16

İki Duvar Var, Ya ‘Ayıp’ Ya ‘Günah’…

Konuk YazarÇevreyi algılamak, anlamak ve doğru yapmak, karabasanlar içinde bunalmamak, kim istemez?

Çevreyi algılama ve yargılama bilincimiz, çoğunluklu olarak karşı tarafın “davranışlarına” dayanır, kendimizi “niyetlerimizle” değerlendirirken.

Kimliğimizi oluşturan, karakter ve davranışlar bütünü, toplumsal değer yargıları içinde sarılıp sarmalanır, kundaklanır, hem de sıkı sıkı. Bizim memlekette, aslı Arapça olan “ayıb” ile, aslı Farsça olan “günah” arasında sıkışan bir halkla iç içe yaşanır.

Bunu söyleme, bunu yapma “ayıp”, bunu deme, bunu etme “günah.”

Ayıp ve günahlar, tuğlalar olur, birer birer örülen bir duvarda…

Bu duvar, İsrail’in, Filistin’in yüreğine ahlak dışı biçimde diktiği duvardan, (aslında, yer altı su kaynaklarının geçtiği yollara) Berlin duvarından daha aşılmazdır. Ayıp ve Günah, kadim Çin seddinden daha güçlüdür, çünkü insanların içinde, bireylerin zihninde, Pink Floyd’a rahmet okutan bir derinliktedir.

Tüm bunlar reddedilme, yalnız kalma, dışlanma korkusu ile oluşmuştur, bunu söyleme “günah”, bunu yapma “ayıp.”

Her gün, neredeyse herkes tarafından bize, öğretilenler, daha derine olmak üzere, bizim Leonardo’muz, Mimar Sinan’ın Selimiye camisinin temelinden daha da derine ve sağlam biçimde atılır, önce bebelerin, sonra çocukların zihnine…

Hep hayret etmişimdir, seçmediklerinden gurur duyanlara. Evet, açıkçası “insan olmayı” da biz seçmedik. Ama bu konuda, en azından yeryüzündeki tüm insanlarla eşitiz. Peki ya milliyeti, dinimizi bizler mi seçtik, İtalya’nın kuzeyinde ya da kutuplarda doğsaydı acaba Tayip Erdoğan türban gündemi olacak mıydı?

Türk olmak ne ayıptır ne de günah, Müslüman olmak da öyle.

Ancak önce insanız, milyonlarca yıldan beri, muhtemelen binlerce yıldan beri Türküz, atalarımızla paylaştığımız, damarlarımızda dolaşan kan bu kökten geliyor. Bununla beraber, sadece yüzlerce yıldan beri Müslümanız, acaba hangisini biz seçtik, bugün bize Hristiyanlık propagandası yapanlar, Konya’da muhafazakar bir ailede doğmuş olsalardı, ne olacaklardı.

Ya da cübbeli Ahmet adıyla maruf, jetski üstadı, Barcelona yakınlarında doğsaydı yine böyle sofu ve bağnaz biri mi olacaktı. Tüm dinleri araştırdıktan sonra kendi iradesi ile bir dini seçmiş olanlar acaba yüzde kaçlık bir gurubu oluşturuyorlar, hep merak etmişimdir.

Her söylenene, inanmaya başlarsak, sorgulamadan ve merak duygusuna “küs” yaşamaya devam edersek, kabullenici, boyun eğen biri olmaktan başka bir sonuç var mı?

“Another brick in the wall” demişti, muhteremler. Sanırım, son derece doğru ve tutarlı bir çerçeve.

ABD ordusu Irak’ı işgal etmiş, duydunuz mu?. Tamam duydunuz, hem de alçakça bir saldırıymış, tam 655.000 Iraklı yaşamını kaybetmiş. Tamamı doğru, Amerika, işgal ediyor, kaynakları istediği gibi harcıyor, vergi alıyor, valiler atıyor.

Aynen tarihteki “uygarlıklar” dan biri, Romalılar, Persler, Moğollar gibi barbarlar ve… dilimin ucuna geldi, herhalde artık sizin de zihninizde de oluşmuştur.

Oluşmadı mı?

Peki tamam, “Osmanlılar” diyorum, hani 600 yüz yıllık imparatorluğun sahipleri hani bizim geçmişimiz, sahi biz Viyana’da ne yapıyorduk. İki defa denemeyle başarılı olamadığımız göre, kimse bizi ellerinde çiçekler, bandolarla karşılamamış (her ne kadar tarihin ilk askeri bandosu bizim mehteransa da) davet edilmemişiz ve uzun süren muhasaradan geriye, kala kala Starbucks için kahve kültürü kalmış.

Bir de 46 yıllık canlı iktidarı ile dünyayı titreten Zigetvar’da on üçüncü seferi esnasında 6-7 Eylül gecesi 1566 tarihinde vefat eden Kanuni Sultan Süleyman Han.

Derler ki; iyi bir komutan, teşkilatçı devlet adamı, halife ve edipmiş. Vakur, azim ve irade sahibidir. Adam seçmesini ve yetiştirmesini gayet iyi bildiğinden, devlet kadrosunda kıymetli şahsiyetleri vazifelendirirmiş. Müsamaha sahibi olmasına rağmen, din ve devlet aleyhine hareketleri affetmez, ileri görüşlü olup, anlayışı kuvvetliymiş. Milletin ve askerin psikolojisini iyi bildiğinden çok sevilirmiş. Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince, İslamiyeti yaymaktan başka bir şey düşünmemiş.

Bu dirayetteki bir adam, hükümdar ve parlak bir sultan, nasıl olur da, Hürrem Sultan’ın (ya da Roksalan) kölesi oluverir, aslan gibi oğlu şehzade Mustafa’yı boğdurarak öldürtür, sorma “ayıp”, ölünün arkasından konuşma “günah.”

Beş kez Damat Ferit’i sadrı-azam (Azametli gögüs) başbakan seçen Vahdettin Efendi için neden “hain” demek zor, üstelik Damat Ferit için İngilizlerle işbirliği yaptığından, “vatan haini” demek böylesine kolayken, herhalde ya ayıptır ya da günah.

1974 Barış Hareketı, (sadece biz böyle diyoruz, haklı davanı Kıbrıs Türkleri’ne bile anlamatazsan olacağı bu) ve batan bir gemi var, hem de Türk uçakları tarafından vurulan bir gemi…

Ölenler şehit mi, sorma “günah”, en azından “ayıp” ediyoruzdur, aynen 17 Temmuz 1950’de Kore’de Kuzey Kore’liler tarafından öldürülen 738 kişi ne için öldüler, ne için, sorma dedik ama?

İnovasyon, icat ve keşifler mi, “ne icadı, ne keşfi başımıza icat çıkartıp, eski köye yeni adet getirme” diyenleri duyar gibiyim…

Ha inovasyon mu?.

Nasıl yani, zaten ya ayıp şeyler düşünmen gerekir ya da günah.

İyisi mi?

Yarına Allah Kerim, nasılsa kaynağımız bol, hem de çok bol.

Ayıp ettimse affola, günaha gelince, bu kadar lakırdıdan sonra nasıl olsa işlemişimdir, hem zaten af için siz yetkili değilsiniz…

Hiç olmazsa 2007 umuda yolculuk için başlangıç yılı olsun, bu karanlık tünelden çıkmak için…

İyi seneler.

Fazıl Oral

Yorumlar 16

  1. FAZIL

    İbrahim,

    Merhaba şimdi okudum, yazdıklarından biraz mahçup oldum, sağ olasın biraz da beğenmenden dolayı sevindim az bir şey de üzüldüm, keşke daha önce okusaymışım.
    Bana istediğin zaman 0533 2906091 veya foral@mct.com.tr ulaşabilirisn,

    selamlar,
    FO

  2. ibrahim

    sevgili fazıl, biz harp okulundan devreyiz. o zamanda bir çok konuda girişken ve girişken olduğun konulardada çok başarılı olman benim hep için için sana hayranlık duymama neden olmuştur. sadece ben değil bir çok arkadaşım sana gıptayla, imrenerek ve bazen kıskanarak bakıyordu.

    üsteğmenken bir şekilde ordudan ayrıldın ve ülke hatta dünya çapında bir adam oldun. gelmiş olduğun bu konum sadece çok kitap okumakla olamaz diye düşünüyorum. sen doğuştan birçok yetenekle donatılmışsın. hiç bir zaman neşeni, espri yeteneğini ve kendin dahil herkes ve her şeyle alay edebilme özelliğini kaybetmedin.

    bizler yada benim gibiler sınıf subaylarının, takım k.larının baskılarından hep sindik. sonrasındaki hayatımızla ilgili korkularımız ve kaygılarımız bizim içimizdeki azıcıkta olsa varolan özgür duygu ve düşünceleri hep törpüledi.

    sonuç olarak sevgili arkadaşım, eğer yazılanları okuyorsan seninle tekrar tanışmayı ve yeni emekli olduğum için bundan sonraki hayatımda hiç olmazsa senin 1/3ün kadarda olsa mutlu ve kendim olmamı sağlayacak sihirli formülleri senden almayı umuyorum.

    16.bl.ten ibrahim özkul. arz ederim efenim.
    selam ve sevgilerimle.

  3. ersen

    Yazınızı dikkatle okudum,
    Bizim ülkemiz olsun başka ülke olsun bir yerde sorun tesbit etmek o kadar kolaykı; zor olan uygulanabilir çözüm üretmek daha zoruda bu çözümü uygulamaktır diye düşünüyorum,
    Bu konuda geçenlerde ekonomik kriz ile ilgili bir progrmda konuşmacılardan birisi sabaha kadar krizin sebepleri hakkında fikir üretebiliriz fakat 1 tek çözüm üretmek zor demişti.

    Bence bizleri çözüm önerileri konusunda aydınlatırsanız bu ülkenin genç nüfusları olarak sorunları değilde çözümleri tartışırsak daha faydalı oluruz.

    Belki birileri çıkar sizlerin veya bizlerin ürettiği çözümleri icraata döker.

    Maksadımız faydalı olmaksa çözüm ortaya koymadan sorunları tartışmak bence sorunun bir parçası olmaktır hatta yangın söndürmek yerine yangına odun atmakla eşdeğerdir.

    En korktuğum şey farkında olayım veya olmayayım faydam dokunur zarnederken zararımın dokunmasıdır. ” I hate to be just another brick in the wall “

  4. Kenan

    Yazınıza ilk cümlesinden son cümlesine kadar katılıyorum. Aldığımız eğitim sistemi öğrendiklerimizi sorgulamamızı da öğretmeye çalışıyor ne yazık ki.

    Fakat anlamadığım nokta : Milliyetçiliğin, din fanatikliğinin uç noktalarında bulunanların kendilerini sorgulamamaları. İnsan olduklarını ne zaman unuttular? Çocukken mi, yoksa sonra mı?

  5. beceriksiz

    Herşeyi bir bebeği sevmenin masumluğuyla karşılık beklemeden sevmekten kastım buydu. O sistem bütün insanlığı birbirine düşürmedi mi zaten sen ben kavgasıyla, yeter insanlar biraz da yaşasın izin verin demiyorum sadece karışmayın.

  6. erhan ekinci

    ‘Beceriksiz’ kardeşim; resuller ey insanlar tanrı yoktur, sadece Allah vardır demişlerdir… Eskilerin din dediği yaşam sistem ve düzenini iyice anlamanı tavsiye ederim… Çünkü anlarsan sadece bebeği değil, köpeği de timsahı da seversin kardeşim benim…

  7. volkanekinci

    Öncelikle yazınız için teşekkürü borç bildiğimi beyan ederim.

    İnsan doğasında iki genel karakteristik özellik olduğu kanatindeyim; birincisi inkar, ikincisi ise red yani reddiye dediğimiz eylem. Belki yazdıklarınıza bu açıdan yaklaşırsak güzel açılımlar yakalayabiliriz.

    Buradaki “günah” kelimesini “inkar” ile, “ayıp” kelimesini de “red” ile simgeleştirebiliriz ki, zaten her simgeye bir anlam kazandıran insanlardır. Aslında doğada her simge olması gerektiği gibi vardır, bunun kullanıcısı olan bizler, yani insanlar onu kavramlaştırma gereği duyduğumuz için, ona bir anlam yüklemeye çalışırız. Zaten bu da yine insanın genetik yapısından, DNA’sından meydana gelmekte olan bir özellik kanımca…

    Evet haklısınız; bana dokunmayan yılan bin yaşasın felesefesi geçersiz bir yöntem. Dedik ya simgeler, kavramlar… Aslında buraya yazılacak çok şey var fakat bunu Pink Floyd çok iyi özetlemiş bence; “Another Brick in the Wall” diye sesleniyor bir şarkısında. Sen de duvardaki başka bir tuğlasın, yani sen de o duvarı oluşturan herhangi bir tuğlasın.

    Burada iki önemli aşama daha çıkar karşımıza… Zaten hayat dediğimiz de çoktan seçmeli bir istek sistemi değil midir? Ya duvar olursun, ya da duvardaki herhangi bir tuğladan farkın olmaz.

    Bazı gerçeklerin hakikat üçgeni‘nin bizim beynimizde yer etmesini engelleyen şey önyargılı yaklaşımımızdır. Önyargılı yaklaşım komplike bir sistemdir; bir bileşimdir, bir 9 bilinmeyenli denklem -çözüm- kümesidir bazen…

    O halde çözüm nedir; biraz daha merdiven basamaklarını tırmanabilmektir, biraz daha sıçrama noktasını aşmaktır ve belki de yaşama birazcık olsun üryan gözlerle bakabilmektir.

  8. Tuğberk

    Gerçekten çok düşünceli ve doğru bir yaklaşım, eğer övünmek istiyorsak doğuştan sahip olduklarımızla değil, kendi yarattıklarımızla, insanlığa kattıklarımızla övünmeliyiz.

    Geleceğe “Allah Kerim”, “Kısmet”, “Nasip”, “Herkesin rızkını Allah verir” düşüncesiyle yaklaştıkça malesef geri kalmaya mahkumuz.

    Bir de konuyla alakalı olduğunu düşündüğüm Joseph de Maistre‘nin şu sözü var:

    ?Her millet layık olduğu devlete sahiptir.?

  9. beceriksiz

    Dinle gelen ahlak ve toplum kurallarına lanet olsun. Din olmazsa akıl kontrol edilemez mi, doğrular dinle mi paralel? Zarar vermedikten sonra, hatta versem de, kimsenin tanrı adına avukatlık yapmasını doğru bulmuyorum.

    Herkes kendi hayatını kendine verilen zamanda dilediği gibi yaşamalı. Hem de Ömer Hayyam gibi yaşamalı. Nereden geldik nereye gidiyoruz, görmediğimiz köyün hikayeleriyle zaman harcamayalım.

    Sadece sevelim bir bebeği, sevmenin masumluğuyla sevelim. İçten, samimi gerisi boş…

  10. Barış Baykul

    Bence günümüzde çok içe dönük, kapalı toplulukların bir üyesi olarak dünyaya gelen insanlar dışında herkesin elinde duvarların ötesini görmesine yardım edecek imkanlar var, eğer gerçekten isterlerse.

    Turnus‘un dediği gibi “Talih cesurdan yanadır”, engellerimizden kurtulmak için ihtiyacımız olan tek şey biraz cesaret göstermek bence.

  11. Begüm

    Yazınız çeşitli fikirlerin buluşması bakımından güzel, düşündürücü ama katılmadığım yerler de var.

    Evet duvarların arkasında yaşıyoruz, ne elimizi taşın altına koyabiliyoruz ne de o duvarı yıkabiliyoruz. Hayatımız doğru bildiğimiz kurallar, öğretiler çerçevesinde gelişiyor, tıkanıyor ve tekrar boyut kazanıyor.

    Hepimiz daha doğuştan roller ediniyoruz. Çocuk oluyoruz, delikanlı, genç kız, kadın, anne, baba, patron, işçi… vb bir sürü rolümüz var. Aynı anda bir çok rolü oynamaya çalıştığımız için haliyle roller karışıyor, ezberler unutuluyor.

    Unuttuğumuz bir şey daha var ki “hepimiz insanız.”

    Tüm hatalarımızla, zaaflarımızla, günah ve sevaplarımızla insanız ve her an incinmeye hazırız. Rollerimizi sevmesek de alışkanlıklarımız olmaya çalıştığımız kişileri devam ettirmeye zorluyor bizi. Bir gün de anneyim ama bu çocukla ilgilenmiyim ya da patronum işe gitmiyim diyemiyoruz, çünkü hayat kollektif bir oyun, biri rolünü unutursa diğeri hatırlatmak zorunda, tüm roller birbirleriyle ilintili.

    Bunun doğruluğunu tartışma konusunda ise katılıyorum, evet gözlerimizi farklı açılara odaklamalı, başımızı farklı yönlere çevirmeliyiz. Doğru bildiklerimizi tartışmalıyız, çok okumalı, çok dinlemeliyiz. Söylenen değil, söyleyen bir toplum olmalıyız.

    Kanuni tarihin en çok bahsedilen, en renkli hükümdarlarından biri, ama onun da zaafları, korkuları var. İnsan koca bir devleti, orduyu yönetebiliyor ama kendine karşı kayıtsız kalabiliyor. Mutlaka ki Kanuni’ye seçme özgürlüğü verilseydi bambaşka bir hayat seçebilirdi ama bazen seçimler kişinin tercihinden daha önemli ve daha kaçınılmaz olabiliyor.

    Sana olmayan bir ceketi giymeye çalıştığın ve içinde rahat olamadığın için davranışlarında da aynı durumu gösterebiliyorsun.

    Demek istediğim şu ki yapılan seçimler bazen tek seçenek kaldığı için yapılabiliyor ve sahnenin ortasında oyunu bırakıp gidemiyorsun. Yine de insan, düşünen, hisseden, üreten bir varlık olduğundan özellikle günümüzde daha detaylı, derin gözlemler, çıkarımlar yapabilir ve hayatına yön verebilir. Taşın altına elini koymak bazen duvarın yıkılmasına vesile olur ve yeni yollar çizilir.

    Daha duyarlı, daha düşünceli, daha derin bir toplum için “farkederek yaşamak” diyorum. Sevgiler…

  12. Emre

    Hocam, aklim karisti desem kizar misiniz ?

    Yazi anlamliydi, ama sonlara dogru bir müslümanlik havasi sardi :)
    Yazi icin tesekkürler, iyi günler…

Düşünceni Paylaş!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir