Binlerce reklam kirliliği arasından sıyrılabilen, yaratıcı iletişim yapan markalara saygım büyük olsa da, son zamanlarda reklam dünyasına karşı daha bir tedirgin durmaya başladım.
Herkes en iyi, en yeni, en paranın karşılığını veren, en eğlenceli, en kaliteli, en büyük, en size yakışan, en en en…
Bu suni dayatmalar işe yarıyor olmalı ki; bizler etkilenmeye devam ediyoruz, onlar da ısrara…
Banner’lar izin verirse web’de dolaşabilir duruma geldik. Sinemada film için 30 dakika beklemeye alışkınız artık. Ekranda reklam arası program seyretmeye, radyoda bağırış çağırışların arasında müzik dinlemeye çalışıyoruz.
Bakalım rüyalarımıza reklam pompalamayı beceren teknolojiyi ne zaman bulacağız…
Markaların, dolayısıyla reklamcıların derdi aynı. Bizlerin önce beyninde ufacık da olsa bir yer etmek, sonra da (eğer becerebilirlerse) yüreğimize konuşarak beynimizdeki yerlerini yönetmek ve büyütmek.
Yani bizden bir parçayı almak, kendilerine mal etmek. [Yazarken kulağıma bile kötü geldi bu!]
Reklamlarda gördüklerimiz, duyduklarımız bizim hayal dünyamız oluyor. O şampuanı kullanınca güzel kadın, o kıyafeti giyince seksi erkek oluyoruz. Aynaya bakma sakın; benim kıyafetlerimi giy, reklamlarda gördüğün manken gibi olduğunu hayal et, yeter. Oldu!]
İşin ilginç yanı, sonradan aynalar da doğruyu söylemez oluyor. Beynimiz gördüğünü de yönetmeye başlıyor. Başka insanlar olmaya başlıyoruz. Reklamlar bizi biz olmayan kişiliklere sokuyor. [Çünkü birileri – gerçekte bizim ihtiyacımız olmayan – ürünlerini satacak, pazar payını büyütecek, para kazanacak…]
Onlar hepbir ağızdan “n’olur beni seç” diye yalvarırken, ben de ben olmaktan çıkıyorum!
Tıpkı Tyler Durden’in Fight Club’da dediği gibi:
“Bizler tüketiciyiz. Bizler bu saplantılı yaşam tarzının yan ürünleriyiz. Cinayet, suç, yoksulluk… böyle şeyler beni ilgilendirmiyor. Beni magazin dergileri, 500 kanallı tv, iç çamaşırımın üzerindeki isimler, roganie, viagra, olestra ilgilendiriyor.”
“Reklamlar bizi arabaların ve giysilerin peşine düşürdü; ihtiyacımız olmayan şeyleri satın alabilmek için nefret ettiğimiz işlerde çalışıyoruz.
Biz tarihin üvey evlatlarıyız. Hayatta ne hedefimiz var, ne de yerimiz. Biz ne bir Büyük Savaş yaşıyoruz, ne de Büyük Buhran. Bizim savaşımız ruh dünyamızda; bizim büyük buhranımız, kendi hayatlarımız.
Televizyonla büyütüldük ve bir gün hepimiz milyonerler, film yıldızları veya rock yıldızları olacağına inandırıldık. Ama olmayacağız ve bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz ve feci şekilde asabımız bozulmuş durumda.”
“Sen; yaptığın iş değilsin. Bankada kaç paran olduğu da değilsin. Kullandığın araba değilsin, cüzdanındakiler değilsin, sıçtığımın uniforması da değilsin. Sen bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden zırvalığısın.”
“Sahip oldukların, sonunda sana sahip oluyor.”
Bunlar beni ben yapanlar değil. Olmamalı!
İşimiz zaten zor! Sürekli bir şeyleri seçmek durumunda kalıyoruz:
“Hayatı seç. Mesleğini seç. Kariyerini seç. Aileni seç. Kocaman sıçtığım bir televizyon seç. Otomatik çamaşır makinesini, arabanı, cd çalarını ve elektrikli konserve kutu açacağını seç. Sağlığını, düşük kollestrolü ve diş sigortanı seç. Sabit faizli mortgage ödeme planını seç. İlk evini seç. Arkadaşlarını seç. Rahat kıyafetlerini ve onlara uyan bavulunu seç. Sıçtığım farklı desenlerden yapılmış üç parçadan oluşan takım elbiseni seç. Bir pazar sabahı ne bok olduğunu düşünmeyi ve evde montaj yapmayı seç. Televizyonun karşısında koltuğunda oturup o salak programları seyrederken tıkınmayı seç. Sonunda da sefil bir evde yalnız başına çürüyüp gitmeyi ve yetiştirdiğin bencil gerzek veletlere yerini bırakırken, kendi altına etmeyi seç. Geleceğini seç. Hayatı seç.”
Neyi seçersek seçelim, öğrendiklerimizi yaşayabileceğimiz ikinci bir hayatı “seçme” şansımız ise olmayacak!
Başkalarının bize yakıştırdığı değil, kendi hayatımız. Şimdiden…
Yoksa bizler…
Hayal dünyamızı yönetmeye çalışanların dayattıkları seçimlerden ibaret miyiz?
Yorumlar 30
Pingback: Reset Maceram Nasıldı? | Can Uzun | anymaa
Pingback: Hayatın Bekleme Odasında Uyurken, Yaşadığını Düşünmek! » Arşiv Takımı
Tyler Durden videosu FOX’ın copyright başvurusu nedeniyle sanırım Youtube’dan kaldırılmış. Bilginize…
Pingback: Bizler Tarihin Üvey Evlatlarıyız. | Girmekte Israrlımısın ? O Halde
gerçekten bu yazı için oturup,günlerce düşünülür
ömrünüze bereket
Nereden ve nasıl başlayacağımı tam olarak kestiremesemde yazınız hakkımda diyeceklerim gayet açık ve nettir, bununla birlikte en baştan başlamakta okuyucular için daha mantıklı bir seçim gibi duruyor. Yazımı biraz agresif hatta kırıcı bulabilirsiniz ama kişilerin nasıl anladığının bir önemi yok çünkü ne agresif duygular içinde yazıyorum bunu nede herhangi bir kimseyi kırmak için. En baştan sırayla ilerlemek istiyorum müsaadenle sevgili Tunç. Her şeyden önce belli bir fikri savunarak yazını eleştirmek istiyorum, ben diyorumki ??herşey insanın kendi elinde??. Ne kadar ucu açık bir cümle değilmi! Her şeyden kast ettiğim ne acaba? Bu sorunun cevabını size ve okuyacak olan insanlara bırakıyorum. Herkes potansiyelince bir cevaba ulaşacaktır nihayetinde. Reklam dünyasına olan tedirginliğinizi saygıyla karşılıyorum lakin burada en az iki soruyla karşı karşıya kalıyorum. Bu tedirginliğiniz beklide kendinize olan tedirginliğinizden kaynaklanıyordur, nasıl bilebiliriz bunu? Yazınızı okumak için böyle bir tedirginliğinizin olmadığı önşartına daynarak okumak durumundayım ama tamda bu noktada objektifliği elde bırakıyorum çünkü kendinize olan tedirginliğiniz yüzündende reklam dünyasına karşı tedirgin olabilirsiniz! Mantıksal bir çıkarım bu sadece.
Kendimi bildim bileli hiçbir reklamdan etkilenerek etkilendiğim ürünü sahip olmaya çalışmadım. Gözümü, gönlümü ve aklımı çelmeye çalışanlara karşı cevabım duruşumu bozmamak oldu. Suni dayatmalarının işe yaradığını söylemekte pek mantıklı değil. Bu dayatmaları işe yaramış olsa reklam yapmaya devam etmezlerdi, öyle değimli? Düz mantıkla ilerlemeye devam ediyorum. Daha çok reklam daha çok kazanç prensibini kabul etmiyorum, bir yerde reklam yapmaktan vazgeçilir. Reklamın yapılmayacağı o noktada herkese göre farklı olsada nihayetinde böyle bir nokta vardır! Bu noktanın olmasıda sözlerime devam etmek için yeterlidir. İnsanlar etkilenmedikleri için reklamlarından ipin ucunu iyice kaçırdılar beklide??? ??Ne yapıp edip bu insanları etkilemeliyiz?? gibisinden anlamsız bir ısrar içindeler beklide. Kulağa saçmamı geliyor? Beklide saçmadır ama saçma olmama ihtimali olma ihtimalinden daha fazla ki reklamlar hala devam ediyor ve ben hala reklamlardan etkilenip o ürünlerin peşinden koşmuyorum. Daha dogrusu ben ve benim gibiler.
İnsan omuzlarının üstünde kaya taşımadığını bir şekilde ispat etmeli. Web?de bannerlardan fırsat bulupta sörf yapmak için örnek veriyorum, rahatsız oldugu bu durumu ortadan kaldırmak için önce düşünmeli ??ne yapabilirim??? diye ve bu sorusuna alacağı cevaplar doğrultusundada harekete geçmeli. Benmi yanılıyorum yoksa böyle düşünmekle???
Madem sinemada film izlemek için 30 dk bekliyor kişi, o halde seans saatinden 20-25 dk sonra salona giriş yapsın, öyle değimli? Diğer şeyler hakkında anlamlı yada anlamsız çözümler, fikirler sunmayacağım. Eminim herkes enaz bir çözüm bulabilir herhangi bir rahatsızlığı karşısında. Yeterki rahatsızlık doyum noktasını aşsın. Sinema salonuna 20-25 dk geç gitmek nasıl bir çözüm acaba? Kaçamak bir çözüm? Korkak bir çözüm? Kaypak bir çözüm? Çözüm olmayan bir çözüm? Bu sorulara cevabı az çok tahmin edebiliyorum, ama yanılmış olmayıda istiyorum. Bence önemli olan mücadele etmektir. İnat etmek, ayak sürümek demiyorum, dikkat edelim bu noktaya, mücadele etmek diyorum. Savaşmak diyorum. Mantıksız bir mücadeleden, mesnetsiz bir mücadeleden bahsetmiyorum. Zeki bir insansınız, demek istediğimi anlayacağınıza eminim.
Kişinin her şeyden önce birey olduğunun farkında olması lazım. Bu bilinçte değilse, gördüğü her reklamdan etkilendiği gibi başkalarının anlattığı her şeydende, okuduğu her yazıdanda olumsuz yönde etkilenir. Kendisi bunun farkında olmayabilir, ona göre iyi şeyler öğrenmiş olabilir. Başarılı düşüncelerle tanışmış olabilir. Faydalı bilgiler edinmiş olabilir ama gerçek gerçektende böylemidir? Hiç sanmıyorum hatta eminimki böyle değildir.
Reklamlarda görülenlerden etkilenmek bu kadarmı kolay? Sexi kadının biri bilmemne marka bir ürünü mantıksızca reklam ederken, ürünemi yoksa kadınamı baktığı belli olmayan erkek izleyiciler ve o kadını kıskançlık dolu bakışlarla izleyen kadın izleyicilerin kafasında bir anda düşünce balonu oluşup içindede ampülmü yanıyor yani hemencecik? Bumu yani. Belki öyledir beklide değildir. Hangisini seçeceğiz şimdi? Sen bunun öyle olduğunu söylemişsin.
Yazmış olduğun yazı aslında bir çeşit reklam! Yazının altını dolduranlarda reklamla tanışan beyinler(ben dahil), ve reklamla tanışanların duygu ve düşünceleride yazınızın altında yatıyor. Eleştirdikleri, beğenmedikleri ve istemedikleri şeyler oluvermişler ama farkında bile değiller ve değilsin!!!!! Çok acımasız olduysa özür dilerim, amacım bu değildi…
Müsadenle yazının bir cümlesini alıntı yapacağım. “Reklamlar bizi biz olmayan kişiliklere sokuyor.” Katılmıyorum bu cümlene. Reklamlar kendileri olamayan kişileri olmadıkları kişiliklere sokuyor, çünkü kişi kendisi olabilmeyi başarabilirse hiçbir sistem onu değiştiremez!!! Yazındaki pekçok konu hep bu noktaya gelip dayanıyor, tek tek örnek vererek şimdiden yeterince uzun olan yazımı daha şişirmek istemiyorum.
Seçim konusundada bir iki laf etmeden edemeyeceğim. İşimiz gerçektende zor, sürekli birşeyleri seçmek zorundayız. Ama nihayetinde insanız ve insan demekte seçimler silsilesi demek! İnsan olmayı seçmedik sadece, kalan herşey için seçim yapacağız. İşimize gelsede gelmesede. Seçim yapamayanların ne olduğunu ise söylemeyeyim, ayıp olur.
Seçimlerimiz her ne konuda ve konularda olursa olsun doğru düzgün seçim yapabilmek bizim elimizde! Doğru düzgün seçimler yaptığımız sürecede ikinci bir hayata ihtiyacımız yok. Dediğim gibi seçmeyi bilmiyorsa insan elbetteki seçimden hoşlanmaz, gayet normal buda?
Pingback: Fikir Atolyesi Bir Gün Hepimiz Metallica Olacağız!
?Hikâyeye göre bir kral, sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastlar. “Dile benden ne dilersen” diye soran krala dilenci gülerek, “sanki benim her dileğimi gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyorsunuz” der. Kral bu cevaba şaşırır ve sohbet ilerler. “Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim. Sen söyle bakalım, ne istiyorsun?” “Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım” der. Dilenci sıradan bir dilenci değildir.
Kral ısrar eder. “Ne istersen iste sana verebilirim. Ben güçlü bir kralım. Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz” der. Bunun üzerine dilenci, elindeki kâseyi krala uzatır ve “bu kâseyi herhangi bir şeyle doldurabilir misiniz?” diye sorar. Kral bir kahkaha atar ve vezirine kâseyi altınla doldurmasını emreder. Kâse dolup taşmakta ama sonrasında hemen boşalmaktadır. Altınlar, buhar olup uçmaktadır sanki. Kralın onuru kırılır.
Bir dilencinin kâsesini dolduramadığı ülkede kulaktan kulağa yayılır. Giderek pırlantalar, elmaslar, yakutlar akıtılır kâseye. Ne var ki kâsenin dibi yoktur sanki. Dolup taşmasına rağmen kâse sürekli olarak boş kalmaktadır. Kral yenik düşmüştür. Dilenciye yakarır: “Tamam, tamam sen kazandın”. “Dileğini yerine getiremedim ama lütfen bana kâsenin neden yapılmış olduğunu söyle” der. “Çok basit” diye yanıtlar dilenci. “İnsan dimağından yapılmıştır.
Yani insanın arzu ve isteklerinden. Doymak bilmez oluşu bundandır. Bu gerçeği bir kez kavrarsan yaşantın değişir. İstek dediğin nedir ki! İstek ulaşılana kadar, belli bir süre heyecan veren bir duygudur. Örneğin bir iş istersin… Bir araba… Ev… Eş… Bir başka şey!.. Tek tek her birini elde ettiğinde, her şey anlamını yitirir. Neden? Çünkü beynin, aklın onları dışlar. İş senin, araba da garajdadır ve artık istek uyandırmamaktadır. Heyecan, onu elde ettiğinde sönüp gitmiştir.
Gene boşluğa düşer, yeni bir istek yaratmak zorunda kalırsın. İstek doyumsuzluk uyandırır ve giderek bir ?dilenci? olursun. Bir istekten bir diğerine çırpınıp durursun. Amacına ulaşır ulaşmaz bir yenisini yaratırsın. İsteğin bu yönünü kavradığında yaşamının dönüm noktasındasın demektir. Bu durum ancak seni mutlu edecek şeyleri dışarıda değil, kendi içinde aradığın zaman gerçekleşir. Ve gerçek tatmine ve mutluluğa ancak o zaman erişirsin” der.
Gerçek mutluluk insanın içinde ve kendisinin elindedir. Mutluluğu ve başarıyı yakalayamayanlar, hatayı başka yerde değil kendi içlerinde aramalıdırlar. Bir şeyi elde etme hırsı değil, elde ettikten sonra da onu istemeğe devam edebilme becerisi yaşamı anlamlı kılar. Bir kralın dilenciye, bir dilencinin de krala dönüşmesi an meselesidir.?
Yaşanılan her an bir sonrakinin birim tekrarı, yoksa ısrarlı ve maliyetli fotokopileri mi denmeli… İstisnaların kucağına uzanmak ve arzulanan sonun keyfini çıkarmak milyonların düşü değil mi? Dayatmalardan bunalmış şizofrenik beyinleri intahardan alıkoyan ne?… biraz düşünün…!
Reklamı bir nevi dolaylı ödeme biçimi olarak kabul ediyorum. İnsanlara tükettikleri mal veya hizmetin karşılığını veya tam karşılığını ödememek tatlı geldikçe, sunan taraf aradaki farkı dolaylı biçimlerden kapatacaktır.
Bir televizyon yayını veya bir internet sitesi benim elde ettiğim hizmetin karşılığını ödemediğim bir mecradır. Bu sebeple bu alandaki reklamlarla sorunum yok. Ancak, karşılığını ödediğim halde reklam göstererek benden çalan (örneğin sinema reklamları) reklamlara fena halde kızgınım. Böylesi biraz kerizlik, biraz da hakkını arama kültürümüzün eksik olması.
Yazının çoğu yerine ben de katıldım ama çok karamsar olmamak lazım… Hâlâ kimileri bu tür tuzaklara düşmemiş durumda bence… İleride git gide bilinçlenecek olan toplum bu hatasını da görecek. Ben buna olan inancımı yitirmiyorum, eğer yitirirsem kötü olur zaten… Keşke bu tür şeylerin hiçbiri olmasaydı…
tunç abi gerçekten çok güzel bir yazı aklına, fikrine, ellerine sağlık…
Pingback: Turuncu ikon bir yaşam felsefesini sembolize ediyor at hayal ofisi / the vision office
Düşündürücü yazınız için teşekkürler;
Bizler, dünyanın gelişimine paralel, yeni bir megatrend olarak, hayal dünyamızı kendimizin eskisinden daha fazla belirlememize çok yaklaşıldığı düşüncesindeyiz.
Reklamlara karşı gelmek gerçekten güç. Karşı gelmek için reklamları ayıklayan bir TV’niz radyo ve bilgisayarınız olması gerekiyor. Bunun haricinde dergi ve gazetenizdeki reklamları temizleyen bir cihaz da bulundurmanız gerekiyor.
Veya da bütün bunları hayatınızdan çıkarmanız gerekiyor. Sokakta yürürken de vitrinlere bakmadan, otobüs ve tramvaylara da bakmamanız lazım. Satın aldığınız elbiselerin ve beyaz eşyaların etiketlerini koparıp atmanız lazım.
Ama ne yaparsak yapalım markalar yine bilinç altımıza yerleşmeyi başarıyor.
Reklamlar iletişim ağlarını kullanarak bir bütün halinde tüketiciye yöneliyor. Tüketici ise tek başına ve diğer tüketicilerle bütünleşerek karşı koyma gücü farklı iletişim ağı olmadığı için, söz konusu değil. Reklamsız bir iletişim ağı da yok olsa da varlığını sürdürmesi için yine de maddiyata ve onu sağlayan reklamlara ihtiyacı var.
Yani reklamlardan ve etkisinden tamamen kurtulmak, köye veya ızsız adaya gitmeden, imkansız. Etki miktarını kontrol etmek ise sadece güçlü kişiliklere başartıyor. Geriye kalan %99.99 tüketici ise reklam verenleri var etmeye devam ediyor.
Bir ara bu spamciler niye bu kadar ısracı diye ilgilenmiştim. Hiç tıklamadığım için kimseninde tıklamadığını düşünmüştüm. Sonradan haberlerde spamcilerin 100 binlerce $ sahte ütün satışı yaptığını ve yakalandğını öğrenince çok şaşırmıştım.
Yazıyı çok beğendim, mevzuyu neredeyse alıntı yapılan filmlerden daha iyi ifade etmiş bir yazı… Hele de bu platformda yer bulması ve blogu takip eden profesyonel/amatörler tarafından beğenilmesi çok hoş ve aynı zamanda da ilginç.
Tüketici olarak farkındalık, kurban olma hissiyatımız ve öte yandan bu çarkın tam da merkezinde; tüketimi reklam yazarak, kampanya yaparak, araştırarak teşvik etmeye çalışan bizler…
Son zamanlarda birçok farklı ürünün aynı temayı işleyen reklam kampanyaları bu beyinlerin günah çıkarma aracı olabilir mi?
Aragon’dan alıntı yapan araba reklamları, her durumda içinden geldiği gibi davranan “öteki”lerin tercihi olan gazlı içecekler ve şu an hatırlayamadığım niceleri; bir yenisini gördüğümde “ben bunu biliyorum, görmüştüm” dediğim cinsten reklamlar.
Dikkatimizi klişeleşmiş güzellik, toplum tarafından onaylanma, para kazanma, rutin kent hayatı kalıplarından uzaklaştırarak bam telimize dokunmaya çalışan bu reklamların bir sonraki adımı ne olacak çok merak ediyorum.
Yoksa tüm bunlar tekrarlana tekrarlana yeni çağın klişeleri/dayatmaları mı olacak, hatta “oldu bile” mi?
bu aklı fikriyle mevla bulunmaz
bu ne yaradır ki merhem bulunmaz
deryalar içinde susuz gezerim
beni kandıracak umman bulunmaz
——-
aşkın pazarında canlar satılır
satarım canımı alan bulunmaz
beni benden sorman ben ben değilem
bir ben vardır bende benden içerü
———-
bu aklı fikriyle mevla bulunmaz
bu ne yaradır ki merhem bulunmaz
deryalar içinde susuz gezerim
beni kandıracak umman bulunmaz
————-
yunusun sözleri hundur, ateştir
kapında kul var sultandan içerü
beni benden sorman ben ben değilem
bir ben vardır bende benden içerü
————
Merhaba Tunç,
Cidden güzel bir yazı… Öyle ki, konuyu akışını bozmadan reklamdan alıp, hayatımızdaki seçimlere çok güzel bağlamışsın.
Açıkcası; günümüzde reklam sektörünün geldiği yeri iyi buluyorum. En azından eskiden RTL, RAI vs. reklamlarını ilgiyle izleyen ben, ülkemdeki yaratıcı ve özgün reklam filmlerini izleyebiliyorum. Bir de süreleri abartmasalar… ama bu demek değil ki saçmalayan reklam filmleri yok. Elbette var ve birileri basmakalıp bu reklam filmlerini hatta bazı programları robot gibi izlemeye devam edecek…
Seçme şansını kullanmayıp, sadece verilenlerle yetinenlerin bence bu dünyada zaten şansı olmadı, ikinci şansları olsa da işe yaramazdı… Çünkü bu hayatta maalesef öğrenmeyi denemeyenler var, haliyle ikinci bir hayatları olsa da farketmez…
Kısaca, bazıları koyun geldi koyun gidecek, bazıları bir şey öğrenecek, sorgulayanlar ise ikinci bir şans istemeyecek zaten onlar bu dünyada işlerini bitirmiş olacak:)
REKLAM YAPIYORUZ! Ama tüketicinin bilinçaltına, bu da insanı yönlendirme sanatıdır. Artık düşünüp satın alma dönemi bitti, neyi satın alacağınıza beyniniz değil duygularınız karar veriyor. Ve biz aslında HİLE YAPIYORUZ!
Not: Neo liberal ekonominin özellikle ülkemizde yarattığı tüketim toplumu modelinden kurtulmak için hepinizi üretmeye davet ediyoruz. Bizim de bir reklam fikrimiz var göz atmak için addlas.com! Bir bakın almak şart değil!)
Harika bir yazı. Tebrik ederim.
Çünkü bizler ileride rahat yaşama, karizmatik olma, saygı görme uğruna kendi yaşantımızdan vazgeçip, ileride olmak istediğimiz o yere giden yolun peşine düşmüş durumdayız; gençliğimizinden ilk zamanlarından beri.
Pingback: Hayata dair her şey
Hatırlattıkların, düşündürdüklerin ve son parağrafta sorduğun o mükemmel soru için teşekkür ederim Tunç, sevgiyle kal arkadaşım.
Selam Tunç,
8 yaşında İstanbul’a geldiğim zaman ilk dikkatimi çeken şey insanların konuştukları ile davrandıklarının arasında ki fark olmuştu ve ilginç olan da annemlerin de öyle olduğunu o zaman fark etmemdi, iki memleket arasındaki fark mı, yoksa yaşımdan dolayı algılamam mı güçlenmişti, veya her ikisi, bilmiyorum:)
Ve 1970’de dikkatimi çekenler hala aynı, olmak istediklerini oynamaya çalışanlar, oynadıkça olsalar bir sorun kalmayacak ama dikkatli bakınca eğritilik üstlerinde ve aslında itiraf edemeseler bile bunun farkındalar, çünkü (bana göre tabii ki) başka türlü bu agresyonları, tepkileri, adice ayak oyunlarını izah edemiyorum, herkes de kötü bir çocukluk yaşamadı ya..
“İşin ilginç yanı, sonradan aynalar da doğruyu söylemez oluyor. Beynimiz gördüğünü de yönetmeye başlıyor. Başka insanlar olmaya başlıyoruz. Reklamlar bizi biz olmayan kişiliklere sokuyor.” demişsin.
Tüme varımdasın, oysa ben tümden gelimi sorguluyorum. Gerçekten reklamlar işlerine yaramıyor mu bu kişilerin, tamam reklamı yapanların hedefi para kazanmak onu bıraktım bir kenara, ne kadar etik, ne kadar sosyal ve hatta sosyolojik…
“Hepsi aynı tornodan çıkmış” lafı vardır, o anda kabul gören “eğitim, araba, ev, dekor, giysi, kelime, davranış, yaşam biçimi vs”ye sahip olunursa, insanlar tarafından kabul edilecek mi, “saygı” da görecek mi, bu değil midir hedef?
eeee ne yapmalı, ya kendine güvenin olacak, insanların senin üstündeki fikirlerini kendi beyninle yöneteceksin, ya da sunulan ile.
O zaman şu soru başlamıyor mu: ne kadar önemi var benim için karşıdakinin düşüncesinin?
Toplumun yaşam kuralları var, huzur ve sakinlik istiyorsak uyulması gereken, bunun çizgisi nerede ki, yaptıklarımın iz düşümü karşımdaki insanı gerçekten etkilemediği müddetçe fikirleri neden önemli, veya önemli olması gerekiyor mu…
Kızımın asiliği doğuştan, annemin bana hayır dualarının sayesinde patronun bana özel bir hediyesi olduğunu düşünüyor arkadaşlarım. Bense bir insanın başına gelebilecek en olağanüstü piyango olduğunu biliyorum, mutlak hakkaniyet duygusu ile doğmuş, herkes, her cins, her yaş, sadece kanunlar önünde değil, kurallar önünde de eşit ona göre: ve toplumun salak ileri gelenleri bunu beceremiyorlar diyor:)
Müdüre, “tamam anladık bizden şikayetçisiniz ama biz de sizden şikayetçiyiz, ne zaman dinleyeceksiniz bizi” dediği zaman, sınıftan atılıyor:)
Daimi çıkıkçılığı ve bunun getirdiği sorunlar için ona hep: “başarı özgürlüğünün anahtarı”dır demişimdir.
Başarının tanımı da genel olarak toplumumuzda ilginçdir, kısaca “meşhur” olmaktır: sınıfın en çalışkanı, en zengin, en sanatçı, en bilim adamı, en iş adamı veya en kadınları:) vs vs, ortak konu: bir nedenden ötürü tanınmış olmak. Paris Hilton’un yaptıklarını halktan bir ölümlü yapsa acaba ne olurdu?
Yineliyeceğim, kim kimi idare ediyordaydık değil mi; reklamlar dolayısıyla tüketim mi insanları, yoksa kompleksleri yüzünden insanlar mı tüketimi?
Ve neden sen yırtık bir spor ayakkabısı ile dolaşabiliyorsun, tçık tçık tçık:)
Peki neden bu hayatlardan vazgeçip kendi istediğin hayatı seçmek zor. Hep aklında eğer istediğimi yaparsam ne olacak? Peki bu zamana kadar niye kandırıldık, biz niye kandırmaya çalışıyoruz? Eğer herkesi hiçe sayıp kendi istediklerimi yapmam bencillik olamayacak mı?
İşte bu sorular yüzünden seçemiyoruz kendi hayatımızı. Hep bir şeylere bağlıyız. Onlardan kopmak da zor geliyor.
Yüreğinin sesini dinlemek zordur!!!
Teşekkürler Tunç! Bizi biz olmayan kişiliklere sokan, kim olduğumuzla değil, kim olacağımızla ilgilenen, vereceği faydadan çok daha fazlasını vaat eden reklamlar için yazdığın herşeye ben de katılıyorum…
Tüketici olmanın hazzına, doğar doğmaz anne sütü ile varırız ama o sütü içerken boyumuzun mucizevi bir şekilde uzaması gibi bir beklentimiz yoktur.
Büyük beklentiler içine sokulacağımız ve sonucunda hayal kırıklığına uğratılacağımız reklamlarla tanışmamız pek uzun sürmez; 3 yaşında yaklaşık 100 markanın logosunu hafızamızda tutabilir hale geliriz. Bu yüzden, beni bizlere yönelik reklamlardan ziyade çocukların duyarlılıkları ve çabuk etkilenen doğaları hedef alınarak yapılan reklamların giderek artması kaygılandırıyor.
Geçenlerde bir yerlerde, firmaların bünyesinde psikolog bulundurması önerisinde bulunulmuştu, neden olmasın!
Televizyonun düğmesini kapat, hayatın düğmesini aç…
Tunç abi güzel bir yazı gerçekten ve yorumcu arkadaşlarla daha da güzelleşen bir fikir atölyesi…
Bugün tv başında yeni bir ürün gördüm. 5 sn içerisinde hayatımızı kolaylaştıracağı ve sonucunda bizi mutlu edeceği… Süslenmiş görüntüler her zaman beynimizde kazınır. Bu ürüne sahip olmazsak hayat zordur, hayatımız zor olduğu için mutlu olmak da zordur!
Reklamların kölesi miyiz?
Bakıyoruz geçirdiğimiz bir güne genelde hepimizinki aynı ya da birbirine çok yakın…
Ya iyi bir maaş ama hayatı yaşamaya zaman kalmayacak kadar yogun bir iş temposu, stresli, yorucu, psikolojimizi bozan cinsten, ya da çok rutin basit bir iş ama karın tokluğuna yapılanlar…
İkisi de berbat çünkü ikisinde de zamanın nasıl geçtiğini anlamadan evinde oturan, hayatta istediği çoğu güzel şeyleri yapamamış, hayallerini tam olarak gerçekleştirememiş kırışık suratlar, beyazlamış saçlar, ağrıyan eklemler, sineye çekerek ‘olsun ben yapamadım bari çocuklarım yapsın’ vs… (çocukların yapması ise böyle giderse çok daha zor tabi…)
Neyse kısaca bu hayatı ya 4 x 4 lük yaşarsın kendi kurallarını koyarsın ve seçimlerini iyi yönetirsin, daha doğrusu sen belirlersin, ya da 3.5 atarsın patrondan fırça, eve gidince hanımdan fırça ya da çocuklarının gözündeki o ‘baba bizim niye buyumuz yok’ bakışları.. vs diye…
Önemli olan bu etrafımızda dönen ve belli kişilerin ekmeğine yağ süren sahte dünyanın patronlarına hizmet etmek yerine, farklı olup kendi hayallerin için yaşamak…
Bu ortamda yapana değil, yapmaya çalışana bile helal olsun diyorum…
Kaçıncı sırada varoldum dünyada,
En son ben gideceğim,
Ne bir hayal dünyası bu,
Ne bir reklam kuşağı,
Pembe dizilerin pembe gölgeleri yok sığınacak,
Kiminin kimini gözetlediği programların içi boş,
3 saniyeden ibaretse kalbe konmak,
Reklamına malzeme olmuşuz dünyanın,
Ne radyasyon zehirledi bizi olduğumuz odada,
Ne de bir belgeselin doğası boyadı gözümüzü,
Ne sendin öteki,
Ne de bendim televizyondaki…
Hakan :)
Yazınız muhteşem… Duygulara hükmeden reklamlar da olacak gelecekte…
Harika, tek kelimeyle harika bir yazı.. Peki çok kelmeli bir yorum yapacak olursam?
Herşey bayağılaştı çok doğru, senin de bu yazıyı yazarken sanki kafanın birçok şeye takılı olduğunu gördüm. Önce reklamlar sonra tüketicilerin durumu, sonra da dünyanın gidişatı…
Her ne olursa olsun, ister dalgalı ister düz bir yazı olsun, ben çok sevdim; eline ve beynine sağlık.
BEN KULLANDIĞIM BU BİLGİSAYAR VE BUNDAN KAZANDIĞIM PARA DEĞİLİM…
BEN BENİM..
Teşekkürler.