Rekabeti nasıl yönetiyorsunuz? Rakiplerinizi izler misiniz?
Yine o anketler bize yol gösteriyor. Anketimiz bir hayli detaylıdır. Misafirimizin hangi yöntemle geldiğini öğreniyoruz mesela. Kulaktan kulağa tavsiye edilen bir yer miyiz, bu çok önemli. “Tekrar gelir misiniz” sorusuna, ülkelere göre ayırımlara kadar indiğimiz çalışmalarımız var. “Daha iyi bir tatil köyünde hiç bulundunuz mu” sorumuza “evet” cevabı veren olmuşsa, oranı çok düşük olsa bile, hemen oralarda ne oluyor diye bakarız. Sık sık geriye döner, yıllar itibariyle hem farklarına göre hem mutlak değerlerine göre dizilişlerini inceleriz. 2006, 2005’e göre nasıl gidiyor? Neden? Gerçekten sonsuz bir kalite geliştirme çabamız var. Mesela İtalyanlar sıcak büfeden ne yiyiyor, diğer misafirlerimiz ne yiyor? Ona kadar inceliyoruz. Dolayısıyla da çok detaylı bir kontrol ve geri besleme sistemimiz var.
– Hiç sizi yanıttığı olmadı mı bu sistemin?
Biz her şeyi ölçümlemeye çok inanıyoruz. Yakın çevremizin bizi yanıltmasına izin vermem. Anketlerle, `feed back’ sistemini çok sıkı tuttuk. Bir de çalışanlar toplam kalitede çok önemli bir yer tutuyor. Biz insana insan olarak saygı göstermeyi bilen insanlarla beraber çalışıyoruz. Katılımcılık da çok çok önemli bizde. Her seviyede çalışandan sadece kendi görevinde değil, tatil köyünün geneli için fikir üretmelerini bekliyoruz. Bazı şirketler daha genel müdürler, müdürler seviyesinde bile oturmuş değilken, biz bunu gerçekten her çalışan düzeyinde uyguluyoruz.
Bugün bizim tesisimizde herhangi bir çalışan telefonu kaldırıp, benim böyle bir fikrim var der ve kendisine benim imzaladığım çok şık bir mektupla teşekkür gelir. Fikri uygulamaya sokulsun ya da sokulmasın. Katılımcılık elinizin altında duran çok önemli bir güç. Yönetimin ve çalışanların tesisi sahiplenmesini ve daha da önemlisi pozitif bir enerji içinde çalışmamızı sağlıyor. Bizde eğitimden önce motivasyon ve insana verilen değer gelir. Eğitim ancak bunun üzerine bina edilebiliyor. Çünkü bir şeyi önce istemek, çok istemek lazım. Biraz istiyor, biraz da öğreniyorsanız o olmuyor.
– Bilgiden önce motivasyon diyebilir miyiz?
Bilgi isteyerek kullanılması gereken bir şey. Yoksa, görüyoruz, turizmde çok yapılıyor. Eğitim üzerine eğitimler veriliyor. Sınıflar dolduruluyor. Yazılı yapan, 6 ay test yapan şirketler de var. Ama asıl o kararlılığın çalışanda olması lazım. Mutlu olan çalışan, mutlu olan müşteriyi, mutlu müşteri, mutlu şirketi, mutlu şirket de tekrar mutlu çalışanı sağlar. Bu yukarı ya da aşağı giden bir spiral gibidir.
– Anketlerden elde ettiğiniz bilgi ve saygılı ve uyumlu bir çalışma ortamı. Sizin başarı formülünüzü böyle özetleyebilir miyiz?
Anketler, feed backler önemli ama tek başına yeterli değil. Feed back’lerin toplamı sizin gelişim alanlarınıza çok iyi işaret etmekle beraber farklılaşmayı ve rekabetle arayı açmayı veya bir numara olmayı tek başına sağlayan bir faktör değil. Bizim formülün altında feed back’ler tabii ki var. Bir gelişim alanı veya bu yönde bir öneri varsa bunu belirgin hale getirmek, onun üzerine gitmek var. Ama onun ötesine gidebilmek için devreye yaratıcılık, inovasyon giriyor. Yaratıcılığın arkasına vizyonu, onun arkasında da gözlemi koyuyoruz. Çok sıkı, düzenli gözlemi koyuyoruz.
Arkadaşlarımla sürekli, çok okuma, çok gözleme ihtiyacını paylaşıyorum. Sadece bilgiyi değil, bilginin arkasındaki dinamikleri anlamaya çalışacağız. Aynen ekonomi gibi, siyaset gibi. Bir tarafta bilgisi olan insanlar var. Size tarihi gün gün, saat saat anlatabilir. Ama o olayların arkasında bir dinamik vardır. Ve mühim olan onu kavramaktır. İşte eğlence de çok sosyal bir olgu. Sosyolojik olarak dünyada bu iş nereye gidiyor, arkasındaki dinamikler nelerdir, trendleri izleyip, bunları hazmedip, ona göre farklılığı yaratmak gerekiyor. Ve de tabii yaratılanı da uygulamak için çok efor sarfetmek lazım.
– Bu trendleri izleme konusunu sadece siz mi yapıyorsunuz yoksa bir ekip mi?
Sürekli “beyin fırtınası” toplantılarımız var. Fokus gruplarımız var. Hayal toplantıları diyebileceğimiz oturumlarımız var. Bu hayal toplantılarıyla özümsediğimiz dinamiklerden nasıl yeniliklerden yaratabiliriz diye bakıyoruz. Çünkü, sürdürülebilirlik çok önemli. Liderseniz hep lider kalmanız lazım. Aşağı gitmek çok acıdır. O acıyı hissetmemek için önceden önlemleri almak lazım.
– Hep lider kalabilmek için ne yapıyorsunuz?
Öncelikle özgün konseptler yaratmaya çalışıyoruz. Bakın, bizim yaptığımız hiçbir iş birbirine benzemiyor. Bu iddiada çok az şirket var. Bize, çok iyi bir ürün niye 10 tane Fethiye yapmıyorsunuz, diye soruyorlar.
– Öyle ya, madem kuyruklar da var…
Aynen öyle. Ama biz bundan çok büyük heyecan duymuyoruz. Örneğin Fethiye ile Hillside Su birbirine hiç benzemiyor. Biri sade, dizayn olarak avangard bir otel, öbürü daha doğa ile bütünleşik, ailenin konforunu hesaba katan bir tatil köyü. Birisinde olanlar diğerinde yok. İki tane sporla iç içe yaşam merkezimiz var. Bir tanesi Kozyatağı’nda. Avrupa’nın en büyük spor tesisi merkezlerinden biri. Biri de Etiler’de. Yapımından pazarlamasına sanki iki ayrı ülkede faaliyet gösterecek gibi tasarlandı.
Mesela biz ilk defa spor salonuna DJ’lerle müzik, yani bir anlamda canlı müzik koyduk, çok taklit edildi. Ama neden önce biz yaptık? Çünkü orada bir ihtiyacı gördük. Koşu bandının üzerinde yarım saat koşayım dersiniz, vakit geçmez. Onu hissettik, insanın psikolojisini düşünerek, bu uygulamayı ortaya koyduk.
Bunların hepsi konseptsel, yönetimsel farklılıktır; bizim tarafımızdan, çalışmalarımızın sonucunda üretilmiş tekniklerdir. Çünkü tek olmak, benzersiz olmak çok önemli bir özellik. Örneğin Fethiye, doğasıyla, eğlence kavramıyla farklı bir yer. Orada bir katamaranın, yani denizin üstünde, yıldızların altında film seyredebilmek fark yarattı. Siz bunun ikincisini yaptığınızda açıkçası karizmasını kaybediyorsunuz. Üstelik, oteller arasında gereksiz bir yarış başlıyor. Bırakın talebi karşılayamıyor olun. Bir miktar kuyruğun olması iyi bir şeydir her zaman.
– Ama sonuçta ana mesele daha çok kazanmak, kâr etmek değil mi?
Tabii ki. Biz bir kâr kuruluşuyuz. Bütün bu beyin fırtınalarının sonucunda karar verdiğimiz konuların kârımıza pozitif etki etmesi gerekiyor. Çünkü aslında her şey bir araç. Orta kaliteli bir iş yaparak da çok iyi para kazanabiliriz. Oradaki kalitedeki ısrarımız bizim kulvar seçimimizle ilgili. Biz yüksek kalitede iş yapmaktan hoşlanıyoruz. Ama seçtiğimiz bu kulvarda atacağımız adımların kâra yönelik olmasını dikkatlice takip ediyoruz.
Örneğin, başkaları bir koyarken biz 8 çeşit bal koyuyorsak, o hem kalite hem de kâr içindir. O çeşitlilik müşterimizi memnun eder ama yenilen toplam bal miktarı da hemen hemen aynıdır. Biz israf konularında son derece hassasız. Kalite kulvarı içerisinde yapacağımız her aktivitenin fizibilitesini yaparız. Çok hoşumuza giden fikirlerden rakamlara çevirdiğimizde vazgeçtiğimiz çok olmuştur. Dışarıdan görünen rahatlığa rağmen, kalite ve fiyat dengesini korumak için çok ciddi bir gerginlik vardır arka planda. Çünkü bizim müşteri temsilcilerimiz sürekli müşteri lehine çalışır, daha iyisini verebilmek ve rakamları da koruyabilmek için o gerginlik de çok doğaldır ve gereklidir.
En güzel tesiste bile hep şu iddiamız var: Beklentileri geçeceğiz. Misafirlerimizle diyaloğumuzda o tesisin her tür kalitesinden daha da ileri olacağız. İşte bu farkı kolay kolay taklit edemezsiniz. O noktayı yakalamak için dünyada, ülkenizde ve işinizde ne olup bittiği hakkında kesinlikle hem fikir hem sezgi sahibi olmanız gerekiyor.
Yeni trend “glokal” olabilmek.
Glokallik; yani hem global, hem lokal olmak çok önem kazandı. Artık Amerikan filmlerinde gördük, bunu uygulayalım değil, dünyaya hitap edebilen bir yerellik öne çıkıyor. Bunlar aslında çok daha geniş bir dinamiğin bir parçaları. Niye bunlar oluyor? Çünkü insanlar, hi-tech’in, çok paranın ötesinde insanlığı arıyor. İşte o yüksek teknolojinin, gücün, refahın simgeleri gökdelenlerdi. Entegre olmuş kent yaşamıydı. Ama görüyorsunuz ki o entegrasyon sekteye uğradığı zaman veya kötüye kullanıldığı zaman aslında bir tehdit de aynı zamanda. Ondan rahatsız olanlar, daha insancıl, daha canlı, daha sıcak, daha doğal olana yönlenmeye başladılar
Moda bir uçtan diğerine salınımını sürdüyor.
Bir uçtan öbür uca salınımlar yaşıyoruz. Bir şeyleri tadıp hemen bir başkasına yönelme meselesi de değişecek bana göre. Fast food ortaya çıktı, şimdi ona karşı slow food diye bir kavram çıktı. Moda bir salınım. Birden bire gökdelenler çıktı, sonra herkes şehir dışına kaçmaya başladı, şimdi başka sebeplerden dolayı şehir içine bir geri dönüş var. Onun gibi eğlencenin kısa tutulup pek çok eğlenceyi kısa sürede yaşama çabası da tersine dönebilir. örneğin 2 saatiniz varsa o 2 saati çok dingin de geçirerek ruhunuzu besleyebilirsiniz. Çok daha dolu bir şey de yapabilirsiniz. Ama dolu bir şey yapmak hızlı bir şey yapmak anlamına gelmiyor.
Komşuluk ilişkileri yeniden önem kazanıyor.
Eskiden Avrupa’ya gittiği zaman insanlar, orayı da göreyim, burayı da göreyim diye koşuşturuyordu. Şimdi bir kafede dingin bir zaman geçirmeyi daha fazla tercih ediyorlar. Çünkü dinginlik bir arayış aynı zamanda. İşte, yoganın öne çıkması, başkasından bana ne yaklaşımından, komşum kim yaklaşımına dönüş de birer arayış. Mesela, konut sitelerinde komşuluk ilişkileri önem kazanmaya başlıyor. Benzer değerlere sahip kişiler, bir araya gelmeye çalışıyor. İşte değişen bu eğilimler nedeniyle, önümüzdeki dönemde, biraz daha insanın doğasına uygun ürünlerin, hangi alanda olursa olsun, öne çıkacağını, tercih edileceğini düşünüyorum.
11 Eylül’den sonra her şey daha fazla ısındı.
Gelecekle çok ilgiliyim. Futures adında bir kuruluşun yayınları var. En sıkı takipçilerinden biri olduğunu düşünüyorum. İşinizle ilgili bütün bağlantıları kurmanız lazım. İşte 11 Eylül oldu. 11 Eylül’den sonra dikkat ediyorsanız, insanla ilgili her şey daha bir sıcaklaşıyor. O senelerde siyah-beyazlar öndeydi, teknoloji çok öndeydi, insanların bireyselliği çok çok öndeydi. Şimdi bakıyorsunuz dergilerde, mecmualarda her şey daha bir ısındı. Renkler canlandı. Modada doğallık önem kazandı. Süreç, çok gelişmişliğin tersine şekillenmeye başladı. 2000’lerden bu yana hızla yükselen süreç insancıllığı ön plana çıkarıyor. Bunun artarak gelişeceğini düşünüyorum.
Zamanın insan üzerindeki baskısı olağanüstü arttı.
Teknoloji, iş hayatımızı çok kolaylaştırıyor ama bir o kadar da yaşamımız üzerinde baskı kuruyor. Örneğin cep telefonu ilk çıktığı zaman getirdiği avantajlar çok cezbetti. Ama bir süre sonra normal geliyor. Ve küçücük bir aksilik çıksa, belki geçmişte bir uluslararası konuşma yapabilmek için saatlerce beklemiş olan siz, 3 saniye bile beklemeye dayanamıyorsunuz. Zamanın insan üzerindeki baskısı çok arttı. Müthiş bir sıkışıklık ve stres yaratıyor. Ve bu anatomimizin çok hazır olduğu bir baskı değil. Vücut reflekslerimiz teknolojideki evrimi o kadar hızlı yaşayamıyor. Dolayısıyla teknoloji bir yandan mutlu ediyor bir yandan da insanın üzerindeki baskıları artırıyor.
Dünyadaki yeni eğilimler leisure sektörünü destekliyor.
Farkındaysanız, daha birkaç sene öncesine kadar herkes her şeyi yapan aletlerin peşindeydi. Şimdi daha basit aletler istemeye başladı. Doğadan çok uzaklaştığını hisseden insan yeniden doğaya dönme çabasında. Zaman çok sıkışık. İnsanlar diyor ki, işe vakit ayırıyorum, eşime, çocuğuma hatta köpeğime vakit ayırıyorum ama ben ortada yokum. İnsanın kendisine ayıracağı vakit çok azaldı. Dolayısıyla da o vakte daha fazla önem vermeye başladı. Bu eğilimin artacağını düşünüyorum. Çünkü insanın yaptığı işe saygısı var ama kendisine de saygısı var. Ve bu eğilimin leisure sektörü açısından çok şanslı bir durum olduğunu düşünüyorum.
Sezgi, gözlem birikiminin ve yoğun dikkatin ürünü.
Trendleri herkes takip edebilir. Açarsınız bir mecmuayı ve görürsünüz; bu sene çok sıcak renkler varmış veya böyle bir gidişat var diye. Ama bu pek bir işinize yaramaz.
Bu dinamikleri düşünmeye başladığınız zaman ise onu işinizde birçok yerde tekrar etmeye başlıyorsunuz: O kurumunuz için bir gizli bilgi haline geliyor ve sürekli öğrenen bir kurum haline geliyorsunuz. Aslında sezgi dediğiniz şey de, çok büyük bir gözlem birikiminin ve çok yoğun bir dikkatin ürünü. Bazen kahinlik, içgüdü olarak söylenen o sezginin çok önemli bir kısmı da aslında çok okumak, görmek, gözlemlemek, düşünmek, ncelemek ve çok dikkatle bakmakla ilgili birikimin sonucu diye düşünüyorum.
İşinizde, diyelim ki, 10 kişi var. O 10 kişiden 7’si nasıl seziyorsa, nasıl hissediyorsa öyle olsun diyemiyorsunuz. Çünkü önemli olan salt sezgi değil. önemli olan ileriyi hissedecek kadar dinamiklere hakim olabilmek, olayların arkasındaki dinamikleri hissedebilmek ve bu konuda bilince sahip olabilmek. Artık, üretim çok kolaylaştı. Dediler ki, her şey pazarlamada. Ama artık pazarlama da çok kolaylaştı. İnternetten pazarlanıyor, televizyondan pazarlanıyor. Her marka her ülkede şube açıyor. Kâr marjları çok daraldı. Dolayısıyla işinizi kâr marjlarının dışına çıkaracak, orada sıkışıp kalmaktan sizi kurtaracak farklılığı yaratmak da inovasyonla oluyor.
Form durumumuz çok iyi ama her gün spor yapmak zorundayız.
Alarko, farklı özgün konseptler üreten, onu en iyi şekilde pazarlayan, ve pazarladığımız ürünü en iyi şekilde destekleyen bir şirket. İshak Bey’in, Üzeyir Bey’in hizmet ve üretimde kaliteye verdikleri önemin takipçisiyiz. Bizde ilkeler çok kuvvetli bir şekilde ön plandadır. İshak ve Üzeyir beylerin ortaya koyduğu ve profesyonel anlamda tepe noktasında Ayhan Yavrucu Bey’in çok güzel çerçeveleyerek kuruma taşıdığı bir değerler silsilesi var. Biz bu değerlerle yetiştik.
Bütün anlattıklarımın temelinde Alarko kültürü, arka planında ise gerçek saygı var. İşe yarayan, satan, tercih edilen de bütün bunların toplamıdır aslında. O ruhtur, o felsefedir. Bu ölçünün bir kefesinde çalışana, hissedara, devlete karşı dürüstlük ve saygı, öbür kefesinde verdiğimizle yetinse bile müşteriye daha üstününü verme çabası vardır. Yapılan işe saygı duyma ve duydurma yaklaşımı saygınlığın püf noktasıdır.
Üzeyir Garih Bey, ‘En iyi takdir, taklittir’ derdi. Başlangıçta kızıyorduk. Bu kadar çalıp üretiyoruz, birileri çıkıp taklit ediyor diye. Şimdi taklit edilmekten korkmuyoruz, aksine bizim formda kalmamıza yardım ediyor. Taklit edilmek bizi yeni şeyler üretmeye zorluyor. Bizim şirketimizin temel refleksi bu. Devamlı gelişme gösteremezsek yönümüzü kaybederiz. İkincisi taklit çok kolay bir olay değil.
Bakın bizim bir dergimiz var Hillsider. Boyutuyla, içeriğiyle özgün bir yayın. Sonradan belki 20 tane dergi üretildi o boyutta. Ama ürünü biçimsel olarak taklit etmek yeterli değil. Değerler dediğimiz o çimentonun yarattığı platform olmadan taklitle bir şeyler yükselmiyor. Sürekli daha iyiyi arama çabası, açık söyleyeyim zaman zaman bütün organizasyonu yorabiliyor.
İkincisi, müşterilerimize, biz misafirlerimiz diyoruz, bir kanıksama yaratabiliyor. Her sene geldiğinizde daha farklı bir şey görmenin kendisi bile kanıksanabiliyor. Kısacası, çıtayı sürekli yüksek tutmak adına gösterdiğiniz çabayı sürekli diri tutmak zorundasınız. Bu büyük bir enerji demek. Şöyle örnek vereyim; çok iyi hissediyorsunuz, çok iyi bir vücudunuz var ama her gün spor salonuna gitmeniz gerekiyor. İşte orada yaklaşımınız çok önemli. Bazı insanlar savaşmayı seviyor, bazıları sevmiyor. Sevmeyenler için bir dezavantaj olabilir. Ama açıkçası ben seviyorum. Ekibim adına çok şanslıyım, çünkü onlar da seviyor. Lider olmanın, o gururu yaşamanın bir bedeli var. O bedeli de seve seve veriyoruz. Çünkü o da bir yaşam tarzı.
10 yıl içerisinde 50 milyon turist 40 milyar dolar gelir pekala mümkün.
2005-2006 yıllarında dünyada dolaşan 800 milyon turist var. Bunun yüzde 2.5-3 civarını Türkiye alıyor. 22 milyon turist Türkiye’ye iyi bir katkı. Ama potansiyel çok daha yüksek. 2015 yılında dünyada 1.5 milyar turistin sürkile edeceği düşünülüyor. Türkiye, 2015’te yüzde 3-4 alırsa, hayal gibi görülen 50 milyon turistin pekala mümkün olduğunu düşünüyorum. Türkiye parlayan bir ülke. Hasat iyiyken, iyileşirken, tohumlarla ilgilenmenin tam zamanıdır. Bu bir nefes gerektiriyor çünkü. Son dönemde büyük efor sarfetti ve iyi sonuçlar da elde etti. Türkiye’nin önemli bir problemi var. Turizmi gittikçe ucuzluyor. Bir ucuz turizm ülkesi haline geliyor. Bir master plan yapmamız lazım.
Fiyatlar ya aşağıya gider ya yukarıya. Daha iyi bir fiyatla satarsanız, çalışanınıza, işin kalitesine daha fazla yatırım yaparsınız. Daha sonra fiyatları daha da artırırsınız, daha iyi bir misafir kitlesini çekersiniz ve fiyatlarda yukarı doğru gidersiniz. Daha iyi misafir kitlesi daha çok kazanç demektir. İşinizi fiziksel yatırımdan kalite yatırımına dönüştürürsünüz. Ya da tam tersi olur, daha çok müşteri çekmek için fiyat düşürürsünüz, kâr marjı sıkışır, hatta zarara girersiniz. Bu sefer ondan bundan kısmaya başlarsınız, bir sonraki dönemde daha düşük kalitede turist gelir. Aşağıya doğru gitmeye başlarsa, daha da aşağıya gidecek demektir. Ve bugün Türkiye biraz aşağıya doğru gidiyor.
Deniz-kum-güneş Türkiye için önemli. Gayet güzel koylarımız, sahillerimiz var. Bir turizm ülkesinde mutlaka bir miktar kitlesel turizm de olması gerekir. Herkes kendi kalesini savunur derler, ama hayır ben kitlesel turizme kesinlikle karşı değilim. Burası sadece Saint Tropez gibi olsun yaklaşımını benimsemek mümkün değil. Ama kaliteli turizmi de belli bir çizginin, belli bir oranın üstüne çekmemiz lazım. Sahillerin beton bloklarla dolmasının Türkiye için uzun vadede gerçekten bir sorun oluşturacağını düşünüyorum. Daha doğrusu sorundan ziyade bir fırsatın değerlendirilememesi olarak görüyorum. Daha kurallı, daha yeşili koruyarak, daha seçkin turizm gelişimlerinin olabileceği alanlar yaratmak lazım. çünkü bundan bir otelin elde edileceği kazanç rahatlıkla iki dibdibe otelin kazanacağından daha fazla olabilir.
Turizm, Türkiye markasını, Türkiye markası turizmi besler. “Come to Turkey ” demek yeterli değil. Her ülke şimdi onu diyor. Birilerinin “Go to Turkey” demesi lazım. Gelişmiş ülkelerin basınına imgeler vermemiz lazım. Çünkü insanlar tembelleşti. Simgeler ve imgesel çağrışımlar yoluyla fikir oluşturuyor. Sokaktaki insan, film seyrediyor, televizyon seyrediyor, gazete okuyor. Benim beş yıl önce ortaya attığım Türkiye’yi konu alan bir Hollywood filmi şimdi yavaş yavaş gündeme geliyor. Bunun yanı sıra, fikir önderleri çok önemli. Türkiye’nin önemli bir ekonomi başarısı var. Bu başarıyı satmalıyız. Sonuçlarını satıyorsunuz zaten, yabancı yatırımcı geliyor yavaş yavaş. Ama başarı olarak da satmalı. Çünkü başarı bir konumlandırmayı da beraberinde getiriyor. Özellikle rafine konulardaki başarı. Bir Türk mimarın, yazarın, modacının başarısı gibi Türkiye ekonomisinin başarısı da satılmalı. Avrupa Birliği üyeliği sürecinde de turizmin çok önemli bir kaldıraç olacağını düşünüyorum.
Gördü, hissetti, düşündü ve yaptı.
Hillside, ünlü İngiliz Yönetim Danışmanı Shaun Smith kısa süre önce piyasaya çıkan “See, Feel, Think, Do” (Görmek, Hissetmek, Düşünmek, Yapmak) kitabına girdi. Dünyanın önde gelen marka danışmanlarından Andy Milligan ile birlikte kaleme aldığı kitabında Smith, iş dünyasının başarılı liderlerinin sezgilerini kullanarak şirketlerini hedefledikleri sonuçlara nasıl ulaştırdıklarını inceliyor. Ford, Sony, Harley-Davidson gibi dünyaca tanınmış 32 markanın arasında Türk markası Hillside da, tam da kitabın konusuna cuk oturan yönetim modeli ile “vaka çalışması” olarak inceleniyor. Kitapta, müşterilerinin yüzde 95.5’inin “ödedikleri paranın karşılığını aldığını” söylediği, yüzde 97.5’inin “yeniden gelmek” istediği ve yüzde 99’unun arkadaşlarına “tavsiye edeceğini” belirttiği, gecelik normal oda fiyatı yaklaşık 500 dolar olan 800 odalı Hillside Fethiye Beach Club Oteli’nin tüm sezon boyunca tam dolulukla çalıştığına dikkat çekilerek, kurumun başarı öyküsü anlatılıyor.
Edip İlkbahar
1960 yılında istanbul’da doğan Edip ilkbahar, 1979 yılında English High School’dan, 1983’te ise Boğaziçi üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. 1984 yılında Alarko‘da ithalat bölümünde görev aldı ve bir süre sonra Dış Ticaret Grup Müdürü sıfatıyla aynı bölümün sorumluluğunu üstlendi. 1990 yılında ise Alarko’nun Etiler’deki uydu kent projesinde yer alan spor merkezinin yönetimini üstlendi. Türkiye’nin ilk ve tek leisure şirketi olan ve bugün yaklaşık 1.200 kişilik bir ekipten oluşan Hillside‘ın oluşumu böylece başlamış oldu.
Hillside City Club kısa sürede bir spor ve rekreasyon merkezi olmaktan öteye geçip, bir yaşam merkezi haline dönüştü. içindeki işletmeler, dükkanlar, café ve restoranların yanı sıra, Hillside’ın sahip olduğu spor misyonu ve gerçekleştirdiği öncü uygulamalar tesisin ününü işlevinin ötesine geçirdi. Yine o dönemlerde ilkbahar, Kuruçeşme-Pasha ile eğlence sektöründe yepyeni bir konsept yarattı. 1994 yılında ise ilkbahar; Alarko’nun inşaat yatırımlarından biri olan ve yabancı bir şirket tarafından işletilen Fethiye’deki tatil köyünün, Hillside Beach Club adıyla zincire eklenmesine öncülük etti. Bu girişim sayesinde Grup, holding oluşumları içinde tam bir sektör halini aldı ve Edip ilkbahar, Alarko Turizm Grubu Başkanı olarak büyüme çalışmalarına hız verdi.
Hillside Beach Club, kısa sürede sadece kulaktan kulağa yayılarak hem yurtiçinde hem de yurtdışında büyük ün kazandı. Konukları tarafından “yeryüzündeki cennet” olarak adlandırılan bol ödüllü tesis, düzenlediği uluslararası aktivitelerle Türkiye’nin turizmde gurur kaynağı olmaya, yüksek fiyat politikasına rağmen sezonlarını ortalama % 90 dolulukla kapatmaya devam ediyor.
İlkbahar’ın tepe yönetim olarak koordinatörlüğünü yürüttüğü Alarko Turizm Grubu gene 1993-94 yıllarında Türkiye’ye konforlu ve son teknoloji sinema anlayışını getirerek, ülkeye ilk “lüks sinema salonları”nı kazandırdı. Cinecity Sinemaları bugün, 4 farklı lokasyonda toplam 25 salon ve 3041 koltuk kapasitesiyle hizmet vermekte.
2001 sonbaharında Edip ilkbahar, Alarko Turizm Grubu adına, Tekser-Baytur firmalarıyla yaptığı anlaşma ile Hillside işletmesinde Avrupa’nın en büyük spor-sinema merkezlerinden birinin oluşumuna imza attı. Hillside City Club-Trio adını alan tesis 2003 yılının Eylül ayında hizmete başladı ve açıldıktan sonra sadece birkaç ay içinde 4.500 gibi rekor bir üye sayısına ulaştı. Hillside City Club-Trio bugün; bünyesindeki 7 sinema salonu, her biri alanında beğeni toplayan yeme-içme üniteleri, müzik shop, solarium, çocuk kulübü, valet parking ve SANDA DAY SPA gibi hizmet ve olanaklarıyla Anadolu Yakası’nın Bağdat Caddesi’ne alternatif yeni çekim merkezi olmuş durumda. SANDA DAY SPAlar ise ilkbahar’ın gruba son olarak kazandırdığı ve Uzakdoğu konsepti ile 5 farklı noktada hizmet veren, kısa sürede Türkiye’nin alanında tek zinciri olan işletmelerdir.
Edip İlkbahar’ın Alke Turizm ile yaptığı işletme anlaşması sonucu ise, Antalya şehir merkezinde yer alan ve Hillside Su adıyla faaliyet gösteren tasarım ağırlıklı konsept oteli 2003 baharında hizmete girdi. Türkiye’nin Design Hotels üyesi 2 tesisinden biri olan Hillside Su, farklı tasarımı ile Avrupa ve Amerika’nın önde gelen yayın organlarına kapak olup, bu yayınlarda sayfalarca yer alarak olağanüstü bir basın başarısı elde etti ve ülkemizin uluslararası tanıtımında da büyük rol oynadı.
Turizm, spor, sinema sektörlerinde kaliteli “leisure” oluşumlarını bünyesinde toplayan Grubu’nu modern yönetim felsefeleri ile yöneten, dünyadaki eğilimleri izleyen, tüm bunları ilgili alanlarda “yaşam tarzı”nı simgeleyen ürünlere adapte eden ve Hillside’ın gerçek bir dünya markası olması yolunda çalışmalar yapan Edip İlkbahar, tüm bu faaliyet alanlarında “sürdürülebilirliği” benimseyerek, Grubu’nun kalitede öncü bir işletme zinciri olarak büyümesi için çalışıyor. İlkbahar, yönettiği ürünlerin ardarda aldığı ödüllerin yanı sıra, ekonomi dergileri tarafından yapılan pek çok ankette ”en başarılı genç yönetici” listeleri içinde yer almış ve bir gösterge olarak yaratmış olduğu markalar 2002 Pazarlama Zirvesi sempozyumunda “Göğsümüzü Kabartan Türk Markaları” arasına girmiştir.
İngilizce ve Fransızca bilen İlkbahar; aynı zamanda Turizm Yatırımcıları Derneği (TYD), Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BüMED) ve World Future Society (WFS) üyesidir. Evli ve 2 çocuk babası olan İlkbahar’ın diğer özel hobileri arasında ise, yönetim bilimleri, sinema ve spor yer alıyor.
Kaynak: Dünya Gazetesi, 31 Mayıs 2006.
Hakan Güldağ / Dünya Sohbetleri.
Yorumlar 32
HBC : kısacası sistem :)
iddia ediyorum bir departman müdürü olarak başka bir departmanın başına bile geçseniz
sistem sizi öyle güzel harmanlıyor ki …. Başarısızlık komik olur. Bu yüzden seviyorum bende :)
Saygılar…
Hillside bir yaşam stilidir…
Eğer sağlıklı yaşam sürüyorsanız ve yaşama pozitif tarafından bakıyorsanız size istediğiniz ortamı sunan yegane yerdir diyebilirim. HBC zaten “ben hadi birde burayı deneyeyim” diyen müşteriyi zaten beklemiyor, mutlu beyinlere istedikleri hizmeti üst düzeyinde sunuyor..Bunu anlayan ve bilenler de Dünyanın dört bir tarafından buraya akıyor.
Saygılarımla,,,
Hillside… Senelerdir gittiğim, denizi ve konumuna hayran kaldığım; hizmetinden yüksek verim aldığım bir tatil köyü…
Ancak şunu belirtmeliyim ki; en son tatilimde personeldeki isteksizlik ve amatörlük beni üzdü… Ne yazık ki eski performansı yok.
Otel sektöründen birisi olarak çok rahat diyebilirim ki Fethiye Hillside Beach Club’ın hizmeti gerçekten iyi.
bu yazıya olumlu olumsuz o kadar çok yorum yapılabilir ki ama şu sözdeki: “konuşsam tesiri yok sussam gönül razı değil” susup gönlü de razı eylemek en doğrusu olsa gerek :)
teşekkürler paylaşım için…
merhaba sayın hillside aşıkları ben pool barda çalışıyorum bu otelde çalışan herkez çok şanslı bence çünkü herkez hillside li olmamaz gunde 13 14 saat çalışmama yorulmama hatta ölmeme rağmen ben burayı seviyorum clup gerçekten çalışanlarına değer veriyor ben burdan f/b manager ımız HÜSYİN ÖZTÜRK beye çok teşekür ediyorum haa unutmadan ALİM beyde gerçekten çok iyi bir şef daha doğrusu arkadaş herkeze çok teşekür ederim…:D:D:D
Yazıyı okuyunca gerçekten kısa süreli bir şok geçirdim diyebilirim. Çünkü bu kadar yüksek kaliteli bir hizmet, bırakın Türkiye’yi, tüm dünyada pazarlama anlayışına terstir. Tabi multi-milyarder veya üst düzey bir bürokrat-oligark-sermaye sahibi değilseniz. Ve sonra yorumları okumaya başlayınca her şey biraz açıklığa kavuştu. Özellikle Dilek Özgün hanımın araba hikayesi, ve de nasılsa yorumların %70’inin Alarko Holding çalışanları tarafından yazılması gibi hoş tesadüfler, yaşadığım şoku atlatmama yardımcı oldu.
Müşteriye en iyi malı sunmak, en iyi hizmeti götürmek kolaydır. Zor olan bir kriz anında gözlerinden ateş saçarak karşınızda duran bir tüketiciden bir an önce ve en maliyetsiz şekilde kurtulmaya çalışmamaktır. Eğer siz tek bir müşterinizi bile sinirli ve lanet ederek evine uğurlamayı göze alabiliyorsanız, plajda soğuk havluyla karşılamanız, personele bilmem kaç ay eğitim vermeniz falan iyi bir pazarlama “cinliği” olmaktan öteye gidemez malesef.
Ben 5 yıl Hillside Beach Club’ta çalışmadım. O yüzden buraya “yeryüzündeki cennet” ten bahseden şiirsel şeyler yazamayacağım. Ama şunu söyleyebilirim ki Hillside beni çok etkileyemedi. Zira 200 liraya iyi bir tatil yapmaktansa, 500 liraya daha da iyi bir tatil yapmak o kadar da etkileyici bir şey değil.
Selamlarla…
Pingback: Fikir Atolyesi Siz bizi öpmeye geldiniz, bari biz de zevk alalım!
bu yazıyı başından sonuna kelime kelimesine okuduguma hala inanamıyorum ama bütün yazılanlar cok güzel. bütün yazıları bitirmeye çalışıyorum ama hep sabahlar oluyor. insallah hillside beach’e gitmek nasip olur, teşekkürler Tunç Kılınç.
Ne güzel layıkıyla hakedilen yere konulmak.. Ne güzel? ama birileri var ki benim gibi (memur) uzanmayacağı kediye mundar der misali?. ama değil muhakkak.. İnşallah bir gün çocuğum ve eşimle çok geç olmadan bu güzellikleri bizler de iliklerimizde hissetme imkanı buluruz
ne mutlu sevene ve de sevilene? ne mutlu size?
8 senedir tatillerimde Hillside Beach Club’dayımdır. Hangi arkadasıma oneri olarak Hillside’ı soylemıssem hepsı konaklamıs ve memnun kalmıstır. Bu tesis icin reklama gerek yok. Geri donusumlu musterısı yeter.
Basta Edip İlkbahar Beyefendi olmak uzere tum ekibinizi tebrik ediyorum.
İnsan oğlu herzaman küçük mutluluklarla yetinmek zorunda değildir. sayın MİSAFİR gerçekten sen de böyle düşünüyorsan hemen bi uçak, otobüs, tren, kamyon, taksi, hatta koşarak kendini bu cennetin kapısına biran önce at.
BEN burada çok güzel üç sezon geçirdim hem de çalışarak. sayın HÜSEYİN ÖZTÜRK e sevgi ve saygılarımı iletiyorum. bi de bana 300 ytl borcu var. beach bar benim çalıştığım sezon anket birincisi olmuştu. ben 1 hafta önce bıraktım işi. HÜSEYİN ABİ PARAMI YOLLAAAAA.
Bu olay bi yana süper bi yer herkez koşarak gitsin. Bİ DE SALİH EFENDİ ASKERLİĞİ KADIKÖYDE YAPTIN İNSAN Bİ ARAR.
HBC’ta son dört yılda hayatımın en güzel ve en kaliteli tatillerini geçirdim. 5. kez gitmeyi dört gözle bekliyorum.
Hizmet sektörü söz konusu olunca, ben de bu sektörde çalışan bir kişi olarak insanı memnun ve mutlu etmenin ne kadar zor bir şey olduğunu iyi biliyorum. Ancak burada çalışanlar misafiri memnun etmek için canla başla ve insan üstü bir performansla çalışıyorlar. Uzun mesailere rağmen yüzleri hep gülüyor… Eksik bulmak isterseniz mutlaka bulursunuz ancak HBC inanın gerçekten eksiği olan bir yer değil, aksine çok fazlası var.
Bu cenneti herkese tavsiye ediyorum ve en azından bir gece de olsa bu deneyimi yaşayın diyorum.
Merhabalar,
Ben 2 çocuklu bir anne, aynı zamanda da hizmet sektöründe bir firma sahibi olan iş kadınıyım… Evvelki sene eşim ve çocuklarımla Hillside Beach Club’ta inanılmaz mutlu döndüğümüz ve her hatırlayışımızda yüzümüzde gülücükler oluşturan bir tatil geçirdik.
Yukarıdaki yapılmış olan eleştirileri de okuduktan sonra işte işin en zor yanının müşteri memnuniyeti olduğu noktasına geliyoruz yine. Ama bazen en kaliteli hizmeti verseniz dahi bazı insanları mutlu etmek maalesef mümkün olmuyor…
Ben yapılan bu eleştirilerinde Hillside tarafından olumlu bir hizmet haline dönüştürülerek misafirlerine sunulacağına eminim.. Yeni bir tatilde tekrar Hillside’da olmayı dört gözle bekliyorum…
Yorumları okuduğumda takdir edilmesi gereken bir kurumun ufak tefek detaylarla başarısının gölgelenmeye çalışıldığını görüyorum.
Hillside ile x bir kuruluş karşılaştırılması yapıldığında ortaya çıkacak fark tüm yorumları gereksiz kılacaktır.
Merhaba;
Yorumları okuyunca eklemeden edemedim. Kısa bir dönem Hillside’la çalıştım. Benim için gerçekten çok büyük bir hayal kırıklığıydı.
İş görüşmeleri sürecinde çalışana verilen değer ve ‘misafir’ memnuniyeti öncelikleri adına yapılanların aslında yüzeysel kaldığını, bunun içten içe empose edilmeye çalışılan pazarlama stratejileri olduğunu anladım. İşin özündeki öncelikleri sadece kar ve bağlılık yaratmak. Amaç her zaman budur peki ama bunun bu kadar aleni ve acımasızca yapıldığını müşteriyi ‘kandırmak’ oyalamak adına üretilen stratejileri öğrenince anladım.
Ne acı ki büyük bir hevesle çalışmaya başladığım halde Hillside’da çalıştığım süre içinde gördüğüm samimiyetsizlik beni gerçekten büyük bir hayal kırıklığına uğrattı.
Turizm ülkesinde olmamıza rağmen birçok tesisin kalitesizliği ve aldıgı kötü hizmet sonrası ülkemize gelen turistin bir dahaki sene rotasını başka ülkelere çevirmelerine neden olmaktadır.
Böylesine bir ortamda başarılı olabilen nadir işletmelerden biri olan Hillside hakkında Tunç beyin yazdıkları çok güzel.
Eski bir HBC çalışanı olarak saygıdeğer Üzeyir Garih’in “mutluluk çorbası”nda benim de tuzum olduğu için ayrıca gurur duymaktayım…
Hizmet sektöründe “Hillside Beach Club” markasının bir logo ya da bir amblemden ibaret olmadığını, yenilikçi ve yaratıcı düşünceyi, üstün hizmet anlayışıyla birleştiren başarılı felsefesiyle, baltalanmanın aksine, tüm işletmelere bir örnek teşkil etmelidir.
Dilerim bu anlayışla işletilen tesisler çoğalır…
Saygılarımla..
Maalesef ülkemiz turizminde sunulan ürünlerdeki olağanüstü kalitesiz hizmetlere kıyasla tabii ki HBC çok farklı bir marka olmuştur.
Burada aslında sorgulanması gereken, aslında diğer sözde marka olmuş, tatil köyü, otel gibi tesislerin olağanüstü kalitesiz işletme/yönetim’e hala bazılarının eleştirilerini kendilerine saklaması. Aslında pahalılığı yanında hala kötü servis, yani “mass tourism”, “low cost” hizmet anlayışıyla işletilen tesisler, yanında tabii ki HBC çok farklı.
Birkaç kez ben de HBC’de tatil yapma fırsatı buldum ve bir dönem Antalya’da ve İstanbul’da birer oteli olan bir grubun turizm şirketinin Genel Müdürlüğünü yapan birisi olarak en takdir ettiğim tarafı, müşteriler arasında ünlü-ünsüz, az-çok zengin olan, torpilli-torpilsiz olan müşteri ayrımı yapmayan ve patronlarının dahi ayırt edilmediği bir işletme anlayışı olması.
Kanımca Hillside marka olarak kendisi de aynı kaliteyi maalesef Antalya’da yakalayamıyor. Bunun en önemli sebebi Beach Club yerine Otel konseptinde olması. Yani bu kalite, sadece yönetim stratejisi ile yakalanamıyor, aynı zamanda doğru konsept ve tabii ki bu güzellikteki tabiyatı yakalamak çok önemli.
Özetle, HBC gerçekten zor beğenenlerin tercih ettiği bir yer olma hüviyetini hakediyor.
Öküzün altında buzağı aramanın ise gereği yok, bu yazıların reklam koktuğunu düşünmek maalesef kötü niyetliliğin göstergesidir. Lütfen iyi olanları her alanda yüceltelim ki diğer kötüler kendini iyileştirmeye gayret etsin.
Teşekkürler Tunç Kılınç, bu konuya parmak bastığın ve bu fırsatı verdiğin için.
Sea+Sand+Sun = Hillside Beach Club-Fethiye.
1994 – ’98 – ’00 – ’05 Alarko Turizm Grubu?nun bir çalışanı olarak yazılanları okurken gerçekten çok heyecanlandım. Takım arkadaşlarım ve yöneticilerimizle yılda 25.000 misafire 5 yıldız hizmet verdiğimiz, tüm içtenliğimiz ile gece gündüz severek, özenle ve ince bir nakışla çalıştığımız için mutlu ve çok huzurluyum.
Hillside Beach Club’da bize verilen insanlık, saygı, sevgi, hayat öğretileri ve hayatımın sonuna kadar unutamayacağım anılarım için kalpten teşekkürler!
Şirket kurucumuz Sayın Merhum Dr. Üzeyir Garih, Şirket kurucumuz Sayın İzhak Alaton, Turizm Gurup Başkanımız Sayın Edip İlkbahar, HBC Club Müdürümüz Sayın Hasan Gürsel… Tüm Alarko Holding ve Gurup çalışma arkadaşlarıma selamlar, sevgiler.
Ben sizi hiç unutmadım.
Saygılar.
Erol Yacan.
Merhabalar…
Ben de çok iyi bir fıtness merkezinde estetisyen olarak çalışıyorum ve Hillside gerçekten çok profesyonel bir merkezdir. Ben çok beğenerek kullanıyorum sinemasını, özellikle verdiğiniz emek… 7’sinden 70’ine kadar herkesin emeği vardır mutlaka. Bize bu ayrıcalığı yaşattığınız için gerçekten tşk ederiz, huzur ve mutluluğun adresi…
Hoşça ve dostça kalın..
Eski bir Hillside çalışanı olarak bunları duymak çok güzel şeyler. Yeryüzündeki cennetin adresidir Hillside Beach Club.
Kısacası tarif edilemez, sadece yaşanır.
Ben tatil yapmadım, çalıştım ama inanın tatil kadar keyif aldım. Hillside bir başarı öyküsüdür. Ayrıca Hillside’da müşteri kelimesini kullanırsanız çalışanlar size çırıl çıplakmışsınız gibi bakar. Herşey misafirin memnuniyeti içindir. Hillside Beach Club kısaca bir dünya markasıdır…
Hizmet sektöründe hizmet veren şirketler çalışanlara ve müşterilere ne kadar çok değer verirlerse o kadar çok başarılı olurlar ve devamlı olarak gelişim gösterirler.
Tunç Bey;
Açıklamaları biz de merakla ve sabırla bekliyoruz.
Sevgiler
D. Özgün
Dilek Hanım,
Herşeyden önce paylaşımınız için teşekkür ederim. Tatsız bir deneyim yaşamışsınız.
Müşteri yerine “misafir” yaklaşımını benimseyen ve onların mutluluğunu stratejilerinin en tepesine koyan şirketlerin de zaman zaman eksiklikleri olabileceğini anlıyorum. Ancak onların farkı; bu eksiklerden ders çıkarmaları ve benzer sorunları fırsata dönüştürmeleri olmalı.
Uzunca yıllardır Hillside’ın da bu denli kuvvetli ve tutarlı bir algıya sahip olmasını yaşadıkları deneyimlerden ciddi öğrenimler çıkarıp, hayata sokmalarına bağlıyorum.
Sizin yaşadığınız deneyimle de ilgili Hillside yöneticilerinin hangi dersleri çıkardığını (size olan yaklaşımdan, sundukları çözüm alternatiflerine kadar) ve bundan sonra sizin güveninizi geri kazanmak için neler yapacağını burada açıklayabilecek cesaret ve özgüvene sahip olduklarına olan inancım tam.
Sevgiyle kalın.
Yazınızı tam da Hillside’da bize oldukça pahallıya patlayan bir tatilin ardından tesadüfen okudum. Eşimle tüm yıl boyunca çok yoğun bir tempoda çalışıyor ve tatil için sadece bir hafta ayırabiliyoruz. Bu nedenle de tatile çıkarken olabildiğince sevimsiz sürprizlerle karşılaşmayacağımız ortamları seçmeye çalışıyoruz. Bu yıl da kendini özellikle “koşulsuz müşteri mutluluğu” kavramı ile pazarlayan Hillside’ı seçtik. Otele kendi aracımızla gittik ve giriş yaparken araç anahtarı resepsiyon tarafından teslim alındı, bize aracın görevli tarafından otoparka götürüleceği bilgisi verildi. Açıkçası Ağustos sıcağında, üç yaşında oğlumuzla, saatler süren bir yolculuğun yorgunluğu ile otoparkın nerede olduğunu falan fazlaca sorgulamadan anahtarı verdik.
Bütün bir yıl hayalini kurduğumuz tatilimiz böylece başladı. Başlangıçta yaşadığımız ufak tefek aksiliklere rağmen, iyi niyetimizi ve hoşgörümüzü yitirmeden kendimizi doğaya ve Fethiye’nin gerçekten eşsiz denizine bıraktık. Hillside’da kaldığımız süre içerisinde otelden hiç ayrılmadık ve dolayısıyla araç ihtiyacımız da olmadı.
Beş günlük tatilin sonunda çıkış yapmak üzere resepsiyona geldik, bu arada bir görevli aracı getirdi. İşte tam bu sırada gerçek bir şokla karşılaştık. Çünkü bizim tatile çıkmadan dört gün önce aldığımız, pırıl pırıl ve sıfır arabamızın sol tarafı boydan boya, ciddi şekilde göçmüştü. Durumu resepsiyona ilettik ve yetkili birilerini çağırmalarını istedik. İşletme Müdürü olan bir bey geldi, araca baktı bize “acaba siz yapmış olabilirmisiniz” gibi bir takım anlamsız sorular sorduktan sonra Otelin güvenlik müdürünü çağırdı. Gelen bey de araç üzerinde ciddi ?!! incelemelerde bulunduktan sonra “olan olmuş yapacak birşey yok, tutanak tutalım sigortamız öder” dedi.
Bizimse şaşkınlığımız yerini hayal kırıklığı ve kızgınlığa bırakıyordu. Kendilerine olaya neden olan kişinin durumu neden hemen bildirmediğini sorduğumuzda, derhal savunma pozisyonuna geçerek “geçen haftada buna benzer bir durumla karşılaştıklarını, ancak hasara neden olan görevlinin durumu kendilerine hemen bildirdiğini, bu defa neden haber verilmediğini onlarında anlayamadıkları” türünde kendilerince anlamlı, bizce tirajikomik bir takım açıklamalar yaptılar. Son derece samimiyetsiz, yüzeysel tavırları karşısında “lanet olsun” diyerek çocuğumuzu ve kendimizi daha fazla sıkıntya sokmadan yaklaşık bir saatlik bir gecikmeyle ve hasarlı aracımızla dönüş yoluna çıktık.
Ankara’da on gün aracımızı kullanamadık, sol tarafı tamir gördüğü ve boyandığı için henüz dokuz günlük otomobilimiz ciddi bir değer kaybına uğradı ve en önemlisi biz mutlu ve dinlenmiş dönmeyi ümit ettiğimiz, bunun içinde Türkiye standartlarda hatırı sayılır bir bedel ödediğimiz tatilimizden kırgın ve canımız sıkılmış bir şekilde dönüp, burada bir sürü sıkıcı sigorta prosedürü, tamir süreci ile uğraşmak zorunda kaldık.
Şimdi size soruyorum tüm bu hadiselerin sonrasında bizi bir kez dahi arayıp olayın gelişimi ile ilgilenmeyen, içten bir özürü ve jesti düşünmeyen, durumu son derece yavan bir şekilde geçiştirmeye çalışan bu zihniyet mi müşterisini kendine aşık edecek?
Bu konuda yazacak ve söyleyecek daha o kadar çok şey var ki…
Sevgilerimle
Alarko Turizm Grubu’nun bir çalışanı olarak yazılanları okurken gerçekten çok heyecanlandım ve gururlandım.
Bu yazının oluşturulmasında reklam yapmak amacı güdüldüğü fikrine kesinlikle katılmıyorum; nitekim ne HBC, ne de ATG’ye ait başka bir tesis, tanınma ve beğenilme konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamamaktadır kanımca. Türkiye’nin özellikle son yıllarda bu yaklaşımla işletillen tesislere çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Tunç Bey’e düşüncelerinden ötürü kendi adıma çok teşekkür eder, ATG’nin de başarılarının devamını dilerim.
Bugün bu ülkede turizm patladı diye yaygara koparıp kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.. Geceliği 20$ dan Rusları tatil köyüne hapsedip bir şeylerin patladığından dem vuruyoruz.
Bu tatil köylerine gidildiğinde alınan servisin ve yiyeceklerin kalitesi (pardon kalitesizliği) hepimizin malumu…
İşte bu yüzden Hillside ile ilgili yazının kısa bile olduğunu düşünüyorum. Anlamsız konular hakkında böbürleniyor gibi yapıp bir şeyleri patlatacağımıza yiğidin hakkını yiğide vermekte fayda görüyorum. Burayı bağırmalı, tüm dünyaya duyurmalı ve Türkiye’de tatilin nimetlerini, MİSAFİRLERİMİZE gösterdiğimiz yakınlığı ve hizmetimizin kalitesini sayfalarca yazmalı, diğer firmaları buna imrendirmeliyiz ki gerçek patlamayı yaşayabilelim Turizm de… Yoksa patlayan sadece milleti kandırmaktan ibaret haber balonları olacak…
Tebrikler. Güzel….
Tahmin edemediğim bir yorum aldım Sevgili Salih’ten. Çünkü amacım tabii ki “reklam gibi kokmak” değildi. Uyarı için teşekkürler.
Salih haklı, yazı uzun. Ancak “başarı hikayesi” olarak gördüğüm her konuyu derinlemesine inceliyor ve paylaşıyorum. Tıpkı daha önce yayınladığım, uzun sayılabilecek, Threadless, Alex Tew veya Kabile Aranıyor yazılarında olduğu gibi.
Bu bir Türk markası olduğu için daha çok dikkat çekmiş olabilir.
Gerçeği söylemek gerekirse, Hillside’ın başarı nedenlerini paylaşırken bir taraftan tanıtımlarını da yapıyor olmam, esasında sevindiriyor beni. Bu sayede; fazla değil tek bir firmanın veya pazarlamacının bile “fark yaratma” bakış açısının zengileşmesine katkı sağlarsam mutlu olurum.
Keşke “reklam kokma” riskini almaya değecek dünyada ses getiren marka sayımız bolca olsa da bizler de seve seve alsak o riski.
Fazlasıyla reklam mı koktu ne???
Ama yine de ülkemizde bu tip değerlerin olduğunu hatırlatmak adına sevindirici… Yazı biraz daha kısa olsaymış, reklam hissine kapılmayacaktım ama yazı uzun olunca ister istemez “reklam kokan hareketler bunlar mike” dedim.
Özellikle şu cümle altı çizilesi;
“Türkiye’nin ucuz tatil bölgesi olarak anılmaya başladığı bir dönemde, yüksek fiyatı yakalamak asıl başarıdır”
Eğer hakedecekse, herzaman 4-5 ytl verdiğim bir iskenderi, 15-20 ytl’ye veren ama tam yapan bir yerde yerim.
Hafiften buraya mı kayıyoruz ne… Sanırım 2-3 tatil yapmayıp buraya gideceğim. Ancak karşılayabilirim çünkü. :(
Hillside Beach Club hakkında bu kadar güzel bir yazı okumak HBC’nin eski bir çalışanı olarak gurur verici.”Yeryüzündeki Cennet”i yaşamış olmak ve onu bu kadar özel yansıtabilmek ve yaşatabilmek kolay olmasa gerek!!!
5 sezon Hillside Beach Club’ta çalışmış biri olarak bir misafirden bunları okumak gercekten heyecan verici.
Demek ki tüm Hillside ekibi bu işi gercekten biliyor…
Fazla söze ne hacet ‘zor beğenenlerin gözdesi’ olabilmek işte böyle bir şey!!!!