50

Bizler, Zenginlere Hizmet Eden Robotlarız.

Karel Capek ve Franz Kafka da benzer mesajlar vermiş zamanında. Hatta bakın Capek’in şu lafı, doğru olduğu kadar, ne kadar da acımasız:

“Bilimi suçluyorum! Teknolojiyi suçluyorum! Kendimi suçluyorum! Hepimiz! Evet hepimiz suçluyuz! Büyüklük kompleksimiz uğruna, başkalarının kar etmesi uğruna, gelişme uğruna, bilmiyorum, büyük bir şeyler uğruna insanlığı öldürdük. Artık kendi büyüklüğünüz altında ezilebilirsiniz.”

Hatırlarsınız, Patch ise bu “ezilmeyi” çok daha ileri götürmüştü. Para ve güce tapan bir toplumdan, şefkat ve cömertliğe tapan bir topluma dönüşmeyi beceremememiz halinde, “bu yüzyılda hayatta kalma şansımız yok? demişti.

Bir avuç zengin insanın parasına odaklanan ve televizyon programlarının da cesaretlendiği “sistemden” veya kapitalizm’den bahsediyor kısaca.

Şimdi dilerseniz, Fikir Atölyesi‘nde başladığımız Patch Adams dizimize devam edip, bu yazıyla da sonlandıralım. İlk iki bölümüne, şu linklerden göz atabilirsiniz:

– “Patch Adams: Anarşist Palyaço Doktor!
– “İnsan Bilincinin Optik Yanılgısı.

“Kapitalizm dünyanın başına gelmiş, tarihin en berbat şeyi.”

Adams’a göre, her şey yedi bin yıl önce başlıyor. Yani erkeğin para ve güce tapmaya karar vermesiyle. O yüzden bugün gerçekten de hiçbir siyasi çözüm işe yaramıyor. Değer sistemi megalomoni üzerine kurulmuş. Kısaca “para ve güç” yedi bin yıldır bizim tanrımız olmuş.

Doktorun hastaları gezerken, yanındaki tıp öğrencilerini herkesin önünde aşağılaması; patronun tüm çalışanlar önünde sekreterine veya başka bir çalışana kaba ve kötü davranması; sokakta gözümüzün önünde mağdur edilen bir kişi… Veya hemen yanıbaşımızda olan bir vahşet… Veya kadınlara yapılan kötü davranışlar, sarhoş eve gelip karısını döven adamlar, caddelerde uyuşturucu satan çocuklar, tinerciler, elinde silahla zevk için sağa sola ateş edenler…

Veya insanlar açlıktan ölürken…

Biz nasıl bir tuzak düşünceyle gösterişli evlerde yaşayabiliyor, son model arabalara binebiliyor, ihtiyacımızın çok ötesi parayı bankaya veya mücevharata yatırabiliyoruz?

Düzgün gitmeyen bir şeyleri gördüğümüzde, ne oluyor da susabiliyoruz gerçekten?

Ağzımızı kapamak, görmezden gelip sineye çekmek ve unutmak, yapılabilecekler arasında en kolayı da ondan. Hem en çok işimize de gelen!

Sahip olduklarımızı kaybetme korkumuz var çünkü. Konum ve gücümüzü… Bizi biz yapan değerlere kendimiz değil, sistem karar verir olmuş. Hem zaten atalar da dememiş mi: “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” [Bu atalar hangi yılların ürünü, merak etmiyor değilim aslında!]

Peki bu mevcut durum kime fayda sağlıyor?

“Tabii ki büyük ticari işletmelere” diyor Patch. “Dünyada artık farklı ülkeler yok. Var sanıyorsanız da aldanıyorsunuz. 20. yüzyıl ülkelerin var olduğu son yüzyıldı. Artık sadece globalleşme var. Dünyanın sahibi de artık farklı ülkeler değil, uluslarüstü şirketler.

İyi bir gazetecinin ise bunları araştırıp, yazabileceğine inanıyor:

“Konuşan gazeteciler olabilirdi ama ne mümkün! Amerika’da örneğin… Gazeteciler zenginlerin kuklası. Gazetecilik eskiden varmış. Tüm dünyadaki medyanın %70’i bugün beş şirketin elinde. Hepsi propaganda makinası. Bush’ın bir nazi olduğunu söylememe izin veren tek bir Amerikan medya kuruluşu var mı? Amerikan halkının %90’ı hayatları boyunca hiç düşünmüyor. 365 günün tamamında düşünme denen şeyi yapmıyorlar.”

Çünkü sistem, insanların “düşünmemeleri” üzerine kurulmuş da ondan. Çünkü sistem (politikacılar, büyük ticari kuruluşlar, medya, eğitim sistemi…) herkesin koyun olmasını istiyor da ondan.

İşlerine gelen o!

Ayrıca düşünmek de zor iştir. Bana düşünmeme alternatifi verirseniz, neden düşüneyim ki!

Sistem adeta insan beyninin bug’ları üzerine, bilinçli kurulmuş gibi. Zeki insanlar bu kapitalistler!

“İnsanlar için yaşam kalitesinin tanımını televizyonlar belirliyor.”

“Güzelin tanımı şu: 20 yaşında pürüzsüz cilt ve belli bir vücut şekli. Örneğin 65 yaşında birisi, onlara göre güzel değil. Cildi kırışmış, kilo almış… Programlar ve reklamlarda yapılan propagandalarla güzel bize dikte ediliyor. Orada gördüğümüz imajları da sonra düşünmeden güzel diye gidip satın alıyoruz. Başka türlü kozmetik firmaları nasıl satış yapsın?

Düşünmek; o gösterilen şekle “güzel değil” diyebilmektir. Güzellik ne yaptığındır. İyi bir insansan güzelsin. Sen ‘güzellik nedir’ diye düşünmezsen, o zaman da o ilaç ve kozmetik firmaları milyar dolarlar kazanmaya devam eder.”

45+ yaşındakiler de işte belki o zaman güzelliği botox veya liposuction’da aramaz. Yeter ki düşünsün, bilinçli bir propaganda ile ona sunulanları sorgulasın.

Peki ya çocuklar?

“Şu an çocukların televizyonda izledikleri programların ana teması hep “para ve güç” üzerine dönmüyor mu? Bu hep bir numaralı mesaj. Ve tüm dünyadaki çocuklar bu hedefle büyüyor. O yüzden de; fakir olanlar çalıp çırpıyor, vücudlarını veya kendi çocuklarını satıyor. Zengin olan da daha zengin oluyor” diyor ve devam ediyor Patch Adams:

“Dünyanın en zengin 3 kişisinin serveti, en fakir 48 ülkenin toplam servetine eşit bir dünyada yaşıyoruz. Ve televizyonlar, bu zenginlere imrenmemiz gerektiğini öğretiyor. Paris Hilton’lar, Donald Trump’lar… Herkes bu iki çöp ismi biliyor. Oysa onlar yan komşumuz kadar bile ilginç kişilik değiller. Paris Hilton’un 800 milyon dolarlık serveti var. ‘Bana bakın, bana bakın’ dediği de bir kitabı!

Televizyonlardan önce spor, insanların yapmaktan keyif aldığı bir şeydi. Şimdi ise sporcular multi milyoner. Televizyonu, büyük şirketlerin reklam oyuncağı olmasından kurtarıp, insanlara geri vermek gerek. Televizyon kadınlara karşı şiddeti önlemek için kullanılabilir. Aşkı, sevgiyi öğretebilir televizyon.”

Oysa biz…

Sistemin tuzak planlarını bizim zihnimize sokan ve değer yargılarımızın içine eden sıradan televizyon programlarını izliyor, oradaki aktörler gibi olmak istiyor, hatta çocuklarımızın da onlara özenmesinde mahsur görmüyoruz.

“Yaşam kalitesini önemseseydik, bugün dünyada kimse aç olmazdı.”

Herkes, herkesin yaşaması için gerekli olan gıdaya sahip olduğunu görene kadar ara vermeden çalışsa diyor kısaca. Ve hepimizin günlük hayatından çok basit bir örnek veriyor:

“Yemeğe evinizde birilerini ağırladığınızda, ev sahibi olarak, herkesin tabağında yemek olduğunu görene kadar yemeğe başlamazsınız. Ne kadar kalabalık olursa olsun gelenler, yemeğe son başlayan hep siz olursunuz. [Ancak erkekler önemsemez bunu. Kadınlar ise asla başlamaz.]

Bu neden ülkeler için de geçerli değil. Herkesin yemeği olana kadar, kimse yemek yemese. O zaman açlıktan kimse ölür mi? İşte ‘yaşam kalitesi’ bu olmalı.”

“Paran var ve bir şey yapmıyorsan sen bir hiçsin.”

“Üzgünüm. Sen sadece problemin bir parçasısın ve bu yüzyılda insanoğlunun yok olmasında payın var.” dese de, arkadan hemen iyi haberi de veriyor: “Ancak bu, doğa ve hayvanlar için çok iyi bir şey!”

“Zengin kişilerin vergilendirilip, globalleşme saçmalığının çöpe atılması gerekli. İhtiyacımız olan iki şey, sadece iki şey var: Gıda ve arkadaşlık. Bu ikisi varsa her şey temin edilmiş demektir.

Şimdi artık ‘insanlarıma nasıl yardım edebilirim?’ veya daha büyük plazalar yapmak yerine, ‘tüm güzellikleri içinde barındıran doğayı ve tarihi dokuyu nasıl koruyabilirim?’ diye kendinize sorabilirsiniz. Ailenizle birlikte mütevazi bir evde yaşamak için gerekli olanın ötesinde, artan parayı bu işler için harcamayı geçtim; ihtiyacı olanı düşünmüyoruz bile.”

Değişim için çözümü; bir annenin çocuğuna olan yaklaşımını örnek almakta buluyor Patch. Çünkü dünyadaki problemlerin erkeklerden kaynaklandığına inanıyor:

“Ben sadece annem gibi olmaya çalışıyorum.”

“Çünkü anneler sadece tutkuyla sever, tek kötü şey yapmak istemezler. Zarar vermek, yıkmak, dökmek istemezler. Annemim, beni ve kardeşimi, yürekten sevmek ve o yönde davranmaktan başka bir şey yaptığını görmedim.

Benim ‘sevgi için çalışmam’ da annem yüzünden. Çünkü bana hayat tarzı olarak, iyi ve cömert olabilme mucizesini o gösterdi. Ancak büyüdükçe, onun dünyasının gerçek dünya olmadığını fark ettim.

Erkekler ne kadar ihtiraslı olsa da, ne kadar kötü davransa da, ne kadar savaşa gitse de, eve sarhoş gelip eşini dövse de, çocuklara ilgisiz davransa da; dünyadaki annelerin çoğu o evin halen güzel bir ev, halen güzel bir aile ortamı olması için inanılmaz bir çaba içerisinde olurlar. Her şeye rağmen çocuklarını yetiştirmek için kendilerini paralarlar.

O yüzden yapmamız gereken şey son derece basit: annelerin çocuklarına davrandığı gibi davranmak. Herkese. Her yerde. Her zaman. Değişim için gerekli olan tek şey; anne şefkatına sahip olmak.”

En basit hareketlerden birini de, en güçlü konumlara kadınları getirmekte buluyor.

“Bırakın her şeyi kadınlar yönetsin. Gittiğim bütün yetimhanelerde çocuklarla gerçekten ilgilenenler, gittiğim tüm mülteci kamplarında gerçekten çalışanlar hep kadındı. Çay içenler ise hep erkek!”

Şimdi…

Bir erkek olarak ben
Farkındalık olmasına rağmen, sistemin tuzağından kendini henüz kurtaramamış olan ben
Patch’i araştırıp okudukça, izledikçe canı yanan ben

‘Yok be birader, bu dünyadan değilsin sen’ diyemiyorum işte.
O olması gereken yerde de; ben neredeyim?

Sistemin istediği [koyun modeli] sıradan insanlardan yok mu bir farkımız yahu? Zenginlerin robotu olmak için mi uyanıyoruz her sabah?

Geçtim onu…

Her sustuğumuz an.
Ve o anların her tekrarında…
Bizi biz yapan içimizdeki bir şeylerden…
Veya bizi, “sadece insan” yapan değerlerden bazıları ölmüyor mu gerçekten?

Yorumlar 50

  1. Turkuaz

    Üretmeyi değil, tüketmeyi öğrenen bir nesil maalesef arkamızdan sel gibi geliyor. Hala bunun görülemiyor olmasına inanamıyorum.

  2. Yazar
  3. Memur

    ve bizler zenginlerin robotları olduğumuzu bilerek yaşıyor ve hayatımız böyle son buluyor. bence bu gereklilik de değil. yine çok güzel bir yazı tunç.
    hergün bloguna gelip birkaç yazı okumak istiyorum. kitap okumak gibi.

    not: neden bu yazıların bir kitap olmasın.
    pucca ya da diğerinin adını unuttum onlar gibi?
    cevabını merak ediyorum

  4. Pingback: Fikir Atolyesi Dragons’ Den Türkiye. Yaratıcı iş fikirleri için bir fırsat mı?

  5. Pingback: Fikir Atolyesi Bir el atsanız!

  6. Nil

    tüketim olmazsa üretimde olmaz.. Üretim olmazsa hiç bişey olmaz.. Bilinçli tüketim

  7. Nil

    Melih bey; Siz bu işleri toplum mühendislerine bırakmamızı mı öneriyorsunuz? şu gün kullanılan sistemler binlerce yıllık gelenek ve birikimlerin eseridir. Bütün tarihi kazanımları bi kalemde silmek çok afaki geliyor bana.

  8. Melih

    Kapitalizmin tamamen yanlış olduğunu düşünmüyorum, sosyalizminde tamamen ihtiyaçları karşıladığı söylenemez. Her toplumun kendi dinamiklerine göre yönetim sistemleri özelleştirilmelidir. Bugünkü Çin örneği başarılı bir örnektir. Güzel yazı bilgilendirmeler ve alıntılar çok yerinde olmuş.

  9. Pingback: Bizler, zenginlere hizmet eden robotlarız | KendiniGelistir.Com

  10. Pingback: Yaşamak dünyada var olan en istisnai şey. İnsanların çoğu ise [artık] sadece çevrimiçi, hepsi bu. | Blogir.Net

  11. tunay

    Tunç Bey yine döktürmüşsünüz, çok hoş bir yazı olmuş. Özellikle girişte kullandığınız Capek’in alıntısı dank ediyor insanın kafasına..

  12. Ziyahan ALBENİZ

    Ne güzel düşünceler, ne güzel tahayyüller. Sitemdeki çatlak giderek büyüyor, soran, sorgulayan insan sayısı artıyor. Daha da iyisi, dünyanın her yerindeki öbek öbek bu insanların, artık birer modelleri var. Daha insacanca, yaşanabilir bir ekosistem!

    Bu tür çatlakları önemsiyorum. Neden mi? Küba’lı bir şairin dediği gibi, “Çatlaklar kutsaldır! Çünkü ışık oradan sızar.”

    En derin saygılarımla.

  13. Doğan

    Bazı genellemeler

    Halen beş milyara yakın insanın yaşadığı yeryüzünde, başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmaksızın mevcut nüfusun on mislini besleyebilecek seviyede bir üretim yapıldığı halde, milyonlarca insanın açlıkla pençeleştiği söylenirse ortada bir bozukluğun var olduğunu ileri sürmek için zeki olmak şart değildir.

    Üreticilerin, fiyatları düşürmemek için piyasaya mal arz etmekten kaçınıp stoklama yolunu tercih ettikleri bir dünyada, bir kısım insanların çıplak gezdiğini görünce, bu işin içinde bir bozukluk olduğunu söylemek için ekonomi tahsil etmeye gerek de yok.

    Kaliforniya?nın portakal bahçelerinde portakal toplamaya çıkmış yüz binlerce tarım işçisinin günde üç portakal karşılığında bütün gün çalışmaya mecbur bırakıldıkları için karınlarını doyuramadıklarını, fakat bahçe sahiplerinin fiyatları düşürmemek için toplanan portakalları denize döktükleri bir dünyada, bir bozukluk olduğunu görebilmek için Kaliforniya?ya portakal toplamaya gitmiş olmamız da gerekmez.

    Afrika?da, Hindistan?da, Güneydoğu Asya?da, Güney Amerika?da, açlıktan kemikleri çıkmış bebelerin resmini çektirmek için yarışa giren ve bu yarışta binlerce lirayı bir kalemde sarf edebilen gazete ve dergilerin bulunduğu bir dünyada, en aç insanın fotoğrafını çeken foto muhabiri altın madalya ile taltif edilirken, fotoğrafı çekilen aç bebenin sırtından para kazanabilen gazeteciler tebriklere boğulurken, aç insanların kendi halleriyle baş başa bırakılmasında bir bozukluk olsa gerek.

    Yoksul çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince şişmiş adamlar sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın vakit geçirirlerken, bu çocukların okuma kitaplarını nasıl satın alabileceğinin hesabının yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.

    Aç kalma tehlikesiyle nüfus planlaması yapmak için teşkil edilen ekiplere binlerce liralık harcırahlar tahsis edilip bir o kadar hastane ve doktor masrafına katlanılırken, doğmamış çocukların rızıkları yüzünden uykuların kaçtığı dünyada bir bozukluk olsa gerek.

    Doğmuş çocuğu beslemek için sarf edilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf edildiği bir dünyada bir bozukluk, bir terslik var demektir.

    Daha en az kırk milyar insanın rahatlıkla barınabileceğinin hesaplandığı bir dünyada, kırk katlı binaların yapılmasına rağmen insanların mesken sıkıntısından şikâyetçi olmaları önlenemiyorsa, burada da akla aykırı bir düzenin işlediğinden şüpheye düşmemeli.

    Okullarında çocuklarına cinsel eğitimin verildiği ülkelerde ve en çok bu ülkelerde, akla gelmez sapıklıkların yaygın biçimde yerleşmiş olması vâkıası ile ırza tecavüz olaylarının, alkolizmin, klinik akıl ve ruh hastalıklarının yoğunlaştığının görüldüğü bir dünyada, bu işlerin düzenlenmesinde de bir bozukluğun olduğunu kabul etmek gerekir.

    İletişim araçlarının geçmişin hiç bir döneminde görülmediği biçimde çoğaldığı ve günlük hayatımızı doğrudan etkilediği bir dünyada, insanların fertler olarak iletişimsizlikten bu kadar yakındığı bir tablo ile karşılaşılıyorsa, bu işte de bir bozukluğun olduğunu teslim etmek zorundayız demektir.

    Kısaca söylersek, bugün problem alanı olarak önümüze getirilen konuların tümüne düzmece problemler diye bakılmalıdır. İnsanlar her neyi put olarak görmüşlerse o putlar karşılarına problem olarak çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, günümüz dünyasında asıl problemin, problem diye uğraşılan konular olmadığını, fakat asıl problemin kafa yapısından doğduğunu söylemek gerekecektir.

    Rasim Özdenören /Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

    —————————————

    Ve ilgili bir yazı daha… (Kesinlikle okumalısınız)…

  14. DeDe

    Şok Doktrini – Naomi Klein – Bir yerlerden edinip izlemeniz veya okumanız tavsiye edilir…

  15. burçin

    Bir köyde öğretmenim ve her gün işe başlarken beynim aynı tekrarları yapıyor, nasıl bu çocukları bulundukları eğitim düzeyinden daha üstlere çekebilirim, neler yapabilirim, nasıl değişir bir şeyler. Kapitalizmin soğuk yüzünün eğitimi müthiş derecede abluka altına almış olması (her yerde olduğu gibi) paran varsa okursun, ya da daha çok para verirsen daha iyi öğretmen olurum söylenceleri…

    Parası olanın iyi eğitim almış olması aslında beni motive ediyor ve daha çok emek veriyorum.

    Belki süre gelen bu sistemi tek başıma değiştiremem ama bu sisteme karşı durabilecek düşünen çıktılar üretebilirim diye düşünüyorum.Ayrıca yazılarınızla umudumu tazeliyorsunuz.

    Teşşekkürler.

  16. sparta

    “Zalim ya da kalpsiz değiliz, yalan söylemiyor, hırsızlık yapmıyoruz fakat bu tüketim şehveti bizleri öyle oyalıyor ki, başka insanları anlama yetimizi yıpratıyor; kıskançlık ve haset duygularımız artarken cömertlik ve merhamete dönüp bakamıyoruz bile…”

    -Robert C. Solomon.

  17. Çağlar

    Yazının geneli hoşdu. Noam Chomsky’nin bu konuyla ilgili analizlerini hatırlattı bana :)

    Evet erkek egemen ataerkil toplum yapısı, özgürlüklerin üzerindeki bir kambur.

    Evet kapitalizm seçme şansından ziyade, seni kendi dayattığı suni seçeneklerle, suni gerçekliğine mahkum kılıp, oyun hamuru gibi bir şekil şemal veriyor.

    Evet medya, kitle manipülasyon aracı olarak kullanılarak toplumu yozlaştırıp, toplumun kendi potansiyelini yok edip evcilleştiriyor. Çözümlere uzak, sistemin kendisine bağımlı, kendi özüne yabancı kılıyor.

    Evet içinde yaşadığın sistem her şeyi metalaştırıp kavramların içini boşaltıyor.

    Sorun bir siyasi hareket sorunu falan değil, bu sistemin içerisindeki bileşenlerin tümünün sorunu, çünkü burada sorun sistemin tam da kendisi :)

  18. Serdar

    Duygularıma tercüman olan bu yazınız için teşekkür ediyorum. Ben de daha önce Ali Şeriati’nin bazı kitaplarını okuyarak düştüğümüz bu gönüllü kölelik halinin farkına varmıştım.

    Baktığımız zaman halkın çoğunluğunun “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” diyen bir dinin mensubu olan bir ülkede yaşıyoruz, fakat gırtlağımıza kadar kapitalizme boğulmuş durumdayız.

    Kısacası durum hiç iç açıcı değil ve bir şeyler yapmak gerek.

  19. cuzunali

    sanırım insanın içinde hatta maalesef özünde genlerinde şerefsizlik var dolayısıyla kapitalizmi veya TV programlarını vs suçlayamıyorum…

  20. Huseyin W. Imisci

    Tunç hocam; Patch Adams gibi bir kişiliği sayenizde tanımış olduk, umarım P.Adams yazı dizisine devam edersiniz. Eminim daha öğreneceğimiz birçok şey vardır.

    Bu arada yorumlarda kapitalizm gibi bir düzene arka çıkanların atladıkları birçok şey var! Sadece görmek ve düşünmek istediklerini yazmışlar bu sistemle ilgili.

    Mert arkadaşımız, paranın “emeğin” simgesi olduğunu ifade etmiş. Emeğin simgesi olabilecek en son varlıklardan bir tanesi paradır. Birçok belgeseller ve araştırmalar, Asya ve Afrikada, neredeyse tüm dünyada rağbet gören ve bu tür zayıf bölgelerde faaliyet gösteren markaların fabrikalarında çalışan işçilerinin emeğine karşılık olarak uygun görülen kazancı, fabrikaların kendi belgeleriyle sunmuşlardı. O kadar uzağa da gitmeye gerek yok. Bugün kendi toplumumuzda bile hakkından daha azına razı olmak zorunda kalan işçilerimiz var.

    Evet, kapitalizm lehine yorum yapan arkadaşlar pek çok şey atlamışlar! Öncelikle bu sistem iyi işleyen bir sistem gibi görünüyor. Hiçbir problem yokmuş gibi. Ama gerçek şu ki bu sistem bir krizin içinde. Bu aralar ortaya çıkan dönemlik krizlerden bahsetmiyorum. Krizde olmasının sebebi de bunun çizgisel bir sistem olması ve bizim sınırları olan bir gezegende yaşıyor olmamız ve sınırları olan bir gezegende çizgisel bir sistemi sonsuza kadar sürdüremezsiniz.

    Bu sistem her aşamada gerçek dünyayla etkileşim halinde. Gerçek yaşamda sistem bomboş beyaz bir sayfanın üstünde işlemiyor. Toplumlarla, kültürlerle, ekonomilerle, doğayla etkileşim halinde. Ve tüm bu evreler boyunca sınırları zorluyor. Sınırları burada göremeyoruz çünkü bu diyagram tam değil. Öyleyse başa dönüp bir daha bakalım, boşlukları doldurup eksik kalan neymiş görelim. Burada eksik olan en önemli şeylerden biri insanlar. Evet, insanlar.

    Bu sistemin her aşamasında insanlar yaşarlar ve çalışırlar. Ve bu sistemdeki bazı insanlar diğerlerine göre biraz daha önemlidir; bazılarının daha fazla sözü geçer. Kim mi bu insanlar? Hükümetle başlayalım. Bazı arkadaşlarım bana hükümeti temsil için tank kullanmamı önerdiler ve bu başta bizim ülkemiz olmak üzere pek çok ülke için doğru. ABD’nin de tüm federal vergilerinin % 50?si orduya gidiyor. Ama ben hükümeti temsilen bir insan kullanmayı seçtim çünkü hükümetin değerlerinin ve vizyonunun temsil ettiği halk için ve halkın yanında olması gerektiğine inanıyorum.

    Bizi kollamak ve çıkarlarımızı korumak hükümetin sorumluluğudur. Bu onların işidir.

    Sonra, şirket gelir. Şirketin hükümetten büyük görünmesinin sebebi şirketin hükümetten büyük olmasıdır. Yeryüzündeki en büyük 100 ekonominin 51?i şirketlerdir. Şirketlerin gücü ve boyutları büyüdükçe hükümetin tavrında bazı değişiklikler olmuştur. Artık her şeyin bizlerden çok şirketler için yolunda gitmesiyle daha çok ilgilenmeye başlamıştır.

    Tamam, bakalım başka ne eksik bu resimde.

    Doğal kaynakların sömürüsü anlamına gelen ve yeryüzünün tahribatı için süslü bir kelime olan ?kaynak edinimi? ile başlayalım. Ağaçları kesiyoruz, maden çıkarmak için dağları deşiyoruz, tüm suyu kullanıyoruz ve hayvanları yok ediyoruz. İşte burada ilk sınırla karşılaşıyoruz. Kaynaklar tükeniyor. Çok fazla şey kullanıyoruz. Biliyorum, duyması zor ama bu gerçek ve bu konuda bir şeyler yapmalıyız. Sadece son 30 senede yeryüzünün doğal kaynaklarının üçte biri tamamen yok oldu. Gitti… Lütfen içinde olduğumuz bu lanet düzeni sadece şirketler, patronlar ve paradan ibaretmiş gibi söz etmeyin.

    Öyle hızlı deliyor, kesiyor, madenleri çıkarıyor, taşıyor ve tahrip ediyoruz ki, yeryüzünün insanlar için yaşanabilir olma özelliğine zarar veriyoruz. Yaşadığı yerde, ABD?de eski ormanlarımızın çok çok azı duruyor. Nehirlerimizin neredeyse yarısı içilemez durumda. Ve bizim sorunumuz sadece çok fazla şey kullanmak değil, hakkımıza düşenden daha fazlasını kullanmak! Evet, kesinlikle ihtiyacımızdan fazlasını istiyoruz. ABD, dünya nüfusunun %5?ine sahip olmasına rağmen dünyadaki kaynakların %30?unu tüketiyor ve dünyadaki atıkların %30?unu yaratıyor? Bu küçük istatistiklerden sonra diyecek ne kalıyor ki zaten ?

    Dünyadaki herkes aynı oranda tüketseydi, 3-5 tane yeryüzüne ihtiyacımız olurdu. Farkında mısınız, bizim sadece bir yeryüzümüz var!

    Ve ülkemin bu sınırlamaya tepkisi gidip başkalarının kaynaklarını kullanmak! Burasi da kimilerinin dediği gibi dünya ya da başka bir deyişle bize ait olan şeylerin her nasılsa başka birinin toprağında bulunması.

    Bir sonraki aşamada, kaynaklar üretim sürecine alınır ve budara zehirli kimyasallarla doğal kaynakları karıştırıp zehirli ürünler elde etmek için enerji kullanırız. Bugün ticarette kullanılan 100 binin üzerinde sentetik kimyasal var. Bunların sadece küçük bir kısmı insan sağlığına etkileri konusunda test edilmiş ve hiçbiri her gün maruz kaldığımız diğer kimyasallarla birlikte kullanıldıklarında insan sağlığını nasıl etkileyecekleri konusunda test edilmemiş. Yani bu zehirli maddelerin sağlığımıza ve doğaya etkilerini tam olarak bilmiyoruz. Ama bir şeyi biliyoruz: zehirli maddeler içeri, zehirli maddeler dışarı.

    Üretim sürecimize bu zehirli maddeleri katmaya devam ittiğimiz sürece, evlerimize, iş yerimize ve okullarımıza aldığımız eşyalarla birlikte bu zehirli maddeleri de almaya devam edecegiz. Pek çok reprodüktif toksikle ve kanserojen maddeyle çalışıyorlar. Şimdi size sormak istiyorum, başka bir seçeneği olsa hangi kadın doğurganlık döneminde reprodüktif toksiklere maruz kalacağı bir işte çalışır?

    İşte bu sistemin ?güzelliklerinden? biri de bu. Yerel doğal kaynakların ve ekonomilerin zarar görmesi başka seçenekleri olmayan bir insan kitlesini sisteme kaynak olarak sunuyor. Dünyada her gün 200 bin insan kendilerini kuşaklar boyunca besleyip yaşam kaynağı olmuş alanlardan şehirlere taşınıyor. Pek çoğu gecekondu mahallerinde yaşıyor, ne kadar zehirli olursa olsun ne iş olursa yapıyorlar. Gördüğünüz gibi, bu sistemde sadece doğal kaynaklar harcanmıyor, insanlar da harcanıyor. Toplumlar harcanıyor…

    O yılları iyi hatırlamıyorum ama 11 Eylül?den sonra ülke şoktayken, ABD Başkanı Bush duruma uygun birkaç şey önerebilecekken, yas tutun, dua edin, ümit edin dediği gibi, alış veriş edin dediği aklıma kazınmıştı. ALIŞ VERİŞ ETMEK?

    Biz bir tüketiciler ulusu olduk. Bizlerin birincil kimlikleri, anneler, öğretmeler, çiftçiler olmak değil, sadece tüketici olmak. İnsan olarak değerlerimizin ölçüldüğü ve topluma sunduğu yegane yol, bu oka ne kadar hızlı katkı yaptığımız ve ne kadar tükettiğimiz ile ilgili. Durum böyle olunca, biz ne yaparız?! Alışveriş yaparız ve alışveriş yaparız ve alışveriş yaparız. Mal akışına hizmet ederiz. Onlar da malları akıttıkça akıtırlar. Muhakkak bu konu üzerine çok konuşulur ama lütfen sadece görmek istediklerinizi aktarmayın karşınızdakilere.

  21. sparta

    @ayşegül

    ??bugün gerçekten de hiçbir siyasi çözüm işe yaramıyor. Değer sistemi megalomoni üzerine kurulmuş. Kısaca ?para ve güç? yedi bin yıldır bizim tanrımız olmuş.?

    siyasi herhangi bir sistemin değer sistemlerimizi değiştirmesini beklemek (dün, bugün ve yarın ) zaten komik olurdu. ama para ve güç yedi bin yıldır tanrımız olmuş demek çok popilist ve aslı olmayan bir genellemedir.

    Bazı insanlar gerçekten inanırlar. Gerçekten inandığı bir fikir karşısında para ve şöhret hiçtir, değersizdir, naylondur. Fakat inanan insanların değerlerini inanmayan insanlar komik ve saçma bulur. Belki de bizim değer verdiğimiz para ve güce sırt çevirmelerine kızarız ve bu nedenle önyargılı davranırız. İnanan bir insanın AŞKı bizde kıskançlık yaratır. Belki de bu kıskançlık değil de onun öteki olması, bizden olmaması dışlama nedenimiz olur. Bu dışlama sonucu da herkesi kendimiz gibi görür ve şöyle deriz;
    “…. ?para ve güç? yedi bin yıldır bizim tanrımız olmuş. ama bu değişebilir benim bir fikrim var ”

    Addams üzgünüm ama bu senin fikrin değil bence…

  22. ahmet ms

    Yıllardır beklediğim özlemime;

    Bu dünyada yaşadığımız müddetçe hani insanlar özlem duyduğu, hayalinde kendi dünyasında yarattığı sevgiliyi, beşer olanı arar dururlar. İşte ben de onlardan biriyim aradım yıllar boyunca bunun olabileceğini tahmin edemeyerek hem de…

    Umutttur bizi ayakta tutan umudumuzu yitirmemek gerekir. Her şeyimizdir umut hayallerimizi gerçekleştirmek için mücadele edeceğimiz….

    Ben yıllar boyunca seni arardım ve buldum ama belki de zamansız bir bulunuştu bu yılmadım, devam ettim edeceğimde, seni tanıyana kadar yaşadığım bütün aşkların yalan olduğunu farkettim. Seni görünce kalbimin yerinde durmayacağını biliyordum, öyle de oldu ve durmuyor da.. bu nasıl bir aşktır da bütün her şeyi göze alabileceğimi hissettiğim… Bu içimdeki sendin senin somut halin çok özlüyorum seni yanımda olmadığında, sesini ve nefesini duymadığımda….

    Bütün duygularımı yerinden oynattın seni tanıdığımda, atalet içinde kalan duygularımı, gece ve gündüz, met ve cezir gibi olmazsa olmazsımsın uykularım kaçtığında… Seni seviyorum hem de çok hem de deliler gibi hem de ölesiye ve bütün dünyaya haykırıyorum sessiz çığlıklarımla… Aşığım sana bitanem hayatımın anlamı…

  23. Mert

    Daha Fazla Yazı… :)

    Önce şunu söyleyim benim için hayatın anlamı mutlu olmaktır. Mutluluğu nasıl tanımladığımda çok önemlidir ve parayla, varlıkla, teknolojiyle, gelişmişlikle, kesinlikle bir ilişkisi yoktur.

    Yazının bir kısmında ülkeler yok globalleşme var vs denmiş, kötü bir şey midir, n edemektir? Kendimce kapitalizmin nasıl zengine ya da fakire değil harcanan emeğe hizmet ettiğini de anlatmak istedim, yanlışsam düzeltin lütfen :)

    Çok uluslu bir şirket düşünün mesela Apple olsun, eskiden Abd’de şimdi Çinde üretim tesisi var belki başka yerlerde de var benim bilmediğim hindistanda belki… Ama merkezi Abd, sahibi Abd gözüküyor ama gerçekte sahiplik nedir?.

    Apple Çinde sattığı ürünün vergisini Çin’e ödüyor, karını alıyor ancak karını ABD’ye mi götürüyor? Yoksa yatırım mı yapıyor? Büyük bir kısmıyla yatırım yapıyor, yatırım yapmasa karını ABD’ye götürür sefasını sürer belki ama o durumda sistem o şirketin yaşamasına izin vermiyor, çunku yeni bir emek yatırım söz konusu değil. Peki karıyla yatırım yapıyor, peki nereye yapıyor? ABD’ye mi yapıyor? hayır çünkü ABD’de daha iyisini yapabiliceğini bilse bile işçilik pahalı, dolayısıyla az gelişmiş bir ülkeye gidiyor işçiliği ucuz olan. Peki herhangi bir az gelişmiş ülkeye mi gidiyor? Hayır yıllarca taklitle her türlü yolla nasıl derseniz deyin çabalayan altyapısını oluşturan ve şimdi dünyaya kafa tutan ama hala yoksul bir ülke olan çin’e gidiyor

    Peki ne oldu? ABD şirketi Apple Türkiye’de sattığı malın vergisini Türkiye’ye veriyor, kazandığı parayı da çin’e yatırıyor, o zaman gerçekten Apple’ın sahibi ABD mi? Bana kalırsa değil. Peki kim?

    Üst düzey yöneticiler ve çalışanlar… onlar kim? biziz işte, Abd’deki yönetim ve Çin’deki çalışanları, Belki bir süre sonra Çin’deki yönetim ve çalışanlar olur :), yani genel olarak çalışanlardır… biziz yani.

    Üst düzey yöneticiler niye bu kadar büyük maaşlar alıyorlar? çünkü harcadıkları emek ve aldıkları risk şirketteki diğer herkesten fazla, kim karar veriyor buna? yine sistem karar veriyor yanlış insanı başa geçirdiğinde şirket batıyor, yerine doğru insanlarla yönetilenler geliyor.

    Bukadar çok para alıyorlar da normal çalışanlardan daha mı mutlu yaşıyorlar? Bazısı yaşıyordur hem de herkesten fazla mutlu oluyordur, işini seven, düşünen ne yaptığını bilenler. Ama kendi düşünmek yerine başkalarının yol göstermesiyle bir yere gelmiş düşünmeyi reddetmiş, sadece başkasının dediğini körükörüne yapan sadece para kazanmayı bilen kendi hayatını yaşamasını bilmeyen mutsuz zenginler, üst düzey çalışanlar yok mu?

    Neden millet çılgın gibi psikologa gidiyor? (kötü bir şey diye demiyorum ama bir şeyin göstergesi olarak söylüyorum). Çağımızın hastalığı diye anlatılanlar neden hep üst düzey yönetici hastalıkları (stress, fiziksel rahatsızlıklar, uyku problemleri vs).

    Yani genel olarak kapitalizm zengine değil emeğe hizmet ediyor bence, hatta arada zengine hizmet edenleri, emek vermeyene hizmet edenleri ayıklıyor içinden (yüksek işçilik olan ülkelerde üretim yapanlar kısa yoldan zengin olmaya çalışanlar)..

    Bir dünya eksiği var hala o kesin, ama genel olarak yön doğrudur bana kalırsa..

    Ne güzel oldu bu yazma fırsatını verdiğiniz… :)
    Teşekkürler.
    Kolay Gelsin Tekrar.

  24. Mert

    Merhaba Tunç Abi,

    Bu yazınızdan sonra, sizinle tanışmayı, tartışmayı çok daha fazla istiyorum :) Önce sizle kendimi kıyaslamak istedim, yaşadıkça mı insanın fikri değişiyor diye daha sonra da kendi düşüncelerimi yazıcam:

    Ben 22 yaşındayım, üniversiteyi yeni bitirdim yurtdışında master yapıyorum, hiçbir iş tecrübem yok (ufak tefekler dışında), iyi bir karıyer yapayım diye iyi bir eğitim almaya çalışan bunu yaparken de kendi zevklerini ön planda tutmaya özen gösteren kendi halinde biriyim.

    Siz, eğitimini almış, o eğitimle kariyerinizi üst düzeyde yapmış, daha sonrasında kendi işine ve kendine yoğunlaşmış yaşı benden büyük, fiziki olarak tanışmadığım ama yazılarını okuyup saygı duyduğum bir kişisiniz benim için. (Yanlış anlamayın, Sizi tarif etmek tabi ki bana düşmez ben sadece gördüğüm bildiğim kadarını daha sonra yazacağım farklı bakışımızı açıklaması için yazdım).

    Şimdi bana siz veya burda okuyanlar kapitalizmin kölesi olmuşsun, klişe konusuyorsun vs diyebilirsiniz, ama biraz kapitalizmi veya para hadisesini savunmam gerek. :)

    Bana göre; Para kapitalizmin veya mutluluğun simgesi değil emeğin simgesidir, çıkış amacı da bütün harcanan emeklerin ortak bir paydada daha kolay kıyaslanabilir olmasıdır. Bugun karşılıksız basılıyor olsa dahi hala esas amacı budur. Kapitalizm de emek harcayan ile harcamayanın en adaletli şekilde ayrıldığı sistemdir. Kısa vadeli ve insan bazında baktığımızda birçok eksiği gediği vardır belki kapitalizmin ve hep te olacaktır ama uzun vadede toplumlar için baktığımda benim gördüğüm bugune kadar kim emek harcamışsa karşılığını almıştır, aldığı karşılıkla ne yaptığı ayrı bir konudur ama karşılığını almıştır.

    Osmanlı zamanında dünyanın yarısına sahipti, şimdi abd ve avrupa sahip ve ileride de çin sahip olacak bu hepimizin gördüğü açık seçik gerçekse, bunu kapitalizmin sadece zengini zengin yapan bir sistem olarak göremiyorum ben.

    Osmanlı dünyaya hükmederken ABD sömürge idi, şuan da da Çin hala dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Ama diğer fakir ülkelerle aralarında bir fark var, çalışıyorlar, emek harcıyorlar, ileride yeni bir dünya devi olacaklar (ekonomik olarak oldular bile) peki onlar dev olup ta dünyayı yönetme, hükmetme sırası onlara geldiğinde hak etmediler mi diyeceğiz? Şuan Çin de kapitalizm tam olarak yok ama unutmamak gerek ki güç topladıkları, dünyaya emeklerini sattıp paraya çevirebildikleri sistem kapitalizm sistemidir. Hatta bana göre şuan abd yi dev yapan kapitalizm Abd nin kendi kendini yok etmesine sebep olmaktadır (abd tahvillerinin en büyük alıcısı çin hükümetidir).

    Diğer bir konu zenginler için köle olma konusu;

    Dedim ya benim iş tecrübem yok, stajyer olarak birkaç ay çalışmışlığım var (ücretsiz) o yüzden biraz ahkam kesiyor gibi olursa özür dilerim ancak benim de annem babam çalıştılar onlardan gördüğümle anlatmak gerekirse bir şirket için çalışmayı iki türlü düşünebilirsiniz 1- şirket beni kullanıyor, 2- ben şirketi kullanıyorum.

    Eğer işinzden mutsuz, aynı zamanda hayatınızdan da mutsuzsanız (ki bana kalırsa mutsuzluğun parayla hiç alakası yok, çoğu ankette zenginler fakirlerden daha mutsuz çıkıyorlar, %100 katılıyorum çünkü mutluluk mutsuzluk göreceli bir kavramdır) 1. şık daha geçerlidir şirket sizi kullanıyordur. Eğer işinizde mutsuz hayatta mutluysanız (ki çok zor gözüküyor hayatınızın büyük kısmı işte geçtiği için) o zaman ben şirketi kullanıyorum diyebilirsiniz çünkü işten kalan vaktinizi keyifli geçirmek için başkalarının emeklerine (sinemaya gitmek) karşılık kendi emeğinize (paraya) ihtiyacınız var. Her ikisinde de mutluysanız ozaman %100 siz işinizi kullanıyorsunuz kendi mutluluğunuz için

    Herkes mutlu olduğu işi yapamıyor malesef tabi ki ancak yapabilme şansına sahip enazından kapitalist sistemde böyle :)

    Mutluluk bana göre parayla ölçülen birşey değildir ve gerçek zenginlik kaynağıdır bana göre. Warren Buffet in bir lafını okudum geçenlerde “ben hiçbir zaman işe gitmedim” demiş yani yaptığı işin kendi için iş değil eğlenceli bir aktivite olduğunu soylemek istiyor amca, belki parası değil de bu yüzden gerçekten dünyanın en zengin kişisi olabilir ama birsürü parası çok insan mutlu yaşamayı beceremiyor ne istediklerini bilmedikleri için, sizin dediğiniz gibi kendine dayatılan para mutluluktur furyasına hiç düşünmeden inandıkları ve kendileri emek harcayıp ne istediklerini araştırmadıkları için sadece para kazanmayı biliyorlar, mutlu olmayı bilmiyorlar.

    Kısaca paraya tapılmaz ama emeğe tapılır, düşünen insan mutlu olmanın yolunu bulur…

    Ben biraz Ayn Rand etkisindeyim o yüzden biri çıkıp saçmalama çocuğum derse şaşırmam hatta dinlerim onu :) ama düşüncelerimi daha iyi yansıtan başka bir felsefe insanı daha görmedim bugune kadar..

    Acaba düşüncelerim sizin yaşınıza gelince de böyle mi kalıcak yoksa değişicek mi merak ettim doğrusu, çünkü kendim için planladığım gelecek hemen hemen sizin yaptıklarınıza yakın şeyler, o yüzden yazıya başlamadan sizinle aramızdaki farkları belirlemek istedim (hani, öncesi sonrası gibi bir durum mu var bu hayata bakış açısı olayının diye)..

    Akşam akşam canım yazı yazmak istedi, biraz uzatmışım..
    İnsanın ana dilinde rahat rahat yazması gibisi yok :)

    Sevgiler…
    Kolay Gelsin…

  25. Yazar
  26. DeDe

    neyin uğruna yitirdik/yitiriyoruz insanlığımızı bilmiyorum, ama ne söylenirse bana kendimizi aklamak için kulandığımız bir bahane gibi geliyor…mesele amacınızın ne olduğu ve elimizdekileri bize sunulanları nasıl kullandığımız ile ilgili…

    aslında her ne yitirdiysek/yitiriyorsak, biz yitirdik ve biz yaptık bunu… bizim tercihimizdi/ve bizim tercihimiz olacak, kabul etmeli bunu…evet dış etkenleri de dikkate almalı biliyorum, ama kendi payımızı yadsımamak gerek…kim söylemişti hatırlamıyorum; “hayat tercihlerimizin toplamıdır” diye…(hayattaki duruşumuz için diğer alternatifler de var malum)

    Duşka’nın bir şiirinde dediği gibi, her ne kadar çok acı olsa da, “kendimize uzak bir rüzgarız biz”… kendimize de bizim dışımızda kalan diğerlerine de…bir selamı, bir gülümsemeyi bile niye sakınırız, anlamış değilim doğrusu.

    sevgili Gülten Akın’ın unutulmaz dizeleri yankılanıyor kulaklarımda şimdi (her hatırladığımda canımı yakan dizeleri)…” Ah, kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya”… halbuki, beklemeli yüreğin bedeni yakalamasını, sorgulamalı her anı, sindirmeli ve düşünmeli ben neyim, neredeyim diye… ve yeniden konumlandırmalı bu dünyadaki yerimizi…o zaman belki, hayatın bize biçilen denkleminde daha az bilinmeyenle kendimizi de, bu evreni de anlamanın ve ona değer katmanın yollarını bulabiliriz…

    süreci tersine döndürmek de bizim elimizde…

    sevgiyle,

  27. Elifin Günlüğü

    ?İnsanlar için yaşam kalitesinin tanımını televizyonlar belirliyor.? yorumu size ait; şu satırlar da 1950’lerde çatılarda çoğalmakta olan antenlere bakıp geleceğe ilişkin olumsuz bir öngörüde bulunan Ray Bradbury‘nin:

    “Fakat itfaiye şefi, saniyede üç resimle bir dakikalık bir TV reklamı şeklindeki aralıksız bombardımanı çok önceden görerek, kitabın yarısında bütün bunları söylüyor. Ona kulak verin, ne dediğini biliyor o; sonra gidin çocuğunuzla birlikte oturun,? bir kitap açarak sayfaları çevirin.? (Fahrenheit 451)

  28. BRC

    Artık insanların salt gerçeklere inandığı bir dönemde yaşıyoruz, orgulamadan ve herkes gibi olmaya çalışarak. Bunun ne denli yanlış olduğunu gösterdiğin için sağol. Böyle aydın yazılara ihtiyacımız vardı. Yorumumu bir alıntıyla bitirmek istiyorum…

    “Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz.”

  29. gül

    aymak ya da aymamak olsaydı bütün mesele, çok daha kolay olurdu. uyanıyorsun işte zaman zaman, kısa bir uyanıklık hali, ve yeniden duyarsız tembellik… eyleme geçiren iradeyi tetikleyen nedir onu bulmak lazım belki. gerçekten uyandık mı hiç?

  30. M. Görkem GÜLCAN

    Kitaplarını çok severek okuduğum, Jean Jacques Rousseau, İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve toplum sözleşmesi?n de bu konular üzerine çok fazla fikir yürütmüştür. Toplum sözleşmesinde şöyle diyor;

    ?Herkes kendini herkese verdiği için herhangi bir kimseye vermemiş olduğundan herkes aynı ölçüde özgürdür?

    başka bir alıntı yapacak olursak ??baba imgesi, başkanı; çocuklar, halkı simgeler ve tümü, eşit ve özgür doğmuş olduklarından, özgürlüklerinden ancak kendi çıkarları gerektirdiği için vazgeçerler. Aradaki tek ayrım, babanın, ailede, çocuklarına gönderdiği özenin tüm karşılığını yine onlara duyduğu büyük sevgide bulmasıyken; devlette başkanın doyumu, halkına karşı beslemediği bu tür bir sevgide değil, egemen olman keyfinde bulmasıdır.”

    Son olarak ?Güçlü, gücünü hakka ve kulluğu ödeve dönüştürmediği sürece efendiliğini sürekli kılamaz. Güçlünün haklılığı işte buradan gelir.?

  31. Canan

    Tamam… ama o zaman bu sonuca varmamış mıydık biz kendimizi geliştirirken yenilenirken her şeyi biz, bizim düşüncelerimiz bu hale getirmedi mi… yanlış kodlar peki neden hala daha sistemlerdeyiz…
    bunları çoktan aşmadık mı biz?

    Sevgili Tunç…. alabildiğine kendine özgü güzel arkadaşımız Tunç.

  32. Hikmet Anıl

    erkeklerin kadınlar karşısında anlattığınız pozisyona düşmesinin nedeni kadınlardır zaten. olmaya da bilir tabi, sebep başka da olabilir. sebep örneklediğiniz olayın tamamen yanlış yorumlanması da olabilir. belki de doğru bir yorumdur. her şey mümkün yani. yanlış şeylerin doğru müzakeresi olmaz da diyebiliriz. bu sefer de işin kolayına kaçmış oluruz… neyse.

    askerdeyim. şafak 49 siteyi son 4-5 çarşımda birer saatlik ziyaret ediyorum. askerde içinde bulunduğum insanlardan sonra burası bana seçili insanlardan kurulu bir akademi gibi geliyor.. burada olan herkese teşekkürler… hemen hemen her yazıya yorum yazmak istiyorum ama malum 15 günde bir çarşı alabiliyorum vakit yok… 16 mayıstan sonra sık sık görüşmek üzere..

    sevgiler saygılar..

  33. Yasemin Sungur

    Yaşamdaki en önemli rolüm anne olmak, bunu farkettiğimde ki bu fiziksel olarak anne olduğum an değildi; tüm yaşamıma ve elbette işime bakışım değişti. Bugün yaşamımda hareket noktamı en önemli rolüm annelik belirliyor. Adımlarımı atarken sevgiyle atıyorum. Bunu yapabildiğim için mutluyum.

    Tunç, değer yaratan paylaşımların bakış açımı besliyor… Sevgiyle, teşekkür ederim…

    Yasemin Sungur

  34. Muge Cerman

    ?Bırakın her şeyi kadınlar yönetsin. Gittiğim bütün yetimhanelerde çocuklarla gerçekten ilgilenenler, gittiğim tüm mülteci kamplarında gerçekten çalışanlar hep kadındı. Çay içenler ise hep erkek!?

    Teşekkürler Üstadım; her satırına, her harfine verdiğin emeğe teşekkürler. Yıllardır kız çocuklarının eğitimi için harcanan çabalara verdiğim desteğin nedenini anlatabilmek için sadece yazının lnkini vermem yeterli olacak. Ellerin dert görmesin.

    Sevgi ve ışıkla kal…

  35. kahin

    Abi bir erkek olarak annenden aldığın güzellik ve karşılıksız sevgi penceresinden bakarak davrandığın zaman dünyaya, sana tuhaf bir geri dönüş oluyor. Bizim toplumumuzda erkeğin gülümsemesi bile garip karşılanırken, nasıl ola da sevgi vericem hepinize modunda yaklaşalım ayırmadan? Defalarca yaşadım bu geri tepişi. Dersen sınırlı kadronun yaşayışıdır, ayrı.

  36. Cem Gencer

    benzer bir konuya cem şen, thumos romanında değinmiş, henüz okudum ve üzerine de bu yazıyı okuyunca daha bir şaşırdım, zeigeist da dahil olmak üzere pek çok bilincin benzer şekillerde eleştirel-sataşan duruşu ilgimi çekiyor. değişik bir bütünselliğe sahipler. ve gerçekten bazı şeyler değişmeye başlayacak, ama bu süreci hızlandırmalı…

  37. ayşegül

    Sparta, sanırım yazıda şurayı gözden kaçırdın:

    “…bugün gerçekten de hiçbir siyasi çözüm işe yaramıyor. Değer sistemi megalomoni üzerine kurulmuş. Kısaca ?para ve güç? yedi bin yıldır bizim tanrımız olmuş.”

    “Ahlak sıkıntısı” saptamana ise keyifle katılırım. Her ne kadar “sevgi ve şefkat eksikliğinin” daha tepede olduğunu düşünsem de.

    Tunç, bu böyle olmayacak. Bu zenginlikteki içerik bir kitap olmayı hak ediyor artık. Sadece 3 adet Patch Adams yazın bile bir kitap konusu.

    Sevgi, saygı.

  38. sparta

    tüm bu olanları kapitalizme yükleyerek sıyrılmamız mümkün değil. kominizmin ne getirdiğini de gördük. işçi sınıfını ayartan kominizm şimdi de kadınların arkasına mı sığınıyor çok komik doğrusu. Sistemde varolan sıkıntı bir ahlak sıkıntısıdır. bunun rejimlerle bir ilgisi yok.

Düşünceni Paylaş!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir