Reklam yüzünden canlı yayına geç giren veya galibiyet sevinci yaşayanları göremediğimiz maçlar, söylenen saatte televizyonu açtığınız halde yine reklamlar yüzünden başlamayan filmler, diziler; program süresi ile yarışan reklam kuşakları, ekranın dört tarafını saran yanar dönerli reklam bantları, on dakika süren “sunar” ve “sundu”lar…
İşte gına getiren bu sevimsiz reklamlar yüzünden ve daha da önemlisi internette fazlası varken artık televizyon neden seyredilsin ki? Hiç televizyonun açılmadığı evler var artık. Daha da radikali, televizyonun var olmadığı evler olmaya başladı. Çok ihtiyaç olursa internette bulunuyor nasıl olsa.
Benim de günlerce televizyonu açmadığım oluyor. Hiç bir eksikliğini de hissetmeden üstelik.
Gelecek önemli değişimlere ve yeniliklere gebe. Ucu göründü de.
Apple’ın geçen sene çıkan ürünlerinden biri Apple TV ve benzeri diğer platformlar televizyon izleme alışkanlıklarımızı ve reklamcıların iş yapış şeklini temelden değiştirecek gibi duruyor.
Televizyonunuza bağladığınız ufak bir kutu ile dünyaya bağlanıyorsunuz, tıpkı internette olduğu gibi. Oturduğunuz rahat koltuğunuzdan dilediğiniz filmi, diziyi veya bir programı [reklamlarla bölünmeden] dilediğiniz zaman seyretme şansınız var.
Yasaklı olmadığı! zamanlarda YouTube videoları veya Flickr resimlerinizi televizyon ekranına taşıyabiliyorsunuz, podcast’leri dinleyebiliyorsunuz. Yüksek veya standart çözünürlükte; kutu sizin için dilediklerinizi internetten indirip hafızasına alıyor.
Film ve dizilerin bazıları ücretli, bazıları değil. [Başka bir değişle film izlemek için DVD kiralama dükkanlarına gitmek de artık gelecekte tarih oluyor ve o sektör bitiyor.]
Bu kutu aynı zamanda kablosuz bağlantı ile kendi bilgisayarınızdaki [iTunes aracılığı ile] tüm müzik, resim, film arşivinizi de televizyonunuzdan size izleme şansı veriyor.
[iTunes Store hesabı henüz Türkiye’den açılamadığı için, Apple TV‘yi edinmek film kiralama imkanını kullanmak için yeterli değil, geçerli bir ülkeden hesap edinmek gerekli öncelikle. Bakalım Apple bizi üçüncü dünya ülkesi olarak görmekten ne zaman vazgeçecek?] [Apple TV’nin ürün özellikleri hakkında ciddi eleştirileri olanlar da var. Biz konuya sadece reklam dünyasına etkisi açısından bakıyoruz.]Bu arada Digitürk‘ün HD yayınları alabilen yeni kutusu programlama ve kayıt etme özelliklerine sahip. Zaten çok uzun süredir (ellerindeki kısıtlı seçeneklerden) film satın alma imkanı vardı. Yakında Dsmart da ilave özelikleri olan bir kutu çıkaracak. Bunu diğer üretici ve servis sağlayacıları takip edecektir mutlaka.
Esasında ben bu kutulara da karşıyım!
Neden yeni nesil televizyon üreticileri bu kutuların yaptıklarını “yaygın olarak” kendileri yapmaya başlamadılar? Televizyonun içine gömülü olarak.
Televizyonun zaten internet bağlantısı (ister kablolu, ister kablosuz) olmalı, seçeceğiniz servis sağlayıcılara (Apple TV veya Digitürk gibi) bağlanabilip, dilediğinizi indirip izleyebilmelisiniz. Gelişen teknoloji ve ucuzlayan data depolama maliyetleri ile bu çoktan yaygın olmalıydı.
Olmadıysa da olacak.
Bilgisayardan değil de rahat koltuğunuzda, arkadaş veya ailenizle ve daha büyük bir ekrana bakmak istediğinizde… Yani televizyon seyretmek istediğinizde!
Herkes dilediğini, dilediği zaman izleyebilmeli. Üstelik 8 dakikalık bitmek bilmeyen, seyirci ile dalga geçer gibi “az sonra” kandırmacaları olmadan.
Aynen internette olduğu gibi, neyi indirip izleyeceksem öncesinde ona gelen yorumları televizyondan okuyabilmek o kadar zor olmamalı. Veya canlı podcast’leri izlerken diğer kişilerle sohbet edebilmek. Veya bir müzik arşivi oluşturmak, bunu diğer izleyicilerle paylaşmak. Veya bir kamera ile kendi kanalımızı oluşturup yayın yapmak.
Hepsi televizyon üzerinde… İnternetle o kadar haşır neşir olmayıp televizyonu daha çok tercih edenler hep olacak çünkü.
Reklamcılar içinse artık “çekerim bir reklam filmi, yayınlatırım prime time’larda defalarca, her yayından da alırım komisyonumu” döneminin yerine, daha yaratıcı reklam uygulamalarını bulma ve reklam verenleri ikna etme zamanı.
Çok alıştılar tembelliğe =) Parayı veren de, harcayan da.
1989 yılından dan beri AGB‘nin ölçümlediği rating’lerin ne kadar sağlıklı olduğu tartışılsa da yıllarca, daha iyi bir alternatifi üretemedi bizim reklam ve medya sektörümüz. Belki de kimsenin işine gelmedi!
Size sormak istiyorum arkadaşlar, 2.500 hanede 3.682 people meter varmış. Hiç çevrenizde kimsenin televizyonunda (people meter) rating ölçer alet takılmış birini gördünüz mü, veya duydunuz mu?!
Bundan 2.5 yıl önce yazdığımız bir yazıda dile getirdiklerimizden bir bölümü tekrar etmekte fayda var:
“Ben artık daha az televizyon seyrediyorum. Hem de çok daha az.
* Rating kandırmacılığının arkasına sığınarak televizyon ve basılı mecralarda yaratılan reklam kirliliği ve hızlı para uğruna adeta yok sayılan gerçek (samimi) izleyici tercihleri nerede?
* Kendi ev bütçesini yönetirken gösterdiği hassasiyeti, şirketinde daha da titiz uygulama yetkinlik ve sorumluluğuna sahip yöneticiler?
* Yapılan harcamalar ve karşılığında kazanılan iş sonuçlarının hesabını iş ortakları, müşterileri ve (borsaya açılıp) hisse sahiplerine verme zorunluluğunu hisseden reklam veren ve reklamcı patronlar?
Günün sonunda karar veren merci bizleriz, yani ‘müşteriler.’ Bizim ilgi alanlarımız ise sadece “Kurtlar Vadisi” ile sınırlı değil. Çatılara konan yapışma çanak antenler, duvarlarda biten ayakkabı cilaları. Nereye kadar?
Bizler bizi anlayan, ilgi odaklarımızı anlayıp suistimal etmeyen, bize bir şey öğretirken eğlendiren markaları daha da çok seveceğiz. Bu kadar çok seçenek varken, tadına doyum olmayan yerlerde olacağız biz, eskisinden daha çok.
Tercihlerimize saygı duyarak hayatımızı kolaylaştıran, zenginleştiren her markanın ise başımızın üzerinde yeri var.”
Hayal dünyamızı yönetmeye çalışanların kullandıkları yöntemlerin ‘işlevselliğinin,’ bizim tercihlerimize gösterdikleri samimi saygı oranında ‘arttığı’ bir döneme girdik artık.
Onların değil, bizim dilediklerimizin bize sunulması…
Onların değil, bizim konforumuzda…
Onların değil, bizim zamanımızda…
Türkiye’de bunu hayata geçirebilen markaların öncü, diğerlerinin ise ufaktan yok oldukları zamanlar çok uzak değil.
Bu da esasında, (özellikle şu an içinde olduğumuz ekonomik daralmanın olduğu dönemlerde daha da fazla) büyük düşünebilen cesaretli markalara kocaman fırsatlar sunmuyor mu?
Yorumlar 22
sitedeki bilgiler güzel ama yorumları okumadım. başarılı bir yazı bu siteyi kuranlara teşekkür ederim.
derslere yardımcı oluyor. ama tek sorun bu siteyi bulamamak herkese tavsiye ederim.
ayrıca okulda okuyanlar bu siteye girsinler.
mükemmel bişey artık evdeki tv yi müzeye kaldırırız artık:D
teşekkür ediyorum mükemmel topic:)
Yılmaz Özdil 1.5 yıl önce “biz Türklerin neden televizyondan vazgeçemeyeceğini yazmış” köşesinde. Biz dizilerden öğreniyoruz hayatı! Hal böyle olunca da, kızmamak gerek. Biz buyuz sonuçta :)
İşte o yazı:
Beyaz Gelincik dizisinde eroin satıcısı rolünü oynayan tiyatrocuyu, yolda pataklamışlar, “şerefsiz seni” diye…
Karagümrük Yanıyor dizisi yayından kaldırıldı apar topar… Çünkü, bir ağır abi, Karagümrük’ü yakacak adam, anasının karnından doğmadı” diye telefon etmiş…
Sıkıyorsa kaldırma!
Sağır Oda dizisinde de, Hrant Dink’ten sonra “bir büyük suikast daha olacağı” açıklanmış… Gazeteler işi ciddiye aldı, savcıları göreve çağırıyor.
Sırf bu üç örnek bile yeter…
Millet, dizileri gerçek sanıyor.
Bakın trajik bir kıyas…
Gerçek kahramanların, gerçek şehit ailelerinin, gerçek anılarını anlattıkları Kan Uykusu belgeseli ile… Rol icabı kahramanların, rol icabı hastalıkların, rol icabı aşkların anlatıldığı Binbir Gece dizisi…
Aynı gün, aynı saatte yayınlandı.
Gerçekleri 5 milyon kişi izledi.
Rolleri 44 milyon kişi.
Sorsan, herkes şehitlere ağlıyor!
Üstelik…
Lösemili evladının ameliyatı için 150 bin dolara patronuyla yatmak zorunda kalan annenin durumuna kahrolduk hepimiz…
Salya sümük ağlayan ağlayana…
Halbuki, LÖSEV’e başvursa, tedavi masrafları karşılanıyor.
Patrona vermeye gerek yok yani.
Kimin umurunda…
Susurluk’u Kod Adı’ndan, Türk-Yunan ilişkilerini Yabancı Damat’tan öğreniyor millet… Milli mücadeleyi Kırık Kanatlar’dan, Menderes’i Hatırla Sevgili’den…
Ermeni meselesi, Popstar Alaturka’da Bülent Ersoy tarafından masaya yatırılıyor…
Gençlerimiz, bizim derin devletin sırlarını Kurtlar Vadisi’nden, Amerikan derin devletinin sırlarını 24’ten çözüyor…
Bak Beşinci Boyut’a…
Öbür dünya orada.
Çünkü bu ülkenin gerçekleri, bu ülkenin yakın tarihi okutulmuyor, bu ülkenin okullarında… Gizleniyor.
E bu durumda ne oluyor?
3-5 tane uyanık yapımcı ile 3-5 tane senarist eğitiyor… 72 milyonluk milleti.
Televizyon okul oldu, öğretiyor…
Dizilerin gerçek sanılması ondan.
Hatta…
Çocukların para için kafasını yılanların içine sokması, keçi memesinden süt emmesi ondan. Onun için kuyruğa giriyor kariyerli dansöz olacağım diye… Onun için iki şarkı söyleyince sanatçı olacağını zannediyor.
Anlatmazsan…
Anlatırlar.
Onun için rekor kıracak Kurtlar Vadisi.
BeNCe Çok basit olarak düşünürsek, TV reklamlarının geri dönüşünü almayan, bunun satışlarına yansımadığını gören senelerin reklamverenleri Ülker, PG, Turkcell, vs. onca parayı ya tutarsa diye defalarca aynı mecraya harcamak istemez.
Daha aydınlık bir TÜRKİYE?nin yolunun kitaplarda saklı olduğuna inanıyorum ve KİTAPLAR İNSANLARIN DOSTUDUR sözüne de yürekten inanıyorum.
Televizyonun bugünkü haliyle kalmayacak. İnsanlar bilinçlendikçe bu kutunun karşısında giderek daha da az vakit harcayacaklar.
Medya değişecek, artık çok daha fazla seçeneğimiz var. Bir tane film seyretmek için eli tane orkit ve çokonat reklamı seyretmek zorunda değilim. Alternatiflerim var ve kullanıyorum. Televizyona ise PS2 bağlı.
Türkiye’de, diğer Avrupa ülkelerine nazaran TV izlenme oranı kat be kat fazla. Reklam dünyasında dönen paranın da haddi hesabı yok.
Çok basit olarak düşünürsek, TV reklamlarının geri dönüşünü almayan, bunun satışlarına yansımadığını gören senelerin reklamverenleri Ülker, PG, Turkcell, vs. onca parayı ya tutarsa diye defalarca aynı mecraya harcamak istemez.
Belki Türkiye ortalaması dışında yer alan insanlar olarak eğitim seviyemiz, ekonomik ve sosyal statülerimiz, bilinç düzeyimiz, bu kadar basitçe yapılmış, gözümüze sokarak yayınlanan ve ekran kirliliği dediğimiz olaya yol açan reklamları yadsımamıza sebep oluyor ve gerçekten hedefe gitmediğini düşünüyoruz bu çalışmaların. Ancak ne yazık ki hedefi tam da 12’den vuruyorlar. Hatta en kötü prodüksiyonla, en az para, akıl ve zaman harcanarak yapılanlar, belki de bu kadar kötü oldukları için en akılda kalıcı olanlar oluyor. Yani “Reklamın iyisi kötüsü olmaz.” deyişi hala geçerliliğini koruyor.
Biz ne kadar TV izlemediğimizi, hatta TV’nin bile olmadığı evlerin yayılmaya başladığını düşünsek de, Türkiye’nin gerçek TV izleyicileri bizden çok daha fazla. Bu nedenle de biz ister izleyelim, ister izlemeyelim TV reklamcılığı daha uzun süre gücünü koruyacak diye düşünüyorum.
Özlem
Konuya farklı bir bakış açıdan bakmak istiyorum.
Bence TV insanların hayal gücünü geliştiriyor ama bunun yanı sıra insanlara hayalleriyle yaşayabilmeyi öğretiyor, ben bunu doğru bulmuyorum. Biz insanlar gerektiğinden fazla televizyon izlememeliyiz onun yerine eğitici ve öğretici kitaplar ve romanlar okumak son derece faydalıdır diye düşünüyorum.
Televizyon doğru kullanıldığında çok çok yararlı olabilir, örneğin dünyanın neresinde ne olduğunu öğrenebilir ve ne olmuş ve ne olabilirmiş gibi sorulara cevap bulabiliriz. Bence çok eğitici yönlerid e var televizyonun ama benim gözlemlerim kadarıyla insanlar eğitici ve öğretici kanallara ve programlara önem vermiyor daha çok hayal ürünü olan kanal, program veya diziler izleniyor.
Bence o tür brogramları izlemek yerine ayağa kalkıp televizyonumuzu kapatım ve elimize vakit kaybetmeden kitap alalım, bence daha faydalı ve eğitici olacaktır. Daha aydınlık bir TÜRKİYE’nin yolunun kitaplarda saklı olduğuna inanıyorum ve KİTAPLAR İNSANLARIN DOSTUDUR sözüne de yürekten inanıyorum.
Saygılarımla.
Onların değil, bizim dilediklerimizin bize sunulması?
Onların değil, bizim konforumuzda?
Onların değil, bizim zamanımızda?
İşte bu! Aslolan ‘biziz’ Bunu girişimci ruhu ve yaratıcı fikirleriyle besleyenlerin kazanacağı bir dönem başlıyor.
TV dünyasında geliştirmeler/yenilikler olması yerine televizyon denen aletin fiziksel ve içerik olarak tamamen bilgisayara entegre edilip üretiminin durdurulması taraftarıyım. 5 yıldır TV izlemiyorum ve kendimi gündemden, olaylardan hiç de bihaber hissetmiyorum.
Banka şubelerinin, restoranların, elektronik mağazalarının 30-40 yıl sonra tamamen kaybolacağını savunduğum öngörümün içine TV leri de eklemeden duramayacağım:)
TV yayınlarının kalitesizleştiği reyting uğruna her türlü düzeysizliğe prim tanındığı doğru.
Ancak olayı uzun vadede analiz edersek nasıl ki TV nin ilk yaygınlaştığı yıllarda sinemanın işi bitti diye tahminde bulunanlar yanıldı ise bugün de teknoloji ve internet ile TV nin yıldızının söneceğini düşünenler yanılabilir.
Bir de ülkemize has bazı gerçekler var ki reyting uğruna şiddet-yarışma programı-sabah programı gibi düzeysiz programlara rağbet eden belli bir kesim var ki ileriye dönük her türlü tahmini boşa çıkarabilir.
ben televizyonu seviyorum.
ilk televizyonumuz şablorenzdi:) siyah-beyaz. bir de regülatörü vardı:) galiba onu voltaj gelgitlerinden koruyordu. babam ekrana bir tür mavi plastikten 2. bir ekran takıyordu. ya görüntüyü netleştirsin ya da gözümüzü korusun diye. anımsayamıyorum?
o günlerdeki televizyon, internetin bugün bulunduğu noktaya eşit benim için. çok küçüktüm. babam kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde öğretmendi. o küçücük köyden dünyaya hatta evrene açılan bir kapı idi televizyon.
Üniversite yaşına gelene dek deniz görmemiş biriyim. ama karşılaştığımda hakkında yeterince şey biliyordum. televizyon sayesinde, deniz benim içimdeydi.. cosmos’a, su altı yaşama ve kuantum fiziğe dair bildiklerimi, okuldan değil tv den öğrendim. hiç tenis oynamadım ama, tenis maçı yönetebilirim. öyle çok şey öğrendim, öyle çok şey borçluyum ki ben televizyona.
o dönemde TRT genel müdürü olan rahmetli İsmail Cem’den Allah razı olsun.. ilkokul öğretmenim çizdiğim “gelini” lahanaya benzeterek bana gülüp, kırık not verdiğinde.. İsmail Cem’in televizyonu bana “bir gelini” istediğim gibi hayal edip, istediğim gibi çizmekte özgür olduğumu.. bir çimen çizdiğimde de o çimeni (hele hele yeşil boyam bittiyse) kesinlikle yeşile boyamak zorunda olmadığımı, çünkü o çimenin “benim” çimenim olduğunu söylüyordu.
belki de bugün herhangi bir öğretmenden çok, İsmail Cem’in katkılarıyla kimsenin “ortalama Türk” tanımına girmiyorum. çok şükür!
benim gibi nitelikli bir tv izleyicisi iseniz, şu haliyle bütün ulusal kanallar size akıl almaz derecede “kısa” ve “dar” gelecektir.. yine, Türkçe dışında dil hakimiyeti olmayan, benim gibi biri için yazıda geçen tüm o aletlerin yazık ki pek anlamı da yok.
Teknik servis sorunu olsa da Digitürk olağanüstü özellikle yabancı tolkşovlar için Digitürk’e teşekkür borçluyum.. komedimax için.. yeniden Kolombo için.. yeniden Müfettiş Mors için.. Mis Mörpıl için.. CSI’ler için.. “the lost room” için, kanal 59- 81-82-83-84-92 için.. hem dublaj yapıp hem de alt yazılı orijinal dil seçeneği koydukları için.. İngilizce konuşmaları takip edersem, alt yazıda çeviri hatası olup olmadığını anlayabiliyorum:( Digitürk çevirileri, asla cnbc-e çevirileri gibi sorunlu değil. bunun için de ayrıca teşekkür etmeliyim.
geçenlerde izlediğim “orijinal” yemekli tolkşovda da Holivud oyuncuları kahkahalar atarak sizin sorduğunuz soruyu soruyorlardı birbirlerine. “siz hiç evine reyting ölçüm cihazı takılmış birini gördünüz mü.. ben görmedim.. ben de.. ben de.. ha ha ha”
ben de!
amaan tv. , internet hepsinden bıkıyor insan. bal olsa üç öğün yenir. dördüncü öğünde bal da yenmez.
Merhaba.
Ben bir üniversite öğrencisiyim ve yatakhanemde televizyon olmadığı için pek bir televizyon izlemem mümkün olmuyor. Ama takip etmediğim dizi veya film yok mu derseniz ben istersem yok. Niye? Çünkü diğer üniversitelerde olduğu gibi kampüste yerel ağ üzerinde çalışan bir paylaşım programımız var. Herkes indirdiği dosyalarını paylaşıyor ve yaklaşık beş dakikada bir filmi indirebiliyorsunuz. İnanın eve gidince televizyonda film/dizi izlemek zor geliyor.
Kampüste yerel ağda çalışan bu sistemin bütün dünyaya yayılmış hali nedir? Internet.
Peki bu dizi/film sektöründe dosya paylaşak olanlar kim?
Film firmaları.
Öyleyse film firmalarının, kullanıcılara televizyonun üzerine bütünleşik olarak çalışan ve tek özelliği dosya indirebilmek olan bir cihazla film sağlamaları hiç de zor olmayacak bir şey.
Şimdi büyük soru: bu firmaların avantajları ne olacak? Kredi kartlarımız var, olmadı indirdiğimiz filmin fiyatı faturamızda gözükür.
Birşey daha eklemek istiyorum. Siteye hep eleştirisel ve muhalif yazılar yazıyorum ama bunları sadece laf olsun diye yazmıyorum bunu da eklemek isterim.
Şu an üzerinde çalıştığımız, artık rüyalarımı geçtim kendi kendime konuşmama sebep olan projemin sahip olması gereken teknik imkanların ülkemde yetersiz olması beni çıldırtma noktasına getirdi.
İlk planladığım zaman dünyada eşi olmayan şimdi ise 2 örneği olan (yeterisz de olsa) bir projemiz var ve ben buna 4 yıl kaynak aramakla zaman geçirdim. Tabi bu arada boş durmadım onu geliştirdim.. Hadi kaynağı buldum şimdi yapıyoruz ama bu sefer de internetin hızı yetmiyor. İnterneti geçiyorum kiraladığım sunucular sorun çıkartıyor. Boru değil ki bu bir taraftan dök gönder diğer taraftan gelsin veriler değil mi ?
O yüzden bana teknoloji dendiğinde şu aralar pek normal tepki veremiyorum. Kusura bakmayın.
Atatürk ‘ün yolundan ayrılan Türk’ün yolu karanlıktır.
Televizyon, internet, sinema ya da oyun endüstrisi. Bizler bunları hep tüketiyoruz. Birileri ise üretiyor. Ama üretenler biz olmuyoruz. Benim ilgilendiğim kısım bu.
Bence herkesin evinde 1Gigabit internet olsun, herkes panel ekranlardan internete bağlansın, herkes arabaya binsin herkes iyi giyinsin, iyi yiyip içsin.
Sorun şu ki bizim ülkemize her şey ithal geliyor. İthal gelen her şey ise birileri tarafından üretiliyor. Biz de tüketiyoruz.
Parayı nerden buluyoruz? Ülke değerlerini satıyoruz. (Putin bugün itibari ile Rusyadaki stratejik 43 iş alanı için yabancılara satışı geçtim girişimci olarak bile izin vermeyen bir protokol imzaladı.) Karşılığında ne alıyoruz. Bugünün yüksek teknolojisi yarının çöpünü.
Dünyada teknoloji hangi noktaya giderse gitsin. Biz tüketici olduğumuz sürece sömürüleceğiz.
Gelelim teknik gerçeklere;
Daha doğru düzgün 1megabit internet veremiyorlar . Bıraktım interneti; elektrik, su, doğal gazı veremiyorlar ya da dağıtamıyorlar.
Ben isterim ki kesintisiz (%99.9 bağlı kalma zamanı) internet olsun. Türkiye içinde 60 Megabit olsun ama yurt dışına çıkınca yavaşlasın farketmez. Kore örneği.
Kısaca ben her şeyden vazgeçtim işteki ya da evdeki elektrik kesilmesin.
Teknoloji onu üreten için çalışır. Evinizdeki buzdolabı bile adamlara para kazandırıyor çalıştığı sürece ya da bozulduğu zaman.
Bence de ilginç bir konuda çok güzel bir yazı olmuş.
Aslında yazıda bahsettiğiniz yeniliklerin çoğu biz kullanıcılar tarafından yapılıyor mesela.
Örneğin istediğim anda istediğim programı seyretme şansı. Bunu ben nasıl yapıyorum? Herhangi bir program yayınlandıktan sonra 1-2 saat içinde paylaşım sitelerine düşüyor. Yapmam gereken tek şey ilgili linki bulup indirmek. Bağlantı hızları düşünüldüğünde bugün en yavaş ADSL hızında bile 40 dakikalık bir dizi 40 dakikada indirilebiliyor. Daha sonra bunları bir DVD’ye yazıp DVD player’a koyuyorum. Ondan sonra da istediğim anda açıp izleyebiliyorum.
Bunlar benim evimdeki kısıtlı makinelerle yapabildiklerim. Mesela bir arkadaşım da XBOX var. O ise dosyaları ağ paylaşım klasörüne atıyor ve bu klasörden istediği anda XBOX’ından film ya da dizi izleyebiliyor.
Yani TVlerin bu hizmetleri sunması çok da yeni bir şey olmayacak. Sadece süreci daha da kolaylaştıracak. Ha bir de yasal olma durumu var. Sizce neden TV endüstrisi o kadar çok yasal takibin üzerine gitmiyor?
Bence cevap çok basit. Yıllar önce Microsoft niye ev kullanıcılarının yasal program kullanıp kullanmadığını kontrol etmiyor diye kafa patlatırdık. Cevap basit; evinde gençken ya da öğrenciyken office ve windows kullanan adam yarın öbür gün iş yerinde de office ve windows kullanmaya devam edecek. Microsoft’un bu taktiğini şimdiler de Apple yapmaya başladı. Gençlere ipod ve iPhone satıyor. Ve bunlara alışan gençler daha sonra işe atıldıklarında ya da kendi evlerinde Apple bilgisayar istiyor.
Şimdi bazılarımızın akıllarında peki bu durum diziler için ne kadar geçerli şeklinde soru dolaşıyordur. Valla dizi aralarındaki reklamlar çoktan öldü bile. Beni en çok etkileyen reklamlar dizi içinde geçenler. Sevdiğim karakter ne giyiyorsa, hangi içkiyi söylüyorsa ya da -ABD için söylüyorum- hangi sakinleştirici ilacı alıyorsa ben de onu almak istiyorum. Türkiye’de reklam yasağı olduğu için bu da sanal reklamlarla alt ediyor. Bugün ekranın %20’si sanal reklam olarak kullanılıyor ve saniyesi reklam kuşağındakine göre çok daha pahalı. İnanın, şu ana kadar izlediğim hiç bir DivX’de onun kapatıldığını görmedim ;)
O yüzden iTV vb. kutular sadece süreci daha “convenient” hale getirir. O yüzden iTV’de program izlemek 2 dolar gibi sembolik bir rakam ;)
@Cüneyt;
Ben bu ağızdan ağıza dolaşan “sıraya koyma” işi hakkında sadece bir komplo terorisi üretildiği fikrindeyim. Bir teknolojinin olgunlaşması, stabil hale gelmesi, üretim maliyetlerini karşılaması, ulusal ve küresel güvenlik projelerinde yer alabilir ise, görevi orada tamamlamasının ardından “halka” açılmasını çok doğal buluyorum. Yani “adamlar” denen bir heyet var, google earth bulundu şu tarihte “halkın” kullanımına sunun, cep telefonunu da hemen ardından diye bir şey yok.
Teknolojiyi geliştiren şirket tekel ise iş biraz daha maddi boyuta taşınıyor. Şu anda Intel’in elinde 2010 yılında lanse edilecek işlemcilerin bulunması çok doğal. Güncel olarak satılan işlemciler, arge masraflarını karşılayıp belirlenen karı ürettikten sonra, diğerleri arkasından gelecek. Kimse “halka” olan gıcıklığından yapmıyor bu işi. Tamamen ticari. Tabi rakiplerin atakları için de birer koz kenarda durmalı.
İşi ticaretten ulusal ve küresel güvenliğe taşırsanız da bu durumda işin içine devletler girecek. Ticari zeka yukarıdakini öngörebiliyorsa, devletler daha fazlasını yapabilmeliler bence. ( Maddi kaynak fazlalalığından. Daha fazla zekadan değil. ) Dolayısıyla, bu teknolojilerin “halka” sunumunda bir alıştırma süreci yaşanacaktır. Herkesin inancı, ilkesi, vizyonu var. Bir günde bunları yenilemek mümkün değil.
Teknolojiyi bize anlık satsalar kapitalist sistem sekteye uğrar.
Düşünelim, “google earth”!!! Sizce bugünün teknolojisi mi? Bilmeyenler için söyleyeyim, en az 15 yıl öncesinin. Hatta Amerika’da eğitim almış bazı arkadaşların iddialarına göre bazı üniversitelerde ders anlatımlarında birerbir örneklemeler yapılmış canlı olarak.
Bu ne demek? Çok basit. Şu anda 15 yıl sonra bize sunulacak teknoloji birilerinin elinde, belki daha da ötesi.
Yani;
Adamlar “klasik misafirlik sohbetlerimizdeki” gibi olacak ama herşeyi sırayla sunuyorlar. Bununla ilgili lobileri var. Ne yani park sensorlü araba 10 yıl önce yapılamaz mıydı? Ama 10 yıl önce piyasaya sürselerdi, size arabanızı nasıl değiştireceklerdi değil mi? Örnekleri çoğaltmıyorum.
İşte televizyon ve reklamcılık da böyle birşey. Reklamcılık reel ve lokal alanlara kayacak. Kırmızı ışıkta artık arabaların önüne kırmızı bir şerit gelecek haberini okumuşsunuzdur. Bu kırmızı şerit üzerinde reklam görürseniz şaşırmayın. Bir lastik firması bunu neden yapmasın.
Televizyona verdiği dizi arası reklamı adam çişini yapıp dizinin ikinci yarısına yetişmeye çalışırken görmeyi bırakın duymuyor bile. İzleyenlerin de kaçı ilgileniyor?
Konuyla ilgili sabaha kadar yazmak isterim ama maalesef çok vaktim yok.
Sonsöz;
Reklamcılık yön değişirmek zorunda. Değiştirmeye de başladı. Televizyon denen şeyin bitmesine çok az kaldı. Televizyon lafını torunlarımız değil belki de çocuklarımız yadsıyacak. İsmi her ne olacaksa çok farklı sistemler geliyor. Bilen biliyor, bilmeyen bizler kuzu gibi sıralı sunumu bekleyeceğiz.
İnş. ülkemize VDSL sağlıklı bir şekilde gelirse IPTV‘nin tadını çıkarabileceğiz.
İşte o zaman sevdiğimiz kanallara üye oluruz, RSS misali güncel kalırız. Ha reklam izlenecekse de baştan peşin peşin izleriz sonra keyfimize bakarız.
kimse TV’nin uşağı olmasın!
Sanırım kısaca;
“TV izlemeyi seven bir toplumuz, TV başında çok vakit geçiriyoruz, TV odası-sehpası-izlemesi bizde yerleşik bir kültür, o halde TV’yi daha etkin bir hale getirmenin fırsatını kollayın ey fırsatyakalayıcılar” diyorsun.
Şiir gibi bir başlık ve fırsat dolu bir yazı. Ellerine sağlık Tunç.
Televizyonların günümüzdeki tek şansları diziler diye düşünüyorum. İzleyiciyi uzun vadede, istenilen saatlerde tv başına oturtup, istedikleri gün ve saatlere kaydırabilme yetenekleri de yok değil.
Eskiden bu “haberler” di belki. Artık o kadar çok haber kaynağı var ki, haberler de haber olmaktan çıkıyor tv’de.. Bazı zamanlar magazin programlarını aratmıyor.
Tekrar dizilere dönmek gerekirse, az önce blogumda girdiğim iki post benim için ifade ettiklerini gösterebilir demek istiyorum.
Kısaca TV, nedir o?