Yan yana iki gökdelen ve ikisini en tepede birbirine bağlayan 30 cm genişliğinde çelik bir halat. Burdan yürüyerek geç karşı tarafa; 100 YTL veriyorum dersem; hemen herkesin cevabı “değmez bu riski almaya, hem ben bırak o kadar yukarda olmayı, yerde bile olsa, dengemi o kadar uzun süre sağlayamayabilirim” olur.
Ayaklarını nasıl yerleştireceksin, kollarını nasıl tutacaksın, adımlarının uzunluğu ne kadar olacak, düşmekten nasıl korunacaksın… Kolay değildir gerçekten düz bir çizgi üzerinde denge sağlamak, üstelik çok yüksekte: 100 YTL için ise hayat riske edilmez.
Gelin değiştirelim ödülü.
Onun yerine, ben karşı tarafta sizin yeni doğmuş bebeğinizi bacaklarından aşağı tutmuş, sallandırıyor olayım. “Gel, geç karşı tarafa, kurtar bebeğini” dersem; bu sefer de hemen herkes gibi, nerdeyse gözü kapalı yürür ve geçersiniz karşı tarafa.Yapılan iş değişmedi: yüksek ve ince bir halat üzerinde yürümek. Değişen ise hedef; birinde düşmemek; diğerinde bebeğinizin hayatını kurtarmak.
Denge sağlamak ile ilgili bahsettiğimiz tüm konular ise sorun olmaktan çıktı; aklınız otomatik olarak gitmek istediğiniz yere varmak için vücudunuzun nasıl hareket etmesi gerektiğini buldu.
Çünkü, Jack Foster’ın “How to get ideas” kitabında söylediği gibi, hedefe kilitlendiniz.
Ezeli rakip Galatasaray‘ın önce 3 yıldız apoletini takması, dünyanın hangi ücra ülkesine giderseniz gidin Türkiye adının Galatasaray ile beraber anılması, bir İngiliz futbol büyüğü Arsenal’i finalde devirerek kazandığı UEFA Kupası Şampiyonluğu, dünya devi Real Madrid’i alt ederek Türkiye’ye getirdiği Süper Kupa…
Tüm bunlar gerçekten hırslandırdı Fenerbahçe camiasını. İşe de yaradı rekabet ve sonucunda dev adımlar atılmaya başlandı:
- Başarılı bir pazarlama stratejisi ile yarım sezon öncesinden satılan kombine kartlarla hemen her maçı dolu geçen muhteşem bir stadyum, harika idman tesisleri.
- Avrupa’da bu işi iyi yapan kulüpleri dahi kıskandıracak çeşitlilik ve kalitedeki ürünleri ile nerdeyse yok satan Fenerium Mağazaları,
- Türkiye’nin kendine has düzen ve şartlarını fırsata dönüştürme hakkında kitap yazabilecek bilgi, deneyim ve güce sahip başkan Aziz Yıldırım,
- Başkanın sergilediği otorite ve liderlik anlayışına hayran, elindeki manevi ve maddi gücü sonuna kadar takımı için vermeye hazır bir yönetim kadrosu,
- Daha önceki (şimdilik yurt içi ile sınırlı kalsa da) başarıları ile kendini kanıtlamış bir teknik ekip, Anelka, Alex, Appiah gibi dünya yıldızlarını içinde barındıran bir kadro,
- Sevgi ve bağlılığını, sadece takımını hiçbir zaman yalnız bırakmayarak değil, kulüp ne satsa satın alarak da gösteren fedakar bir taraftar topluluğu.
Peki neydi Fenerbahçe’de eksik olan? Nasıl oluyordu da yukarıda saydıklarımız yetmiyordu özlenilen başarıları getirmeye. Çeyrek asırdır alınamayan Türkiye Kupası, Galatasaray’ı her iki maçta da yenmesine rağmen kaptırılan Türkiye Şampiyonluğu, Avrupa basireti…
Fenerbahçe güçlendikçe egosunu da güçlendirmeye devam etmişti. Hor görerek, tepeden bakarak, tahrik ederek ve kavga ederek herkesi karşılarına almaya başlamışlardı. Belli ki “büyüdükçe küçülmek” yoktu Fenerbahçe’nin lugatında.
Artık sadece “ben ve diğerleri” vardı. Kibirli ve geçimsiz olmak “sıradan” olmanın ötesinde anlaşılmaz bir keyif ve tatmin veriyordu adeta. Küçük görmenin sonucunda, herkesin gözünde küçülmeye başlamak kaçınılmazdı.
İşte bu anlayış ve davranış tarzı tarafsız olmaları beklenilenleri bile yakınlaştırdı diğer kulüplere; en çok da ezeli rakip Galatasaray’a. Fenerbahçe’ye “zengin ve şımarık” imajı yapıştırıp bazı gerçek Fenerbahçelilerin bile sevgisini törpüleyen tüm olanlar – yani Fenerbahçe’de ne varsa Galatasaray’da olmayan, ne yoksa da var olan – Galatasaray’da “doping” etkisi yaptı diyor Ercan Güven Milliyet‘deki yazısında.
İşte o doping ile Galatasaray kilitlendi hedefe. Üstelik halat çelikten değil, pamuk ipliğindendi bu kez. Gelir gider dengesizliği ile çığ gibi büyüyen borçlar, aylarca ödenemeyen paralar sonucunda futbolcuların (hoşgörülen) isyanı, kapatılıp yeniden açılan içler acısı stad, Riva ve Seyrantepe’deki belirsizlikler, yönetimin zaman zaman gösterdiği beceriksizlikler, seçimler, elle kolla atılan gollerle açılan puan farkı, gol krallığında en büyük aday Ümit Karan’ın sakatlığı…
Hiçbir şey şaşırtmadı Galatasaraylı futbolcuları hedefinden. Onlar kilitlenmişti bir kere şampiyonluğa. Akılları otomatik olarak gitmek istedikleri yere varmak için vücudlarının nasıl hareket etmesi gerektiğini bulmuştu.
Taraftarın ise kafası karışıktı. Hatta Kanat Atkaya gibi koyu taraftar yazarların bile. İşte Kanat’ın Hürriyet‘deki samimi itirafı:
“Şampiyonluğa inancını dönem dönem kaybedenlerdendim. Bu şampiyonluk benim gibi inanmayanlara kaba tabirle kapak olsun; stop!
Galatasaraylı futbolcular, bu kulübün tarihinde en hayırla ve en büyük sevgiyle anılacak takımın üyesi oldukları için kendileriyle bir kez daha gurur duyabilirler; stop!Bu sadece onların hakkı; öptüm stop!”
Evet Kanat haklısın; bu tarifsiz zafer hiçbir zaman inançlarını kaybetmeyen, aksine her geçen hafta artıran futbolcuların hakkı… Analarının ak sütü kadar da helal.
Ercan Güven’in Galatasaray taraftarı ve Başkan Özhan Canaydın ile ilgili yaptığı değerlendirme ise çok farklı değil Kanat’ınkinden:
“Stadı, parayı geçin… Daha da önemlisi, Galatasaray seyircisi… Galatasaray resmen seyircisine rağmen şampiyon oldu bu sezon. O ne biçim başlangıçtı öyle… Ali Sami Yen protestocularının bir tanesi bile inanmıyordu bu güne. Niye?
Çünkü başkan başkana benzemiyordu!..
Ne masaya yumruk, ne rakibe taş, ne de federasyona aba altından sopa vardı arkadaş…
“Coştur bizi” diyorlardı, onu bile yapamıyordu.
“Kızdır”… I-ıh…
“Tahrik” yok… “Tehdit” yok.
“Ağır baş” ağır geliyordu tribünde hafiflemek isteyenlere.
Ne oldu peki? O beğenmedikleri başkan ve yönetimi, tarihi bir şampiyonluğa imza attılar. Tarihi!.. Çünkü Fenerbahçe yüz yıllık tarihinde olmadığı kadar “tahkim” edilmişti. Peki… Başkan Canaydın’ın şahsında Galatasaray’ın “politikası”na karşı olan Galatasaraylılar ne yapıyor şimdi? “Fikri takip ediyorlar”!.. “Şampiyonluğu kazanan futbolcular” diyorlar. Ana fikir olarak haklılar. Şampiyonlukları sadece ve sadece futbolcular kazanabilir. Golü ancak onlar yer, onlar atabilir. Lakin o futbolcuları bir arada tutan, başlarına hoca koyan ve hepsinden sorumlu olan başkandır. Sayın Canaydın’ın sorumluluklarına 180 milyon dolar civarında bir borç da ekleyin ve asla hakkını yemeyin. Ayıp olur…
Canaydın, bu ülkedeki “yozlaşma” sürecinin bayraktarlığını yapan kulüp yöneticiliği gibi çok özel ve çok kritik bir uğraşın çıtasını yükselten adamdır son dönemde… Örnek alınırsa – ki, yönteminin başarılı olduğu kanıtlanmıştır – Türkiye’ye çok büyük bir iyilik etmiş olacaktır. “Son Mohikan” gibi ortadan kaldırılırsa, herkes çok pişman olacak ve zaman zaman geriye dönüp günah çıkartmak için adı Süleyman Seba’nın yanına yazılacaktır.”
Sezon: 2005-2006…
Zalim Yorumcu Can Dark, Milliyet‘te Nilay Yılmaz’ın köşesinde güzel bağlamış konuyu:
“Al yanaklı utangaç lig bitti… Manzara nettir: Aslan kral, Cimbom şampiyon. Az para çok inanç denklemi, bir sezon boyunca bıkıp usanmadan verilen mücadele, dayanışma, takım ruhu kazandı. Galatasaray’ın zaferi, hangi takıma gönül verirseniz verin eğer “oyun“un kendisini çok önemseyenlerdenseniz, bu zamanların ruhu olan rasyonel ekonomik gereklilikler gibi laflar sizin de içinizi çok ferahlatmıyorsa, başka bir futbol özlemindeyseniz, kesinlikle önemli bir zaferdir, güzeldir.”
Teknik yetkinliği limitli olsa da, Gerets’in ‘duygusal zeka’sının nasıl ‘sertlik ve kibir’i alt edebileceğini ve Galatasaraylı futbolcuların “hedefe kilitlenmenin” ne olduğunu herkese yaşayarak öğrettikleri; süprizleri, dramatik anları ve muhteşem finaliyle… Unutulmaz bir lig oldu gerçekten.
Fotoğrafların duyguları kelimelerden daha iyi ifade ettiği, hak edilmiş bir şampiyonluktu zaferin de adı. Sarısıyla, kırmızısıyla; alınlarının akıyla.
Yorumlar 11
her şeyden önce hedef koymak asıl mesele hedefi olan insan her durumda başarıyor istediğini
Söylemeden geçemeyeceğim. Geçen sezonun başında sıkıntılı günler yaşıyorduk. Dost Fenerbahçe’nin ikinci başkanı Sayın Nihat Özdemir, kendi sorumluluk alanında olmasa bile, “Bizi örnek alsınlar, düzlüğe çıkarlar” dedi.
Biz de aynen uyguladık. Birinde üzüldük, birinde sevindik. Avrupa kupalarında örnek aldık: sıfır çektik. Türkiye Ligi’nde örnek aldık: şampiyon olduk.
Bir hüzün, bir sevinç. Yine de teşekkür ediyoruz.
20 Temmuz 2006
Ergun GÜRSOY (Hürriyet/spor)
İlk anonim yorumdaki “Yani Fenerbahçe için köprünün ucundaki 100 milyon tl ile yeni doğmuş bebeği devamlı dış etkenle birlikte değişiyor.” gözlemi herşeyi anlatıyor esasında.
Alper’in yorumundaki şans faktörüne katılıyorum tabii ki. Ancak unutmayalım ki şans genelde daha çok isteyenin yanında oluyor. Yoksa; Denizli maçının son dakikalarında, ceza sahası içinde Appiah’a rakip oyuncu tarafından verilen “al da at” pasının golle sonuçlanmamasını da sadece şans faktörü ile açıklamak mümkün müdür?
“GS hedefe kilitlendi, inandı ve FB’yi yenip şampiyon oldu diyebilseydin sana katılacaktım.” şeklinde yazan arkadaşım esasında çoğu Galatasaray’lının hislerine de tercüman olmuş. Her nekadar iki ezeli rakibin aralarındaki maçların sonucu çok önemli (ve değerli) olsa da, şampiyonluk matematik hesabı ile belirleniyor.
Diğer bir anonim arkadaşımız da oldukça uzun içini dökmüş, Fenerbahçe’nin başından geçtiğine inandığı olumsuzlukları yazmış. Doğrudur. Galatasaray düştüğü ekonomik ve yönetsel sıkıntılar için nasıl kendi içine bakması gerekiyorsa; Fenerbahçe için de bu sayılan olumsuzlukların nedenini kendi içinde araması gerekli.
Şampiyonluk heyecanın son maça kadar devam etmesi bu yılı unutulmaz kılacak gerçekten. Ancak, lütfen şampiyonluğu son 90 dakika ile sınırlamayalım. Bu maç son maç olması itibariyle tabii ki önemlidir. Ancak hakemlerin “şaka gibi” dememizi sağlayan tesadüf kararları ile alınan, elle atılan veya elle kurtarılan goller sayesinde kazanılan puanların da, bu son Denizli maçının “belirleyici” maç olmasında katkısı büyük olmuştur.
Ve son olarak;
Sayın Başkan Aziz Yıldırım’ın “İstifa ediyorum; bu sefer çok düşündüm, kararım net, daha önce olduğu gibi geri dönmeyeceğim, kimse ısrar etmesin” açıklamaları ile – Galatasaray’ın şampiyonluk gündemini – değiştirme stratejisi yine başarılı olmuştur. Galatasaray’ın bu sık tekrarlanan stratejiye karşı hala bir deneyim kazanamamış ve B Planını devreye alamamış olması ise hüzünlü bir durumdur. B Planı maalesef yoktur.
Çünkü Galatasaray’da herkesin saati hala 20:45’e takılı kalmıştır.
Ercan Güven’in Galatasaray taraftarı ve Başkan Özhan Canaydın ile ilgili yaptığı değerlendirmeyi de koymuşsunuz. Sn Ercan Güven Galatasaray taraftarlarını hiç anlayamamış. Yapılan protestoların Canaydın’ın kişiliğiyle alakalı olduğunu düşünenler yanılıyor. Başkanlığı süresince gerçekleşen olaylara protestoydu bu. (Sahip Som, Seyrantepe, Basketbol, Terim, Hagi..) Canaydın’a duyulan bu güvensizlik kazanılan şampiyonlukla unutulmayacaktır. Nedense bu son haftada gelen bu şampiyonluktan sonra Sn. Canaydın’ın efendiliği önplana çıkartılıp başarılı gibi gösterilmeye çalışıyor. Ama Galatasaray taraftarları gerçeği biliyor ve kimse Galatasaray taraftarlarına rağmen şampiyonluğun kazanıldığını söyleyemez. Bu şampiyonluk inanan futbolcuların ve onlara inanan gerçek Galatasaray taraftarlarınındır.
Sonuçta, beğensem de, beğenmesem de, emek verilmiş her iş için emeğin sahibi tebrik etmek önemli bir ilkem. Yazarın eline sağlık. Fakat, yazının girişinde verilen örnekler ile varılmak istenen nokta son derece ayrışıyorlar.
Elbette Galatasaray’ın Türk futboluna çok fazla emeği geçti ve bunu kimse inkar edemez. Etse de, görünen köy kılavuz istemez, güneş balçıkla sıvanmaz. Ama şu var ki; rakebetin güzelliği, kendin kazanıyorken yekdiğerine kaybettirmektir. Ve, her sene olduğu gibi bu sene de olan budur. Galatasaray’a 100. yılında ağız tadıyla şampiyonluk yaşatmayan Fenerbahçe, bu sene aldım dediği şampiyonluğu bir maçlık kötü performansıyla kaybetmiştir. İşte bu noktada herkes elini vicdanına koyup düşünmelidir: Bir maçlık kötü bir performans ve gelmeyen bir gol müdür bunca eleştirinin sebebi? Aksi olsa, şimdi bunlar yazılabilir miydi? Hedefe kitlenmişlik ve övülen ruh, Fenerbahçe maçlarında neredeydi? Evet, Fenerbahçe imkanları bol olan bir kulüp. Resmi rakamlara göre de, son sekiz yılda yaklaşık %5500 büyüme gösterdi. Türkiye’nin en iyi yönetilen sportif şirketi. Peki, onca gelirleri ve hep bahsedilen Lig ve Avrupa başarılarına rağmen, Galatasaray’ın içine düştüğü yoksunlukların suçlusu Fenerbahçe midir? Ve, bu tabloya bakarak, yıllar öncesinden 100. yıl hedefi ve sonrasına kitlenen Fenerbahçe mi şampiyonluğu hırs yapmıştır? Yoksa, tüm olumsuz şartların ters tepmesiyle gaza gelen bir Galatasaray mı bunu yaşamıştır? Bu soruya, Hasan Şaş örneği incelenerek kolayca cevap bulunabilir. Gözden kaçan bir diğer nokta da, Galatasaray için hedefin tekliği, Fenerbahçe için çokluğudur. Tromso yenilgisiyle Avrupa macerasının son bulması, Fenerbahçe tarafından Türkiye Kupası’nın dışına itilmek, Galatasaray’ın hedefinin birlenmesine sebep olmuştur. Peki, üç kulvarda uzun süre yarışan ve yazıda geçen Ümit Karan’ın sakatlığı örneği neden Fenerbahçeli Anelka, Nobre, Kemal, Önder gibi oyuncular için verilmemiştir? Onların ki sakatlık, Fenerbahçe’nin yaşadığı olumsuzluk değil midir? V. Manisa maçında tahrik edilmemiz, stadımızın kapatılması, Denizli maçında seyircinin top oynatmaması, Deniz Valiliği’nin Denizli-Fenerbahçe maçı için bilet alacak kişiler ikâmetgah istemesi, 17 takımın ağız birliği etmişçesine “Şampiyonluk adayımız Galatasaray’dır!” demeleri, Adnan Polat ve Yıldırım Demirören’in birlikte yemek yemeleri, İlhan Cavcav’ın bir büyük camiayı teröristlerle eşdeğer tutması, Yıldırım Demirören’in, aldıkları kupayı hastahaneye götürüp, TFF Başkanı Ulusoy’un babasına hediye etmesi, kaçan şampiyonluk sonrası, Uğur Dündar’ın Aziz Yıldırım hakkında bulduğu askerlik için çürük raporu ve Fenerbahçeli üç yöneticinin iş ve özel yaşamlarına dair bir takım kaset ve belgelerle bizzat Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından Başkanımız Aziz Yıldırım’ın ikna (aslında zorla) edilerek istifa ettirilmesi, hakkımızda her gün çıkan binlerce asılsız ve uydurma haberin hepsi birer olumsuzluk değil midir? Elinizi vicdanınıza koyup da söyleyin: Yıl boyu parasızlıktan dem vurdunuz ama bakın eski yöneticiniz Ergun Gürsoy, 25.05.2006 tarihinde Zaman Gazetesi’ne verdiği beyanatta ne diyor: ?Artık futbolcuların bu parasızlık edebiyatını bir kenara bırakmaları lazım. Biz en zor dönemlerde bile oyuncularımıza el altından ödeme yaptık. Kulüp içindeki dengeleri bozmamak için bunları kamuoyuna açıklamadık. Kendimizde olmasa bile sağdan soldan bulduğumuz paralarla oyuncularımızı zor durumlarda bırakmamaya çalıştık. Zaten ekonomik sıkıntılar sadece bizde yok. Her ticaret kurumunda böyle şeyler yaşanabilir.? Peki şimdi sorarım size: Her fırsatta şampiyonluğa motive edilen ve görünürde para sıkıntısı çeken Galatasaray mı bu mücadeleyi hırs yapmıştır, yoksa, şampiyon olduğu birçok yıldan fazla puan toplamasına rağmen bir maç ve golle şampiyonluğu kaybeden Fenerbahçe mi hırs yapmıştır? Hangisi başarılı, hangisi başarısızdır? Şampiyon oldunuz, hayırlı olsun. Ama unutmayın, “İnsanın en güçlü olduğu an, ölmeden önceki son anıdır.” ve siz bunu yaşadınız. Şimdi şampiyonluğunuz örtsün bakalım şampiyonluktan başka kazanımı olmayan Galatasaray’ınızın üstünü. Her şeye rağmen bunu dilemem ama sizleri bekleyen zor günlerde Allah yardımcınız olsun.
Bu olay GS-FB rekabetinin çok dışında. Sadece motivasyonla da açıklanabilecek bir şey değil.
Alper’e bir konuda katılıyorum. Şans da çok önemli. Ancak tüm faktörler senin lehine gerçekleşirken, senin bunu değerlendirebilmiş olman önemli. Bu sene 2 takım arasındaki fark bu oldu. Ancak dediğim gibi, bu sadece GS-FB ile alakalı bir şey değil. Pek çok FB taraftarı GS’ın dış faktörler sayesinde şampiyon olduğunu ifade ediyor. Oysa onların yapmaları gereken tek şey Denizlispor’u yenmek ve herkesi susturmaktı…
Garip bir yıl oldu. Ama bizim açımızdan keyifli bitti…
o zaman;
şimdi herkes susacak…
biz eğleneceğiz…
GS hedefe kilitlendi, inandı ve FB’yi yenip şampiyon oldu diyebilseydin sana katılacaktım.
Tüm olumsuzluklara ragmen elde muazzam bir basari var. Bunu ne ile aç1klariz bilmiyorum. GS hep, maddi açidan çok kötü oldugu zamanlarda basari gostermekte. Incelenesi. Eller dert görmesin ve GS’nin basarisini 2007’de de bekliyoruz. Bizden alinani, almak icin!
Beklediğim gibi güzel bir yazı olmuş. Elinize sağlık. Her ne kadar Fenerbahçe’liler gerçekleri kabul etmemekte inat etselerde, onlarda sonucu iyi biliyor. :)
Düşüncelerinin çoğuna katılmıyorum. Hedef belirlemek, amaca ulaşmak için değişne motivasyonlar ve bu motivasyonların sonuca ulaşmak için olan etkisi, katıldığım kısımlar. Ama bu örnekler FB-GS örneği için geçerli değil bence. Fenerbahçe’nin “kontrolsüz güce dönüşmüş hırsı, GS’yi kamçıladı” diyorsun özetle. 4 gol yemekse bu kaçmılamanın sonucu ayrı. GS’nin FB’yi geçerek şampiyon olmasında, GS dışında herkesin payı ve katkısı vardır. Denizli’nin vardır, Manisa’nın vardır. Ama GS’nin yoktur. Olayı bu kadar komplike değerlendirmeye de gerek yok; son maçta, sadece 90 dakikalık stresi iyi yönetememiş futbolcular, ilk yarı kalecinin çok büyük başarılarla kurtardığı pozisyonlar sonucu açıklıyor aslında. O pozisyonlardan birisi gol olsa, FB şampiyon olacak, bu yazılan yazı da geçerliliğini yitirmiş olacaktı. Veya son saniyede BJK kalecisi Cordoba’nın hediye ettiği gol, GS’yi şampiyon yaparken; hiç bir yönetici, hiç bir teknik adam, yukarıda bahsettiğin gibi planlı bir yönetim stratejisi izlememişti.
Şans faktörünü değerlendirmek de lazım. Şansa inanırım, aksi taktirde rakiplerimin başarılarını nasıl açıklardım :)
Hedefe kilitlenmek örneğini düşünelim.
Fenerbahçe için, üzerinden geçilmesi gereken bir köprü var. Ama karşıdaki hedefin ne olduğu belli değil.
Ta ki, GS UEFA kupasını aldı o zaman Fenerbahçe için de hedef bu oldu.
GS almasaydı, ne olurdu onu merak ediyorum.
Yani Fenerbahçe için köprünün ucundaki 100 milyon tl ile yeni doğmuş bebeği devamlı dış etkenle birlikte değişiyor.
Böylece, 100 milyon için karşıya koşturan adam, aşağı düşen yeni doğmuş bebeği için kılını kıpırdatmıyor.
Durum budur.