Az önce, bipolar hastası olan 19 yaşındaki Abraham Biggs isimli bir gencin intihar ettiği haberini okudum. Bu intiharın, bipolar rahatsızlığının ne denli ciddiye alınması gerektiğini göstermenin ötesinde, farklı bir boyutu daha var.
O da internet’in ne kadar acımasız olabileceği gerçeği.
Abraham Biggs bodybuilding.com isimli bir vücut geliştirme sitesinin forum‘una üye. Forumda onun hakkında yazılanlar genelde hep negatif ve aşağılayıcı tonda. Bunun dışında kendi hayatında ne kadar süredir ve nasıl bir travma yaşıyor, pek bilinmiyor.
Abraham 19 Kasım günü, aynı forum’da intihar edeceğini yazıyor. Sonrasında ise (webcam görüntülerinin yayınladığı bir site olan) Justin.tv’de canlı yayında intihar ediyor. Yaklaşık 1.500 kişinin gözü önünde!
Yayını takip edenlerin onu pek ciddiye almadığı, hatta “yapamazsın pis zenci” gibi sözlerle dalga geçtiği görülüyor. İşi daha da abartıp “Kendini mi öldüreceksin? Öldür! Dünyaya bir iyilik yap ve kendini aptalca acındırarak vaktimizi boşa harcama” diyenler bile oluyor.
Anladığım kadarıyla Abraham daha önceden de intihar edeceğini söyleyip, sonrasında ise ‘şaka yaptım’ deyip forum’larda boy göstermeye devam etmiş. Onun ciddiye alınmamasının bir nedeni bu olabilir. Ancak Justin.tv’deki intihar girişimini canlı izleyenlerin çoğunun onun ‘geçmişini ve yaşadıklarını’ araştıranlardan çok, yayına o sırada denk gelenler olduğunu varsaymak pek de yanıltıcı olmaz.
Abraham Biggs çok yüksek dozda yatıştırıcı ilaç alarak yatağına yatıyor. Hala kimse inanmıyor. Saatler sonra justin.tv moderatörleri konuyu ciddiye alıp polise haber veriyorlar. Kapıyı kırarak eve giren polisler onun zehirlenerek ölmüş bedeniyle karşılaşıyorlar.
Yorum yazanların daha sonra panik halinde forumlarda bıraktıkları kendi mesajlarını silmeye çalıştıkları görülüyor. Aşağılama ve hatta intiharı teşvik eden mesajlar, yerini başsağlığı dileklerine bırakıyor. Justin.tv hemen görüntüleri yayından kaldırıyor. Bodybuilding onunla ilgili forum sayfalarını siliyor.
Abraham bıraktığı intihar notunun bir bölümünde şöyle diyor:
“Kendimden ve yaşamaktan nefret ediyorum. Ben aşağılık herifin tekiyim. Herkesi hayal kırıklığına uğrattım. Artık değişeceğime ve iyileşeceğime inanmıyorum. Bir kıza aşığım ve onun için yeterli olmadığımı biliyorum. Hayatımın artık bir anlamı olmadığını düşünüyorum…”
Tabii ki burada ‘birincil’ sorumlu, ne internet, ne Justin.tv, ne de izleyiciler. Kişi herşeyden önce kendinden sorumlu, bunu biliyoruz. Ancak bazen öyle durumlar var ki, kişi kendinden sorumlu olma duygusunu en aşağılarda hissedebiliyor. Tıpkı Fikir Atölyesi’nde daha önce bahsettiğimiz manik-depresif bir hastalık olan bipolar’da olduğu gibi.
Bipolar’da durgunluk ve karamsarlığın yaşandığı çok ciddi depresif bir dönem var. Bu, kişinin intiharı dahi düşünecek kadar kendini mutsuz hissettiği bir süreç. [Konu bu yüzden mutlaka ciddiye alınmalı ve işin ehli doktorlardan destek istenmeli.]
Bu durumda doğal olarak ilk görev, o kişinin yakınlarına ve sevdiklerine düşüyor.
Annesi Doreen’in (oğlunu kaybettikten sonra) yazdığı bir mesaja denk geldim:
“Ben Abraham’ın annesiyim. Lütfen bizim için üzülmeyin. Güzel fakat sorunlu bir çocuğu kaybettik. Üzülmek yerine, o enerjinizi yüreğinizle “görmek” için kullanın. Depresyon ve bipolar gibi zihinsel rahatsızlıklar geçici sorunlar değil. Bunlar, mağdurların hep yaşadıkları ve kendi iç dünyalarında savaştıkları hastalıklar. Lütfen enerjinizi ağlayan bir sesi duyabilmek ve o sesin sahibine yardım edebilmek için kullanın. Teşekkür ederim.”
Hızlanan ve yaygınlaşan internet, artık hayatın hemen tüm karesini gözümüzün önüne koyuyor. Oturduğumuz yerden neye tanık olmak istiyorsak olabildiğimiz bir dönem bu.
Yaşamın her alanında olduğu gibi, internette de karşımıza çıkan ve gönlümüzün razı olmadığı olaylar var. Bunların akışını veya tekrarını engellemek için, kendimize “kişisel bir katkım olabilir mi?” sorusunu sormak önemli. ‘Tek başına bir şeyi değiştiremem ki’ duygusunu yenmenin en hızlı yollarından biri ise, “bu benim sevdiğim bir insanın başına gelseydi ne yapardım” demek ve harekete geçmek.
Abraham Biggs’in internette canlı yayında intiharını izleyenler (ne kadar inandırıcı bulmasalar bile) polise haber vermekte geç kalmamalılardı. En kötü ihtimalde (her ülkede vatandaşların vergileri ile maaşları ödenen) polisler için bu bir ‘yanlış ihbar’ olarak kalırdı.
Geçtim interneti…
Her gün gözümüzün önünde olup da ‘değer verdiğimizi sandığımız’ kaç kişinin gerçekten hikayesini anlamaya vakit ayırıyoruz. Bunun için ne kadar sabrımız, enerjimiz veya içten ilgimiz var?
Kendimizle samimi olursak… Acımasız olan internet mi, insanlar mı?
Yorumlar 35
Allah onu affetsin.ben bipolar b. Hastasıyım.uzun yıllardır ilaç kullanıyorum.bu hastaların yarısı ömründe en az bir kez intihara kalkisiyor yüzde onbesi intihardan ölüyor.
Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorumm?
21 yaşındayım ve 1 sene önce yakalandım bu hastalığaa? hemşirelikte okuyorum ve staj zamanında geldi kapımı çaldı bu hastalık.. Ne annemde, ne babamda, ne akrabalarımda bipolar tanısı konmuş hiçbir kimse yok? aşırı sinirlilik, ona buna çatma, kendimi doktorlardan üstün görme siz kim oluyorsunuz diyebilme, bakışlardan rahatsız olmam vb..
Ardından 1 ay hastane de staj gördüğüm yerde yatma.. Herkes sizi tanıyor, personeller hemşireler doktorlar arkadaşlarım, o kadar zor geçti ki o 1 ay benim için anlatamam.. o halimin herkes tarafından bilinmesi.. 1 ay bana 10 sene gibi geldi. Ömrümden 10 sene geçmişti sanki tükenmiştim artık:( bir an önce çıkmak istiyordum 1 ayın sonunda çıktım.. ve çok şükür neyin ne olduğunu biliyordum artık..
Şimdi hastanede yaptığım o akıl almaz şeyler akıl almaz cümlelere annemle ikimiz gülüyoruzzz :d hem de kahkahalar atarak?
Diyorum ki kendi kendime bir dolu yağdı sonra geldi ve geçti? şimdi çok iyiyim ve bende hiçbir zaman intihar ya da başkasına zarar verme düşüncesi olmadı, olamaz da.. Hayat her şeye rağmen yaşamaya değer bence.. Hayattan zevk almaya bakmalıyız..
Bipolar bozukluğun en ciddi riski intihardır ve büyük çoğunlukla depresif atakla bağıntılı olarak görülmektedir. Bipolar bozukluğu olan kişilerin %25-50’sinin hastalıklarının gidişi sırasında bir noktada intihar girişiminde bulunduğu bildirilmistir.
Etkili tedavi uygulanmadığında, bipolar bozukluk olguların yaklaşık %10-15’inde intihara yol açabilmektedir; bu da bipolar bozukluğu en ciddi ve ölümcül psikiyatrik hastalıklardan biri yapmaktadır. Bipolar bozukluğu olan kişilerin erken tanı ve uzun dönemli tedavisi intihar riskini azaltmak için son derece önemlidir.
meraba bende bipolar hastasiyim. 25 yasindayim ve bu hastalik 10 yildir beni birakmadi. yillardir bu hastaliktan kurtulmak icin elimden geleni yaptim ama kurtulamadim.
universitede en guzel yillarim aglamakla gecti. 5 yil bir erkek arkadasim vardi o benim terapistim oldu. sonra o da dayanamadi gitti.. cocuk terketti diye tehditler vs yakasina yapistim. 10 yildir en guzel yillarimda hep intahari dusundum her gun su an her gun olumu dusunuyorum.. artik duygusalligim dusuncelerim beni olduruyor.
artik sokaga cikamiyorum.. hayatim ceheneme dondu her gun biraz daha kotulesiyorum sevdigim adama yapmadigim kotuluk kalmadi yillarca eziyet cektirdim.. simdi aneme ve babama yapiyorum bunu… yaptigim her sey icin o kadar uzuluyorum ki… kurtaramiyorum kendimi bu acidan neden vicdan azabi cekiyorum..
bu aci beni hergun olduruyor… kendimi oldurecegim ama ne zaman bilmiyorum… zamani var galiba biraz daha yasamam gerekli kendime aci cektirmek icin. kurtulmak istiyorum ama kurtulamiyorum.
arkadaşlar ben de bipolar hastasıyım. ve her nedense şu an kendimi biraz iyi hissediyorum. halbuki iki gün önce benim derhal bu lanet dünyadan göçüp gitmem gerektiğini söylüyordum. doğrusu bu yazdıklarınız bana hiç gerçekçi gelmiyor. çünkü okula gidiyorum ve o kadar arkadaşım benim çok sessiz ve ilginç görünmeme rağmen kimse bir gün bana senin bir sorunun mu var demedi. ve herkes bana yardıma muhtaç bir insan gözüyle değil de uzak durulması gereken gereksiz işe yaramaz gözüyle baktı.
karanlık bir odada sıcak bir havuz olsa ve ben de o havuzun en dibine insem ve öylece beklesem hayat boyu. gerçi hayat derken insanlar bu tanımı koydukları için ben de söylüyorum. aslında hiç bir şey hissetmiyorum. ve şu an sanki yazıyor olmama rağmen sanki hiç yokmuş gibi geliyor bana. yani aslında varlığımı hissetmiyorum.
her neyse aslında kendimi acındırmak isteyen aptal gereksiz biri olarak tanıtmak yerine hiç yazmasaydım daha iyi olurdu ama. belki de samimiyetinize inanmak istedim. ama sanırım bu bir anlık bir şey. eğer bu mesajı yine silme ihtimalim varsa bundan eminim ki bir iki gün içerisinde tekrar silerim. çünkü hep öle olmuştur. hiç bir zaman hayata kalıcı izler bırakmak istemem. bana ait hiç bir şey olmasın istiyorum. ve şu ana kadar çektiğim hiç bir fotoğraf bir hafta dayanmadı. sildim. kim bilir belki bir gün tamamen silebilirim hayatı.
doğrusu kimse beni suçlamasın. çünkü suçlu olduğumu düşünmüyorum. hatta hiç düşünmüyorum desem veya algıdan yoksun bir gereksiz olduğumu söyleyebilirim. her neyse fazla uzatmayalım. belki bir gün ben yok olacağım ama bana ait benden kalan bir yazı var artık. gerçi ben gittikten sonra bir anlamı olmayacak ama. zaten varken de bir anlamı yoktu. her neyse işte…
Güzel bir değerlendirme olmuş. JustinTV’de bu olayı izlediği halde polise haber vermeyenler eminim ki vicdan azabı çekmiştir. Ayrıca bodybuilding.com’un mesajlarını kaldırmasını bir kenara bırakın nasıl olurda o sitenin yetkilileri intihara teşvik eden mesajları yazıldığı günlerde silmezler. Çok büyük sorumsuzluk, iş bilmezlik ve amatörlüktür.
tunççum,
FMK 21. yüzyılın en şahane hareketi bence… kutluyorum seni. kendimi antalya ayağında görevlendiriyorum ve hepimizin çok ihtiyacı olan bu çok önemli hareketin hız kesmeden tüm Türkiye’ye yayılmasını diliyorum. (Keşke AKP beyaz eşya kampanyasına sponsor olaydınız) seni çok özledim.
alice’den demet
Konuyu okuduktan sonra tüm yorumları da okudum. Çok üzücü bir durum olduğunu söylemek yersiz, her şey ortada çünki. Genç bir fidan giden. Bu yolculukta herkese düşen sorumlukluklar olmuş ancak internet ortamın da değil de, gerçek yaşantısın da bunu paylaşmış olsaydı durum değişir miydi sorusu aklımda.
—-
Bu tarz rahatsızlıklar gebelik ve doğum sonrası da yaşanabiliyor. Sevdiklerimizin bu süreçte yanımız da olması gerektiğine değinmişsiniz, çok doğru. Bu dönemler de çok sabır isteyen ve yaptığı her şeyin doğru olduğunu duymak isteyen birisi oluveriyorsunuz. Bunun tam zıttı bır davranış sizi normal anlardan daha çok üzüyor.
Anne olduğum ve bu süreçleri şükürler olsun ki bu kadar derin değil ama yanından geçerek atlattığım için, olaya bir de bu yönden bakmak istedim.
manik depresifliği duyunca hep aklıma halam geliyor ister istemez. kendisi doktor roporlu manik depresif olduğu için nasıl bir hastalık olduğunu o kadar iyi bilirim ki. çünkü birebir yaşadım. yaşıyorum..
halamın o kadar çok olayına tanık ve şahit oldum ki; çırılçıplak sokakds gezmeler mi ararsın, mekanda cam indirmek mi ya da mekanda masa üztüne çıkıp seksi danslar yapmak mı, birini öldürmeye kalkma girişimleri mi.. daha dolu şey sayabilirim. bazen kendini ünlü birisi (başbakan ya da ne bilim ünlü bir şarkıcı mesela sanıp ona göre davranmak etrafta vs.. vs… cok zor ve tehlikeli bir hastalık.
kendine zarar vermekle kalmaz etrafındaki dostuna aile birey, herkese zarar verebilir. çünkü mani anında kavram nedir bilmez. kavramları ortadan kalkar.
anlatmakla bitiremem. mani dönemleri zor depresif dönemleri de..
toplumumuzda da kız halaya çeker derlermiş.. gerçi ben sanırım az da olsa mani tarafından almışım diyebilirm. :))
Az önce Sezen Aksu’nun “Gidemem” şarkısına denk geldim yine. Ferhat Göçer yorumuyla. Defalarca dinlemek “hayırdır” dememe neden olduysa da, engel olmam için bir neden de yoktu.
Ve her ne hikmetse Abraham Biggs geldi gözlerimin önüne.
Bazen daha fazladır her şey
Bir eşikten atlar insan
Yüzüne bakmak istemez yaşamın
O kadar azalmıştır anlam
O zaman hemen git radyoyu aç, bir şarkı tut
Ya da bir kitap oku mutlaka, iyi geliyor
Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar
Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor
Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün
Ayrılıktan kaçılmıyor
Hem çok zor, hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir (2x)
Bir şiirden, bir sözden
Bir melodiden, bir filmden
Geçirip güzelleştirmeden can dayanmıyor
Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden
Bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor
Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün
Ayrılıktan kaçılmıyor
Hem çok zor, hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir
BİRİLERİNE BİŞEY KANITLAMAK BİPOLARIN İŞİDİR.. ABRAHAM BİGGS’İN YAPTIĞI O..
belki de haksızlığa dayanamamak, inandırmak… dalga geçenlere ise ne desem az.
Danielle Steel’in “O’nun parlak ışığı” adlı kidabını okudunuz mu? Bir dönem çalıştığım ilaç şirketinin bir ürününün yeni endikasyon lansmanında duymuştum ilk defa bipolar ve manik depresif ifadelerini. Acı bir tesadüftür yakın bir arkadaşımın kızına borderline teşhisi konmasıyla devam etti bu süreç.. Bilmediğim konularda ahkam kesecek kadar edepsiz değilim.. İçim acıyor..
Yanmakla yangını kartpostaldan izlemek kadar uzak uçlarındayız olayın.. Onlar biz değiliz.. Bilmiyoruz. Mr. jones’ı izlediniz mi? nasıl bir dramdır o yaşanan. Aklıma geliyor film, kitap ve arkadaşımın 17 yaşındaki dünya güzeli kızı. tıkandım yine.
Ne yapabilirim diye düşünüyorum. böyle biri ile karşılaşsam onun için ne yapabilirim.. Belki hiç birşey.. Yapacağım hiç birşey onu iyi etmese de o an için, sadece onunla geçireceğim anlar için bile olsa bütün algılarımı açıp onu anlamaya çalışabilirim.. Gücümün yettiği kadar anlayabildiğim kadar..
Ama ne acı değil mi hiç birimizin birbirimize ayıracak vakti yok.. Bir defasında yazmıştım.. Ne zaman başımız ağrısa, başım ağrıyor diye söze başlasak, dinleyenimizin de dişi ağrıyor oluyor.. Ne acı değil mi..
Herneyse sözü çok uzattım.. İnternet suçlu mu, suçsuz mu bilemem? ama bence dönüm insanlığımızı bir bir daha gözden geçirmek vakti gelmiştir.
Açıkcası bende bu haberi okuduğumda şaşırmıştım. Biran hadi lan ordan demiştim kendime. Sonra düşündüğümde ise insanlığımızın gün geçtikçe sanal alem veya normal alemde ölmek üzere olduğunu görüyorum. Düşene tekme atmak artık adetimiz olmuş. Neyse insanlığımızın artık düzelmesi ümidiyle…..
Ray filmini den çok etkilenmiştim. Öyleki kendimi zenci düşündüm. Türkiyede Zenci olsam ne olurdu diye düşündüm. Sonra araştırdım ve baktımki her yönden talep gören insanlar. Kadınlar ayrı bir ilgi gösteriyor iş verenler ayrı spor klupleri ayrı.
Tüm dünyayı gezmedim ama şunu anladımki Türkiyede dili dini ırkı meshebi ne olursa olsun gerçekten seviliyor insanlar.
Bu ülkeyi bu yüzden çok seviyorummm. Umarım sonu ABD yada AB gibi olmaz. Biz mütevazi olalım. Her konuda iddalı olmamız gerekmiyor. Tarım ülkesi olalım ne var bunda? Hayvancllık yapalım varsın olsun uzay gemisi yapmayalım.
Ne diyim çok kötü bir şey. İnsanın ırkı rengi ne olursa olsun dalga geçilmemeli diye düşünüyorum. Bence siz de aynı fikirdesiniz.
Sayın Wine77,
Anladığım kadarıyla Fikir Atölyesi’nde yorum yazmayı seviyorsunuz. Hatta yorum yazmaktan daha çok sevdiğiniz bir şey var o da buradaki yorum yazan diğer insanlarla fikri tartışmalar yapmak. Bu davranışınız, uygun platform ve zamanda olduğu sürece desteklediğim ve son derece faydalı gördüğüm bir eylemdir. Bu nedenle bu platformdaki yorumculuğunuzu saygı ile karşılıyorum. Buradaki herhangi bir yorum sahibi ile aynı fikirde olmak zorunluluğunuz yok pek tabi. Bu nedenle de benim yorumumda kullanmış olduğum “standartlaşmış tavır” ve/veya “profesyonel internet kullanıcısı” gibi cümlelerle ifade etmeye çalıştığım konular hakkındaki düşüncelerime de katılmama hakkınız söz konusudur. Açıkcası benim de sizin yazınızda katıldığım ve katılmadığım ifadeler mevcuttur.
Diğer yandan ben, yazılara yorum yapmayı seviyorken, yorumcularla iletişime, bu sayfalar altında geçmeyi çok doğru bulmuyorum. Zira, takdir edersiniz ki Tunç Kılınç’ ın yazmış olduğu bir yazının altında haketmediği (konuşulması gereken çok ciddi bir konu dahi olsa) bir içerik gelişebiliyor ister istemez. Bu nedenle karşılıklı olarak isimlerimizi beyan ederek yorumlarımızı olumlu ya da olumsuz olarak eleştirmiş olsak dahi, konunun orta vadede karşılıklı yazışma noktasına gitmemesi gerektiğini muhattaplar olarak bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Tüm bu gerekçeler nedeniyle, beni ve buradaki diğer herkesi eleştirme hakkımı ve hakkınızı saklı tutarak adıma yöneltmiş olduğunuz sorularınza ve cümlelerinize cevap vermeyi doğru bulmamaktayım. Bunun sizin kişiliğiniz ile değil, benim “yorum yazan kişi” tanımlamama aykırı olan bir durumun varlığı ile ilgisi bulunmaktadır.
Aynı zamanda blogum hakkında yapılmış ve yapılacak tüm “feedback” lere açık olduğumu bilmenizi isterim. Size bir “blog yazarı” olarak mail adresimin çok fazla platformda açık olarak verildiğini ve dilediğiniz zaman o adresten bana ulaşabilecek olduğunuzu söylemek istiyorum. Ya da Google Search sayfasından adımı yazdığınızda bana ulaşabileceğiniz çok sayıda mecranın varlığını da görmüş olacaksınız (bu konuda yazmış olduğunuz yorumda siteminiz vardı).
Bu yorum şahsınıza hitaben Fikir Atölyesi’nde yazmış olduğum son yazı olacaktır.
Ben sadece şunu soruyorum: ‘Ne zaman vazgeçtiniz insan olmaktan?’
Sanal ya da gerçek artık hiç farketmiyor emin olun. Ortada bir kıyım var, etrafında onu seyreden şuursuz topluluklar..
‘Yüce Tanrı insanı affetsin’ demekten ve hala insan kalmaya çalışmaktan (artık her zamankinden daha zor olsa da) başka bir şey yapamıyorum.
İçim acıyor….
İzlemekle yetinen ve duyarsız kalan insanlar mı olduk biz?
Buraya nasıl geldik?
Düşünsenize, insanların “hayata” bağlandıkları yegane şeyler televizyon ve bilgisayarları olmuş. Sadece izliyor. Önüne gelen ve giderek ilgilendiği şeyler neler? Normal hayatta sıkça olmayan, karşılaşılmasını normal kabul etmeyeceğimiz olaylar. Giderek bu olaylarla o kadar çok karşı karşıya kalıyor ki artık bunu normal kabul ediyor ve tepki vermeden izlemeyi seçiyor. Sanki ekrandan izler gibi.
İnanılmaz bir değişim içerisindeyiz.
Hangi ucundan tutacağımı bilemedim.
– sanal alemin gerçekle olan köprüsüzlüğüne mi (sanalda gerçek olmanın şart olduğuna inanıyorum, ne kadar olunabilirse en az o kadar olunmalı, Muammer’e sonsuz katılıyorum bu noktada.)
– 21. yüzyılın bize ezberlettiği yepyeni rahatsızlıklara mı (bipolar ya da manik depresif ya da borderline, hiperaktivite, obsesif compulsive ve daha niceleri, inanın kulakta yansımalarından çok daha ciddi ve sinsi gerçekler, sağol Tunç bunu tartışma/paylaşma platformuna getirdiğin için.)
– Yalancı çoban trajedisine mi (aslında bana göre çocuk sessiz bir çığlık atmış ama sanallık kuyusunda sesini duyuramamış, çok yazık çok.)
– İnsanların iletişiminin eskiye göre sonsuz kolaylaşmasına rağmen yalnızlıkların ve güvensizliğin zirve yapmasına mı (ben gene de gerçek dünya diyorum, gerçek dünyada gerçek yaşamak, sanal dünyada gerçekmiş gibi göstermektense..)
Dedim ya, hangi ucundan tutacağımı bilemedim…
Konuyu o kadar güzel anlattınız ki ilave edecek bir şey kalmadı. Kalmadı diyorum bu hayatta ne problem varsa ilk etapta kendimiz sonrasında yakınlarımızdır, aynı şey iyi durumlar için de geçerli. Belki de ilk şakayı yapmasaydı inanırlardı ya da yakınları onun hasta olduğunu ve bu bunalımda olduğundan kendini kanıtlamak adına yapabileceklerini düşünselerdi yine olmayacaktı.
Olan oldu ve bize de olayı yorumlamak mı kaldı? İşte üzücü olan bundan ders çıkarmamaktır bence!
Manik depresif haller, depresyon ve bipolar rahatsızlığa dair, iki ayrı kitabın tanıtımını yapmışım 2007’nin Temmuz ayında: Başucu Kitaplarım – VI.
Özellikle gelişmiş batı ülkelerindeki insanlar her geçen gün daha da saldırganlaşmaya başladılar. Özellikle şuanki genç nufus başlarına ciddi dertler açmaya başladı bile.
Sorun ise bireyselleştirilmiş toplumların kendini yalnız hissetmesinin dışında tüm ortamın onları sömürmek için kurulduğunun farkında olmamaları. ahh emperyalizim.. Din dil ırk meshep ayırmadan yiyor bizi.
Baktığınızda rahat yaşamlarıı (evleri arabaları istedikleri ülkete gidebilmeleri sosyal güvenceleri demokrasi vs) Şimdi emekliliklerinde daha az gelişmiş ülkere kaçmaya başladılar.Bence kaçmıyorlar kaçırtılıyorlar. Gidin diyorlar kısaca. Çünkü yaşlıların bakımı zor ve PAHALI.
Türkiye ye gelen bir kaç yabancı ile konuşmuştum. Neden Türkiye dedim.
İlk cevap avrupaya en yakın ve en iyi koşullara sahip tek ülke Türkiye demişti. (Bu cevap benim için çok önemliydi) Burda hava benim ve eşimin bünyesi için en iyisi. Herşey var ve sağlık UCUZ ve YÜKSEK KALİTELİ. (özel hastaneler)
Aradan zaman geçtikçe daha da samimi olduk ve keşke dedi biz daha önce buraya gelseydik kızımda burda doğmuş ve büyümüş olsaydı. İlginç değlmi ? Neden dedim. Burası daha korunaklı bir ülke. Herkes birbirine sadece zorunlu olduğu için değil içinden geldiği için yardım ediyor. Ne demek bu şimdi ?
Ben kendi ülkemde bir yabancıya kendi ülkemiin insanı gibi davranamam dedi kendi ülkemde ona bir dost gibi asla yaklaşamam o bir yabancı sonuçta dedi. Burda ise kapımızı çalan arada uğrayan birlikte tatil yaptığımız komşularımız var dedi. Kızlarına ne olduğunu sordum. Lisedeyken uyuşturucu kullanmaya başlamış. Bu Türkiye de de böyle dedim. Ama bu yeni yeni dedi. Biz 25 sene önce kaybettik onu. Burda olsaydı şimdi 40 yaşında belkide anne olmuş çocuklarına bakıyor olacaktı dedi.
Çok üzücü değilmi ?
Şimdiki TV dizilerine bakın. Bize birşey katıyormu bu diziler ?
Hepsinin kıyafeti tek bir elbise dolabından çıkmış gibi. Hepsi aynı şekilde konuşuyor hepsi aynı düşünüyor. Tunç’un internet için yazdğı yazıdaki gibi hepsi aynı şeyleri yapıyor. (bu arada birşey öğrendim oda ilginç 5 yaş altı çocuklara çizgi film izlettirilmiyormuş.Sebebini araştırın derim)
Türkiye de de buna benzer bir kaç olay oldu hatırlayan varmı ? Annesini öldürenler çocuklarını öldürenler vs vs.
İlginçtir aşırı refah ile yoksulluk çeken insanların davranışları neredeyse aynı davranış şekillerinn sergilenmesine neden oluyor. SALDIRGANLIK bunlardan bir tanesi.
Avrupada durum kötüye doğru gidiyor hızla.İngiltere ve özellikle hollanda uyuşturucu konusunda ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Almanyada ise üreten insan sayısı sürekli yaşlanıyor yada aşırı stresten ölüyorlar.
Bunu görerek bizim birşeyler yapmamız lazım. Gidip avrupaya birşey yapalımı kast etmiyorum tabi. Kendi ülkemizde birşeyler yapmamız lazım. Hem bizim için hem ordan buraya gelenler için.
Yukarıda bahsettiğim insan mühendisti. Epey zor işler başarmış ve işinin hakkını vermiş. Yalnız şunu diyor kendisi.
Şimdiki aklım olsaydı SANAT ile uğraşırdım. Öldüğümde arkadamda birşey kalırdı. Şimdi birşey yok. Yaptığım herşey yenisi ile değiştirildi. Gerçi bizde hala var ama yok olması yakındır.
Gelelim yorumlara.
Muammer bey Birşey sormak istiyorum..
Sorunlar karşısında standartlaşmış tavır ne demek ? Deprem olunca yapılacakların listesi gibimi ? Ya da yangında neler yapılacağı gibimi ? Yada üretilen ürünlerin sahip olması gereken özellikler gibimi ? Televizyon çamaşırmakinesi bilgisayar gibi.
Professyonel kullanıcı diye birşey yoktur internette. Deneyimli kullanıcı vardır. Aileler ise çocuklarını korumak için profesyonel olmalarıda gerekmiyor.
Ne gerekiyor ?
1.Eğitimli
2.Bilinçli
3.Sorgulayıcı olmaları gerekiyor.
Birde ne olmaması gerekiyor ?
1.Baskıcı
2.Kısıtlayıcı
3.Duyarsız olmamaları gerekiyor.
Siz çocuğunuz hadi evladım bana şu şarkıyı indir yada şu filmi indir derseniz orda film KOPAR. Yoksa çocuk kendisine uygun gördüğü ve kendisini daha özgürce ifade edeileceği bir ortamı değerlendirmesi kadar DOĞAL, GELİŞİM ve İLETİŞİM için faydalı bir yer yoktur.
Siz profesyonel bir kullanıcı olarak bence kendi bloğunuzda bir bölüm açın. Nasıl prof internet kullanıcısı olunur. Nelere dikkat etmeliyiz. Kimlik saklamak neden sakıncalı diye ?
Bence şöyle olsun.
Bloga yorum yapanın avatar resmi olarak fotoğraflı nufus sureti olsun. (Hey güzel Türkçem. Ne güzelsin. “resmi” derken iki anlamda da doğru durdu)
Sishyphos
Sana katılıyorum ve ne kadar çok aileye ve çocuğu ulaşırsan okadar iyi olur. Oyuncak seçiminden tv programları seçimine kadar çok detaylı bir şekilde eğitilmeliler. Kendilerinide eğitmeliler. Evde özellikle akşam saatlerinde her birey salonda oturup birşeyler yaplı.Anne tv ye baba bilgisayarına dönüp çocuklarını yalnız bırakmamalı. Gezmek diye AVM lere gitmemeliler. Sinema yerine tiyatroye gitmeliler. Mümkünse müzik ve spor kurslarına yazdırmalılar. Ayda 30 YTL internet aboneliğine vereceklerine yüzme kursuna gönderebilirler.
İnternet erişimi için para ödeyen biri olsaydım herhalde verirken elim titrerdi. Çünkü gsm telefonum için aynı şeyi hissediyorum.
Bence burada dikkat edilmesi gereken, internetin değil o internet hatlarının uçlarında olan insan denen hayvanın acımasızlığı. Hayvan kelimesini bu arada sözcük anlamıyla kullanıyorum. Hepimizin memeli hayvan sınıfına dahil olması, ama binlerce yıldır ahlaki, dini, sosyal vs kurallarla hayvan sınıfından eğitilmiş hayvan statüsüne atlamamız anlamıyla.
Bir gerçek var ki inandığım, özümüzde hala avcı-toplayıcı zamanlarımızdan kalan zayıfı ezmek yok etmek güdüsü ile yaşadığımız. Ki o zamanlarda bu yok etmenin altında daha fazla yemek, barınak ve eşe kavuşmak gibi ihtiyaçlar vardı. Günümüzde ise o bizi eğitilmiş sınıfa sokan, ama aslında ego tatmin etme, zayıfa yüklenme, kendini öne çıkarma (tam da açıklayabileceğim sözcüğe dökebileceğim bir şey değil sanırım), acımasızlık, kötücüllük gibi ihtiyaçlarla yaptığımız bir şey.
Sözün kısası, sadece internet değil, insanın kullanıcı ve etkin olduğu her ortam kötü ve acımasız olabilir bence. Bunun ortaya çıkması için sadece zayıf halkanın kendini ortaya koyması yetmektedir. Çocuklarımıza bakın acımasızlığın sosyal kurallarla kamufle edilmemiş halini görmek için. Kendi oyun, oyuncak ve boya kalemleriyle çizili dünyalarında birbirlerine karşı en saf acımasızlığı, kötücüllüğü sergilediklerini görebilirsiniz. Gözlüklü olduğu için veya ismi dalga geçilmeye müsait olduğu için yaşamı arkadaşları tarafından cehenneme çevrilmiş bir çocuk vardır mutlaka tanıdığınız.
Daha iyi insanlar olabilmek ve daha iyi insanlar yetiştirebilmek umudunu ben kaybetmiyorum. Umarım kimse kaybetmez…
Bazen herşey istemdışı gelişir, ne olduğunu anlamazsın bile… Bir de bakmışsın ki…! “Hayatını üç cümlede değil de, üç kelime ile anlatıyorsan eğer korkmalısın kendinden.” (Anlayana, elbet)
İnsanlar bazen çok ciddi bir şekilde acımasız ve duyarsız olabiliyor. Empatiden yoksun, duygusuz ve insanlığını unutmuş her insan aslında bir katil potansiyeli taşıyor. Tıpkı bu örnekteki forum üyeleri, moderatörleri vs. gibi. Engellemeyerek, aksine teşvik ederek bunu başarmışlar (!) Olay resmen kanımı dondurdu.
Tunç bu soruyu sormamın ana sebebi çevrende gördüğün her 100 kişiden 2’si bipolar hastasıdır ve yüzlerinden veya davranışlarından hasta olduğunu asla anlayamazsınız. Kendisi hasta olduğunu biliyor ama normal insanlardan hiç bir farkı olmadığı için kendi hastalığını kimseye söylemiyor.
Bu hastalar sürekli hasta değildir sadece hayatlarında 8-10 kere hastalanıyorlar ve ilaçlarını alıyorsalar bu sayı azalıyor. Hastalandıklarında bile bu kişilerin hasta olduğunu anlamanızın imkanı yoktur çünkü değişik bir hastalık sadece duygudurumu değişiyor, hastalandığında zekasının %50’sini rahatlıkla kullanabiliyor, hastalık geçince aklı tekrar tam kapasite çalışabiliyor. Hastalık aslında çok basit ve önemsiz bir hastalık anlaşılması bu nedenlerden dolayı çok zor, hastalığın en tehlikeli yanı intahar teşebbüslerinin olmasıdır eğer arkadaşında intihar düşünceleri var ise acilen doktora (psikiyatra) müracaat etmelidir.
Bipolar tanısı konabilmesi için kişinin kesinlikle bir kere MANİK EPİSOD geçirmesi lazımdır eğer manik episod geçirmemişse depresyon tanısı konur ve eğer kişi gerçekte bipolar hastasıysa ve sadece depresyon tedavisi almaya başlarsa ölüme doğru adımlarını atmaya başlamıştır. Psikiyatrlar tanı koymakta bu yüzden zorlanıyorlar. Bazen de manik episodu, şizofreni ile karıştırabilirler ve şizofreni tedavisi o kişiyi bitirir. Bipolar yani manik depresif hastalık çok İNCE bir hastalıktır.
Yukarda zuzu adlı kişinin yazdıklarına çok üzüldüm, şunu unutmayın BİPOLARLAR zarar vermezler aksine çok duygusaldırlar, işte bu duygusallık içinde yüzerken intahar ederler amaçları kimseye zarar vermek değildir, herşeye üzülürler, sanatçılardan bin kat daha iyi sanatçılardır ve aşırı duygusallardır.
Abraham Biggs depresyon anında intahar etmiş anladığım kadarıyla çünkü kendisini bir hiç olarak görüyor, aşkına asla ulaşamayacağını düşünüyor ve aşk için intahar ettiğine %100 eminim, bu kadar duygusal bir insan için kötü laflar edilmesine üzüldüm. Abraham Biggs’i bir tek bipolarlar anlar veya onlara çok yakın olanlar anlar. Abraham Biggs’in bir suçu günahı yok sadece hastalanmış, depresyona girmiş ve bu duygusallık içinde hastalığın kişiye yaklaştırdığı intihar duygusununu gerçekleştirmiştir.
Aslında insanlardan da intikamını almaya çalışmıştır: İnsanlara aynen şunu söylemeye çalışmış: O kadar hayvansal yaşıyorsunuz ki benim ölüm anımı izlemekten zevk aldınız, demeye çalışmıştır.
Sevgilerle.
İntihar eden kişi ile ilgili hiç bir bilgim yok, daha önce adını duyduysam da şu an anımsayamadım. Lakin intihar eylemini tetikleyebilecek birçok şey olabiliyor.
İşin uzmanı değilim bunu baştan belirteyim. Gözlemlediğim bazı olaylar var ki içimde kalmasın anlatayım.
Bir arkadaşımla bara gidiyoruz ikimiz içinde güzel geçen bir günün ardından ikimiz de vodka ve burn söyleyip tatlı bir muhabbete başlıyoruz. Derken arkadaşımın telefonu çalıyor. Konuşmanın konusunu bilmesem de yüzünden olumlu şeyler olduğu anlaşılabiliyor. Arkadaşım daha bir heyecanlı ve mutlu bir şekilde muhabbetimize kaldığımız yerde tekrar devam ediyor. Ben içkimi bitirdiğimde arkadaşım daha 1 yudum almış durumda. Kalkalım artık diyor arkadaşım ve eve gidip dinleneceğini söylüyor, bar çıkışı ayrılıyoruz ve ben evime gelip müzik dinlemeye başlıyorum.
Aradan geçen yaklaşık 2 ya da 3 saatin ardından bana bir telefon geliyor ve arkadaşımın acile kaldırıldığını, aşırı dozda ilaç alıp intihara kalkıştığını öğreniyorum.
İntihara kalkışan arkadaşımın bilinen hiç bir maddi ya da manevi sıkıntısı yok. İntihara kalkıştığı ana kadar gelişen olumsuz hiç bir olay yok, hatta tam tersi günü mükemmel geçiyor ve gün sonu biz barda otururken gelen telefon da hayalindeki iş teklifi…
Arkadaşım şu an hayatta ve “sadece ölmek biran için çok zevkli olacakmış gibi geldi” diyor.
Uyarı için teşekkürler Erol. Sevgili Goddess Artemis’in affına sığınarak bıraktığı yorumunun içine bir ‘editör notu’ ekledim.
Çok yakınımda olup bipolar teşhisi konan (konduysa da haberdar olduğum) kimse yok. Benzer tepkiler gösteren bir tanıdığıma ise işin ehli bir doktora görünmesi konusunda ricacı oldum. Bipoları ilk kez duyuyordu. İşi ciddiye alacağını söyledi. Umarım beni, çok daha önemlisi de kendisini oyalamaz bu konuda.
Ayrıca lütfen ilaç adları vermeyin, Goddess Artemis ilaç adı vermiş ki bu ilaçtan bir avuç alırsanız tedavi edilemeden ölürsünüz. Tunç lütfen ilaç adlarını engelle, bu çok önemli çünkü ruhsal ilaçların çoğu ölümcüldür, yani doktor gözetiminde kullanılmaması durumunda yan etki olarak seni öldürür. Ayrıca Goddess Artemis in bahsettiği ilacı alırken her ay kan testinden geçer bipolar hastalar, kandaki Li miktarı yüksekse ölümcül etkiye girdiği gözkür ve ilaç sayısı düşürülür.
Tunç bu konuya daha dikkatli yaklaş.
Tunç: Hiç Bipolar yani manik depresif bir insanla tanıştın mı? Yolda hiç gördün mü?
Bipolar ne yazık ki bu ülkede hâlâ tanınmayan, bilinmeyen, hatalı teşhislerle yanlış tedaviler uygulanarak insanların yaşamlarının riske atıldığı bir rahatsızlık. Kardeşim gibi sevdiğim, yakın dostum ressam Nergis Ermin bu rahatsızlıkla yaşamak zorunda. Gerçek teşhis konuluncaya kadar, nasıl hatalı tedaviye maruz kaldığını; teshisten sonra yaşadıklarını yakinen gördüğüm için bu kadar tepkiliyim.
Bipolar çoğunlukla Borderline [kişilik bozukluğu] ile karıştırılabiliyor. Depresyon sanılabiliyor. Halbuki, ruhsal bir rahatsızlığın, ya da kişilik bozukluğunun çok ötesinde, “beyin kimyasındaki anormallik” Bipolar. Ömür boyu süren bir tedavisi var. Çoğunlukla Lithium tedavisi görüyor bu hastalıktan muzdarip olanlar. [Editör – yani Tunç – notu: ilaç kullanımı dahil tüm tedavi yöntemleri için mutlaka işin uzmanı bir doktora danışılmalı.]
Son olarak, internetin kaç yıllık geçmişi var diye sormak isterim. Ne acı ki, insanların, insanlığın acımasızlığı ise insanlık tarihi kadar eski!
insanlarin duyarsizligi ile ilgili cok aci bir anim var benim de.
cok sevdigim, hayati boyunca yuksek sesle konustugunu hic duymadigim, dunyanin en kibar insani, cok sevdigim bir arkadasim evinde katledildi. beni olduruyorlar diye bagirmasina ragmen, hic bir komsusu polisi aramamis. gerekce ise aile ici kavga oldugunu dusunmeleri imis. yalniz yasadigini bildikleri halde oyle bir fikre kapilmislar nedense.
haftalarca kafayi yedim nasil polisi aramazlar diye, cigliklari duyduklari halde koltuklarinda rahat rahat nasil oturdular diye. komsusu icin kilini kipirdatmayan insanlarin varligini dusununce internet uzerinden tanistiklari insanlar icin bir girisimde bulunmayanlara sasirmadim acikcasi.
Tüm yazı boyunca ister istemez “online profilimizle gerçek kişiliğimiz birbirine ne kadar yakınsa interneti o kadar dürüst kullanıyoruz mu demektir?” diye düşündüm. Bu yazının bu sorgulamayı yaptırmak amacı gütmediğini biliyorum ancak sanal ya da gerçek nerede olursak olalım “insan” olduğumuzu ve kendimiz kalabildiğimiz sürece sorunlar karşısında alacağımız tavrı standartlaştırabileceğimize inanıyorum.
Açıkcası bu olayda seyirci kalmış çok kişinin gerçek hayatta başlarına gelebilecek benzer bir olay karşısında bu kadar duyarsız davranacaklarını hayal edemiyorum. O halde internet platformunu “profesyonel kullanıcı” olarak tabir ettiğim eğilimde kullanmadığımız sürece internet güvenli bir ortam olamayacaktır. Elbette ki bunun gerçekleşme olasılığı çok düşük, yine de hasarı azaltmak için tüm internet platformlarının ve internet bilenlerinin çaba sarfetmesi gerekiyor.
Bunun yanında, bu gibi özel sorunlara sahip çocukların ailelerinin özellikle internet gibi kontrolsüz bir mecrada çocuklarını yalnız bırakmamaları gerekiyor. Yine bu aileler gerçek hayatta çocuklarını korumak adına oldukça fazla çaba sarfediyorlar ancak internet konusunda “profesyonel” tavır alamıyorlar.
Bu yorumda ki “profesyonel kullanıcı” ifadesini biraz açıklamak istiyorum. Aslında gerçek yaşamdaki gibi davran, kendin ol demeye çalışıyorum ama bir yandan da internetin amatör (siteyi amacına uygun kullanmamak, üyelik bilgileri veya profil bilgileri konusunda açık olmamak, seçici davranmamak, farklı bir kişiliğe bürünerek var olmak, yalnızca seyirci kalmak v.b.) bir tercih olamayacak kadar ciddi bir profesyonel alan olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Herkesin böyle derine düştüğü anlar oluyordur diye tahmin ediyorum. Neyse. Bunun üzerine eklemek istediğim J.K. Rowling’in de Harry Potter’ı yazmaya başlamadan önce, intiharı ciddi olarak düşünmüş olduğunu, bir şekilde atlattığını (nasıl atlattığına dair bilgim yok) hatırladığımı söyliyim hep.
Böyle anlara gelindiğinde, böyle bir örneği hatırlayıp ileriye gitmeyi çalışmak. Sanırım. Tahmin ederim.
Birkaç ay önce orijinal adını şu an hatırlayamadığım ve dilimize “öldür.com” olarak çevrilmiş bir film izlemiştim. Bu yazıyı okuyunca o film geldi aklıma, filmde hasta ruhlu biri kendine birtakım kurbanlar seçiyor ve türlü işkencelerle kurbanı öldürüşünü internette canlı olarak yayınlıyordu ve seyredenlerin sayısı arttıkça bir sayaca bağlı olan düzenek sayesinde ölüm daha hızlı gerçekleşiyor ve kurbanların kurtuluşu da imkansızlaşıyordu.
İzleyenlerin bu durumu bile bile seyretmeleri ve bundan zevk almaları doğrusu sinirlerimi bozmuştu; ancak bunlar sadece filmlerde değil, gerçek hayatta da oluyor maalesef.
Bahsettiğiniz gibi bu intihaharı izleyenler, gerçek olduğunu düşünmeseler bile- ki bazılarının gerçek olduğuna inandığına eminim-, engellemek için harekete geçmeleri gerekirdi. Ne yazık ki insanlar gittikçe daha acımasız ve daha duyarsız oluyor. Üzücü bir durum doğrusu…