56

Sen Terfi Beklerken, Onlar Facebook Profiline Bakıyor!

Çok farklı yaş gruplarından arkadaşlarım var, ancak en çok da 18-24 arasından… Bu gruba bayılıyorum, bana hayat enerjisi veriyorlar. 25-35 arasındakilerin çoğu ise iş hayatının acımasız rekabetinde sıkışıp, bunalanlar genelde. Özellikle profesyonel olarak kurumsal bir şirkette çalışanlar.

Hayatın (bence) en güzel yaşlarında ÖSS kabusuyla boğuş. Dershane, okul, ev üçgeninde kaybettirilen harika yıllar… Sonra atabiliyorsan kapağı, başladın bir üniversiteye. “Ne iş yaparsam bana hobi gibi olur, müthiş keyif alarak çalışırım, iş bana ‘iş’ gibi gelmez” karar verme şansı olmadan kazanılan bir bölüm. [ÖSS sisteminin rezaleti.]

Ve mezuniyet sonrası cv hazırlama, iş başvuruları, mülakatlar… Ve kurumsal bir şirkete atılan ilk adım ve devamında yükselme hayalleri…

Bu kurumsal şirketlerin çoğunda olan bir “performans değerlendirme” sistemi var. Bağlı olduğunuz yöneticinin bir form eşliğinde sizinle bire bir yaptığı görüşmeler… Genelde senede bir yapılan, not pazarlığı şeklinde geçen, gelişime açık alanların atlandığı, atlanmasa bile “şu yönlerini geliştir” demenin ötesine geçmeyen konuşmalar bunlar…

İyi de ben bu yönlerimi nasıl geliştireceğim? Sen ey yöneticim, bana nasıl destek vereceksin, nasıl imkan veya fırsatlar sunacaksın? Onlar yok, sadece “geliştir, seneye öyle gel karşıma!”

Sen ise dürüst, işine bağlı, insanlara saygılı, çalışkan bir adamsın. Kurumsal iş hayatının da gerektirdiği “oyunu” oynuyorsun kuralına göre. Onların gözünde iyi bir çalışansın. Hatta bu söyleniyor da sana.

Yıllar çabuk geçiyor. Sen artık yetki ve sorumluluklarının artması gerektiğini düşünüyorsun. Birileri terfi alıyor ancak sen yerinde sayıyorsun

Uzun yıllar bu konularda karar veren, şimdi de dışardan bu “karar vericilere” destek olan bir iş yapan bir adam olarak diyorum ki size: bu iş kocaman bir balon! İstisnalar var, ancak genelde balon.

Peki, nasıl karar veriliyor? İşte kolay kolay itiraf edilmeyecek acımasız gerçekler burada başlıyor.

Tespitlerim şunlar:

> Senin düşünce şeklini yakından tanıması gereken (ve doğal olarak seni önerecek kişi olan) ilk yöneticin, seni yeteri kadar tanımayacak. Tanıdığını sanacak ama nafile. Onun öncelikleri hep senin işe kaçta gelip kaçta çıktığın, dış görünümün, raporları ne kadar zamanında verdiğin olacak.

> Yöneticilerin çoğu için “iş hayatı” ve “özel hayat” ayrımı vardır. İki ayrı kişiliği yaşarlar! [Richard Branson gibi, “işi iş, oyunu da oyun olarak görmüyorum; her şey hayatın ta kendisi” diyebilen bir yöneticiniz varsa da aman değerini bilin.]

> Kişiler arası iletişimine aşırı dikkat edecek. Ne demek istediğinden çok, “nasıl” dediğine odaklanacak.

> Seni ne kadar kendine rakip gördüğüne bakacak. Onun koltuğunu riske atıyor musun?

> Departmana, şirkete, müşterilere ve hatta sektöre kazandırmaya çalıştığın katma değer “zaten işinin parçası olarak” algılanacak ve takdir görmeyecek. Sen de bir müddet sonra, sadece senden beklenilen işi yapmanın yettiğini görüp, kendi potansiyelini unutmaya başlayacaksın.

> Eleştirmenin ne kadar tehlikeli olduğunu çok kısa bir süre içinde anlayacak ve hataları kanıksamaya başlayacaksın. Hatta kendi hatalarını bile!

> Üst yöneticilerin aldıkları kararları sadece “uygulaman” gerektiğini öğreneceksin. “Neden” sorusunu sık sorarsan yöneticinin işini zorlaştırıyorsun!  Bu onların kendi “iş yeterliliğinin” de sorgulanması sanılacak ki bu da seni “potansiyel bir risk” haline getirecek. Yaratıcılıktan çok senden beklenilenin “denge” olduğunu öğrenmek uzun sürmeyecek.

> Şirkette kimlerle arkadaş olduğuna bakılacak. Sonra da iş dışı arkadaşlarına… Kendi elinle Facebook‘a eklediğin yöneticin, daha sonra sık sık senin profiline, duvarına, resimlerine, üye olduğun gruplara bakacak. Bizim şirketin kurumsal kültürüne uygun hareket ediyor musun dışarıda? [Çoğu şirkette çalışanlara “yasak” olsa da Facebook, yöneticilere değil! Bu da ayrı bir komedi. “Msn Yasak. İnternet Yasak. Bak Sevgili Patronum!” yazısına dilerseniz bir ara göz atın.]

Uff, bunaldım… Daha fazla listeyi uzatmak istemiyorum!

Sen bütün bu tespitleri ve fazlasını zaman içinde deneyimleyerek öğrenmiş ve kurumsal hayatın bir tiyatro sahnesi olduğunu kabullenmişsin (zaten kabullenmezsen ömrün çok kısa). Kısaca oyunu kuralına göre oynuyorsun.

Sonra bir gün şirkette ihtiyaç doğduğunda terfiler konuşuluyor. Veya terfi olmasa da, bazı kişilerin sorumluluk alanları değişecek. Şimdi de o görüşmelerle ilgili birkaç sıkıcı tespit:

— Son kararı verecek kişi o gün nasıl bir ruh halinde? Bir gece önce sevgilisiyle iyi bir gece geçirip geçirmediğinden, 2 saat önce Genel Müdür’den fırça yiyip yemediğine kadar değişkenlik gösterecek bir şeyden bahsediyoruz.

— Sen bu görüşmenin yapıldığı tarihten önceki “yakın dönemde” akılda kalıcı bir başarı gösterdin mi? Bir – iki aydan öncekiler çoktan unutuldu bile!

— Seni öneren kişi ile dostluğun var mı? Ne pahasına olursa olsun inandığının arkasında durması için sana karşı bir “gönül kredisi” olması şart. Sana kefil olacak sonuçta. Unutma; sonuçta burası onun için de “sadece bir iş yeri.”

— O odadaki diğer tüm kişilerle aran nasıl? Sevilmiyorsan, müthiş işlere imza atmış olsan bile işin çok zor. Bir kademe atlamak veya yetkilerinin büyümesi bu insanlara yaklaşmak demek, onlar da yakınlarına sevilmeyen insanları neden kendi elleriyle getirsinler ki?

— Karar alma süreci hiç de öyle bilimsel geçmiyor. Senin aylarca, bazen yıllarca hayalini kurduğun bir gelişmenin tartışılması uzun da sürmüyor.  İki – üç dakikada işin rengi belli oluyor!

Peki, tüm bunlardan ne çıkıyor:

> Kurumsal şirketlerde çalışmayı bir okul gibi görmek gerek. Çok iyi bir “deneyim.” Çünkü burada yazılanlar gibi şeyleri okumakla anlaşılmıyor hemen. Yaşamak gerek.

> İş yapış şekilleri, prosedürler, şirket kültürü, kişiler arası iletişim, sunum yapma, ast-üst ilişkisini yönetme, yöneticiler arası rekabeti gözlemleme, baskı altındaki insanların tutumları, çatışmalar, dış dünya ilişkileri, koltuk, oda sevdası… Anlatmakla bitmez. “Deneyimden” kastım bunlar.

> Ancak çalışma süresini iyi ayarlamak gerek (bende çok uzun sürdü örneğin bu: 16 yıl. Şaka gibi! :) Bir saatten sonra deneyim eğrisi gerçekten aşağı doğru kayıyor ve olay patinaja dönüyor. Kaybedilen ise hayatın kendisi. Farkında olmadan hem de.

> Şirkette hep başka departman veya bölümlere yatay geçiş zorlanmalı. Ne kadar çok farklı iş ve farklı kişilerle çalışılırsa bu deneyim o kadar zenginleşiyor.

> Bu dönemdeki kazanılacak en büyük değer ise oluşturulacak sosyal ilişkiler. İçeride ve dışarıda. Doğru insanlarla kurulan dostluklar, keyif verme dışında ileride olası işbirlikleri için de müthiş bir artı kazandırıyor. Dışa dönük kişiler, hele bir de empati becerileri yüksekse, bir adım önde oluyorlar hep.

> Sizi hayata bağlacak “tutkuyu” aramak için iyi bir dönem bu. Nasıl olsa çoğumuz bu tutkuyu henüz keşfedemeden bir bölümleri okuyor ve bir yerlerde işe başlıyoruz.  Tıpkı Paul Potts gibi.

Fikir Atölyesi’nde “Aç Kal Budala Kal” yazısıyla kaleme aldığımız, başarı ve tükenişi uç noktalarda yaşamış olan Steve Jobs’ın şu sözlerini hatırladım tekrar:

“Gerekirse dünyanın sana sunduklarından vazgeç, hatta okula bile gitmeyebilirsin ancak asla maceracı ruhundan taviz verme. Yüreğinin ve sezgilerinin sesini dinle; onlar seni yanıltmaz. Neyi sevdiğini bul. Aşık olacağın, büyük bir tutkuyla inanacağın işin sana zaten istediğin başarıları getirecek.”

Burada ufak bir not eklemeliyim:

İçinde olduğumuz ekonomik krizde bırakın standart performans gösterenleri, gerçekten başarılı bulunanlar bile işten çıkartılıyor. Ve bu dönemde yeni bir iş bulmak gerçekten çok zor. Şu an evde oturan ve iş arayan müthiş insanlar var. O yüzden yapılacak her değişikliğin “zamanlamasını” iyi ayarlamak gerek.

Fakat yaşanılan hayat da “tek.” Ne zaman sonlanacağını bilmediğimiz… Ve bu yaşamda elde edinilen deneyimleri kullanabileceğimiz başka bir hayatımız da olmayacak.

En büyük risk, tabii ki risk almamak. Yoksa harcanacak en kötü şey, hayatın ta kendisi olur ki, sanırım alınabilecek bundan daha büyük de bir risk yok.

Yorumlar 56

  1. Pingback: Kendimi karavanda yaşamaya hazırlıyorum : ) - Fikir Atolyesi

  2. Pingback: Yaşamak dünyada var olan en istisnai şey. İnsanların çoğu ise -artık- sadece çevrimiçi, hepsi bu! « Şevket ERER

  3. Pingback: Facebook, Twitter, Friendfeed, Msn ve Sosyallaşme… « …OKUYANLAR ÖZGÜR OLMALI…

  4. Pingback: Yaşamak dünyada var olan en istisnai şey. İnsanların çoğu ise [artık] sadece çevrimiçi, hepsi bu. | Blogir.Net

  5. remi

    merhaba tunç bey

    uzunca zamandır büyük bir zevkle sitenizi güzel yazılarınızı takip ediyorum ve hemen her yazınızın sonunda kendimden birşeyler buluyorum. ancak bu sefer yorum yapma isteğimi ve hevesimi çok can alıcı, aynı zamanda kendimi müzdarip hissettiğim bir konuyla açığa çıkarttınız itiraf etmem gerekiyor.

    öyle ya da böyle her kişilik, her işyeri, her şehir, her yaşanan olay (iyi ya da kötü) bir takım şeyleri getirdiği gibi bir takım şeyleride götürmekde bu kaçınılmaz bir gerçektir. ancak insanın kendi yaklaşımı ve bakış açısıdır olaylara yol gösteren. eğer yaşanan üzücü ve kırıcı olay karşısında; yakınıp üzülüp kabuğuna çekilmeyi seçersen: kendine yaparsın. kimsenin seni anlamasını teselli etmesini beklemeyeceksin. yok dersen ki böyle bir olay yaşadım bu da bana yeni bir bakış açısı kattı o zaman hayatı kendine zehir etmeden dim dik bir şekilde yola devam edersin.

    ben de 12 yıllık çalışma hayatı içerisindeyim. ilk girdiğim firmamda 9 yıl kadar emek verdim, şu an ikinci firmamdayım ve devam etmekteyim. bu emeklerim ve çalışmalarım sonrasında hem iş hem özel yaşantımla kısacası hayatla ilgili bu bilgileri yaşayarak edinmiş bulunmaktayım. sitedeki arkadaşlarla paylaşmak istedim. yazınızın konusu da öyle bir anda ve dönemde çıktı ki karşıma mutlaka yazmalıyım dedim.

    işyeri sahibi arkadaşlar varsa ve sözlerim karşısında üzerlerine alınırlarsa lütfen kusura bakmasınlar. şu gerçeği söylemeden geçemeyeceğim evliliğe hazırlanan bir aday olarak. özel sektörde çalışan elemanlar evli ve bekar olarak farklı kefeye konulmaktadırlar:

    1- evli olanlar: ev geçindirmek zorunda olduklarından dolayı bir adım öndedirler bekarlara nazaran (maaş konusunda)
    2- bekar olanlar: ev geçindirme gibi sorumlulukları olmadığından dolayı maaşları bu çerçevede belirlenir vede daha düşüktür.

    yani insan olarak değil de medeni durumunuz göz önüne alınarak değerleme yapılır. ama şunu belitmem gerekiyor tabiki maaşıma yansıması açısından evlilik kararı almadım, aşkın ne zaman ve nerede karşınıza çıkacağını bilemezsiniz.

    az maaş çok iş mantığı: bu o kadar ileri derecede yer etmiş durumdaki iş verenlerin beyinlerinde, yani 7/24 iş yerinizde vakit geçirseniz ses çıkarmazlar (hatta böyle hareket edilmesini beklerler) peki benim sorumluluklarım karşısında iş yerime motivasyonum nerede? dört elle işlerime sarılmamı sağlıyor musunuz ki, yüksek performans görme peşindesiniz? diye sormadan geçemiyorum malesef.

    anladığınız üzere 12 yıllık iş hayatım sonunda bir hayli dolmuş durumdayım, artık emekli olmak istediğimin farkına vardım:) eski çalışma hevesim ve isteğim kalmadı malesef :( çıkış saatini iple çekiyorum, fazladan geçen 1 dk. bile çok canımı sıkıyor)

    umarım paylaşımım bir nebze de olsa yol gösterici olur.
    iyi, mutlu ve sağlıklı günler…

  6. Pingback: Google seni anlatır | Mie Notes

  7. Başar

    Bence çıkışı kendi işini kurmakta aramak lazım. Yazıda anlattığın sarmala ben de girdim. X-Y-Z şirketlerinin birbirinden çokta farklı olduğunu sanmıyorum. Malesef girişimcilikte dünya ortalamasının çok altındayız.

  8. Buğra Can

    Deneyimlerini bu derece güzel ve güçlü bir kalemle anlatman akılda kalıcı ve etkileyici bir etki bırakıyor Tunç, fakat bu yazıdan sonra yeni yeni iş hayatına atılacak biri olarak iş hayatına ve üstlerime karşı bir ön yargı oluşur mu, bunu kestirmek zor, nasıl olsa her şey onların moralinin yerinde olmalarına bağlı, benim geleceğim anlık olarak değişebilir :s

  9. BeyazTavsan

    Birinç: Tüm firmalar öyle değil. Benim çalıştığım yer değil. Fakeangel’ınki de öyle olmadığına göre hala umut var.

    İkinç: Öyle firmalar giderek geride kalacak ve birbiri ardına batarak dinazorlar (ve ABD’nin eski çelik devleri) gibi yok olup gidecek (amin)

  10. ilkerARABACI

    “Güzel olmuş, süper yazmışsınız” yorumları çok pazarlama odaklı gelir bana… iki linkte kendi tükkanıma çağrışımı yapar, ama bu çalışma gerçekten iyi olmuş, elinize sağlık…

    Sadece gençlere yönelik olarak arada bir bakılması tavsiyesine de katılmıyorum. arada bir iş-hayat döngüsünde, her yaştan insanın dönüp bakması, birkaç bişey ekleyip çıkarabileceği bir metin var ortada…

    Bu başarılı eser, okuyanı karamsarlığa sürüklemektense, kişinin kendini sürekli motive etmesi gerekliliği ve gerçeği göstermesi açısından fayda sağlamalı. Yani, hayat engeller ve sorularla dolu, önemli olan bunları aşma-çözme gayreti, üretmenin verdiği keyif ve faydalı olabilmenin getirdiği huzur. İster kendi işini yap, istersen kurumsal düttürünün bir parçası ol, farketmez… O yüzden yazıdan salt karamsarlık çıkarıp, ulen batsın bu dünya moduna geçilmemesi ısrarla tavsiye olunur. :)

    ezcümle; tebrikler…

  11. ali kara ölmeztoprak

    her zaman olduğu gibi başlıyorum düşünmeye, sistemi, okulu, sınavı. Bütün hayallerim bu ülkede “aşırı” ütopik kaçıyor. en azından fikirlerimi anlattığım kişiler böyle diyor. o dediğin türkiyede olmaz!!

    ve bitti, düşlediğin okul projesi çöpte, devlet kalıplaşmış ve formalitelere boğulmuş, prosedürlerden ve katı kurallardan oluşan bazı evrakların zorunlu tutulduğu puttan tanrılarına tapıyorlar, büyük bir çoğunluğu böyle. kalanlar ise farklı düşündükleri için cezalandırılıyorlar. sonunda onlar da köreliyor ve hayat onları demircinin örste dövdüğü gibi dövüyor.

    herkes bunu biliyor, bunu söylüyor. ne olacak bizim halimiz??

    bizi yönetenler acaba senede kaç kitap okuyor? olsun okumasalar da olur… ne de olsa çok konuşuyorlar. bud a bir iletişim yolu olsa gerek. veya belkide programlanmaya programlanmışlardır?? (biraz da kelime oyunu ve kaşla göz arasında hoop… bittiii!!)

    halkı da suçlamamak gerek. en azından otobüste kitap okuyan birini bile görmedikleri için ne demek olduğunu bilmiyorlar… yazık, okuyana da bakmıyorlar. aslında bütün otobüs kitap okuyacak harıl harıl, ayaktakiler bile. otobüse adımını atan mehmet amca; huşu ve korkuyla şaşkın topluluğu seyrederken anlayacak ne kadar noksan olduğumuzu… kamera şakası gibi.

    oysa ki dünyanın gelişen ülkelerinde metropollerin metroları, otobüsleri kendine bir şeyler katmaya çalışan insanlarla dolu. bırak metropolü en ufak işçisi bile kalifiye.

    ALMANYA nüfusunun az ve iş gücünün (en) pahalı olmasına rağmen, dünyanın en nüfusu bol ve iş gücü ucuz ülkesi ÇİN’i ithalatta geçebiliyor. demek ki iş gücü bir şey ifade etmiyor.

    türk şirketlerinin hangisi ar-ge ye yatırım yapıyor veya piyasaya yeni bir ürün, hizmet çıkartıyor. hala madendir, odundur, doğalgazdır, petroldür, sudur havadır uğraşıyoruz, şu zamanda arabanın kilosumu daha pahalı yoksaa fikrin mi?? farkına varmak lazım.

    A) bir kilo odun??
    B) bir kilo buzdolabı
    C) bir kilo araba
    D) bir kilo mikroçip
    E)y arım kilo fikir veya deneyim

    hangisi sizce para eder???

    biz hala sanayi devrimindeyiz (ortalama olarak) ama bilişim aldı başını gitti. batı, müşteri memnuniyetine ve deneyimine saygısını arttırarak yaptığı girişimlerin tuttuğunu gördü, yaratıcı ekipler oluşturmaya başladı, yaratıcılık onlarda üzerine kafa yorulacak bir konu haline geldi. yeni, alışılmamış fikirler, “üs”lerine saygısızlığa varacak şekilde itaatsizlik, sorgulama, grup içinde zor anlayan ve hep muhalefet olmanın ödüllendirildiği sisteme doğru kayıyorlar…

    amerika, ingiltere üniversitelerinde bile yenilikçilik (tam anlamıyla olmasa bile”inovasyon”) üzerine eğitim veren bölümler açıldı.onların olmanı istediği kişi olmadığın için itaatsizlik, hep öğrenmeye istekli oldukları için rahatsız edici derecede sorgulama, muhalefetliğiyle yapılan işteki bütün olasılıkları hesaba kattırarak işi kusursuzlaştırabilme (koyun sürüsü haline dönüşmüş diğer bütün çalışanlar bu muhalefetten nefret etmesine rağmen kazandırdığı ortada) işte artık bunlar önemli…

    ofislerin boğucu havası; cam kenarı, kendilerini her konuda bilgili yeterli ve her işe burnunu sokabileceğini düşünen hatta işi batırabileceğinden habersiz doğru bildiği şeyi dayattıran ve en ufak yaratıcılığı öldürebilecek yöneticilere ayrılması, geri kalan kısımların 3 4 metrekarelere bölünerek kölelere dağıtılması (köleler bir gün o koltuklara oturmanın ve hayatlarında ancak müdürün odasına çağrıldığında gördüğü o manzaraya bakabilmenin umuduyla o 2-3 metrekarelik odalarda ömürlerinin en değerli yıllarını harcarlar) artık bunların verimi arttırmadığı ortada.

    keşke biraz daha içimi dökebilsem.

    kusura bakmayın össye hazırlanan biri için uykusuz kalma süresini çoktan aştım… :)

  12. fakeangel

    Sevgili Tunc Kilinc,

    Bugune kadar, seni hep sessizce takip ettim. Saniyorum bunu yapma sebebim, herkesin zaten burada soyleyecek cok seyi oldugu ya da senin zaten soylemek istediklerimi soyledigindi. Bilemiyorum.

    Ancak bugun, yazdiklarini okurken, kendimi ve is ortamimi da dusunerek kafamda bir seyleri mukayese ettim.

    Bir üniversitede, tezli yuksek lisans yapiyorum isletme bolumunde. Ana bilim dalim pazarlama. Tez asamasina gecmek uzereyim. Tezimi bitirmeden, calismayi dusunmuyordum. Ailemin maddi durumu oldukca iyiydi ve acikcasi bana calis diyen kimse yoktu. Ama bir yandan da, 23 yasina gelip de, hala tamamiyle aileme bagli olmak canimi sikiyordu.

    Ocak ayinda, okuldan bir hocam, cok iyi bir firmanin eleman aradigini ve eger benim icin de uygunsa, beni onerecegini soyledi. Finans departmanina eleman ariyorlardi ve ben, anabilim dali secerken finans ve pazarlama arasinda cok arada kalmistim. İse sicak bakmamdaki en buyuk sebep de buydu. Pazarlamayla ilgili teorik olarak bir seyler ogrenmek ve kendimi gelistirmek sansimin yaninda, kurumsal bir sirketin finans departmaninda da kendime bir seyler katabilecegimi dusundum.

    Basvuruydu, ise alim sureciydi derken, 2 ayimi bitirdim isteki. Ve yillardir, okulda bize ogretilen, kafamiza vurulup durulan bir seyin hakikaten de ne kadar onemli oldugunu gordum.

    Kultur.

    Orgut kulturunden ote bir noktada, saniyorum bir insanin yasadigi yere ait kultur de cok cok onemli.

    İlk is tecrubem bu, o yuzden deneyimlerimden yola cikarak bir kiyaslama yapmam cok zor. Ancak, ogrendiklerim ve gozlemlediklerimle simdiki tecrubemi kiyasladigimda, bunun gercekten de onemli bir etken oldugunun farkina vardim. Departman mudurum de, genel mudurum de yabancilar. Ve ikisi de, sanirim sahip olabilecegim en rahat ve en esnek insanlar.

    Calistigim yerde, msn de engelli degil, facebook da. Kesinlikle giyimine kimse karismiyor. Baslarda, gomlek ve topuklu ayakkabiyla ise giden ben, 1 haftanin sonunda, kot pantolon ve spor ayakkabiyla ise gidiyordum. Disaridan bakildigi zaman, sanmiyorum ki genel mudurumuzun genel mudur oldugu anlasilsin. Odasinda ya da bizden izole olarak gecirdigi hic bir an yok. Her an bir departmanin ofisinde. İzin konularinda, cok esnek. O gun kendini kotu hissediyorsan, sabah bir telefon acman ya da bir mail atman yeterli oluyor ise gitmemen icin.

    Ben ders asamamin sonundayim, ve hala derslerimi takip ediyorum. Full time calisan olarak gozukmeme ragmen, bu hafta sadece 2 gun calistim ve ozellikle derse gitmemi, genel mudurum istedi. Yoksa ben 1 gun daha gelecektim ise. Dun isten cikarken, pazartesi gunu gelme dedi. Nasil olsa son derslerin dedi. Ve her seferinde soyledigi, benim MBA’imin, onun ve sirket icin onemli bir deger oldugu. Basarili olmam gerektigi.

    Uretimde calisan mavi yaka iscilerin bile aldiklari maaslar gercekten ulke ortalamasinin ustunde ve onlara da insan olarak deger verip, onlara da bize davrandigi gibi davraniyor.

    Performans degerlendirmeleri, yillik degil, 3 ayda bir yapiliyor ve bu degerlendirmelerin sonunda, eger excellent, very good ya da good derecelerinden birini alirsaniz, maasiniza %10 ila %3 arasinda degisen bir oranda zam yapiliyor.

    Ve bu 2 aylik surecte, en cok gordugum sey, her isin inanilmaz hizli yapildigi, herkesin gercekten cok iyi ve mutlu bir sekilde calistigi. Global olarak sirkete baktigimizda, sektorun en buyuk 2. sirketi ve cok karli bir sektor olmasa da, krizin en yogun oldugu bu yilin ilk ceyreklik doneminde, sektorde kar aciklayan tek sirket. 70 milyar dolarlik bir ciro soz konusu yilda.

    Kendimden biliyorum, okula gidiyorum ve ise cok zaman ayiramiyorum diye, kimse benden istemese bile, aksam mutlaka eve is getiriyor, keyifle analizler yapiyorum.

    Bence, sirketlerin ve tepe yonetimlerin, biraz dusunmeye ihtiyaclari var. Hep duyuyoruz ve goruyoruz. Motivasyonun gercekten cok iyi oldugu ve calisanlara daha cok deger verildigi bir elin parmaklarini gecmeyecek kadar olan sirketler, alip basini gidiyorlar. Yapilan butun bilimsel ve diger arastirmalar da bunu gosteriyor.

    Ve ben anlamiyorum. Stratejik kararlar alirken, her zaman onemli olan sey, sirketin karliligi ve temel amac her zaman bu. Farkli olma istegi de, deger yaratma istegi de hep daha cok karli olmak icin. Ama pek azi bu gercegi gorup, buna onem veriyor.

    Oyle iste. Kisaca ne diyodum, kulturun sanirim etkisi cok buyuk. Ulke ya da irk ayrimi yapmak son istedigim sey. Umarim yanlis da anlasilmam. Ancak, biz turkler sanirim kendimizi cok fazla statulerimize kaptirip, egolarimizi sisirdikce sisiriyoruz ve onemli olmuyor bizden baskalari. O yuzden de, sirketin basarisi da, calisanlarin motivasyonu da her daim sallantida oluyor.

  13. EroL

    Hayatımızda anlamlı yılların çoğalıp,
    kaybettiğimiz yılların azalması için ışık tutan, müthiş bir yazı…

  14. Anima..!!

    Bu konuda yorum yapmıycam.. Haklı olduğun bir konu daha..
    (No comment this subject)

    Not:
    Hayatımda sen kadar değerli bir insanı tanır mıyım bir daha bilmiyorum..

  15. metin

    Faili Meçhul Kıyak! güzel bir düşünce fakat yeni değil ama uygulamsı daha önce bir cok defa yapılmış hatta bunun üzerine gercekdende amerikada bir 6 veya 7 ncis sınıf öğrencisinin dönem ödevi olduğunu söylesem ve bu dönem ödevini gerçekleştirmek için hayatını kaybettiğini söylesem hala bu fikirin yendi olduğunu iddaa edebilirmisiniz. AM afikir güzel ve uygulanmalaı ama karşılıksız olmalı . Fikire şöyle bir şeyde eklenemeli bence iyilik yapılan kişi başka bir 3 kişiye iyilik yapmak zorunda bu bir zincir iyilik zinciri ne desiniz EVET duyuyorum sizleri hayal diyeceksiniz ve hayalprest biri diyeceksiniz. Hanid iyordunuz ya herşey hayal etmekle başlar veya cocuklarımzın hayallalerini söndürmeeylim hani bizler hayallerini kaybetmiş insanlardık yeniden hayal edelim diyorduk doğru am onalr sadece söz değilmi…

    İŞte bu tür düşünceye mensub arkadaşlara ve Faili Meçhul Kıyak! takipcileirne söylüyorum rica etsem şu filmi bulup izleyiniz. İYİLİK BUL İYİLİK YAP

    ŞİDDETLE TAVSİYE OLUNUR. Hayellerinizden vazgeçmeyin.

  16. Selim Özçay

    Sevgili Tunc Kilinc,

    uzun zamandir ara ara yazismalarimiz oluyor. Hatirladigim kadariyla yazi hakkindaki yorumlarima geri bildirim yapmis ve yaziyi paylasdigim arkadaslardan da geri bildirim olursa haber vermemi istemistin.

    Insan kaynaklari yonetimi Turkiye de henuz yeni yeni oturmaya basladi. Ne yalan soyleyeyim bu alanda egitim goren kisiler olarak gorduk ki, bu alanda uzman sayilacak kisiler yok denilecek kadar az. Muhasebe elemanina personel secme yerlestirme mulakat islerini veren yoneticiler en niyahetin de senin facebookta uye oldugun gruplara, yaptigim yorumlara gore senin sirketteki yeni pozisyonunu belirler… Aci, ama gercek (:

    Tum bu yazdiklarini sinifimla paylastigim da aslinda bize koca bir ayna tutmus oldun. İleride bir IK yoneticisi oldugumuzda tum bu anlattiklarini yapmamamiz gerektigini bir kez daha gorduk ayrica, bu alanda calisan arkadaslar da bazi konularda yaptiklari hatalari gorduler…

    Kisaca, bu yazi tam bir Tukiye gercegi. Issizligin Cumhuriyet tarihinin en buyuk rekoru kirilirken hala facebook profilimize bakarlar…

  17. Erman Akdeniz

    Aslına bakarsanız bunları hep duyuyoruz. İş hayatının zorlukları ve hiçbir şeyin dışardan görüldiğü gibi olmadığını.. Birinci ağızdan duymak ise tüm bu sözleri, annemizden duymak kadar etkili. (Bunun için teşekkür ederim..)

    Bir üniversite öğrencisi olarak eklemek istediğim ise yazdıklarınızla birlikte kişisel yeteneklerine inanan insanların kendi işlerini kurma isteği ve girişimcilik arzularının artmasıdır.

    Öyle ki 3. sınıf endüstri mühendisi öğrencisi olarak uzun vadede aklımın bir köşesinde hep yeni bir iş modeli yeni bir ürün yeni bir hizmet… Sadece bir yenilik bulmak ve işin patronu olmak bambaşka bir şey ortaya koymak isteiği var.

    Bir süre sonra iş hayatının monotonluğuyla sizin de bahsettiğiniz gibi kendi yeteneklerinizin sindirileceğini bilmek zor değil.

  18. Gökhan

    Bişiler demek istiyosun fakat sözcükler düğümleniyor, aklında o işte bu an. Kendimden büyüklerin sohpetleri o kadar zevk verici ki: “hayata dair”.. Hayatımın en güzeli yılı 18’imdeyim fakat ÖSS’ye hazırlanıyorum. 16 Ağustos’tan beri sabrettim. Şurda 60 gün kaldı sabrederim. Oldu oldu çünkü elimden geleni yaptım. :) Olmadı tekrar deneriz. Turkcell’in dediği gibi: Please Try Again :)

  19. suzan

    şekerim merhaba yazıyı uzun buldum ve satırları atlaya atlaya okudum. söylediğin herşeye katılıyorum ve bu konuda söyleyecek pek çok şeyin daha olduğuna da eminim. Ama ama ama nasıl kurtulucaz bu kısır döngüden. nasıl harekete geçicez. şimdi ben sana kalk gel benimle doğaya dönelim desem döner misin….

  20. serkan

    bi öss öğrencisi olarak katılıyorum. bu ev dersane okul üçgeni arasında hobilerimi bile icra edemiyorum :( çok can sıkıcı bi durum gerçekten.

  21. noperfection

    benim yaşadıklarımı hem de süper zamanlamayla yazmışsın.. maddelemeye gerek yok aslında ne yaparsan yap “onlar” ne istiyosa o oluyor maalesef.. kurumsal şirket değil kurumsal kraliyet!!

  22. Zeynep

    Ben de kurumsal bir şirkette 10 sene çalıştım. İlk işimdi aynı zamanda. İşe girdiğimin üçüncü senesinde geriye gitmeye başladığımı anladım. Bölüm değişikliği istedim, iş değiştirmek istedim.

    Birincisine müdürüm karşı çıktı. Sevdiği, güvendiği ve işinden memnun olduğu elemanını başka bölümlere yar etmek istemedi. İkinci şık krizler ve ekonomik riskleri göze alamamak yüzünden kendi kendini yok etti.

    Ben de sivil toplum derneğine üye oldum. Hem iş hem dernek çok güzel gitti. İş hayatında fırsat bulamadığım kendini geliştirmeyi Sivil Toplum Kuruluşunda buldum. Çok zor ve güzel günlerim oldu.

    Bu da bir yere kadar tabii.

    Zorluklarla aynı müdürle yurtdışında başka bir yavru şirkette görev aldım. Sonra artık tamam deme kararı aldım. Orta ölçekli, kurumsallaşmak isteyen başka bir firmaya geçtim. Hiç ama hiç memnun kalmadım. Ikına ıkına devam ettiğim işten ilk fırsatta ( 3-4 ay geçinebilecek parayı biriktirdiğimde) ayrıldım.

    Bu ayrılığın ne kadar ters tepebileceğini iş ararken anladım. Zira insanlar bu yaptığımdan çok korktu: ” İş bulmadan mı ayrıldınız. ben de yapmak istedim ama hiç cesaret etmedim.” cümlesini çok duydum. İnsanları korkuttum. 3. işime girdiğimde hem iş kaybetmekten korkar bir insan oldum. Üstüne bir de kriz vurdu.

    Uzun vadede çok ama çok faydalı olacak tecrübeler edindim, ediniyorum. Fakat kurumsal firmada, o rahat ve güvenilir ortami özlemiyor muyum? Bazen özlüyorum.

    Yine de diyorum ki kendimi zorladığım bu tecrübeler uzun vadede işime yarar. Züğürt tesellisi belki. Neyse yaşayıp öğreceğim. Ama şu var ki ilk işimden o zaman ayrılmasam ordan emekli olurdum. İyi oldu iyi :-)))

  23. berna

    bayağı bir fmk eylemim oldu. çok da eğlenceli.

    yan komşunun kapısına bikaç poşet jelibon bolca gofret ve kek dolu bir paket bıraktım. inşallah hasan’ın hoşuna gitmiştir. cin gibi çocuk onu mutlu etmek güzel oldu.

    bugün başka bir iyi haber aldım. bizim banka’nın portalında yenilikçi hareketler kısmında tüm çalışanların sizden haberdar olması sağlanmış durumda. gerçi ben zaten bütün arkadaşlarımı haberdar etmiştim ama olsun kurumumun böyle bir olayı duyurması beni çok mutlu etti. arkadaşlarımdan da bugün bayağı bir dönüş geldi açıklamalı uygulamalı fmk nın nasıl yapıldığın soruyorlar, bende bu siteye yönlendiriyorum.

    keyfim yerinde. bu fmk hareketini uygulamak bir işe yaradığımı hissettirdi bana bu hafta sonu moralim bayağı bozukken. tekrar teşekkürler aklına sağlık!

  24. a.y.

    yazı bir çoğumuzun bir çok kez aklında geçenler; birçoğumuzun içinde sıkışıp kaldığı monoton hayat, iş hayatındaki adaletsizlikler vs… ama yorumları da okuduğumda galiba şu kısmı atlıyoruz…. çok güzel söylemişsin Tunç Kılınç:

    “Burada ufak bir not eklemeliyim:

    İçinde olduğumuz ekonomik krizde bırakın standart performans gösterenleri, gerçekten başarılı bulunanlar bile işten çıkartılıyor. Ve bu dönemde yeni bir iş bulmak gerçekten çok zor. Şu an evde oturan ve iş arayan müthiş insanlar var. O yüzden yapılacak her değişikliğin ?zamanlamasını? iyi ayarlamak gerek.”

  25. ozca

    vallahi insanlar fikirlerini, projelerini bu ülke için paylaşsa bir şekilde siyaset adamları bunları takip edip ülkeye bilim adamlarını yetiştirse, bu ülke asla fakir kalmaz. sadece birbirimize olan güveni elimizden almak istiyorlar, ne olur bu ülkeye sahip çikalım.

  26. Merve

    Yazınızı okuyunca “kendimi buldum gibi” klişe cümleleri kullanacağım aklıma gelmemişti ama kullanıyorum işte..

    1994 yılından beri hayatın garip tesadüfleri veya şartları dersek çalışıyorum. Bunun son on yılı aynı kurumda çalışarak geçmeye devam ediyor. Bana artık sen buranın demirbaşısın diyorlar. Öyle ki envanter sayımlarında kodlanmayı bekleyen bir ürün gibi hissediyordum kendimi.. Taa kiii! Geçtiğimiz yılın Ocak ayında bana ait bir görevin bir başkasına yaptırılmasıyla kafama kurşun sıkmışlar ama bitkisel hayat bu demek galiba dercesine hissettim kendimi..

    Galiba nankörlükler bizi yıkıyor.. İşyerlerinde hele de kurumsal saydığımız şirketlerde maalesef ki mobbing kaçınılmaz bir olay. Bu olaylara karşı kendi kalkanlarınızı oluşturmak ve para uğruna hayatta kalmak uğruna mücadele vermek kaçınılmaz oluyor. İşte geçen yıldan bu yıla bir anda bu kurumda yaşadıklarım demirbaş sayılmama rağmen itilmişliklerim, bunun yanında da güzel günlerim bir film şeridi geçti gözlerimden.. Arayışlara girdim..

    Artık beni ne mutlu edecek diye arayışlar içindeydim.. Bir sevgili mi? Kariyerin daha fazlası mı? Para mı? hepsi bir arada olunca mı geliyordu mutluluk? Hiçbiri tek başına hayatımda yoktu ki beraber olsun.. Sonunda mutlu olabileceğim şeyi buldum.. Bilgisayar ve orada onu yönetmek..

    Bilgisayarda bir şeyler tasarlayarak-yazarak kendimi ifade etmek beynimle onu programlamayı öğrenerek ona hükmekmeyi öğrenmenin ve ilerleyen zamanlarda bu alanda çok başarılı biri olacağıma inanarak geçirdiğim zaman beni çok heyecanlandırıyor. Hep öğrenmeyi geciktirdiğim nasıl olsa şimdilik lazım değil dediğim ingilizceyi Ocak ayından itibaren yurtdışında buradan alacağım kıdemle öğreneceğimin heyecanını yaşıyorum.. Sonrasında ise en çok istediğim ve mutlu olacağım ve sergiledikçe insanlarında beğeniyle tıklayacakları ve sürekli okuma isteği uyandırak siteler yapmanın hayaliyle yaşıyorum..

    Artık benim de ele avuca gelir hayallerim, heyecanlarım var.. Her şeye rağmen..

    Okuduğunuz için şimdiden teşekkür ederim.

  27. Sena

    Yazi tek kelime ile super…

    ne olursa olsun insan her zaman yurekten inandigi yolda gitmelidir bence…
    eger yapmak istedigin ise yurekten inanir ve yurekten calisirsan basari mutlaktir….

  28. Duru

    Üç maymunu oynamak mı? Üç maymunu oynatmak mı?

    Sadece adı iş olan yerlerde ikisini de becerebilene helal olsun.

  29. gözde

    yazı için söylenecek şey harika tabi ben 17 yaşındayım we hayatımdaki en güzel anları öss kaygısı ders çalışma we öss sınavı denilen yani üniversitelerin sana kapılarını açması için girmek zorunda olduğun saçma sapan bişey.. ama doğru burası türkiye we katı kurallar şartlar hayatında mücadele wermek zorunda olduğun geleceğin için yapmak zorunda olduğun bir ülkede yaşıyoruz geçim sıkıntısı yaşam mücadelesi derken de kendimizi unutuyoruz we ipin ucunda asosyalleşme oluşuyor..sonuçta hayatımızı monoton olarak yaşamya başlıyoruz we öyle dewam ediyoruz.. bunu değiştirmek te değiştirmemek te bizim elimizde aslında kendimizi bazı şeylere kaptırdığımız hırs yaptığımız zamanlardan dolayı bazen de bu monotonluğu değiştiremiyoruz..(herneyse saçmaladım sanırım :)) ) yazın için teşekkürler tunç abi..

  30. Eğitişim Kariyer Enstitüsü

    Karar alma süreci hiç de öyle bilimsel geçmiyor. Senin aylarca, bazen yıllarca hayalini kurduğun bir gelişmenin tartışılması uzun da sürmüyor. İki – üç dakikada işin rengi belli oluyor!

    En büyük sıkıntılardan birisi de bu hala prosfesyonel isimlerinde kişiler profesyonel olmayı beceremiyor. Eline sağlık Tunç.

  31. hakki

    “Seni ne kadar kendine rakip gördüğüne bakacak. Onun koltuğunu riske atıyor musun”
    Bu dogru ama yalnız iş hayatında değil her yerde var.

    Bir de 18-24 yaşındakilerin enerjisine gelelim. 50 yaşına varan bir mühendis olarak çoğunlukla dogru olabilir ama işe girenlerde her zaman öyle olmuyor. 60 yaşında mühendislerin girenden daha enerjik neşeli olduklarını gördüm. 22 yaşında bezgin olanları da.

  32. YeahSeeN

    Ben kısaca facebook’un kurucusu ve oluşumunu söyle takdim edeyim herkese: “Mark Elliot Zuckerberg, diş hekimi baba ve psikolog annesinin tek çocuğu olarak 1984?te dünyaya geldi. ilk programını 10 yaşındayken yazdı. Lisedeki başarılı notlarıyla Abd?nin en saygın üniversitelerinden harvard?a girdi.

    ilk yılında, okulun en yakışıklı ve en güzel öğrencilerinin seçildiği facemash.com sitesini kurdu. sitede harvard?daki tüm öğrencilerin fotoğrafları vardı. ancak fotoğrafları bulmak için, üniversitenin veri tabanına girmesi gerekmişti.

    veri tabanını hacklediği ortaya çıkan zuckerberg, disipline verilince okulu bıraktı. harvardlı öğrencileri internet üzerinde buluşturmak için ikinci sitesi olan facebook?u kurdu. facebook, 18 ayda abd?nin en büyük arkadaşlık sitelerinden biri haline gelince, yatırımcılarından ilgisini çekti. zuckerberg, yatırımcılarla bir akşam yemeğinde buluştuğunda yaşı küçük olduğundan alkol bile içemediğinden, gece boyunca gazoz içti. 18 ay önce kurduğu sitenin bir bölümünü wall street yatırımcılara 60 milyon dolara sattı.
    dünya çapında 2 bin 200 üniversite, 22 bin lise ve 2 bin şirketin buluştuğu facebook, şu anda 13 milyon üyesiyle dünyanın en çok ziyaret edilen 7?nci sitesi. 22 yaşındaki zuckerberg, bilgisayar endüstrisinin yeni bill gates?i olarak nitelendiriliyor.”

    internette bulduğum açıklayıcı yazı buydu ama bizler bu ortamı nasıl kullanıyoruz o tartışılır. gerçi daha önce okuduğum röportajlarında da facebook’un eski arkadaş çevresini kaybetmeme ve iş yaşamında kolaylıklar sağlamak ve yeni iş imkanları yaratılmasını sağlamak için oluşturulduğu tezi savunuluyordu kurucusu tarafından. ne kadar doğrudur bilinmez tabi.

    bende bir facebook kullanıcısıyım ve oradaki profilimin ne olursa olsun benim kendi oluşturduğun sınırlar dahilinde kalmasını sağlıyorum. nasıl mı? örneğin her gruba üye olmamak, aleni fotolardan kaçınmak, gereksiz ortamlarda söylevlerde bulunmamak, arkadaşlarımı doğru seçmek ve tanımadıklarıma profilimi yasaklamak vs…peki amacım ne diye sorarsanız? benim amacım sadece pasif sosyal ortamımı belirlemek olur ama iş hayatımı yönetmek ve ona katkı sağlam olmaz. çünkü reel olarak uğraştığımız sektörün “sanal sosyal ortamımdan” etkileniyor olması pekte mümkün olası bir durum gibi gelmiyor. hele hele bunu kişilerin maaşlarına kadar yansıtılması tamamen dar bir ufku olan, “at gözlüğü” takmış işverenlerin egolarını tatmin etme dürtüsünden ibaret geliyor bana.

    işin özü ne kullanıcıların ne de kullacılara karşı olanların bu platformu abartmamalarıdır. eger bir şeylerin olumlu yönünden çok olumsuz yönünün tartışılması sonunu kimse için iyi yapmaz ki bunun en basit örneği ülkemizde “youtube” nin yasaklanmasıdır hatırlatırım.

  33. İsimsiz bir kazazede

    Yazınızı hüzün ile okudum Tunç Bey; yazık edilen insanlarımıza acıdım.. Tecrübelerinizin küçük bir kısmını gerçek bir firmada tam 14 ay yaşadım.. Belki sizin tecrübelerinizin yanında %1dir yine de zihinimin çığlıklarını zor tuttuğum anlarım oldu..

    Edindiğim nefret dolu tecrübelerim:

    1- İdeoloji kurumsal firmalarda oldukça önemlidir. Cuma’ları namaza gittiği için, yıllardır terfi almamış insanlar tanıdım. Ki ben de namaz kılan bir insan olarak kaçak şekilde namazlarımı kılıyordum. Abdest alırken gören -başka departmanlardaki- şefler, müdürler tarafından hakarete uğradığım bile oldu.

    2- Eğer ki bir fabrikada çalışıyorsanız; sizi bir zihin işçisi değil, beden işçisi gibi görüyorlar. Bir yazılım geliştirici olarak; rahatsız çalışma ortamının üst noktalarındaydım. Yüksek ses, telefon görüşmeleri, farklı işler yapan kişilerin aynı ortamda tutulması vb.

    3- Yaptığınız işin kalitesi maaşınızı belirlemez; okulunuz maaşınızı belirler ! Askere gidiyor olduğum için ayrıldığım firmada; departmanımdaki 6 yazılım mühendisine profesyonel olarak satın alacakları 2 sunum yaptım. En düşük maaşlısı 3 katım maaş alıyordu.

    4- İnsanların gelişmesine izin verilmeyen bir yerde, işinizi çok iyi yapıyor olmanız, kariyeriniz açısından kötü sonuçlanabilir. Yazılım Ar-Ge departmanında başladığım iş yerinde -güya tecrübe edinmem amacıyla- Yazılım Geliştirme departmanına yollandım.

    Malesef Türkiye’de bir çok Kurumsal Firma‘nın gerçekte kurumsal olmadığını öğrenmiş oldum.

    Askerden sonra riske girip; kendi firmamı kuracağım. Tunç Beyin de dediği gibi “hayatımın harcanmasına” göz yumamam !

  34. peLin

    ilk önce deneyimlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim…

    fakat bazen risk almanın da bize büyük şanslar getirebileceğini düşündüğümden dolayı genelde yapıyorum. pişmanlıklarım da oldu, geneli de mutlu etti:)

  35. D.F.

    Yazı için teşekkürler Tunç,

    Ne yazık ki! öylesine haklısın ki…

    Üniversiteyi bitirdikten 2-3ay sonra başladığım ilk iş yerinden tam 11 yıl sonra ayrıldım, ekonomik krizin bizi getirdiği bu nokta, aslında benim için farklı kapıları açmak içinde galiba iyi bir fırsat oldu!!

    Yardımcı eleman olarak başladığım sektörde ilk senemin sonunda sorumlu kişi oldum, ondan sonraki yıllarda da, farklı farklı departmanlarda farklı farklı ünvanlarla sorumluluklar aldım ama bir türlü kabuğumu kıramadığıma inandım orada.

    Kendimi 240km hız yapabilecek biri olarak gördüğüm anlarda sürekli 100km ile gitmek zorunda olarak görüyordum ve bu artık sıkıntı vermeye başlamıştı. Tam 11 yıl boyunca aynı firmada döndüm durdum. O müdürü, Şu müdürü, Bu müdürü… hepsi hikayeydi hayatın beni ÖSS sınavıyla getirdiği meslekte hem mutsuz hem de sınırlandırılmıştım.

    Benim cesaret edemediğim değişime, ekonomik kriz müdahale etti ve firma bitiş anına geldi, bende kabuğumdan zoraki olarak dışarı çıktım.

    Yaş 30-35 olunca, medeni durum evli olunca, birde başta konut kredisi derdi olunca risk almak pek de kolay olmuyor, hayat sizi mecbur bırakmadan öyle kolay kolay risk alamıyorsunuz..

    Belki de kriz bana işsizliği sunarken yanında da, “haydi artık yap ne yapacaksan” da dedi. Ben de zorunlu da olsa, farklı bir sektörde iş arayışına girdim ve şükürler olsun ki bu hafta yeni işyerimde işe başladım, önümde açık bir kariyer olduğunu ve keşfedilecek binlerce basamak olduğunu, çok ama çok yoğun ama tam da bana göre diyebileceğim bir iş olduğunu da görebiliyorum. Oysa ki bunca yıl kendi etrafımda boşu boşuna dönüp durmuşum.

    Çok net diyebilirim ki iş hayatımın şu son 3 yılı tamamen bomboş geçti, hiç ilerlemeden, hiç gelişemeden geçti, geldiğim yerde öylece kalmıştım ki, hayat bana son anda müdahale etti.

    Teşekkür hayat ne diyebilirim ki, sen beni dürtmeseydin belki de 15. ve 20.yılımı da orada geçirecektim sonrası ise tam bir hüzün olacaktı.

  36. Uğur Özmen

    Ben MBA sınıfında CRM (müşteri ilişkisi yönetimi) anlatırken, “orta kademe yönetim” dersi de veriyorum. Daha doğrusu “2/3’ünde CRM, 1/3’ünde orta kademe yönetim anlatacağım” diye ilk baştan söylüyorum.

    Tunç sayesinde güzel bir derleme de oldu.

  37. Pingback: Uğur Özmen » Bedava yolculuk

  38. Burcuk

    Selam Tunc,

    Super yazi olmus yine! Performans degerlendirmeleri cok garip cidden! Bir yandan ortada hicbir form olmasa sonucta tamamen subjektif olacak degerlendirme, bu da senin performansindan cok mudurunle iliskini degerlendirmeye donuyor o zaman.

    Form oldugundaysa kararlastirilan kriterler ve degerlendirme sorularini kisilere ve rollere uygulamak cok zor genelde. Mesela yeni ise baslamis birine 6 ay sonra “takiminizdakileri inspire ediyor musunuz” diye sorulur mu yani?! hayir etsem bile bu nasil ispatlanir ki? olay biraz kendini pazarlamana kaliyor her seyde oldugu gibi.

    Bir de tabi uslerin “simdi ben cok kolay not vermem” havalarina girmesi var ki o da ayri bir hikaye tabi.

  39. Bahadır Çiftci

    Tunç abi ne güzel anlatmışsın.

    Özellikle istemediğim bir bölümde okuyup farklı mecralarda iş koşturmak isteyen kendim için çıkarılacak çok dersler var. Bu yazıyı bookmark’larıma ekliyorum ve aklıma geldikçe okuyacağım.

    Teşekkür ediyorum.

  40. Melih Bayram Dede

    Sanırım en büyük sorunumuz, internetteki davranışlarımızın, günün birinde karşımıza konulacağını düşünmememiz. Özellikle öğrencilik yıllarında bunu pek de düşünecek olgunlukta olmuyor insanlar.

  41. Eray USTA

    Hem çalışıp hem öss ye hazırlandım zamanında, şimdi ise kaymağını yiyorum diyebilirim. :) Üniversitede çok rahatım. Ama seneye mezun olacağım ve bitirme çalışması kpss sınavı beni bir hayli zorlayacak.

    Peki ben o kadar sınavla seçildikten sonra ne olacak, bilgisayar öğretmeni olacağım. Çok sevdiğim mesleğimi peki kimlerle yapacağım?

    İşte söylüyorum size bilgisayardan sadece anladığı açmak kapamak ve oyun oynamak olan insanlarla.!

    Bence iş hayatına hazırlık değil de, önce seçiciliği adam gibi yapmak lazım. İlkokuldan başlamalı bir şeyler. Yazıyı okudum, çok beğendim ancak bence daha öncesine gitmek lazım..

  42. Mustafa Öztürk

    Uğur Hocam’ın dediği gibi bu yazının üstüne de işaret koydum. Diğer bir çok yazın gibi bunu da belli aralıklarla okuyacağım.

    Bana en acı gelense birkaç yazıda okulların yıllarca öğretemediğini öğrenmek. Öğrenmek aslında tam olarak doğru bir kelime değil, yaşamadan öğrenmek zor. “Görmek” diyebilirim sanırım.

    Bu yazıda da link vermişsin; Üniversitelerde iş hayatına hazırlık dersi neden yok? o değil de abi sen neden üniversitede iş hayatına hazırlık dersi vermiyorsun :)

  43. Elke Schmitter

    FF’de de söyledim, burada da söyleme ihtiyacı duyuyorum. Gerçekten her maddenin altına içtenlikle imzamı atarım.

    Kurumlara ve kurumsal kültüre inanmıyorum. Üstelik bir de beceriksiz ellerde bu tür performans değerlendirmeleri, şirket için etkinlikleri ve insana/emeğe saygı ritüelleri fiyasko ile sonuçlanıyor.

    Sonuç olarak şirket içinde gülücükler dağıtmak zorunda kalan ama aslında hiç mutlu olmayan bir insan ordusu plazaların içine girip çıkıyor. Gerçekten duygusal zekası yüksek, pozitif ve kurum kültürünü sevmese de işini seven çalışanlar o isteksiz insanlar arasında, çarkın içinde eriyip gidiyor.

  44. mehtap pasin gualano

    is hayatinin ozellikle basari potansiyeli olan insanlari notralize etmek uzere organize oldugu bir sistemin icindeyiz cogumuz. kurallara uyanlar bunu karsilarindan da bekledikleri icin, zorluk cikaran kisiler olarak algilaniyorlar.. ya da cok emek harcayip, ortaya iyi bir sey cikaranlar tembel tenekelere pay vermiyorlarsa, baskalarini golgede birakmaya calismakla suclaniyorlar, izole oluyorlar..

    bunca yildir calisiyorum (22 yil), ozellikle son yillarda iyi calisan insanlarin ayagina sadece celme takildigini gormekten yoruldum..

    yani yarama fena dokundunuz..

  45. Muge Cerman

    Tunç Üstad, çok güzel bir yazı. Ders alabilecek olanlar için rehber niteliğinde. Uğur Özmen Üstad’ın dediği gibi yılda bir kaç kez bakılmalı.

  46. ıvır zıvır

    elinize sağlık…. deneyimleriniz paylaşmanız çok hoş…

    aslında yaşadığınız şeyler görülüyor ki hepimizin hayatında olan şeyler. ve korkarım ki oturup tekrar tekrar bunları sorgulamıyoruz.
    ve bu kendi saygınlığımıza bile dokunuyor…

    ‘bu yol nere gider ‘ diye sormuyoruz (belki de sormuyorum)… ama gidiyoruz….

    özellikle;

    “Şirkette hep başka departman veya bölümlere yatay geçiş zorlanmalı. Ne kadar çok farklı iş ve farklı kişilerle çalışılırsa bu deneyim o kadar zenginleşiyor.” sözünüz çok hoşuma gitti… bu cümleyi tam olarak dillendirmesem de bunun bilincinde biriyim…

    müsadenizle size ve okucularınıza daha önce okuduğum, sizin yazınızla aynı paralellikleri gördüğüm için iki link vermek istiyorum:

    temelaksoy.com/2009/03/03/onlar-nasil-para-kazandilar/
    temelaksoy.com/2009/02/17/kurumsallasma-kompleksinden-kurtulmak/

    ve bahsettiğiniz ‘risk’ alma durumu yanlızca bireysel atak ve gelişimizi için değil… toplumsal gelişimde de çok önemli bir yeri var kesinlikle.

    saygılar.

Düşünceni Paylaş!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir