14

Sıfırdan Bir Hayat mı Yaratacağız, Yoksa Bir Hayattan Sıfır mı?

Konuk YazarBu soruya cevap arıyorum, ama tabi ki tüm cevaplarım sorgulanabilir…

İnsan beyninin, gelişimine tanıklık edelim; bunu çok da bilimsel esaslar üzerinden yapmayalım (laf aramızda! haddimizi aşmayalım).

Evella sağ elinizi, alnınıza götürün, başparmağınız dik durduğunda avucunuzun içinde kalan alın çizgileri bölgesinden, kafatasına geriye doğru oluşmuş, yaklaşık 10-20 cm’lik bölgeye doğru, elinizle tarar gibi ilerleyin, burası bizim için çok önemlidir.

Burası, Yüksek Kavramsal Fonksiyonların (Prefrontal cortex) oluştuğu bölgedir. Geçtiğimiz elli milyon yılda, beyindeki bu bölge, insanlarda %30, şempanzelerde %17, maymunlarda %11,5 büyümüştür. (1)

Bunları neden mi anlattım?

Aşağıdaki tabloya bakalım, gelişim psikolojisinin önemli ismi Ericson’a göre, doğuştan itibaren öğrendiklerimiz şöyle sıralanıyor:

0-2 Yaş: Güven – Güvensizlik
2-4 Yaş: Özerklik, şüphe, utanma
4-6 Yaş: Girişim, suçluluk
6-12 Yaş: Çalışkanlık, aşağılık duygusu
12-18 Yaş: Kimlik kazanma, şaşkınlık
18-25 Yaş: Cinsel faaliyetler, dışlanma

(Prefrontal cortex) Yüksek Kavramsal Fonksiyonların oluştuğu bölgedir. Özellikle 10-12 yaşlarında, detaylı plan yapma, uygulama ve engellerden sıyrılmanın geliştiği bir yerdir.(2) Bununla birlikte empati, suçluluk, güven ve davranış kontrolü içinde ana merkezi oluşturmaktır. Ayrıca yirmili yaşlara doğru sinirlerin gelişimi ile daha küçülür. Gelişim döneminde, sorulan temel soru “Nasıl” iken, daha sonra “Neden” sorusu yaygınlaşmaya başlıyor.

Peki benim ülkemin, 10-12 yaşındaki çocukları ne yapıyor, neyle uğraşıyor, ne izliyor ve en önemlisi “kimden, ne” öğreniyor. Nedenleri bilmeden nasılları öğrenen çocuklar var, artık çevremizde. O zaman bir yetişkin olarak ben soruyorum NEDEN? diye. Çünküleri bilirsek, sonuçları değiştirebiliriz, biliyorum, bu Mısır piramidi kadar yüksek bir konu, ama ne olur ben de bir adet, evet sadece bir adet doğru bir “temel taşı” koyabilsem?

Ya siz?

Bakın neler buluyorum…

Eski bir Fransız atasözü, “Herşeyi anlamak, herşeyi affetmektir.”(3)

Erdemlerin, “kazanma” uğruna yok edildiği bir toplumdan bahsediyorum. Kazanma deyince aklımıza beynin sağ ve sol tarafında bulunan, Yunanca “badem” anlamına gelen, Amygdala geldi, tam da şakak kemiklerinin altına yakın gelir, nedir fonksiyonu, bakalım.

Beynin yaşamsal reflekslerinin oluştuğu bölge, yani korku merkezi. Yabana atmayın lütfen “korku” olmadan yaşayamayız. Bizi, diri ve tehditlere karşı uyanık tutar, milyonlarca yıl boyunca yaşayabilmenin altın anahtarı olarak uzak atalarımızdan bize “miras” kaldı. Tehlike veya tehdit büyükse kaç, küçükse saldır, oradan öğrendik.

Hayatı boyunca bir elin parmağından daha az anlamlı kitap okumuş biri için, okuyan ve yazanlar tehlikelidir, hem de çok, çünkü tehlike büyüktür. O nedenle fikir tartışması yapmaktan kaçılır. Ancak dünyanın en zeki insanı da olsanız, en okumuş insanı da olsanız, saniyede 781 metre yol alan bir mermiden kaçamazsınız. İşte silah sizi bu yüzden güçlü yapar. Ve özellikle de sırtından, arkasından vurabilirseniz, işte bu tadından yenmez. Gerçi bize, Karadeniz insanı “merttir” demişlerdi, hala da diyorlar?

“Mert” neydi, ne demekti? Bu arada bir kez daha hatırlasak mı?

Beyin sizin için olağanüstü bir ödül hazırladı, “başarı” sonrası gelen, vücutta üretilen adrenalin denizinden, bir dubaya güneş altında çıkmak gibi, zevk merkezi ve tek olmanın ödülü “dopamin” salgılayın, televizyonlarda, stadlarda ve evlerde…

Neden diye bir kez daha soruyorum neden ve cevap akıyor satırlara?

Çünkü korkuyorlar, çünkü birey olmaktan korkuyorlar, kimse onlara sen, her şeyden önce bir bireysin bu nedenle, karşına çıkan her şeye otomatik reaksiyon göstermeyebilirsin diye bir şey öğretmiyor. Çünkü senin 10-12 yaşlarında gelişmesi gereken, Yüksek Kavramsal Fonksiyonların oluştuğu (Prefrontal cortex) bölgende sorun var.

Özellikle 10-12 yaşlarında, detaylı plan yapma, uygulama ve engellerden sıyrılmanın geliştiği bir yerdir, demiştik. Empati, suçluluk, güven ve davranış kontrolü içinde ana merkezi oluşturmaktadır, demiştik.

Çünkü ancak başkalarına tutunarak bir bütünün, yığının, kitlenin parçası olmayı becerebiliyorlar. Onları bazen 1 Mayıs gösterilerinde Kadıköy’de binaların camlarını kırarken, arabaları yakarken görüyoruz. Kimi zaman, aynı kıyafetleri giyip, aynı barlarda, aynı müziklerle, aynı çevrenin içinde kokuşmuşluktan beslenen halde görüyoruz. Bazen de, elinde bir bomba, çaresiz ve kendi halindeki insanları Sinagoglarda, bankalarda havaya uçururken görüyoruz.

Çünkü, “birey” olarak kimlikleri yok, insan olarak “değerleri” yok. En önemlisi geleceği olumlu yönde değiştirebilmek yolunda 10-12 yaşındaki çocuk beyni kadar, plan yapacak biçimde gelişmiş, bir beyinleri yok. Çaresizlik içinde, uyuşturucu kadar sanal bir güç yaratan silahlar sayesinde, dopamin salgılayacak en iyi ortamlarda insanları ezerek, herkesi küçük görme girdabına çekerek yaşıyorlar.

Merak sorusu 1: Neden Karadeniz insanı silah taşımaya bayılır?. Acaba sürekli tehdit altında mıdır, değilse bu biraz hastalıklı bir durumdur. Eğer sürekli tehdit altındaysa, tehdit korkuyu tetikler. Karşıda hep hasımları vardır. Çevrede hep hasım varsa, herkes birbirinin hasımı ise, kimdir “mert” olan. Kimdir uzlaşmayan, hep “diğerleri” hep karşı taraf mı?

Bu durumda “Hasım”la konuşulacak bir şey yoktur, sadece gücün göstergesi olan silah vardır. Amaç hayatta kalmak ise, Amygdala görevini canla başla yerine getirir, sonuç caydırmak için silah taşımak ve mutlaka bir gün vurmaktır, her iki tarafta da silah olduğuna göre mutlaka “pusu” gerekir, bu işte uzmanlaşmak gerekir. Hasım en zayıf anında olmalıdır, çaresiz olmalıdır ve atak yapamadan vurulmalıdır. Bu da herkesin ailesinin başına geleceği için, çevrede “bizimkilerden” başka “dost” yoktur, sadece en yakınlarına güvenilir, sadece onların söylediklerine biat edilir. Hem zaten “ceza” yasası da buna çok uygun bir nemli ortam yaratmaktadır.

“Katolik Rahip”, bizden değildir o zaman vurulur, yaş 16 iken, “Ermeni yazar” bizden değildir o zaman vurulur yaş 17 iken…

Neden bu yaşlarda bu kadar yıkıcı olabilir insan, biraz daha anlamaya çalışalım…

Sağ Ventral Striatum.

faz1.jpg

Yukarıdaki grafik tasarımın, bir bölümünde söz edilen şudur, kısaca; 13-19 yaş arasındaki çocuklar ödül veren kumar oyunlarından fazla haz etmezler. Buna karşılık riskli fakat daha büyük ödüllü işleri tercih ederler (dükkandan çalma ve uyuşturucu) çünkü bu beyin bölgesi fazla aktif değildir. Kapkaç suçluları, yankesiciler için de aynı konular geçerlidir.

Gelişen dünyada, gelişmeyen, gelişimi red eden bireyler, doğal biçimde daha ilkel kalırlar. İlkel topluluklarda olduğu gibi “tehdit algısı” toplumsal paranoya biçimine dönüşebilir.

Tüm bunları neler engeller, eğitim, eğitim, eğitim…

Bir ülkede eğitim -en azından bugünkü siyasi düzende- devlet eliyle verilmektedir. Yeni kuşaklara eğitimi eski kuşaklar, eskiden kalma, eski düzende geçerli olan başarısı ispatlanmış dahi olsa dünün sorunlarını çözen bir anlayışla dizayn edilmektedir. Bu yapan kurum da Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Lütfen dikkat edin sadece iki Bakanlık ‘milli’dir, bizde; biri eğitim, biri savunma…

Tüm bunlar olup biterken, Milli Eğitim Bakanı ne mi yapıyor?

faz2.jpg

Milliyet Gazetesine Teşekkürler

Bakan adının yazdığı çorapları giyiyor. Onu da anlamaya çalışıyorum, taraf tutmak yok.

Özgüven, beklenti ile başarı arasındaki ilişkidir. (4)

Eğer, bireyin yaşamdan düşük bir beklentisi varsa ve elde edilen yüksek bir başarı ise bireyde “narsist” duygular devreye giriyor, kimbilir belki de benzer duygular, hepimiz gibi onun için de söz konusudur.

Ayrıca bu konu ile ilgili olarak bir de, Milli Eğitim Komisyonu vardır. Bu konu ile ilgili ellerinde son derece gelişmiş yöntemleri inceleyebilecek araç ve bütçeler de mevcuttur -ya da en azından en çok bütçe buraya ayrılıyormuş, böyle diyorlar- her türlü gelişimi takip eder ve 10-12 ve üstü yaş gurubunun (Prefrontal cortex) bölgesini geliştirmeye yoğun biçimde çalışıyorlar.

Özellikle 10-12 yaşlarında, detaylı plan yapma, uygulama ve engellerden sıyrılmanın geliştiği bir yerdir, demiştik. Empati, suçluluk, güven ve davranış kontrolü içinde ana merkezi oluşturmaktadır, demiştik.

Yani toplumun temel amacı, toplumu oluşturan bireylerin, sistemin sunduğu olanaklarla, sağlıklı ve güven dolu mutlu bir yaşam sürdürmesini sağlamasıdır. Bu halde olması gereken nedir?

Cevap son derece basittir, olması gereken küçücük bir ceninden yaşama gelene kadar sürdürdüğümüz yolu Tanrı bize en güvenilir biçimde sunmakta -bu bile eşitlik içermeyen koşul ve sonuçlarla olur- ve bundan sonrasını da Adem oğlunun yapmasını beklemektedir. Bir sağlıklı düzen içinde, paylaşan ve gelişen insan toplumu üretmek insanlar bunu dinler, milliyetler, izm’lerle yapmaya uğraş veriyor, binlerce yıldır. Temel beklenti ise karmaşık olmasa da bunu sağlamak gittikçe daha da kaotik hale geliyor.

Yani eşit bir hak düzeni, yani kamuya ait ortak haklar. Yani Res Publica, yani Cumhuriyet? (5)

O zaman yapılması gereken, bireyi sürüden ayıran, bilinç düzeyine yükselten ve doğduğu ya da doyduğu yere bağımlı kılmayan “özgür iradeli” vatandaş yetiştirme arzusu ve projesi olmalıdır. Biz de ne yazık ki, hala böyle bir bakışın izleri görülmüyor. Her yıl programlar değişiklikler ve ekler yapılır, yapılır da yapılır. Peki ne değişir?

Ayrıca bu konu ile ilgili olarak Milli Eğitim Şura’sı yapılır “bu sene 17nci yapıldı. İlk onaltısından ne hayır gördük acep”

Merak sorusu 2: Şura’da Bakan konuşurken bile uyuyan, acaba geleceği İmam Hatiplerden başka bir odağından dışında görmeyen bir eğitim sitemi, beyinde Amygdala dışında nereyi geliştirebilir?

faz3.jpg

Radikal Gazetesine Teşekkürler

Öyle detaylı ve titiz çalışıyorlar ki, Sağlık Bakanı?nın kızı bile, lise’yi bu fakir bozuk düzende hizmet veren okullarda okumuyor. Balık nasıl kokar, hatırlayalım, tabi ki Başbakan çocukları da en lezzetli kontenjanlar sayesinde en iyi okullarda okuyor. Ama ilerleme büyük, gözlerim doluyor. Onları da anlamaya çalışıyorum ama, Fransız atasözünün tuzağına düşüp de affederim de göz yumarım diye denemiyorum bile?

Adam olmalıyız, “adam“, bu da eğitimsiz olmaz. Ne demek adam?, Adem insanın atası yani. (6)

Ağlamak çözüm değildir, öyle olsaydı binyıllara varan bir süreden beri, Yahudiler Kudüs’te bulunan Ağlama Duvarı’nda ağlıyor, ancak bir santim bile duvar aşınmadı.

Ülkenin her şeyden önce, tüm zihinsel kapasitesi ile odaklanarak, bulması gereken cevabın sorusuna gelince; “Sıfırdan bir hayat mı yaratacağız, yoksa bir hayattan sıfır mı?

Ya da acaba ilkel kazanma güdüsüne esir olup da Amygdala mı efendimiz olacak yoksa, Yüksek Kavramsal Fonksiyonların (Prefrontal cortex) oluştuğu bölge mi?

Eğer değer katabildiysen ne mutlu, katamadıysam affedin Fransız Atasözü’nde olduğu gibi…

En derin Saygılarımla,
Fazıl Oral

—————————————————————-

(1) Awaken your strongest self (Neil Fiore. Ph. D.)
(2) newscientist.com/channel/being-human/teenagers
(3) Economist Dergisi, 19 Aralık 2006 Liberalism and neurology Free to choose
(4) Statü Endişesi, Alain De Botton
(5) Pazar Yazısı, Mehmet Ali Kılıçbay
(6) nisanyan.com/sozluk/search.asp?w=ADAM

Yorumlar 14

  1. osman

    herşey iyi güzel.fakat şu kısma ne gerek vardı ?

    “Ve özellikle de sırtından, arkasından vurabilirseniz, işte bu tadından yenmez. Gerçi bize, Karadeniz insanı ?merttir? demişlerdi, hala da diyorlar?”

    yazarın karadenizlilere dokunmasının , beyninin ne tarafıyla alakası var?

  2. murat

    saygı, sevgi, değerler, kurallar ve hedefler. 1923 ten beri baskı ile 3. yü değiştirerek diğerlerini sabit tutmaya çalışan bir milletin evladıyım. o yüzden burada herkes yazarken kendi çerçevesine göre yazıyor.

    milletin talebi değerlerinin değiştirilmeye zorlanması değil, onu geliştirmesi ve eksiklerin giderilmesi. ama ne oldu? galiba bizim hedeflerimizden birileri korkuyor. o yüzden değerlerimizi değiştirmeye çalışıyorlar. üstelik değerlerimizi değiştirmeye çalışanların 1-2 ve 4-5 leri olmasına rağmen ne gariptir ki ne bu dünyada, ne diğer dünyada hiç bir değerleri yoktur.

  3. mustafa

    yaşım 18.
    yazının başındaki Ericson’un gelişim psikolojisinin gerçekliği beni inandırdı diyebilirim bu konularda pek bilgi sahibi olmasam da gerçekçi olduğu apaçık.

    genellikle insan bilgi sahibi olmadığı konularda söz sahibi olmamalıdır, bilmediğini bilip dinlemeli ve öğrenmelidir.
    yazınız, beni bir bakıma olsa da bana anlatmış, açıklamış ve kendimi biraz daha olsun anlayabilmemi sağlamıştır.

    teşekkürlerimi sunuyorum…

  4. hadi mülkü var. ( * )

    üniversite imtihanları KALKACAK – harç paraları KALKACAK. Öğrenci affını destekliyorum. Aman gençler silah tüccarlarının oyununa gelmeyin. öğrenciler uyanık olun. genç p . li.

  5. begüm

    BU ARADA BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLERİM HERŞEYE RAĞMEN BEĞENDİM

  6. begüm

    bu site güzel tek kelimeyle harika fakat benim aradığım konu ve yazılar burada yok yinede bu yazılar arkadaşımla barışmam için birazcık da olsa fikir verdi bu siteyi biraz daha geliştirmenizi ve güzelleştirmenizi isterim biraz daha güzelleştirilirse süper bir site olur adım begüm

  7. Mehmet

    Aslında Sıfırdan Bir Türkiye yaratacağız zannedenler mi var aramızda. Yoksa varolan bir Cumhuriyetten sıfır mı yapacaklar? Ülkemi çok seviyorum ama, aç ve cahil olan % 47’ye çok kırgınım.

    Mutlu olmak için içinde bulunduğum andan daha iyi bir zaman olduğunu beklemekten vazgeçtim. Mutluluğun bir varış değil bir yolculuk olduğunu Konfiçyüs’ün şu dizelerini okuduğumda anladım:

    “Pek çokları mutluluğu hala insandan daha yüksekte arıyorlardı, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındaymış…”

  8. Gürkan

    Herkes eğitim diyor ama kimse eğitim nasıl yapılır, bize uygun ulusal bir eğitim sistemi nasıl olmalıdır soran yok.

    Kime sorsan eğitim şart diyor; kimisi bunu beynin iki merkezini karşılaştırıp eğitim şart diyor, kimisi ise yere çöp atanları hedef alıp söylüyor. Türkiye’nin imkanları ortada, bu imkanları nasıl en verimli şekilde kullanırız, şimdiye kadar hangi yöntemleri uylamışız da başarız olmuşuz, bize uygun olanı bulsak bile nasıl sisteme uygulayabiliriz, soran var mı yine yok.

    Bunları tartışmaya açsak yıllarımızı alacak belki. Bence asıl sorun insanın beyninin hangi bölgesini kullanmadığı ya da yere çöp atanın eğitimsizliği değil, sorun insanların neden eğitilemediği.

    Fazıl Oral işini yapıyor ,ondan bizi kurtaracak bir eğitim sistemi önermesini de istemiyorum ama asıl işi bu olanların beyinlerinin hangi bölümü yetersiz anlayamıyorum.

  9. Şevket

    Yazmış olduğunuz yazıları zevkle okudum. Gerçekten size verdiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim.

  10. damla

    Çok güzel yazmışsınız, hepsini okudum. Güzel olduğu yazılardan belli…

  11. mustafa

    Çok güzel abicim, güzel yazılar yazmışsınız, sizi gönülden tebrik eder başarılarınızın devamını dilerim. Arkadaşlar hayat müşterektir, anlamını bulacaksınız sonunda…

  12. dilek

    İçimden şu fıkrayı yazmak geldi. Oshoturk Konuşmalar’ında okumuştum.

    “Bir gün İrlanda’daki bir taşra oteline, bir adam köpeğinin orada kalıp kalamayacağını soran bir mektup yazmıştı. Ona aşağıdaki yanıt verilmişti:

    Sayın Beyefendi,

    Otuz yıldır otel işi içindeyim. Hiçbir zaman sabahın erken saatlerinde bir köpeğin zorla dışarı çıkarılması için polisten şikayet telefonu almadım. Hiçbir köpek bana karşılıksız bir çek vermeye çalışmadı. Herhangi bir köpek asla yatak çarşaflarını sigara ile yakmadı. Asla bir köpeğin valizinde otel havlusu bulmadım. Köpeğinizin başımızın üzerinde yeri vardır.

    Not: Şayet kendisi sizin için kefil olursa siz de gelebilirsiniz.”

    Hırs mı, arzu mu, sahip olmak mı? Aslında hepsi ego ve olabileceklerin üstünde beklentiye kapılarak kendimizden kaçarak yaşamı zehir ettik. Birinin dediği gibi koca bir nesli harcadık, harcandık… Gelen ağam, giden paşam birey olamadıktan sonra bu yolculuk değişmez.

    Anneannemin bir lafı vardı. Biliyorsun dötünün huyunu, içme sirkenin suyunu diye. Bu dejavu ne zaman bitecek tanrım…

  13. Begüm

    ‘Yıllar vardır soru sorar, yıllar vardır cevap verir.’ diyor yazar. Bunca yıl hep sorular var ortada cevaplar ise hep şekil değiştiriyor ya da sorular uzun cümleler arasında kaybolup gidiyor. Gönül istiyor ki tarih artık tekerrür etmesin, kendini baştan yazsın ama görünen o ki arşivimiz farklı başlıklar altında aynı konulardan oluşacak.

    Dünya bizlerin verdiği tüm yorgunluğa, zahmete rağmen hala dönebiliyor, güneş doğmaktan hiç vazgeçmiyor ama biz insanlar düşünmekten vazgeçebiliyoruz. Hemen önümüzde oluşan bir olaya bile duyarsız kalıp, üzerinde biraz bile durmadan devam edebiliyoruz.

    Ben 80’leri az da olsa yakalayabilmiş biriyim ve hayal meyal da olsa güzel günlere şahit oldum, öğretmenin öğretmen gibi saygı gördüğü, güvenliğin daha hissedilir olduğu günleri görebildim. Şimdiyse bir cadı kazanında orta ateşte karıştırılıyoruz, ateşin içimize işlemesi için her türlü işlem yapılıyor.

    Bence günümüzde bu tarz eylemlerin artmasının temel sebeplerinden biri gençlerin önünde örnek teşkil edebilecek birilerinin olmaması. Aile yapısı bozuldu, bize ait insani değerlerin içi boşaltıldı, modernlik adı altında karmaşık ve çarpık ilişkiler yerleşti vb tüm olaylar her şeyi olağan gibi göstermeye başladı. Eğitim sadece sınavlardan ibaret ve günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolayken gençlere bilgiye nasıl ulaşacağı öğretilmiyor ve düşünmeden konuşan, iş gören bir nesil yetişiyor.

    Kişisel sorumluluk duygumuz yok, bıraktım toplumu herkes üstüne düşeni hakettiği gibi yaparsa zaten sorunun büyük bir kısmı çözülecek ama biz daha kendimize “nasıl daha iyi olur” sorusunu bile soramıyoruz, yüzleşmiyoruz asıl “biz”le.

    Aile kavramı desek aynı evde yaşayan yabancılardan mı yoksa farklı evlerde yaşayan yalnızlardan mı bahsetmek daha doğru olur bilmiyorum. Evlilik, kendine yetecek insanların gireceği bir düzenken, ortada geçmiş sorunlarıyla büyüyen insanlar ve onların çocuklarını görüyoruz ve dolayısıyla yukarıda belirtilen yaş aralıklarında birçok şey eksik kalıyor. Çocuk sadece gördüğüyle yetiniyor ve düşündükleri bildikleriyle sınırlı oluyor. Zamanında doldurulamayan boşluk koskoca bir öfke ve bastırılmışlıkla doluyor ve acısı başkalarından çıkıyor ve bir hayat çocukluğuna yenilmiş oluyor.

    Bu döngü böyle sürüp gidiyor…

    Tüm bunlar bir zincirin halkaları, yaşadığım topraklar adına elimden geleni yapmaya çalışsam da zinciri tamamlayacak diğer insanlar için hayıflanıyorum ne yazık ki… Veremediğimiz şeyi almamız mümkün değil ve devrimi satın alamayız ya da yapamayız sadece devrimin ta kendisi olabiliriz. Devrim ya ruhtadır ya da yoktur.

    Değişim içten dışa doğru olur, kendimizle yüzleşelim, bilançomuzu yapalım ve artık önümüze bakıp harekete geçelim… Yoksa daha nice nesil bu sorunlarla karşı karşıya gelecek ve geçmişte var olduğuna inanılan bir dünyanın özlemiyle yanacak.

    Sevgiler…

  14. Seçil

    Bir söz vardı; ‘her ülke hak ettiği şekilde yönetilir’ gibi. Bizim yöneticilerimizi (siyasetçiler diyelim, lider demeye dilim varmıyor) de seçen biziz, hak ettiğimiz bu.

Düşünceni Paylaş!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir