37

Ben Hapisteyken!

Bir arkadaşım esasında cezaevine düşen? Askerlik anıları sık anlatılır ya, işte o denli ben merak edip o da anlattıkça, yaşamış kadar oluyor insan. Yine de dinlemekle yaşamak arasında çok ciddi bir fark olduğunu kabul etmek gerek baştan. Hem de çok ciddi bir fark!

Yaklaşık iki sene önce, bir sabah saat 6’da uyurken baskın yapan polisler (açan olmazsa, kapıyı kırmak üzere yanlarında bir de balyozla) eve girip didik didik arıyorlar her yeri. Ancak evin daha önce gözetlendiği belli çünkü direkt çalışma odasına giriliyor. Asıl aranan silah, ancak o yok. Daha sonra bilgisayarlar, cd’ler ve fotograf makinası da dahil tüm dijital kayıt cihazlarına el konuluyor. Her şey o kadar hızlı oluyor ki, eş ve çocuğun şaşkın bakışları arasında o, elleri kelepçeli bir şekilde polis minibüsüne bindiriliyor.

Suçlama; organize suç örgütüne üye olmak. [Şu gündemden düşmeyen ergenekon falan değil konu ancak yargı süreci devam ettiği için fazla da detay veremiyorum.]

Nedir bu, ‘çete kurmak mı’ diye ona sorduğumda ise;

“Evet Tunç, suçlama o. Türkiye’de kanun, hukuk ve adalet çok ince bir çizgide duruyor. Kanun yapıcılar yanlış yapıyor demiyorum, mutlaka deneyimleri ile doğruları bulmaya çalışıyorlar. Ancak sen iki arkadaşınla, yani toplamda üç kişi, biraraya gelip suç işleme adına konuşsan dahi çete kurmuş sayılabiliyorsun, eyleme geçmene gerek yok.”

Ve organize suç örgütüne üye olma suçlaması ağır cezaya girdiği için de tutuklu yargılanıyorsun.

Hassas işler… Daha da ilginç olan, pek çoğumuz için, “sistem” sana dokunana kadar varlığından dahi haberdar olmadığımız konular… Ve sohbetlerimizden anlıyorum ki, onun kime, ne zaman dokunacağı da belli olmuyor.

Evinden alındıktan sonra birlikte işyerine gidiliyor. Oradaki aramadan sonra da sağlık muaynesi için hastane var sırada. Doktor ‘iyi misin’ diyor, sen de ‘iyiyim’ diyorsun. O kadar! Sonra Gayrettepe’deki Asayiş Şubesine gidiliyor. Burada geçen 4 günlük gözaltı sürecinde her gün sabaha karşı saat 3’te hastaneye gidilip sağlık kontrolleri yapılmaya devam ediyor.

Asayiş’te yaklaşık 10 metre karelik tek kişilik hücrede savcının iddianamesini yazması bekleniyor. O günleri anlatmasını istediğimde;

“Tunç; senin terörist değil de, adam gibi adam olduğunu anlayınca polisler de daha ılımlı davranmaya başlıyor. Gözaltı ve hapishanedeki tüm süreç boyunca fiziksel hiçbir müdahale ile karşılaşmadım.”

Hücrede gün ışığı yok, tahta bir bank, sürekli yanan bir ışık ve video kaydı var. Yapacak hiçbir şey yok. Sadece oturup, kendinle başbaşa kalıp bekliyorsun:

“Vakit geçirebilecek hiçbir şeyin olmaması belki de yapılabilecek en ağır psikolojik işkence. Tahta bankta uyumak zaten müthiş zor. Yarı uyku, yarı baygınlıkla geçen bir süre bu. Vücudun inanılmaz yavaş bir ritme düşüyor ve zaman anlamını yitirmeye başlıyor. Yapabildiğim tek şey, güzel günleri düşünmek, onları zihnimde tekrar yaşamak oluyordu. Mesela en son yaptığım 2 günlük araba yolculuğunu gözümün önüne getiriyordum, hem de neredeyse viraj viraj. Bu beni uyanık tutuyordu.”

Gözaltının üçüncü günü avukatlarıyla birlikte savcıya dokuz saatlik ifade veriyor. Ayrıca ses kayıt ve el yazısı örneği alınıyor. Bu bir yerde onun imzası niteliğinde. Dinlenen telefon konuşmaları ve okunan yazışmaların o’na ait olduğunun göstergesi olacak ileride.

Son gün, tutuklanan diğer kişilerle beraber nöbetçi mahkemeye gidiliyor. Daha önceden haber verilmiş televizyon kameraları ve gazeteci ordusu önünde birbirine kelepçeli tutuklular, ikili sıra halinde minibüslere bindiriliyor. Sultanahmet’deki mahkeme önünde, minibüste sekiz saat bekledikten sonra savcıya on dakika ifade veriliyor. Bir sekiz saat daha minibüste bekledikten sonra mahkemeye çıkılıyor, burada da on dakika kadar yapılan savunma sonrası tutuklu yargılanmak üzere hapishaneye gönderilme kararı çıkıyor.

Ne zaman olacağı belirsiz olan ilk mahkemeye kadar artık cezaevinde kalınacak. Aylarca sürebilir bu bekleyiş. Suçlu olduğun kanıtlanmamış ancak sen bir suçlu gibi cezanı çekmeye başladığın bir süreç.

“Aciz kaldığın anlar bunlar” diyor gözleri uzaklara dalarak. Ve devam ediyor:

“Artık her şey senin kontrolünün dışında. Güvenlik güçlerinin ‘gücünü’ anlıyorsun. Meğer sen hiç de öyle güçlü falan değilmişin dediğin anlar bunlar… Cezaevine girmeden önce ‘iyi raporu’ almak üzere hastaneye giderken yolda acaba kaçabilir miyim diye aklına gelse de ‘teslimiyet duygusu’ hakim gelmeye başlıyor. Teslim oluyor ve bırakıyorsun kendini gelişmelere. Bekle biraz ve ne zaman tekrar kontrolü ele alabilirsin, bunu anlamaya çalışıyorsun.”

Her şey o kadar hızlı gelişiyor ki, dört gün önce evinde normal bir güne başlamak üzereyken, şimdi ne kadar kalacağını bile bilmediğin Bayrampaşa Cezaevi’nin kapısından girmek üzeresin. Suçsuz olduğuna dair ufacık bir şüphen yok. Ancak bunun artık önemi de yok!

Bu süreç boyunca aile veya arkadaşlarından hiç kimse ile görüşmemiş. Çünkü onların güzünde o bir eş, bir baba, bir patron, bir dost, bir sırdaş veya bir arkadaş. Ve onların zihninde ‘bu ruh halinin’ bir izi kalsın istememiş.

Bir sonraki yazıda kaleme alacağımız cezaevi deneyimini anlatırken, beni en çok etkileyen lafı da şu oldu;

“Hapiste seni saran en güçlü duygu ‘hiçlik.’ Kendini o kadar ‘hiç’ hissediyorsun ki, normal hayatta bunu tadabilmek mümkün değil.”

Yorumlar 37

  1. Yasemin Çömez

    BİR GÜNLÜK MAPUSHANE HİKAYESİ… :))

    Doğru “HİÇ”lik!…

    Bir gün bile kalmak kafidir hapishane duvarları ardında… :))
    Ana kapıdan girdiğiniz anda “HİÇ” olman için her şey uygulanıyor. Tunç hikayede yazmış o süreci.

    Koğuşa gidene kadar ruhun “HİÇEDİLMİŞ” oluyor.
    Koğuşa girdiğinde, başka “HİÇ”lerle tanışıyorsun…
    Orada ne üniversiteliliğin işler, ne de hümanist ruhun!…
    Sana acemiliğini hissettirmek için senden öncekiler show yapar ki sinesin iyice…
    Aslında korkutmak değildir emelleri, korktuklarından oynanır orta oyunu…
    Sonra, herkes kendi “HİÇ” edilişinin başlangıcında yaşanan komik hikayeler zincirinde nasıl buraya geldiğini anlatıyor…

    En basitleri;

    “Nasıl düştün buraya?”
    – Mal beyanı yapmayı unutmuşum…” (Bu salak ben oluyorum)
    -Ya sen?
    – Kocamın arabası üstüme kayıtlı, birine vurup sakatlayıp kaçmış. Aylar sonra gıyapta mahkeme. Sonra geldiler araba üstüme diye beni aldırlar…” (Bi de safinaz saflığı var ki üstünde :( sorma gitsin).

    -Sen niye burdasın teyze? (Beli bükük kurumuş, namazında niyazında, okuma yazma yok bir ihtiyarcık)
    -Ben siçimde iki kağada barnak basmışım gızım. Seçime hile garuşdudun deyi aldula beni buraya.
    -Cezan ne kadar?
    -İki sene
    -Çüşşşş!

    Al sana en basitinden mapushane hikayeleri…
    Hiçkimsenin diğerini kendinden ayıramadığı, yerlerde sürünen statüler…
    Ne kadar basit olursa olsun, adalet önünde suçlusundur.
    Koğuşundaki hırsız, katil ve nemenem suçları varsa diğerlerinden bir farkın yoktur.
    Ve fark yaratacak çabalara girmek büyük salaklıktır.
    Bu olumsuz hikayelerin %70i yaşadığımız toplumun sistematik olarak “HİÇ”likler ülkesi haline getirilişinden kaynaklı olduğunu gösteriyor…

    Çıkarken!?…

    Uzuuun ve sıkıntılı bir bekleyiş… Önce adın okunur, bir saat sonra almaya gelirler.
    Birinci kapı: Koğuş, İkinci Kapı: Koğuş Hanı Kapısı. Koridor. Baş gardiyan odası. Koridor. XRay kapısı. Kabul Kapısı. Danışma. Emanet Teslim Odası. Bina kapısı. Jandarma kulübesi. Ve en sonunda meşhuuur Ana Kapı…
    Nefesss! Derin bir Nefesss!…
    Gece karanlığında da olsa gökyüzünü görebilmek!…
    Dağın başı biryerdesin ama bütün korkularından arınmış bir HİÇ olarak dünyaya yeniden merhaba demek!…

    Giriş ve çıkış arasında geçen süre ister 20 yıl olsun ister 1 gün. Bütün değerlerin değişmiş olarak çıkarsın oradan. Ailen, sevgilin, çocuğun, anan danan, arkadaşların, işin gücün, yaşam biçimin! Herşey ter-yüz olur.

    Herkes anlamsız bir “çokşükür” savurur dilinden. Ve “sus bu konuyu hiçbir yerde açma, geçti gitti” derler… Saklanacak hiçbir şeyin yoktur aslında. Ama hapishaneye bir gün de girsen, toplumun gözünde SUÇLU bir HİÇsindir.
    :)))

  2. hasan

    ben de yaşadım o duyguları. inanın ki her insanın gerçek hayatı öğrenebilmek için bir ay dahi olsa o duyguları yaşamasını isterim.

    ne acayip bir duygudur bilemezsiniz, suçsuzken birilerinin sana suçlu demesi, suçsuz olduğuna herkesin inanması, emmiyet mensupları dahil hiç bir şey yapamaman… bir zaman sonrada kendi kendini yargılamaya başlıyorsun acaba ben neyin cezasını çekiyorum. şüphesiz ki buluyorsun da…

    bu düşünceler de insanoğlunun hayata tutunma isteklerinden birisi olsa gerek, içinde olduğu durumu kabullenme arzusu.

    saygılarımla,
    hasan uz

  3. Mustafa Râvî

    Evet, hele suçsuzken böyle eziyetlere uğramak çok daha zorlu olabilir, Allah korusun. Çevredeki insanlar bize değil de bizi itham ve bize kötülük edenlere inanırlarsa, çok zor gerçekten. Adamlar hem kötülük etmişler, hem de senin adını kötüye çıkarmışlar. Allah kimsenin başına vermesin, gelirse de sabır versin.

  4. M Fırat Delek

    En kötüsü sucsuzken bunları yaşamak olmalı. Suçun varsa başka düşünürsün belki de kabullenirsin ama ya haklıysan söyleyememek, anlatamamak. anlaşılamamak insanın boğazında bazen bir yumru olur ya, nefes almakta zorlanırsın, bunu her an yaşamak gibi bir şey olmalı.

    bir de çıktıktan sonrası olur. aynı şeyleri dışardakilere de anlatamazsın, olayın bir de o yüzü var.
    hani şairin dediği gibi;
    “nerden baksan tutarsızlık.”

  5. Işıl

    Gerçekten ilginç.. Aslında son derece dramatik.. Şimdi diyorum yazsam bir şeyler aleyhime delil olarak kullanılır mı?…

    Düşüncelerimizle yok edilmeye çalışıldığımız bir ülkedeyiz.. Diğerleri düşünceleri ile ilerlerken…

  6. 'ozan'

    Güvenliği olan site içindeki evimde, akşamüstü, yalnızdım, bahçede kediyle oynuyordum baskın yapılıp silahlar üzerime çevrildiğinde. On yıl önceydi.

    Bir suçum ya da kuşkum bulunmadığından, 24 saat dolmadan, tutuklanmadan serbest bırakıldım ki, yaşarken 20 gün mü, 20 yıl mı sürecek bilmediğimden herhalde, bu süre zarfında tırnak içinde yazdığın tüm duyguları yaşadım.

    Sonrasında duyduğum herkesin başına gelebilir tesellileri teselli olmadı bana. O kadar sıradan ya da normal değil. Olmasın da zaten.

    Geçmiş olsun, dilerim yargı süreci de bir an evvel tamamlanır, sevgiler..

  7. erol kılıç

    allah kimsenin başına vermesin suçsuzluğu ama bir sonraki yazıyı okuyacam.

  8. gülay kuran

    Yaşadığımız sürece her an herkesin başına her şey gelebilir. Kimse benim başıma gelmez diye düşünmemeli.

    Hiçlik duygusu kavramı beni de çok etkiledi. Arkadaşın bu duyguyu yaşamış olmasının kendisine çok şey öğretmiş olacağını düşünüyorum.

    Özgürlüğümüzün yok olmaması dileğiyle…

  9. Mustafa Râvî

    Bahsettiğiniz arkadaşınızın tam durumunu, neler yazıp çizdiğini ve evinde neler yaptığını bilmiyorum, ama genel olarak şunları söyleyebilirim.

    İnsan bildiğini, inandığını söylemekten çekinmemeli yine de bunlardan korkarak. Tabii en başta insanlara zulmedilmesi gerektiğine inanmamalı, ama o ayrı bir ahlâkî mesele, çok daha girift bir mesele ve bu konuyla tam bir alâkası yok…

    Bu dünyâda en sonunda hepimiz öleceksek, acı veya tatlı her şey bizim için sadece tarih olacaksa, sadece hatırası kalacaksa, hatta çekilen acılar haysiyetle çekilmişlerse güzel hatıralara dönüşeceklerse, o zaman “sabretmek”, bizi susturmak isteyenlerin elinde acıya elden geldiğince direnmek lâzım. Çünkü kaybedilecek bir şey hakikaten yok, bilhassa dünyanın geçiciliğini iyice kavramış ve ümidini bu tek başına gereksiz ve anlamsız olacak hayattan sonrasına bağlamışlar için… Düşünmek ve iyilik etmek her zaman bir bedel ödemeyi gerektirir bu dünyada … bedel ödemeyi gerektirir ki iyiliğin derecesi iyice katlansın.

    Ayrıca ben “batı medeniyeti”ne ait hapis cezalarının hiç de öyle insancıl olmadığını düşünüyorum. Ağır bir suç işleyen ve suçu kesinleşene kırbaçlama veya dayak gibi cezaların verilmesi çok daha insancıl Yargılama süresince de insanlar böyle iğrenç hapishanelerde daha doğrusu “zindanlar”da tutulmamalı. Geleneksel dönemlerdeki (yani Amerika kıtasındakiler değil) köleler, bilhassa Romalıların belli acımasız ötesi dönemlerindekiler değil de normal zamanlardakiler; zindanda çürütülen, kendilerine gerçek bir hayat yaşatılmayan insanların yanında bir milyon kat daha “hür” idiler. Zaten hapis cezalarına dayalı seküler batı hukuku işlemiyor. Bizim ülkemizde sadece hapishaneler dolmasın diye değil, verilen hapis cezalarının acımasızlığının da farkında olunduğu içindir ki ikide bir “genel af”lar filân çıkıyor…

  10. Can Pendik

    İnanılmaz bir şey bu. Bas bas yapacaklarını bağıranlara malesef dokunulamazken, bu kişinin tüm hayatıyla oynanıyor. Berbat olan şey ise suçlu olup olmadığı bilinmemesine rağmen bizim mahkemelerimizin karar verene kadar ceza evinde tutulması. Suçsuz olana dahi ceza veriliyor. Bu adam suç işleseydim daha iyiydi demez mi? Dışarıdan ne olursa olsun insanın içinden yasal organlara sitem edesi gelmez mi? İnanamıyorum böyle şeylere. Nasıl bi hayat yaşıyoruz ki!

  11. ahmet

    ‘evin daha önce gözetlendiği belli’ diye yazmış arkadaşım. bu ev niye gözetleniyor hiç düşündünüz mü? benim evimin gözetlendiğini düşünmüyorum. ki okul yıllarımda hiç de akıllı uslu yerimde duran bi adam da değildim üstelik, sınavlarda verdiğim kağıtların çoğu dgm ye çıkarabilirdi de beni o zamanlar. demek o evde gözetlemeyi gerektirecek bi takım olaylar olmuş vaktiyle. hem de saat 6 da ellerinde balyozla gelecek kadar. 3 senedir şehrin tam göbeğinde gireni çıkanı gayet bol olan bir evde yaşıyorum. benim evime neden gelmiyo bu polisler mesela onu merak ediyorum.

    ikincisi; “Ancak sen iki arkadaşınla, yani toplamda üç kişi, biraraya gelip suç işleme adına konuşsan dahi çete kurmuş sayılabiliyorsun, eyleme geçmene gerek yok.? bu ne demek yaa. her hafta bir çok arkadaşımla bir araya gelip bi takım konular hakında konuşuyoruz, hiç birinin de içeriği suç işlemeye yönelik bir eylem başlığı taşımıyor, taşıyamaz da. yazıyı yazan arkadaşın başına gelenler için çok üzgünüm ama benim anladığım o ki çok sebepsiz yere atmamışlar içeriye. toplam üç kişi biraraya toplanıp ne konuşmuşlar hikayenin orası bi eksik kalmış. orayı da yazıya eklemeli bence bu arkadaş.

    benim bu yazıya yorumum ancak bu olabilir. eksikler tamamlanırsa belki fikrim değişir.

  12. sevda

    Tam da Vetat Türkali’nin “Yalancı Tanıklar Kahvesi” adlı kitabını okuyorum. Üstüne de bu yazıyı okuyunca garip bir tedirginlik hali aldı beni. Nasıl bir yerde yaşıyoruz ve etrafımızda nasıl insanlar var diye düşünüyorum.

    Hepimiz akşam olunca sıcacık evimizde ve güzel soframızda yemeğimizi yerken “tüm insanlar da benim gibi yaşıyor, belki daha iyisini” diye düşünmek işimize geliyor. Başımıza gelene kadar gözümüzü kapatıp, kulağımızı tıkadığımız gerçekler herbirimizde böyle korku, şaşkınlık ve tedirginlik duyguları yaratıyor…

  13. wime77

    ben yanmazsam sen yanmazsan biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?
    birileri yanacak ama birileri de bunu görecek. görecek ki başına gelmesin diye önlemini alacak. ama Türkiye de insanlar öyle bir sindirildi ki, öyle bir korkutuldu ki, paşalar öyle bir duruma düşürüldü ki hadi gör görebilirsen yananların halini.

  14. kültür mantarı

    Boşa çıkan bir sürü plan. ertesi gün gideceğin film, gelecek ay çıkacağın tatil, kızının mezuniyet töreni veya buna benzer binlerce plan bir anda uçuyor puf. sadece senin planlarında değil. seninle ilgili plan yapan herkesin umutları yok oluyor.

    Bir de kendini tam anlatamama durumu. bir şey yapmamış olsan da “YAPMASA ALMAZLARDI” diye iğrenç bir berber bakış açısı, bütün insanlarda neredeyse aynı.

    İçeride beraber olduğun kişilerin normal hayatta yaptığı işler. Torbacı, kapkaççı, katil, tecavüzcü. Bu insanlarla ortak noktaların nedir?

    Sonuçta adalet herkese lazım.

  15. sezen

    çok aşina olduğumu söyleyemeyeceğim bir yaşanmışlık bu. ve bir o kadar da trajik. ben suçu kanıtlanmamış insanların farklı bir katogoride tutulup o şekilde yargılanmasından yanayım. yani sistemde yapılması gereken bir şeyler var değişmeli. yani olmuyor böyle.

    yazının devamını tahmin edebiliyorum kendimce. suçsuz bulunduğunu var sayıyorum. sonuç felaket bitmiş bir sosyal hayat, güveni kaybolmuş bir benlik, inancını yitirmiş bir vatan evladı, bu sisteme başkaldırışlarla dolu fikirler ama çaresiz sessizlikle geçen bir ömür. acı cok acı.

    ona tek kazandırdıkları şey sevdiklerine karsı duyduğu sevginin aslında nasıl sonsuz olduğu duygusudur. başka bir şey yok. yazının devamını hüzünle bekliyorum…

  16. Ercan

    Yazınız için teşekkür etmek isterim. Bir çoğumuz sistemin soğuk yüzünü pek bilmiyor. Ancak olayın anlattığınız kısmının münferit olduğunu söylemek isterDİm. Ne yazık ki suçla mücadele ve ceza sistemimiz bu şekilde işliyor; o yüzden yazınıza dair söyleyecek çok sözüm yok. Ancak yine de bir katkı da bulunmak isterim.

    Sistemimizi insan haklarına uygun hale getirmek hedefimiz olsa da hala olması gerekenin çok uzağındayız. Ama sonuna kadar yukarıda okuyup korktuğunuz vakialar yaşanmayıncaya kadar herkes için her yerde insan haklarını savunmakta yarar var.

    Yorum olması nedeniyle çok uzatmayacağım ama herkese tavsiyem haklarını, yaptıkları işlerin, uğraştıkları uğraşların, kurallarını sınırlarını bilmeleri; çok az da olsa hukukun nasıl işlediği hakkında bilgi sahibi olmaya çabalamalarını öneririm. Bana bir şey olmaz dememek lazım; bizler bunu çok yapıyoruz. Hukukçulara, avukatlara herşey olup bittikten sonra gidiyoruz. Bir çok şey için geç olabiliyor. Tıpta geçerli olan erken teşhis hayat kurtarır kuralı hukuk için de geçerli; ancak Türkiye’de bu konunun pek üzerinde durulmuyor. Evet bunlar basit değil; kolay erişilebilir değil. Ancak bilmemenin, sormamanın, öğrenmemenin sonuçları çok daha ağır olabiliyor.

    Karakolsuz, mahkemesiz, başınızın ağrımadığı günler dilerim…

  17. Pingback: Ben Hapisteyken! | Mehmet Emin Kelekçi

  18. emin

    Aynı durumda olan benim de arkadaşım var. Birbuçuk yıldır içeride tutuklu.. Hiç alakası olmayan bir davadan tutuklu.. (Bu da ergenekon değil) Basında sadece Ergenekoncular ile ilgili mağduriyetler dile getiriliyor ama maalesef mağduriyetler daha genel ve çok uzun bir süreden beri devam ediyor. Hukuksuzluk gelenekleşmiş ağır ceza mahkemelerinde..
    Maalesef..

  19. belgin

    düşüncelere de pranga vurabilecekleri zamanlar gelecek mi merak ediyorum gerçekten…

  20. vuslat asılsoy

    Çok üzücü, gerçekten.. Suçsuzluğun ispatı suçluyu bulmaktan geçtiğinden zordur. Filmlerdeki gibi onlarca adamı öldürüp de namım yürüsün kontenjanından atmıyorlar içeri, yıllar sonrası için pardonu bekliyorsun.

    Hayat acımıyor, acıtıyor.. Gelecek adına kaygılandığımı ve/fakat korkmadığımı belirtmek isterim. Ayrıca bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenler fena halde sinirime dokunuyor!

    Not: Yazı, meydan okumadan ziyade meydan dayağı ihtiva eder, ibret içindir!

  21. EroL

    Eskiden suçlu olduğun ispatlanıncaya kadar suçsuzdun, şimdilerde ise suçsuz olduğun ispatlanana kadar SUÇLUSUN…

  22. sosyolog

    insanlar ne için yaşamaları gerektiğinin farkında olduklarını ama anlatamadıklarını söylüyorlar… derim… hayatta tek korkulmayacak şey “her fani muhakkak doğduğu gibi ölümü de yaşayacaktır” işte o anı bilemeyeceği için ölümden korkmanın gereksiz olduğunu da anlamalı insan…

  23. aycan saroğlu

    Zeynep Kılınç benim söyleyebileceklerimi yazmış…Hatta endişelerimi… Hatta o yüzden tam olarak bir deneyimi ve samimi hislerimi yazmıyorum…
    Yazıyı ürpererek okudum…

    Ama sonrasını da merak ediyorum….
    seni öldürmeyen güçlendirir çünkü…
    Ve ben hem bu ülkede yaşayarak hem kendi karmam gereği çok fazla ‘hayatta kalma’ deneyimi yaşadım’…

    İkinci yazıyı bekliyorum…

  24. Zeynep Kılınç

    Gerçekten çok korkunç…İnanır mısınız buraya yorum yazayım mı, acaba başıma bişey gelir mi diye bile düşündüm! Bunu düşünmem de korkunç..

    Dediğin gibi “pek çoğumuz için, ?sistem? sana dokunana kadar varlığından dahi haberdar olmadığımız konular? Ve sohbetlerimizden anlıyorum ki, onun kime, ne zaman dokunacağı da belli olmuyor.

    Tunç sayende “Endişelerim” listeme bir madde daha ilave edildi.

  25. Fatih Şentürk

    Ferhan Şensoy’un da yazdığı gibi, sonu, pardon ile bitecek sanırım.
    Onca geçen günler, zamanlar, aksatılan hayatlar, ve birşey yapmadığınız halde konulan damgalar..

    Hayırlısıyla çok kısa zamanda anlaşılması ve çıkması dileğiyle..

  26. maya

    ancak ekranlardan izleyebilecegimiz ve de okuyabilecegimiz türden degil mi?
    bazen bi bakmışsın içindesin çemberin, çıkamıyorsun…
    dehşet anlar…

  27. aytaç

    pardon fili aklıma geldi bi an.
    onda buna benzer bir olayı traji komik bir şekilde anlatıyorlardı :(

  28. Mehmet ALP

    yaşadım.. aynı olaylar aşağı yukarı..

    öğlen 12 civarı 2 adam yatağımın başında beni kaldırmaya çalışıyor “Kalk! Kalk!” diye.. gözümü açıyorum 2 sivil polis memuru kalkıp salona gidiyorum içerisi polis kaynıyor… annem oturmuş ağlıyor.. ne oldu diyemeden harddisk sökülüyor evin altı üstüne getirilmiş zaten.

    bir ara babamın 1980’lerden kalma yasak kitapları gözüne çarpıyor polislerin, annem “o kitaplar oğlumun değil o yüzden tutuklayacaksanız beni tutuklayın..” diyor… sonrasında geçen 40 gün cezaevi mağduriyeti.. bir hiç uğruna.. devamında biten lise hayatı ve sosyal hayat…

    yazı çok duygulu, ben de aynı olayları yaşadığım aşağı yukarı… güzel…

  29. mustafa öztürk

    Babam da bir trafik kazasından sonra 1 ay boyunca suçsuz olduğunun anlaşılacağı mahkemeyi beklemişti.. 1 ay.. Ve hiç suçsuz.. 13 yaşındaydım.. Eve geldim.. Babam nerede? Yok.. Kolay değil..

  30. ramazan

    e, şimdi biz bu bloglarda bir araya gelip bir sürü yazışıyoruz. işimiz yaş o zaman. bir avukat fikir versin!

Düşünceni Paylaş!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir