A: Tunnçç :)
T: (:
A: hayatımda ilk kez düzgün bir dergide yazıyorum.
al görürsen bir yerde. adı: ___
T: tamam alırım tabii ki
bu arada neden telefonlarını açmıyorsun
sonradan aramıyorsun da…
A: yılbaşını ucu ucuna görebildim.
kafam odun gibiydi.
T: ne biçim adam oldun sen istanbul’a gelince?
A: sen ne ettin yılbaşında
çılgın partilere mi aktın**
T: yok baba sende öncelik kaymaları var
A: :( evet biliyorum
T: seviyorum seni yine de o ayrı
A: hayatım böyle. “gerçekten” psikologa gitmeyi düşünüyorum
T: sen takmazsan, seni takan da az olur baba
farkındasın zaten
A: abi evde mal gibi duruyorum ve farkındayım bunun.
misal __ olayı sallaya sallaya yalan olacak gibi.
yüz yıldır seni görmüyorum, yüzyıldır bir dolu arkadaşımı aramıyorum.
T: hep aynı bahanenin arkasına saklanma
yakışmıyor sana
bak şöyle diyim
3-5 denemede ulaşamayınca ve sen de geri dönmeyince
aaa yeter dedim, bil.
A: iyi dedin.
galiba beni sen böyle tedavi edebilirsin.
“vicdan azabı” durumu bende garip bir safhada.
T: hangi vicdan? :)
A: evet. evet. şu an hayatımım içine edildiği an oldu.
ehi :(
T: hayat hep tercih baba
neyi seçtiğimizin sonucunu biliyoruz
seçmediklerimizi ise bilmiyoruz doğal olarak
sen de seçimlerini yaşıyorsun
A: yeni yıla girerken dilek tutulur ya, aşağı yukarı böyle bişi diledim.
düzen diledim yani.
abi ben düzensizim. sorunum bu.
peki sana soruyorum şu an, bir abi olarak soruyorum.
T: düzen diil sorun, öncelik sıralaması…
A: bilemiyorum. bu çok büyük bir problemim, ciddiyim.
bu duruma zannettiğinden o kadar daha çok kafa yoruyorum ki inanamazsın
T: şu an böyle diyorsun
20 dakika sonra unutup eskiye dönüyorsun
yaz abi önceliklerini
ne önemlisi ise sende
yaz bir kağıda.
A: bazen şey diye düşünüyorum:
ben acaba “egoist” miyim?
T: düşünme, öylesin :)
A: şu an bile bu sıralamayı ezberden yazarım. ama iş “icraata” gelince, batıyorum.
teoride herşey ok, ama pratiğe gelince benim gündelik sıkıntılarım, benim o “anlık” önceliğim hepsinin önüne geçiyor.
T: o zaman yalan o sıralama, olması gerekenle, gerçekten inandığın farklı senin.
şöyle bir sıralama örneği mesela:
1. sevgilim
2. ailem
3. albüm çıkartmaca
4. ilk sergimi açmak
5. birinci çember dostlarım
bu sadece bir örnek, sana uygun olmayabilir.
ve bir müddet her gün bu listeye bak, ben bugün bunlarla ilgili ne yaptım?
A: anladım. hayvan gibi de haklısın.
ama bu sıralamayı “istemiyorum” ki. pöf.
yani hep böyle bir şeyleri “kaçırdığımı” hissediyorum.
benim sorunum bu sanırım.
bu yüzden içinde bulunduğum ana dair “konsantrasyonum” kayboluyor.
bu yüzden o an “yapmam” gereken şey yerine, sonrası için planlar yapmak ve bişileri geleceğini kurmaya çalışmakla uğraşıyorum.
john lennon’ın bir sözü var:
“hayat, siz bir şeyler becermek için planlar yaparken, kaçırdıklarınızdır.”
bunun kanlı canlı örneğiyim.
T: kardeşim, işte dedim ya tercihler hayat..
senin seçimin diğer yönde
A: hep aklımda bişi var, ama ne bunlar oluyor, ne de ilerliyor.
ben de hep olduğum yerdeyim.
T: yaşa onu
devam et yani
A: ama böyle bir seçim yapmak istemiyorum ve bundan kurtulmak istiyorum.
sorun bu.
T: kaçırdıklarını nasıl olsa bilmeyeceksin
dolayısıyla dert de etmeyeceksin.
egoist tarafın “ee napalım” diyecek
A: dert ediyorum abi.
etmem mi yani.
seni msn’de gördüğümde sana bişi yazmak için on dakika düşünüyorsam bu bir sorundur.
“ulan yine ağzıma sıçcak, çok eşeğim” falan diye.
ve bu sadece sana karşı değil. pek çok insana.
en çok sana belki ama bu konuyu konuşabileceğim de bir sen varsın.
ulan şu an var ya, inanılmaz bir terapi oluyor.
baya bişi keşfediyorum.
T: nereye kadar kaçacaksın?
dua et de çok değer verdiğin biri ölmesin bu aralar
vicdan azabını o zaman görürsün.
A: yuh :)
T: evet, aynen böyle düşüneceksin işte birinci ve ikinci çemberdekiler için
A: bu arada sen gittin mi kontrole*
T: korktum gitmedim, haftaya gideceğim.. neyse salla şimdi bunu… konu bu değil.
A: git, vururum yoksa seni :)
aha işte benimki gibi abi bu da;
korkuyorsun, bir şeylerin ağır biçimde değişmesinden falan.
böyle bişi olabilir mi*
T: :)
A: olm vallaha ya bak, çok dertliyim.
bana life koç ol. sana her ay bir bira ısmarlarım.
ücrette de anlaştık :)
napıyorum lan şimdi ben…
geçen gün aklıma ne geldi biliyor musun, bir terim:
kendimle ilgili:
olayı açıklayan:
“kişinin kendini kör etmesi”
olayım budur.
T: iyi teşhişmiş!
A: buradan da şu çıkıyor: bir şeylerin “farkında” olmak, “yetmiyor.”
biraz “sezgi”, biraz “etki”, biraz “eğilim” lazım.
ben de bunları düzeltme konusunda bir “eğilim yok.”
onu yaratmam lazım.
hayatım boyunca disiplinsiz bir adam oldum.
bu yüzden çok fazla şey yapabilecekken, “hiçbir şeye” dönüştüm.
şu an bir sıfatım yok lan.
neyim var yani.
sikindirik hayaller peşinde koşan bir grubum,
sıradan bir okulum, kötü bir ekonomim,
iyi bir sevgilim var.
genel resim olarak (+)sı yok.,
sana da böyle sürekli anlatıyorum da, “üzerine kusuyorum” gibi oluyor.
kusurumu bamya.
sokratik yönteme döndü: hastayı konuştur, konuştur ki, kendi görsün!
T: sen zaten hep kendini gördün baba
onda sorun yok
sorun şu:
gördüğümden rahatsız olmam lazım diyorsun ama gerçekte değilsin…
o yüzden de değişmeye odağın ve önceliğin olmuyor.
zaten neden değişesin ki?
esasında içten memnunsun
sadece dışa vurunca bir hassiktir oluyorsun o kadar.
bunun da etkisi çok kısa ömürlü.
o zaman değişme.
iyi böyle!
A: ya hayır abi. baksana iyi bişi değil.
sen böyle nası kızıyosun, nasıl “üzülüyorsun.”
ben bu haldeyken, çevremdeki insanlar “üzülüyorlar” abi.
ben bunu yapamam. yapmamalıyım.
en azından seninle muhteviyatımızdaki samimi muhabbetten ve içten içe güvenden kelli, sen çat diye söylüyorsun.
ya diğer insanlar bunu da yapamıyorlarsa*
yani aslında çoğu insan ya böyle hissediyorsa**
ben böyle bir adam değildim abi.
ben böyle oldum.
T: senin albüm çıkmaz, sevgilin senden ayrılır, çok sevdiğin birini kaybedersin..
bu kafanı duvara vurma ötesi parçalanması demek olur ki,
o zaman o hassiktirin ömrü uzar.
başkalarının üzülmesini salla.
sen önce kendini üzme.
unutma, sen böyle mutlu olduğun için böylesin.
o yüzden diyorum devam et…
kafan parçalanacak nasıl olsa bir gün…
yaşayarak öğrenen bir hayvanız hepimiz…
sadece bazılarının 3-5 yaşaması yetmiyor,
o kafanın parçalanması gerek illa ki.
sen öylesin.
A: değişeceğim ulan sana inat değişeceğim.
adama diyorum değişmek istiyorum napıyım, o da bana böyle kal diyor.
hırs mı yaptrmaya çalışıyorsun*
T: kendini anlık memnun etmeye çalışma
bekle kafanın parçalanmasını
zaten de öyle olacak
A: sanat sepet olayı uzadıkça uzuyor, boku çıktı, tadım kalmadı; annemlerden bu yaşa gelip de her ay milyonlarca lira para almaktan utanır oldum, okulum bok gibi, sergiye yetişemiyorum, yani eğitim anlamında da memnun değilim, ailemle yıllardır beraber yaşamıyorum iletişimsizlik oluşmaya başladı, arkadaşlarımı ihmal ettim için bana kırılanlar yüzleri binleri buldu, sevgilim de “hiçbişi yapmıyorsun” diyerek üstümde.
bundan daha güzel bir anlık travma olamaz.
T: “anlık” işte
yetmez sana.
A: zaten bu patlamanın sebebi de bu travma yani.
yeter bence.
yani şu an yetmiş gibi geliyor.
T: “şu an”
A: yahu “kurtuluş” diyorum la; olm yol nedir yani* yaşına ve tecrübene istinaden soruyorum.
ne yapmam lazım* bana “böyle kal” deme şu an.
başka bişi de.
A: dedim onu başta
otur, öncelik listesi yap kendine
hayatının öncelikleri
en fazla 5 tane.
A: ok. işte bunu istiyorum.
T: sonra o öncelikler için neler yapacaklarını yaz
yanlarına tarih veya sıklığını yaz
sonra her hafta o listeye bak,
yanlarına notlar al
sonuçları yazmaya başla
A: 1. içimdeki insan circle’ı —> sevgilim ve aile
2. geleceğe yönelik kültürel atılımlar —> sanat sepet olayları
3. arkadaşlarım —> ihmal ettiklerim ve kaybedemeyeceklerim
T: olmaz öyle
çok geniş laflar bunlar
net olacak yazdıkların
keskin olacak
A: daha bu listeyi bile yapamıyorum.
T: 1. sevgilim gibi
özellikle ilk 3 madde keskin ve net olsun
sonraki 2 madde biraz daha geniş olabilir
A: ok yapacağım bunu
doğru şekilde yaparsam sonucu da doğru olur
T: birinci çemberdekiler diyebilirsin mesela
ama yanlarına onların isimlerini yaz
orada 5-6 kişiden fazla olmasın, yalan olur yoksa
A: şu an bütün ışıkları açtım.
bu işe başlıyorum hocam.
obama gibiyim.
sloganım: change.
ben kaçıyorum.
T: ok
A: biraz kafa toplayacağım.
öpüyorum gözlerinden ve onbin kez teşekkür ediyorum.
T: rica…
A: sevgi + saygı
T: paşam, bu msn konuşmasını kaydet
ileride belki okur, nostalji yaparsın.
A: okumasam da, en azından anı niteliği taşır gerçekten :)
ki zaten omurilikten konuştum. ezberledim sayılır.
T: eyvallah :)
A: hatta sen de fikir atölyesinde yayınlasana.
T: hmm
A: benim durumumda olan çok adam var, çok iyi olur.
T: peki.
Yorumlar 51
Dün, bugün ve yarın… Şu soruyu soracaksın kendine, her bir periyodu kendi anındalığında yaşarken: “Bugün kendim ve yaşamım için ne yapıyorum?”… Ondan sonra da, oturup (takkeyi-küllahı önüne koyarak) düşünecek ve kıyaslayacaksın artık “dün” olmuş her bir “bugün”ü ve henüz “yarın” olmamışları da ona göre planlayacaksın. Farkında ol ve hatırla ki; “bugün”kü durumun (kendin ve yaşamın için) “dün” yaptıklarının ya da yapmadıklarının bir sonucudur. “Yarın”ını da (yine kendin ve yaşamın için) bugün yaptıkların ya da yapmadıkların belirleyecektir. Kendi geminin kaptanı olmak böyle bir şeydir; çok da zor bir şey değildir; hâlâ nefes alıp verebiliyorsan, kafanın içinde bir yerlerde hâlâ daha bir parça olsun düşünce üretebiliyorsan; bunu yapabilirsin.
Şunun altını çok kalın bir şekilde çiz ve kafana iyice yerleştir: Eğer sen varsan, idrak ediyor olduğun o yaşamın (iyi ya da kötü) bir “anlam”ı vardır senin için ve sen sırf o “anlam” uğruna kendin ve yaşamın için mutlak bir şeyler yapabilirsin. Eğer, sen yoksan, yaşama atfettiğin herhangi bir “anlam” filan da olmayacaktır doğal olarak.. Ha, senin olmaman ise (ne anlamsallık, ne de işlevsellik bağlamında) yaşamın zerre kadar bile bi tarafında (!) olmayacaktır; bunu da bil yani..! Onun için, eğer varsan ve hâlâ yaşıyorsan, bunun gereğini dibine kadar hissederek yerine getireceksin ve kendin için, güzel şeyler yaşamak için (kıçını biraz oturduğun yerden kaldırmak zahmetine katlanarak) bir şeyler yapacaksın, evlat..! Şunu da ekleyeyim (kafanın içindeki soruya yanıt olsun): “Evet.. Fazlasıyla değer..!”
Pingback: Hayallerin Peşinde, Umutsuz Bir Boşluk! « Şevket ERER
Pingback: Hayallerin Peşinde, Umutsuz Bir Boşluk! | Blogir.Net
Pingback: Bencillik… | Can Erdoğan
ekmek kırıntısı+bir yudum su+bir tutam sevgi+silme acı=50 yıl
Son umudum sensin. sen osun, sen yüreğimin üç aylık kira borcu birikmiş işgalcisisin.
.sen, sen, sen ne tatlı bir şeysin. Seni var ya…
1. Bilirim, ne kiranı ödersin, ne de ben sana çık git gönlümden diyebilirim. ARTIK kararımı verdim. senin olsun. herşeyim. YALNIZCA gözlerime son bir kez bak. Gözlerinde kendimi göreyim, avuçlarımla yanaklarını tutup dudağını uzun uzun öpeyim. SONRA seni kollarıma alıp gözbebeğinin uçurumundan atlayayım. 31.7.2009 saat 07. enver keçelioğlu
dünyaya gelmiş ve gelecek hiçbir insanın parmak izleri ve alın yazıları aynı değildir.
eşitlik kağıt üzerindedir.Yer yüzünde eşit iki canlı yoktur.
İnsanoglu dünyaya gözlerini açtıklarında eşitirler. İnsanlar doğduklarıyla değil tercihleriyle yargılanmalıdırlar. Hiçbirimiz anne bababmızı dinimizi milletimizi kendi öz irademizle belirleyemeyiz. Bireyler yalnızca seçimleriyle yargılanabilir.
bu dert yıllardır sürmekte maşallahı var bişey kaybetmıo kendısınden. herseferınde kendımce yeni şeyler düşünüyorum bu sefer kesin yapıcam diyorum başlıyorum yarım saat sonra pufffff. hergün ama hergün bi insan bunu düşünür yinede değişmez mi. hatta şimdi ders çalışmam lazım sabahtan uyandım çalışmak için ama bomboş bissürü şeyle ugrastım evden dışarıda çıkmadım ama hiç çalışmadım. halbuki calısıp ıkı saatte calısmamı bıtırıp yanı ıstıkrarlı olup kendı kendını yememek var.eğer bu sınavdan geçemezsem okulumun uzayabilir ve zaten okulumda uzayan yıldayım. sonra pişman olcaımıda biliorum. ama yok yine çalışmıyorum.
şuan yurtdısındayım 1 yıldır ispanyadayım. ve yaklasık 2 hafta sonra ulkeme döncem. buraya gelirkende bu sefer başka olcak dedim ılk bı kac ay aştım kendımı ama sonra ben aynı ben olmuyo ne beklıorum hep bıseyler eksık zaman mekan onemlı dııl. eskıden hayalını kurduum bazı seylerı elde etmıs olsamda eksık hıc tam bı mutluluk soz konusu dııll. bazen dıorum iman eksiklii mi acep kendımı dine mı versem oda uzun surmuo ne beklıorum ben yaaa hala saatlerımı ölduruorum orda burda saçma sapan bissuru dizi ızledım.nese uzadıkca uzuyo bu yazı zaten hep yazdıım konustuum seyler.. bi farklılık yaratmıo yanı hayatımda bu seyler.
acaba hep aynı yönnden mı dusunuyorum ne nesse ben kacar sacmaladım accık:)) sagolun msn yazısmanızı paylaştıgınız için ama olede abartılcak bişe yok konusmada yanı hıc duymamıs gıbıler yorumcular. hanı kendılerınde vardır bıde baskalarındada aynı problmın var olduunu gorunce kendılerıne yoldas bulmus gıbı olurlar ya zaten etrafımız bole tıplerle dolu bu sefer hakkaten kactım ders çalışcam. bu sefer bi gelmek bilmedi:))
hoşçakalın…
Ne kadar cok kisi varmis makaledeki kisiyle benzer duygulara sahip.
Ilk once psikologa gidilir, giderim dersen zaten kaybettin; hemen yapicaksin ilk bos zamaninda. Bence, kendin ve icindeki sen (bilinc alti) yasadigin savaslarda, yani yapmak isteyip aslinda istememek durumlarinda tek cozum kendi elindekileri kendin almak.
Sevgilin mi var beni bi sure gorme, sana para veren ailen mi var; onlardan size para vermemelerini isteyin. Elinizde sizi hayata baglayan bir sey kalmadiginda, en cok sevdiginiz seylerden uzak olunca her seyin degerini anlarsiniz. Deger gelirse bilinc alti sahip oldugunuz salsatalardan kurtulur.
Ben tembel bir insanim ama yanlizca fiziki anlamda, gerekli bir sey olursa yaparim 2 haftada bir terapime giderim 2-3 ayda bir danismanima giderim. Her seyin cozumu dusunmektir.
merhaba tunç bey, aslında çok güzel bir konuya değinmişsiniz. ama anlamadığım bişey var, şu öncelik listesini biraz daha açabilirmisiniz. yani gerçektende çok güzel bir yazı olmuş ama benim içimde bu yazıyı tamamlamak için bu öncelikler listesini biraz daha açarmısınız cvp bekliyorum. thank
Atalet halinden sıyrılıp eyleme geçme vakti geldiğini anlamış sevgili A. :) “zararın neresinden dönülürse kardır.” değil mi?. ben de kötü bi halde hissetmesem de kendimi tekrar bi gözden geçirdim yaptıklarımı yapacaklarımı, ne kaybederim ki dedim…
arkadaşınız olmak istiyorum, walla ben sizi hiç ihmal etmem:)
böyle arkadaş bulup da bunayan hıyarlara da siz hıyarsınız diye bağırmak istiyorum müsadenizle:)
Çok hoş bir muhabbet bu, çok da güzel bir yazı çıkmış.
Benzer sorunlar gerçekten bir çok insanda var, sanırım bende de biraz var. Hayatta öncelikleri liste yapmak da güzel, ama pratikte işe yarar mı bilemiyorum.
İnsan sanırım tümüyle değişmeye karar vermedikçe bazı şeyler olmuyor.
Ama “Change” sloganıyla değişmeye başlamak sanıyorum ki gerçekten insanı teşvik ediyor. Masamın sağını soluna “Change, Now” yazıp, birkaç saat kafa yorup bir eylem planı, bir de öncelik listesi yaparsam sanırım bana çok faydası olacak.
Bu arada, konuşmanızın üstünden 2 ay geçmiş. Merak ediyorum, arkadaşınızda bir değişme oldu mu?
Pingback: Bencillik… | GI-IOST
Her Zaman diyorum ki bu sefer çalışıcam bu sefer yapıcam ama işte ne aradan biraz zaman geçiyor gene herşey aynı. Tunç Abinin dediklerini bi yere not alıcam:D
“Yirmi yaşındaki bir insan, dünyayı değiştirmek ister. Yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını bilir.”
Clarence S.Darrow’dan da bir söz yazarak noktalayalım:)
arkadaş depresyon aşamasını da geçmiş… allah yardımcısı olsun.
“Hayat bir işinize yaramadıysa, anlamsızca geçtiyse, onu kaybetmekten neden korkuyorsunuz? Daha yaşayıp da ne yapacaksınız?
Sizin hatırınıza dünyanın bu güzel düzenini değiştirecek değilim ya? Ölmek, yaratılışınızın şartıdır; ölüm sizin mayanızdır. Ondan kaçmak kendinizden kaçmaktır. Sizin bu tadını çıkardığınız varlıkta yaşam kadar ölümün de yeri vardır. Dünyaya geldiğiniz gün bir taraftan yaşamaya, bir taraftan ölmeye başlarsınız.
Bize bağışladığı hayatı kemirmeye başlar ilk saatimiz.”
(Seneka)
“en iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur,
sırf uzaklasmak icin.
ve geride kalanlar
birinin onlardan uzaklasmayı neden isteyebilecegini
bir türlü tam olarak anlayamazlar”
Bukowski.
sanırım şuan ihtiyacım olan şey buydu…. yaşadığım şeyi tek başıma yaşamadığımı görmek…. ve sakin olmayı denemek…
bu rahat batması değil… güzel sanatların hangi dalında olursanız olun, etrafınızdaki çember ve kafanızdaki çember… ve tabii ki istediğiniz çember… birbirine geçiyor… ve arada sıkışıp kalıyorsunuz….
kimseyle konuşmak istemiyorsunuz… çünkü neler olduğunu ve nereden anlatmaya başlamak gerektiğini pek kestiremiyorsunuz… idealist olmak ve hırs çok başka şeyler… birilerinin üstüne basıp yükselmektense, tırnaklarınla bir noktaya varmak.. hiç kolay olmuyor… kendinle savaşını göremeyenlerse: karnın tok sevgilin var sağlıklısın anan baban iyi daha ne istiyosun rahat mı batıyor derler….
yazdıklarımı toparlayamayacağım şu an… teşekkürler tunç.
elinize sağlık tunç bey….
Belki harekete geçmek için biraz olsun yardımcı olur…:)
fastcompany.com/node/45909
efferim!siz de böyle olun;kendinize acımayın?
Harekete geçme zamanı.
Doğru bulduğum şeylerin üzerinden ”Evet lan! İşte budur” demek, yetersiz kalıyor ve çoğumuz bu coşkuyu yaşayıp, yine esas sorunlarımızın anlık uğraşlarında boğuluyoruz. Çoğumuz diyerek kendimi güvenli bir bölgeye aktarma çabam da gözlerden kaçmıyor. İşte bu çoğunlugun ayak izleri ve yemek kokan lobilerinde dolanmak yerine; cebimizdeki çakmağı çıkartıp diğer kapılardan içeri girmek gerekiyor.
Korkmayın, her odada bir lamba bulunuyor.
Sağol Tunç. Uzun süren bir konuşma sürecindense, bir doktorun reçeteyi yazışındaki rutin güvenle bana bu yazıyı okumamı önerdiğin için.
Bu durumda olan bir çok insandan biriyim. Bende bir çırpıda okudum. Kendimi gördüm adeta.
Bu yaz öyle bir kapattımki kendimi,hiç ama hiç kimseyle görüşmedim. Yazın sıcağında perdeleri çekip ısrarla çalan kapı hiç ama hiç umrumda olmadı. Aç kaldım ekmek almaya çıkmadım üç gün. 5 ay bu durum devam etti. Bir gün tam nefessiz kalıp ölmek üzere olduğumu anladım ve kendimi dışarı attım, bir saat kadar rotasız yürüdüm. Yürürken de bolca düşündüm. İl dışına bi yakınıma gitmeye karar verdim.1 haftalık bu gezi benim dünyaya bakışımı değiştirdi.
Şimdi ise 2 gündür çok sevdiğim ve hayatımda olmazsa olmaz diye düşündüğüm arkadaşımla kırgınlık yaşıyorum. Aynı duruma düşmek üzereyim. Nefes alamıyorum. Bu kez kim kurtaracak bilmiyorum. Çünkü bundan öncekinden o elimden tutup kurtarmıştı…
Bakıldığında çoğunluk aynı dertten muzdarip gibi görünüyor ve buna kendimi de dahil ediyorum :)
Kendimi hep eleştiririm tıpkı “A” gibi.. Ama bunu düzeltmek için harekete geçemem hiç.. Evet abi budur olay; içten içe memnun olma durumu. Karşında yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler diye 2 şık var ve sen hangisini seçiyorsan eğer öyle yaşıyorsun. Arada bir hassiktir olma durumu da tamamen dışarıdan gelen tepkiler, başkalarının hareket halindeki başarıları vs..
Ara sıra böyle hayıflanırsın ve bu böyle gider.. Hareketsizlik.. Değiştirmek çok zor.. Belki kafan ezildiğinde heyytt lan diye koyulursun önceliklerinin başına..
Belki de hepimizin bir tane life koç’a ihtiyacı vardır, kimbilir :)
Hayatta sadece bir tane insan gösterin ”Ben kötü olmak için yaşıyorum” diyen.
Selamlar Tunç bey ve sevgili A. gerçekten çok etkilendim ve burada bizimle paylaşmayı seçmeniz ayrı bir takdir konusu.
Kararsızlık ve bir şeyleri hep ertelemek ve sonradan pişman olmak hepimizde var insani bir duygu. İyi, kötü seçimler yapıyoruz ve mutlu olacağımız yerde keşke başka türlü davransaydım acaba daha mı iyi olurdu hayatım diyoruz. Ne mutlu sizin Tunç bey gibi abiniz var, umarım her zaman mutlu olursunuz ve herkes doğru seçimler yapar.
Bu arada izniniz olmadan bu güzel yazınızı başka bir sitede paylaştım arkadaşlar için, artık hakkınızı helal edin. Umarım kızmamışsınızdır. Sevgiler.
Demek benim gibi aynı dertten muzdarib olanlar varmış. Yaklaşık 1 senedir ben aynı durumdayım :) sizler ne zamandır öylesiniz ya da o zamanları geçenler ne zaman süre bu durumda oldular bilemicem ama gelgitlerle normale dönsemde hala atlatamadım o durumu. Tunç Bey’in de dediği gibi “o kafanın parçalanması gerek illa ki.” Belki öyle olması gerekmez. Yani ben elimdekilere bakıyorum mutluyum. Yani Allah’a şükrediyorum ama hala birşeyler eksik ve ben onu bulduğumda dirilip “asıl” ben olucam.
Umarım seninde kafan parçalanmadan kendi var olduğun durumdan kurtulabilirsin ;)
Teşekkürler paylaşım için
artık bir cevap hakkına sahip olduğuma inanıyorum.
seyretmek çok zevkli tabii ki, eğlenceli bile. tabii ki bazen acı verici. hatta üzücü: kendim için değil, başkaları için.
tabii ki çok zevkli:
kendi adıma bir şeyler keşfetmek, kendimi sorgulamak değil; adem oğlunun nereden nereye gittiğini görebilmek adına. ki bu da, bir anlamda kendini keşfedebilme cümlesine referans veriyor sanırım. ve öğretilerin en büyüğü, “dışarıdan” değil, “içeriden” geliyor.
insanların, basitçe kurgulanmış, olağan refleksleri vardır. olmak istediğiniz, insanların görmesini istediğiniz siz ile, aslında olduğunuz kimseler arasında, o insanların süperegoları kadar mesafe vardır. ve bu mesafenin açıklığının, bilmeden de olsa, açık edildiği; güçlü görünmek isterken, şişirilen kasların suni kudretinin “fıs” diye söndüğü anlar. ve asıl “self imposed blindness” (ki bunu, Tunç yazısında “kişinin kendini kör etmesi” diye çevirmiş.) budur. çünkü bu bir reflekse dönüşmüştür. bahsetmek istediğim refleks de aşağı yukarı budur.
bu yazıyı okuduktan sonra, bu refleksi gösteren insanları kınayacak, onlara kızacak halim yok. hatta haddim yok. herkes istediği şeyi düşünebilir; yeter ki, kendi karanlığının farkında olsun. umarım bu yorumları yazan herkes, kendisiyle ilgili bir şeyleri görebilme imkanı bulmuştur.
bu hikaye sıradan bir hikayedir. çoğunuzun kafasında kurguladığı gibi biri de değilim açıkçası. iyi bir okuldan mezun oldum, iyi bir ailem var, oldukça iyi de bir çevrem: ve bunların kıymetini biliyorum. çoğu insanın, kolaylıkla elde edemeyeceği bir hayatı, bugüne dek, sadece çalışarak ve düşünerek elde ettim. bu bağlamda, bu kıymet, daha da kutsal ve tutunulacak bir hal alıyor.
insanda bazen, bu tip karanlık anlarda, kendini duyabilmek için, sesinin başkalarının duyması gerektiğine dair garip bir inanç oluşuverir. yorumlarda da bahsolunduğu gibi, çoğumuz bu tip zamanlardan geçmiştir. bu zaman dilimi benim için, ilginç bir teste dönüşüverdi. aynen bahsolunduğu gibi %100 bir açıklık ve şeffaflık söz konusu. ve buradan baktığımda, çok ikili bir manzara ile karşılaştığımı farkettim. dışarısı ve içerisini aynı anda görmek ve kıyaslamak imkanı insanı garip bir muhasebeye sürüklüyor.
fazla uzatmak da istemiyorum aslında. tunç ile yapmış olduğum bu konuşma, kimilerince çok sıradan, kimilerince de hayata dair zor görülen pırıltılar ve fikirler taşıyor olabilir. benim bu konuşmadan ne aldığım, benden neler götürdüğü, tabii ki sadece beni ilgilendiren bir meseledir. uzun yıllardır, mesleğim gereği bu tip konuşmalara maruz kaldım, objesi ve nesnesi oldum. bu noktadan kelli, “ben başımın çaresine zaten bakıyorum, siz merak etmeyin” demek mümkün kendi adıma, fakat bu ana kadar kimsenin yorumlarında yazmadığı belki de unuttuğu belki de farketmediği bir durumu tekrar hatırlatmak gerek: “hiç kimse, bir diğerinden daha çok acı çektiğini iddia edemez. sadece bazılarının eşiği, diğerlerine nazaran yüksektir ve herkesin acısı kendine dairdir.”
hiçbirimiz unutmamalıyız;
özne olduğumuzu zannettiğimiz durumlarda ve konuşmalarda, belki de nesneyizdir.
hepimiz.
gönlünden kopan cümlelerini, arı hislerini ve arı aklın ürünü yaşamsal teorilerini buraya yazan, okuyup geçen, durup durup tekrar okuyan herkese, dünyanın her zaman zannettiğimizden kalabalık bir yer olduğunu hatırlattıkları için teşekkür ederim. umarım her şey hayal ettiğimiz gibi olur.
sevgilerimle,
a.
Sevgili A;
Ne kadar şanslı bir insan olduğunun farkında mısın? Bir derdin, bir sorunun var ve bunu burda paylaştın Tunç aracılığıyla ve seni hiç tanımayan bizlerden %100 şeffaf yorumlar alıp kendini dışardan görebiliyorsun. Bu kaç insana olur? Arkadaşına derdini anlatsan ne kadar objektifim dese bile bu kadar net olabilir mi?
Bence bu şansı kendi lehine çevirip kullanmalısın. Hatta ben de bi ara Tunç’la yazışıp burada okumak isterdim nasıl görünüyorum diye:)
Bence çok güzel olmuş.
Hadi kalk şimdi silkelen; bitik, kendi kendini mutsuz eden, doyumsuz, egoist bir insan gibi duruyorsun burdan ki öyle olmadığını düşünüyorum.
Böyle olmasını istemeyiz herhalde değil mi?
sevgili ‘a’ adına uzuldum, karamsar insanlara dayanamıyorum kendimde bunu aşıncaya kadar çok uğraştığım. ben de eski koyu bir karamsar olduğum için belki de karamsarıklara dayanamıyorum hele yapılabilecek hala bişeyleri kalan insanların karamsarlıklarını anlamak güç gerçekten.. her insanın hayatında bir dibe vuruş oluyor, olmazsa zaten toparlanamıyor insan hiçbir zaman. bu arkadaş da boyle bir durumda anladığım kadarıyla..
arkadaş sevgili dost kardeş hepsi olmalı mutlaka ama insan yalnız başına bir birey olmadıktan ve kendi sorunlarını kendi çözemediği sürece hep sorunlar yaşar karşılaşır.. ve aile olmazsa olmazım kendi adıma onlara o kadar düşkünüm ki, uzaktayken anladım değerini. aile insanın herseyi.
Yapıcı yazılarınızla çok şeyi değiştirdiğinizi duymuştum, bu örnek de bunlara somut bir delil oldu. Çok teşekkür ediyorum.
Bi şeyi çok merak ettim, neden? Tunç sen neden bu arkadaşından vazgeçmiş değilsin?
değişim
benim göbek adım.
ama hep iyi yönde olmuştur, yani çocukluktan bu yana geliştirmişimdir kendimi ve son nefesimi vermeden de yine öğrenebileceğim şeyler olduğuna inanan biriyim.
yazıyı görünce tabi ki yine okuyacağım dedim, yazılarını seviyorum sevgili tunç, zaten blog açma isteği bende yarattığın bir “acaba” dan kaynaklandı daha yeniyim bilgim varla yok arası ama sanıyorum 1-2 sene içinde (sıkılmazsam:)) güzel bir sayfaya dönüşebilir.
asıl konuya döneyim:)
artık oku oku kişisel gelişim kitaplarını kafan fikir ve proje üreten bir makinaya dönüştü ama birini seçip artık yeter deyip bu minimum birikiminle bir işin ucundan tutmam lazım. yazında ki A. arkadaşımıza bir de kararsızlık eklesek aha benim ruh halim derdim ki yüzde doksana yakın aynı durumdayım
geçenlerde bitirdiğim Mümin Sekman’ın “Kişisel Ataleti Yenmek” kitabından sonra elime kağıt kalem alıp önceliklerimi; yapılması gerekenler ve aciliyeti olan ama daha önemsiz şeyler olarak iki ayrı katagoride belirterek yazmalıydım:) yazmalıydım diyorum çünkü henüz tam netleştirip (karara bağlayıp) sıralamış değilim belki üstünkörü yazdım.
işte, sayfana bu diyaloğunuzu koyman bana göre tesadüf değil tekavuftu
umarım herkes bir şekilde faydalanır…
teşekkürler güzeldi.
şimdi çoookkkkkk işim var ufaktan başlamak şart =]
sevgili tunç,
üzgünüm ama arkadaşın değişmeyecek. en azından yakın zamanda. kendimden biliyorum:) ben böylelerine (kendim de dahil) gönlü yorulmuş diyorum. hayat bizi yoruyor. depresyon desen depresyon değil ya da başka bir hastalık. sadece yorgunluk. işlerden, ilişkilerden eskisi gibi tatmin olamıyoruz.
benim önerim küçük çocuklarla biraraya gelmeye çalışsın. çocukların yaşam enerjileri, gözlerindeki merak ışıltıları hiç bitmiyor ve bulaşıcı. 2 yaşıdanki yiğenim benim için en büyük terapi.
Eline Sağlık Tunç ağabey, hayat dersi gibi oldu vallahi.
Çok önemli bir soru… Ben ne istiyorum?
“Rotası olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım etmez”
Ne istediğimizi bilemez isek gerçekten nereye gideceğimizin de önemi yok şu 2 günlük hayatta…
Ağabey bu arada senin bir hastalığın mı var? Lütfen korkutma sevdiklerini, bak binlerce insan seni çok seviyor ve önemsiyorlar, ne gerekiyorsa yap lütfen tetkikler muayeneler falan…
Gerçekler sabit ancak biz onların gerçekliğinin farkına varıp değişmesini dilersek ancak değişim şansını yakalayabiliyoruz, onun için senden ricam sevdiklerini üzmeyesin emi, senin sayende birçok kişinin hayata bakışı ve duruşu değişiyor… Bir nevi kamu hizmeti sayılır seninki hatta ondan daha da kutsal ve yararlı…;) Varlığın daim olsun sevgili ağabeyciğim…
Yazında bahsettiğin gibi insanın sevdiği şeylerden mahrum olup da onları kaybetmesi gerçekleri görmesine yetiyor da artıyor bile…
Keşke senin ile yüzyüze sohbet edebilme imkânına sahip olsa idim, inanıyorum ki konuşacağımız ve paylaşacağımız birdolu şey olurdu… Kendine iyi bak, hoşçakal canım ağabeyim…
Hmm daha vahim durumda olanları da görmüştüm :)
Yalnız, taktikler güzelmiş, bravo.
İnanamıyorum….
Resmen terapi görmüş gibiyim. Bütün yazıyı okudum ve dedimki bu adam bana benziyor ya da bayan her kimse ama benziyor işte…
Ne yapacağına karar veremeyen, kendindeki potansiyeli bilen ama bundan korkan, gideceği yola bakıp; acaba ilerde pişmanlık duyar mıyım sorusunu sürekli soran, deli cesaretiyle atılacağı hayalleri olan ama korkan biri olmuşum…
Disiplinsizlik mi benimki kararsızlık mı? Öncelik sırası yapmak yetmiyor bana, zaten önceliklerimi biliyorum ve uyguluyorum, birinci çemberi kaybetmek demek daha da derin bir boşluk demek…
Bana sağlam bir amaç gerek…
Gücümü göstermem gerek…
Son olarak;
Düştüğünüz boşluk sandığınız kadar derin değildir aslında; çıkmak için tutunmaya çalıştığınız ip kısadır…
Aman Tanrım… İçim şişti…
A’nın durumu bana çok tanıdık birini hatırlattı… A ben miydim? Kendimi gördüm, 20’li yaşlarımdaki halimi, hadi itiraf edeyim, 30’ların başını da. Ondan daha iyi durumdaydım, çalışma açısından, para kazanma açısından ama kendimden kaçma, potansiyelimden korkma açısından onun gibiydim. Çok korkunç bir durum… Kendinden kaçmak, kaçmak, kaçmak, kendi gücünden korkmak. Başarısızlık içinde rahat olma, başarıdan korkmak, gerçekten gerçekleştirmekten korkma… Çok güzel bir yazı….
Aşağı yukarı 20’lerin sonundayken, gittiğim bir mimar ve astrolog bana şöyle bir şey anlatmıştı. Ben mimarım, bir binayı tasarlarken o bina üzerine saatlerce düşünürüm çünkü düşünmek gerekir, ama gerçekte hayatım hakkında, ne istediğim, ne yapmam gerektiğini, bunun için nasıl davranmam, nasıl yollara çıkmam gerektiği konusunda bir binayı düşündüğüm kadar düşünmediğimi fark ettim. Kendi hayatımı düşünmeye çizdiğim bina kadar bile zaman ayırmadığımı fark ettim. Bunu fark ettiğimde, kendi tanıma yolculuğumda astroloji ile tanıştım dedi.
İnanılmaz etkilenmiştim çünkü düşünmüştüm ki, gerçekte kim olduğum, gerçekte ne istediğim ve istediklerim, önceliklerim konusunda aslında hiç kafa yormamışım. Yorduğumu düşünüyorum ama yormamışım. Öylesine hayatın akışına bırakıyorum, hayır hayatın akışına bırakmak iyidir ama şöyle iyidir, yapabileceklerini sonuna kadar yapar, potansiyelinin sonuna kadar gider ve sonrasını da akışa bırakırsın…
Neyse uzun lafın kısası, yazı çok çarpıcı. Aslında biraz da korku filmi gibi. Gerçekte eğer A, hayatı hakkında ciddi olarak düşünmezse, belki 10 yıl sonra korku filmi gerçek olabilir… Neyse belki çok ağır oldu ama bu yazı bam telimi buldu galiba. Neyse ki, aklım başıma geç geldi ama geldi… Neden herkes bu kadar geçiksin ki?
Bir zamanlar bir dizi vardı, benim çocukluğumda, ben çok küçüktüm ama yabancı dizide üniversite öğrencilerini, sanıyorum 68 hareketini anlatıyordu. Hayal meyal hatırlıyorum ama sloganı aklımda kalmış… Şimdi bu yazının sonuna pek de güzel oturuyor, o yüzden yazıyorum…
Lider bağırıyordu, gençler yanıt veriyordu:
– Ne istiyoruz?
– Özgürlük
– Ne zaman
– Hemen şimdi!
Evet hayatımız için hemen şimdi!
Tunç abi öncelikle bu yazışmayı bizlerle paylaştığın için teşekkür ederim. Yazılarını sürekli takip ediyorum ve çok faydalı buluyorum.
Life coaching servis ücreti olarak o arkadaşın 1 bira ısmarlıyorsa ben 2 biraz ısmarlıyorum.
Guide’im olur musun=))
Hangisini yazacağıma karar veremedim; siz istediğinizi seçin!
“Bilmek yetmez; uygulamalıyız
İstiyor olmak yetmez; yapmalıyız.”
Leonardo da Vinci
“Devekuşu yüke gelince ‘kuşum’ der,
Uçmaya gelince ‘deveyim’ der.
Türk Atasözü
“Bencillik, canınızın istediği gibi yaşamak değil
Başkalarından sürekli kendi istediğiniz gibi yaşamalarını talep etmektir.”
Oscar Wilde
Bu arkadaşın yaşadığı durumu bir kez yaşadım ve bir kez kendimi toparladım. Nasıl mı? Hayatımda büyük bir değişime giderek. Istediğim hayatı sürmek için cesur bir karar alıp arkasında durarak. Adım gibi eminim ki Tunç Abi’nin bahsettiği liste yöntemi sadece geçici bir çözüm olacak ve yavaş yavaş eski haline geri dönecek.
Çünkü bahsi geçen arkadaş yaşaması gereken hayattan memnun değil, o yüzden de kendi hayatını yaşıyor. Ikisi birbirine uymadığında da bu tür problemler yaşıyor. Istemediği bir bölümde okuyorsa, istemediği bir yerde yaşıyorsa, istemediği işlerle uğraşıyorsa, istemediği bir hayatı yaşamaya çalışıyor demektir ve bu konuşmalar bunun doğal sonucudur.
Insanın yaşamak istediği hayatla, yaşaması gereken hayat örtüşürse, her şey yolunda gider zaten. Bu arkadaşın yaşaması gereken hayat, yaşamak istediği hayat değil. Tunç Abi’nin de “sen zaten bunu istiyorsun” demesinin altında yatan anlam da bu sanırım.
Bir insanın hayattan beklentisi ile, hayatın ondan beklentisi aynı olmalıdır.
Bir insan hayattan iyi bir müzisyen olmayı beklerken, hayat ondan iyi bir mühendis olmasını bekliyorsa, muhtemelen ne iyi bir müzisyen ne de iyi bir mühendis olamayacaktır. Belki; yarım bir müzisyen ve yarım bir mühendis olabilir. Bu da onu mutlu etmez.
Sanırım A’nın hayatında büyük ve cesur bir değişimin zamanı gelmiş.
Bol şans =)
Tunç kusura bakma ama biz buna halk arasında rahat batması diyoruz.
Arkadaşın biraz aşırı refahın pençesine düşmüş.
Sevdiği insanlar listesine bakınca da anlıyorsun durumu.
Çok zengin bir adam ölümünden önce servetinin büyük bir kısmını bağışlamış.
Çocuklarına ne bıraktın demişler.
Hiçbir şey yapmayacak kadar değil bir şeyler yapabilecekleri kadar bıraktım.
Zamanla düzelir. Üzülmesin.:)))))
Hayatta insanları hep kendimden önde tuttum… Ama son üç senede anladım ki hayatta aileden başka hiçbir şey önemli değil… Bir tane gerçek dost ve ailem bana yetiyor…
Lise yıllarımda akrabalarımla pek görüşmezdim, ayda yılda memlekete gittiğim zaman görürdüm onları… Son iki senedir, hemen hemen her gün onları aramaya çalışıyorum, konuşuyorum, hayatlarına kendimi dahil etmeye çalışıyorum.. Kaybettiğim zamanın acısını çıkarmak istercesine… Bazen oturup annemin, babamın bir gün bizi terk etmek zorunda kalacaklarını düşünüyorum…
Dünya başıma yıkılıyor adeta…
Eğer illa bir Circle oluşmalıysa, bunun içinde mutlaka ama mutlaka aile olmalı… Onlarsız hayatın tadı olmuyor… Aşk sevgi bir şekilde yolunu buluyor, ama ailenin yeri dolmuyor…
Bu durumda çok fazla insan var ve dürüst olmadıklarından dolayı bir dostun aramasını ve sözlerini bile haketmiyorlar.
Tunç farketmişssindir bir süre sonra sen de yoruluyorsun neden bu çocuk sorunlu olmayı karakter edinmiş diye. Karşıdan çaba görmeyince sen de “aman be yetti diyorsun 3-4 kere arama olayındaki gibi” tüketim çağındayız metaları olduğu gibi öncelikle kendimizi ve çevremizdeki insanları da tüketiyoruz. Herkes istediği hayatı yaşar. Allah yardımcımız olsun.
Not: Ben de bununla alakalı bir yazı yazacağım bugün beklerim oraya da.
Dostlar iyidir, destek olurlar, arka çıkarlar, gerektiğinde işini gücünü bırakıp sana koşarlar. Ama öyle dostlar var ki, üzünce sağlam üzerler. Üzülmekten de kendini alamazsın, yakındır sana, dostundur senin.
Umarım A.’nın değişimi Obama’nınkinden farklı ve daha sağlam olur. ”Yes, I can” şiarından daha büyük ciddiyet isteyen bir prosedür.
Aynen valla. Arada bazı yerlerine göz gezdirdim ”acaba Tunç’la benim konuşmam mı bu” diye. O kadar fazla benzerlik taşıyoruz bu kişiyle. Parçaları birleştirme konusundaki üstün yeteneğimden dolayı bu kişinin kim olduğunu da tahmin ettim. Hatta yüzde yüz eminim. Ama söylemem sorun olabilir, bu yüzden bende kalsın :)
Öncelik listesi yapmak ve haftada bir ona bakmak; ilkokulda, ortaokulda ”pazartesi 12-13 arası türkçe, 13-13.30 arası mola, 13.30-15.30 arası matematik, 15.30-16.30 arası tv izle” gibi içeriklerin olduğu ve odamızın duvarlarına astığımız; ama sadece astığımız ve hiçbir zaman uygulamadığımız programları hatırlattı bana. Sanırım ben bu listeyi hiçbir zaman yapmayacağım çünkü uygulamayacağımı biliyorum.
Hayatım boyunca sorumsuz bir adam olarak kalmak istemiyorum. Ama öyle olacak gibi. Din değiştirebilirim, ama karakter değiştirebilir miyim, onu hiç bilmiyorum!
Teşekkürler Tunç.
Onca yıllık dostlarımla ilgili yaşadığım sıkıntının bir örneği. İçtenliğini kaybedenler, soğuyanlar… Bazen ben de kendimi sorguluyorum hani dostlarımdan çok mu şey bekliyorum diye ama ne kadar kendimi üzmeyeyim diye başka açılardan düşünmeye çalışsam da sanırım acı gerçek şu öncelik kayması…
Az önce rüyamda bu dostlarımla bir arada muhabbet ediyorduk. Uyandım uykum kaçtı ben de bilgisayarıma sarıldım ve bu yazıyla karşılaştım =) Tunç abi tam zamanında gelen bir yazıydı, teşekkür ederim…
Bir çırpıda okudum ve sona geldiğimde -tabii ya gerçekten öyle- dedim. Başkaları için değil kendimiz için yaşamak lazım deriz ya bazen unutuluyor. Teşekkürler bu yazı için.